HABER MERKEZİ – 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişinin 40’ıncı yılıına girildi. Direnişçiler direnişleri ile büyük ve tarihi insanlık duruşunu, onurunu yarattılar. Bu büyük ve onurlu tarihi direnişi 40’ıncı yılına girerken yaşananlara yakından tanıklık edenlerden Mukri Vakar ile konuştuk.
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ile devlete mesaj verildiğini dile getiren Mukri Vakar, direnişçilerin ne olursa olsun teslim olmayacaklarını ve mutlaka başaracaklarını bedenleri ile ortaya koyduğunu vurguladı.
1961’de Hilvan’a bağlı bir köyde dünyaya gelen Mukri Vakar, PKK ile nasıl tanıştığını, Hilvan direnişini ardından Amed 5 No’lu cezaevi sürecini ve Büyük Ölüm Orucu direnişini yaptığımız söyleşi de şöyle dile getirdi:
“1977 yıllarıydı. Birileri vardı ve bizde bilmiyorduk. Talebe deniyordu gelip köyleri geziyorlardı. Bizlerde merak ediyorduk kimdirler, ne için geliyorlar diye. Hangi köye gitseler gidip etraflarında toplanıyorduk. Diyorlardı bizler Kürdüz. Türkiye bayrağı altında yaşıyoruz fakat her şeyimiz yasaktır. Kürtçe yasak, üvey evlat muammelesi görüyoruz diyorlardı. Burada ağalar var neden feodal yapı burada bu kadar etkilidir. Kürtleri bir yere almak kontrol altına almak istiyorlar diyorlardı. Kürtlerin tarihi vardır Türklerden ayrıdır, farklı bir ırktır diyorlardı. Bu toprakların asıl sahipleri Kürtlerdir diyorlardır. Bunlar bize çok tuhaf geliyordu çünkü kimse bize daha önce böyle şeyler söylemiyordu. Biz onlara acayip bakıyorduk diyorduk siz yanlışsınız, bunlar nerden çıktı? İşte Kürt, Türk kardeştir bizde birlikte yaşıyoruz işte tamamdır diyorduk. Fakat her geliş gidişlerinde her konuşmalarında bize anlattılar ve bizde baktık gerçekten öyle, doğru söylüyorlar. Örf adetimiz, dilimiz asimile ediliyor. Devlet direk Kürtler üzerinde her anlamda asimilasyon politikası yürütüyor.
Mesela bize diyorlardı ki; Neden Adana’ya gidip çalışıyor, pamuk topluyorsunuz. Dicle var, Fırat var neden o yerleri düzeltip çalışmıyorsunuz? Sonra baktık gerçekten öyleydi. Gidiyorduk pamuk var, kanal var buralar gelişmişti. Bizde diyorduk niye bizim oralarda gelişmiyor? Bizim gelişmemizi istemiyorlardı, kültürümüzü, dilimizi unutalım istiyorlardı. Arkadaşlar diyorlardı bizler ağalığa, beyliğe karşıyız. İnsanlarımıza karşı zulüm yapıyorlar. Gerçekten de öyleydi. Mesela ağanın işçiliğini yapan birini ağa dövüyordu sonra karakola gidiyordu karakolda da dayak yiyordu sonrada gidip evinde sessizce oturuyordu. Gördük ki ağalık devletin copudur. Bu şekilde Kürtleri sessizleştiriyordu.
O dönemde özellikle Salih Kandal, Celalettin Delibaş, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Rıza Altun, Mustafa Karasu arkadaşlar geliyordu. Halka anlatmaya çalışıyorlardı. Halk da devlet var, siz devlete karşı duramazsınız diyorlardı. Onlarda bu bir aşamadır önce halkımıza Kürt olduğumuzu, dilimiz olduğunu buna bağlı olarak da haklarımız olduğunu Kürtçe eğitim görebilmemiz gerektiğini anlatmalıyız diyorlardı.
