HABER MERKEZİ –
“Demek ki, öncü daha sonra zafer kazanacak olan burjuva toplumunun bir ön biçimi olarak ortaya çıkma özelliğine ve öncüler de bu konuda vazgeçilmez bir role sahiptir. Madem ki yeni sınıfın daha sonraki egemenliği, kısacası her düzeydeki çiçeklenmesi kesin olacaktır, o halde bunun ilk önderleri, geleceği kendi şahıslarında mutlaka yaratmalı ve somutlaştırmalıdırlar ki temsil edilen sınıf bunların şahsında geleceğe daha güvenle bakabilsin. Bunun verdiği cesaretle ayaklanmasını ve eylemini daha yöntemli ve yenilmez kılabilsin. İlk acemiliklerden kurtulsun, ilk amatörlüğün yerini daha oturmuş bir rotaya ve önderliğe bağlayabilsin. İşte önderlere bunun için ihtiyaç duyulur.
Napolyon, burjuvazi adına büyük bir askeri komutan olarak ortaya çıktığında son derece cesur ve ustadır. Moskova’dan Mısır’a kadar, İspanya’dan Almanya’ya kadar, dize getiremediği hiçbir güç kalmamış gibidir. O bir askeri dehadır. Daha sonra benzerleri de ortaya çıkar. İşte burada sınıf adına oynanan önemli bir rol vardır. Gerçeklik kazanan sınıfın askeri dehası ve askeri kişiliğidir. Tıpkı Ortaçağ’da feodalizm adına Cengizhan’ın, feodalizmin ve İslamiyet’in doğuşunda Ali’nin oynadığı rol gibi, böylesine bir komutanın ve önderin kişiliği yaşanır. Sınıf buna muhtaçtır. Ortaçağlar’da Cengiz ve Ali gibi komutanlar olmasaydı, aşiret toplulukları bir ordu düzenine nasıl ulaşacaklardı? Nasıl savaşacaklardı? Daha sonraki yüzyılların büyük saldırılarını nasıl gerçekleştireceklerdi?
Demek ki, komutanlar kabilenin, aşiretin, sınıfın veya ezilen halkın iktidara yükselmesinin objektif koşullarının artık olgunlaştığı dönemlerde, kitlelerin yapısını, iradesini, özlemini ve kişiliklerini kendilerinde şekillendirmiş onların, sayısız zaferlerini kendi deyimleriyle öncelikle gerçekleştirmiş ve böylece kendi aralarında bulunan, ama büyük bir potansiyel güç olan kitleyi harekete geçirecek kuralları, ahlakı, felsefeyi ve örgütlenmeyi sağlamış ve öylece “İleriye yürü” komutunu vermiş amir kişilerdir. Bunun için Ali’ye “Emir Ûl Mûminin” denilir, yine Cengiz’in yasaları çok müthiştir. Kölecilik çağında da bu böyledir. Emirler ve yasalar hala görkemliliğini sürdürüyorlarsa bu nedenledir. Burjuvazinin ve Napolyon’un da böylesine yasaları vardır. Hala okullarda okutulan ve üzerinde yürütülen kurallar ve yasalardır bunlar.
Demek ki sınıfların ve yığınların, çeşitli nedenlerden ve her şeyden önce de üretimdeki yerlerinden ötürü, sürekli olarak üretimle uğraşma zorunluluğundan ötürü, kendi başlarına geliştiremedikleri komuta ve önderliği, öncü bir kesimin kendi şahsında somutlaştırması her tarihsel gelişme döneminin vazgeçilmez bir koşulu olmaktadır. Toplumlar ve halklar ileriye yürümek istiyorlarsa, önlerinde güçlü ve seçkin bir komuta kademesi yer almalıdır. Önderlik, onların eylemini sağdan ve soldan gelebilecek tehlikelerden koruyan, acemiliklerinin ve toyluklarının tehlikelerinden sakınan, yetkin bir kişiliğe kavuşmuş, geleceğe güçlü bakabilen, büyük bir cesaret ve fedakârlık örneği olan, örgütlülük ve emir komuta düzenini güçlü bir biçimde sağlamış olan, son derece kararlı ve olgun bir kişilik sergileyen ve böylelikle ayağa kalkacak olana umut veren, geleceğini parlak bir biçimde çizen ve bunu bir tutku derecesinde ve bir bayram coşkusuyla sergileyen seçkin kişiler topluluğudur. Böyle bir güç oluştuğunda, ilerleme hakkı olan sınıf ona büyük bir saygı duyar, tutkuyla bağlanır ve hiçbir teknik gücün gösteremeyeceği etkinliği bu yığınlar gösterir.