Halk diyordu siz feodalizme, ağalara karşısınız bugüne kadar ne yaptınız onlara karşı? Arkadaşlar onlara da sıra gelecek, önlerine bir set çekeceğiz ve halka karşı zulüm yapamayacaklar diyordu. Pratikte de Hilvan’da Süleymanlara karşı gördük bunu. Süleymanlar devletin provakasyonuna geldi. Çok değerli, öğrenci bir arkadaşımız Halil Çavgun gece bir okulda 3, 4 arkadaşı ile görüşürken baskın yapılıyor ve orada şehit edildi. Sonradan Süleymanlar yaptı dediler. Onlar zarar verdi arkadaşlara fakat arkadaşlarda onlara bayağı zarar verdiler. Daha sonra Süleymanlar birkaç defa gelip biz de Kürdüz, yanlış yoldayız, bizim silahlarımız da var onları da size verelim dediler. 3 defa böyle yaptılar ama daha sonra tekrar gidip devlet ile hareket ettiler. Birde Bucaklar vardı Siverek’de. Arkadaşlar o zaman Siverek’te örgütlüydüler. Orda en büyük aşiret Bucaklardı. En büyük ağaları da Mehmet Celal Bucak’tı. Kayınbabası Hilvan’daydı. Bize yakındı evleri. Arkadaşlar Celal Bucak’ın oraya geldiğini duyunca gidip uyarmak istiyor. Evlerine gidiyorlar bir arkadaş içeri girip Mehmet Celal Bucak’ı dışarı çağırıyor. Konuşacağız diyor fakat içerde biri ateş edince kurşun löküze denk geliyor ve elektrik gidiyor. Aralarında çatışma çıkıyor. Bir arkadaş açılan ateşte şehit düşüyor. İçeri el bombası atıyorlar patlamıyor. Celal Bucak yaralanıyor birde bizim arkadaşımız Salih Kandal arkadaşta orada yaralanıyor. Arkadaşlar onu kaldırıyor fakat kan kaybından arkadaş şehit düşüyor. Ondan sonra da sürekli çatışmalar yaşanıyordu.
“Söylediklerini yapıyorlardı”
Mesela başka partilerde vardı. KUK, Ala Rizgari, KAWA gibi başka Kürt partileri de vardı. Fakat onların sadece söylemde kalıyordu, pratikleri yoktu. Fakat PKK öyle değildi. Ne yapacağım dediyse yapıyordu. Halkta bunu görüyordu. Devletten hakkımızı alacağız diyorlardı, ağaları ortadan kaldıracağız, halka karşı işkence yapmalarına izin vermeyeceğiz diyorlardı ve söylediklerini yapıyorlardı.
1980’de Kenan Evren darbe yaptı. Arkadaşların çoğu tutuklandı. Ben ve babamda 1981 Haziran’ında alındık. Bize topraklarınızda PKK’ye ait silahlar bulunmuş dediler o yüzden bizi de aldılar. 17 gün Urfa’da gözaltında kaldık. Oradan bizi Amed Deve geçidine götürdüler. Zaten sonrasında da 5 No’luya götürüldük. 5 No’lu ya gittiğimizde Hoş geldin sefası vardı. Daha sonra bizi koğuşlara dağıttılar. Öyle bir zulüm vardı ki günde 100 tane cop yiyorduk. Sabah erken kalkıyorduk birkaç dakikada bir sürü erkektik hepimiz tıraş olmak zorundaydık. Ardından yemek yiyip hemen Atatürk ilke ve inkılapları vardı bir arkadaş okuyacaktı ve diğerleri de tekrar edecekti. Ya da havalandırmaya çıkıp askeri eğitim görmemiz gerekiyordu. Marş, yürüyüş vb. İçinde kim yanlış yaparsa, doğru söylemezse, yanlış yürürse artık bir bahane bulup kanalizasyon vardı orada o pisliğin içine koyuyorlardı, copluyorlardı. Rahat değildi bir çok arkadaş vardı. Fakat bazı arkadaşlar vardı kabul etmiyorlardı, teslim olmuyorlardı onlar tecride alınmıştı. Bildiklerim işte Heval Mazlum, Kemal, Hayri…
Daha sonra duyduk ki 4 arkadaşımız kendilerini yakmışlar. Ferhat Kurtay onlardı. Tabi ki duyunca çok etkilendik, fark ettik ki eritiliyoruz. Dedik ki demek biz kendimizi bırakmışız, devletin yaptığı her şeyi kabul etmişiz ki bu arkadaşlar bizi uyardılar. Dediler ki bakın bizleri eritiyorlar, yok ediyorlar. Ondan sonra biz kendimizi toparladık biraz. Dedik ki ne için buradayız, parti ne için oluştu, bizi hepimizi buraya getirmişler teslim almak ve bitirmek istiyorlar. Bu arkadaşlarda bunun önüne geçmek için kendilerini yakmışlardı.