Yığınların başındakiler, bu dönemde devlet zorunu en son sistemlerine kadar geliştirmişlerdir. Egemen siyasal ve askeri kuvvet, strateji ve taktiğin tüm inceliklerini uygulamaktadır. Geniş bir sınıf tecrübesi oluşmuştur. İktidardakiler nasıl savaşacaklarını, ezilenleri nasıl aldatacaklarını ve nasıl işkence yapacaklarını iyi bilirler. Mahkemeleri, zindanları, koruyucuları, garnizonları ve muhafız kıtaları vardır. Yüzyılların derin bir birikimiyle, başta ezilenlerin öncüleri olmak üzere, ezilenlerin direnmelerine acımasızca saldırırlar. Demek ki, karşılarında böylesine hazır bir güç de vardır. Öncünün ve onun arkasındaki yığınların, böylesine zayıflıkları ve deneyimsizliklerinin yanı sıra, büyük bir tutku ve heyecanla ayağa kalkma gibi avantajları da mevcuttur. Ve bunlar karşılıklı olarak çarpışırlar. Kısacası Lenin’in deyimiyle; “Öncünün ve arkasındaki yığınların başlangıçtaki hataları kaçınılmaz olduğu gibi, daha geniş bir çıkışın zorunlu bir koşuludur da”.
Ama bu ne zamana kadar devam edecektir? Marks’ın dediği gibi, her ezilenlerin ordusunda olduğu gibi, proletarya ordusu da birkaç denemede yenik düşebilir. Ama daha sonra, bu yenilgilerden çıkaracağı derslerle, artık gelecekte sonuna kadar ayakta kalacak ve devrilmeyecek bir boksör gibi, kendisini yay gibi gerer, yumruklarını sıkar ve beynini çalıştırır, muazzam bir dikkat kesilerek egemen güçleri devirir. Marks; “Proletaryanın mücadeleleri, savaşları, bu yüzyılda ezilenlerin savaşımının bu derin kurallarını tekrarlar gibidir” der. Bunu 19. yy halk hareketleri ve proletaryanın mücadeleleri için söyler. Bu proletarya devriminin ilk örneklerinden birisi olan 1905 Devrimi’nde de tekrarlanır. Donanım yetersizliği, hazırlıksızlık ve milyonların henüz saf tutmamış olması yenilgiye neden olmakla birlikte, 1905 Devrimi daha sonraki Ekim Devrimi’nin bir provasıdır. Dolayısıyla, Ekim Devrimi’nin üzerinde yükseldiği bir temeldir.
O halde burjuvaziyle çağdaş bir sınıf olan proletarya içinde kendi sınıf gerçekliğine uygun olarak toplumun daha üst bir aşamaya ilerletilmesinde felsefeden askerliğe kadar, benzer bir rolün sergileneceği hemen anlaşılmaktadır. Kendi şahsında toplumu sömürüden ve dolayısıyla her türlü yalan demagoji, baskı ve zordan kurtaracak olan proletarya, tarihsel eylemler dönemine girdiği, kendi kişiliğini bulmak için o çok zor koşullarda üreten, kendi adına siyaset, sanat ve askerlik yapmak için son derece zayıf olan bu sınıf, yavaş yavaş şekillenmeye başladığı zaman birçok acemi ayaklanmalara girişir. Bu kaçınılmazdır. O makinaları parçalar, mezhep niteliği arz eden örgütlenmeler kurar, sokak kavgaları ve barikat savaşlarına başvurur ve birçok yenilgi alır, ama giderek savaşımını yetkinleştirir. Akabinde sınıfın öncüleri ortaya çıkar. Bunlar proletarya için öncelikle bir dünya görüşü hazırlar. Proletarya hangi felsefe ile dünyaya bakacak, hangi bilimsel temellerde yeni toplumu örgütleyecek, devrimin örgütlenmesi strateji ve taktiği nasıl gelişecektir. Giderek yaygın bir biçimde ortaya çıkan sorulardır bunlar.
Bu soruların ortaya çıkması, onlara çözüm getirecek kişilikleri de kaçınılmaz olarak yaratır. Proletaryanın kendi peygamberlerinin ortaya çıkması söz konusudur. Ahlaktan tutalım da felsefeye kadar, artık gericileşen burjuvazinin tutumuna karşı proletaryanın insanlık adına cevap vermesi ve daha ileri bir aşamayı gündeme getirmesi söz konusudur. Böylece Marks ve Engels, proletaryanın öğretmenleri olarak, peygamberleri olarak değil tabii ortaya çıkarlar. Evet, onlar da tıpkı peygamberler gibi, daha sonraki gelişmeleri haber verirler, ama bilimsel bir temelde, özellikle toplumun derinden bir izahını yaparak. Daha sonra olması gerekenin nasıl gelişeceğini temel yasalar halinde belirlerler. Kapitalizmin tahlili “Kapital’i” ortaya çıkarır. Zorun tahlili ile devrimlerin zor temelinde gelişeceğinin anlaşılması üzerine “Anti Dühring” ortaya çıkar ve daha sonra bunun hayata geçirilişinin pratik örgütlenme biçimi olarak proletarya partisi ve onun dövüş tarzı şekillenmeye başlar.
Bu kez 1870 Paris Komününde olduğu gibi, proletaryanın kitlesel ayaklanması ve öncülerinin savaşımıyla ilk güçlü ayağa kalkış hareketi sergilenir. Yine yaşanan amatörlük ve çocukluk çağıdır hem öncü ve hem de kitlesi acemidir. Bunun için ustalar eleştiri yaparlar. Proletarya yeri göğü fethedecek kadar yaman dövüşür. Ama henüz gelişiminin doruk noktasında olan burjuvazi, yanı başındaki tutucu güçler ve feodallerle, vatan hainleriyle iş birliği yaparak, acımasızlığını bu ilk proleter devriminin üzerine boşaltır. Çok kan dökülür, bir yığın insan kitleler halinde imha edilir. Önderleri acımasızca işkencelerden geçirilir. Bu proletaryanın büyük bir eylemsel hareketidir. Ama yenilmesi ile birlikte, çok dersler çıkarılması gereken bir harekettir. 1905 Devrimi adeta bunun Rusya koşullarındaki bir tekrarlamasıdır.
Proletaryanın giderek yetkinleşen siyasetçileri doğar, proletaryanın bilimini, onun ideolojisini hayata geçirme dönemi başlar. Felsefede idealizm ve metafizikten diyalektik materyalizme, bağımsız sınıf siyasetine ve kitlesel savaşım tarzlarına yönelinir. Orada proletaryanın sanatına doğru gelişen bu rol, doğru bir tanımlamayla 1917 Ekim Devrimi’nde siyasal iktidarın zapt edilmesiyle taçlanır. Artık proletaryanın büyük devlet adamları, askeri komutanları, yığınsal kültürü ve insanlığın gelişiminde en iddialı sözü söyleyecek olan, en güçlü eylemini sergileyen devrimci kişiliği biçimlenir ve olgunlaşır. “Bolşevik” dediğimiz bir olgu ortaya çıkar. Geleceğin güçlü, fedakâr ve cesur gelişimini daha şimdiden muştulayan*, proletaryanın öncü yaşamını kendisinde somutlaştıran ve geleceğin toplumunu kendisinde şekillendiren bir öncü ortaya çıkar. Bu öncü, Rusya gibi bir hayli çağdışı özellikler arz eden bir toplumdan, sosyalizm gibi dönemin en ileri bir toplumuna doğru yükselişte bir kaldıraç rolü oynayarak ve böylece burjuva anlamda çok acı geçecek olan yüzyılı kısaltıp, devrimle toplumu büyük acılardan kurtararak, tarihe iz bırakır. İsa’nın havarileri, Muhammed’in halifeleri ve Fransız devriminin Montaigneleri gibi onlar da proletarya devriminin en gelişmiş örnekleri olarak, kendilerinden sonraki birçok devrimin teori ve pratiğinin temel ilkelerini yaşamlarında sergileyip bu rolü oynarlar.
Bu rol daha sonra Çin’de, Vietnam’da, Latin Amerika’da ve Afrika’daki birçok devrim deneyiminde tekrarlanır. Artık halkların komutanlık dönemi dediğimiz bu dönemde, halkların kendi öz yaşamları, o yüzyıllardan beri uykuda bırakılan, ezilen ve kişiliklerinden koparılan yaşamları kendi öncülerinde öncelikle yaşanır. Öncelikle öncü, daha sonrasının nasıl olması gerektiği sorusuna cevap verir. İyi dövüşür, iyi düşünür, iyi bir ahlak, sevgi ve saygı atmosferini kendi örgütsel bünyesinde yaratır. Yönetme, komutan olma ve kısaca düşmanın tüm baskıcı savaş yöntemlerine karşı halkların direnme stratejisi ve taktiklerini ortaya çıkararak, düşmanın tüm baskıcı savaş yöntemlerine, kendisinin de giderek gelişen savaş yöntemleriyle cevap verme özelliklerini geliştirir. Çağımızın en barbar emperyalist güçlerine karşı, Vietnam halkından tutalım kara Afrika’nın en gelişmemiş halklarına kadar, çeşitli halkların en yaman direnmelerine karşılık verilir. Halkların yüzyılımızdaki o büyük ayağa kalkmaları, direnmeleri ve insanlık tarihinin sınıfsız topluma doğru ilerleyen aşamasının başarısı için, toplumların özgürlük ve ulusların bağımsızlık çağını güçlendirmek için, birçok devrimci deneyim ve bu deneyimlerin önderlikleri şekillenir.
Çağımıza boşuna “Proleter devrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri çağı”, emperyalizmden kopuşun bu temelde sağlandığı çağ denilmiyor. Bunlar yüzyılımızın temel gereğinin birer ifadesidir. Üzerinde çokça tartışılan ve düşünülen bu gerçekleri önderlik davası gibi bir davaya kalkışmış olanlara uzun uzun anlatmanın fazla bir gereği yoktur. Onlar düşüncelerinde ve ruhlarında bunları özümseyerek, ilk ortaya çıkışlarında adeta et ve tırnak gibi kendi kişiliklerinde kaynaştırarak yola çıkılması gerektiğini bilmek zorunda olan kişiler konumundadırlar. Bütün çağdaş halkların kendi ayağa kalkış süreçlerinde sergiledikleri bu tutumun bir örneğini de çağımızın unutulan en eski halklardan birisi olan Kürdistan halkı sergilemek zorundadır.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/Mart 1985