“Benim silahım asla bitmez, vücudum benim silahımdır”
Ondan sonra 14 Temmuz’da bu arkadaşlar mahkemeye çıkıyorlar. Herkes duysun diye gidiyorlar çünkü mahkemeye her koğuştan birileri götürülüyordu. Bildiğim kadarıyla Kemal Pir arkadaş orada şunu söylüyor “Senin çetelerin cezaevinde terör estiriyor. Her gün arkadaşlarımıza, insanlarımıza işkence, ölüm, her şey kusuyor. Sizler bu çetelerinizi çekmezseniz bu şeyi sonlandırmazsanız bizimde yapacaklarımız var.” Hakim diyor ki “Senin yapacağın ne var? Silahın mı var?” Heval Kemal diyor ki; “Benim silahım asla bitmez. Vücudum benim silahımdır ve ben bu silahı size karşı kullanırım. Ölüm orucuna girerim. Eğer sen geri çekmezsen bende bunu yaparım.”
Ardından işte Heval Xeyri, Ali, Akif Yılmaz’da kalkıyor biz de Ölüm Orucuna giriyoruz diyor. Mahkemeden döndüklerinde herkes arkadaşların ölüm orucuna girdiğini öğrendi. Hepimizin üzerinde büyük bir etki yaptı.
Ardından Esat Oktay Yıldıran koğuşları gezip arkadaşların ölüm orucuna ama işte gece nöbetçim görmüş Kemal işte arkaya geçip ekmek yemiş falan diyordu. Amacı bizi düşürmekti. Yani bakın öncüleriniz böyledir siz boşuna onların izinden gidiyorsunuz diyordu. Fakat arkadaşlarımız çok kararlıydı. İstekleri kabul edilene kadar devam edeceklerdi ve gördük öyle de oldu.
Arkadaşlar şehit düştüler. Tabi ölüm orucu başladıktan bir süre sonra yaklaşık 200 kişi daha ölüm orucuna girdi. 4 arkadaşın şehadetinden sonra kolordu komutanı gelip arkadaşlar ile görüşüyor. Diyorlar artık bırakın ne isterseniz kabul edeceğiz. Sonrasında bırakıyor arkadaşlar. Bizler arkadaşların şehit düştüklerini öğrendiğimiz zaman kafamızda çok fazla soru oldu. Neden şehit düştüler, neden yemek yemediler günlerce, bize ne demek istiyorlardı? Her arkadaşın kafasında bir şeyler oluştu.
Burada PKK’ye de bir mesaj ve güç vardı. Deniyordu ki biz burada direniyoruz bırakmadık sizlerde devam edin, güçlüyüz ve haklıyız deniyordu. Aynı zamanda devlete de bir mesaj vardı. Siz ne yaparsanız yapın, Esat Oktay Yıldıran’da getirseniz de bizi teslim alamazsın mesajı verildi.
Cezaevlerindekilere de halka da bir mesaj verildi. PKK diğer partiler gibi değildir. Kısa zamanda bitecek, teslim olacak bir parti değildir. Ne olursa olsun mücadeleye devam edilecek mesajı verildi.