HABER MERKEZİ –
Önderlik, “Uygarlık tarihi, kadının kaybedişi ve kayboluşu tarihidir. Bu tarih tanrı ve kullarıyla, hükümdar ve tebaalarıyla, ekonomi, bilim ve sanatıyla erkek egemen kişiliğin pekiştiği tarihtir. Dolayısıyla kadının kaybedişi ve kayboluşu, toplum adına büyük düşüş ve kaybediştir. Cinsiyetçi toplum, bu düşüşün ve kaybedişin sonucudur. Cinsiyetçi erkek, kadın üzerinde sosyal hâkimiyetini inşa ettiğinde o kadar iştahlıdır ki, doğal her türlü teması bir egemenlik gösterisi haline getirir” demektedir.
Uygarlık tarihini bütünlüklüklü ele aldığımızda görüyoruz ki hemen hemen her dönemde kadının aleyhine ilerlemiştir. Kadın bu toplumsal gerçeklik içinde git gide ezilmiştir. Mevcut sisteme tepki oluşup bir çıkış aransa da uygarlığın yarattığı ideolojik hegemonyadan kopulmadığı için özgürlüksel bir çıkış gerçekleştirememiştir. Sümer uygarlık zihniyetleri düşünce ve yaşam biçimlerinde o denli derinleşmiştir ki onsuz düşünülemez hale gelmiştir. Her çıkış niyetsel anlamda özgürlük arayışı temelinde olsa da, sonuçta uygarlık ve devletçi sistemi beslemiş ve canavarlaşan bir sistemi yaratmıştır. Önderliğin deyimiyle bir Levihathan doğmuştur. Toplumu ve toplumun tüm kesimlerini yutan bir Levihathan.
En eski uygarlık süreci olarak açığa çıkan Sümer uygarlığından bu yana tarihin akışı değişmiş ve egemenlik hükmetmeye, insanlığın kanı akmaya başlamıştır. İnsanlar doğaya saldırdığı gibi kendi kendilerini yok eden mekanizmalar geliştirmiştir. İnsan dışında hiçbir tür bu denli, kendi soyunu sistematik yok etmemiştir. insanın doğaya, kendi kendine olan düşmanlığının altında kadının sömürülmesi yatar. Kadın bu denli sömürülmeseydi, kadının değerleri, yaratımları çalınıp bu denli ters yüz edilmeseydi, tarihin akışı bu denli değişmez ve insan doğadaki en canavar varlık haline gelmezdi. Bütün sömürülerin altında kadın sömürüsü yatar. Egemen ve devletçi sistemler karşısında toplumun geliştirdiği arayışlar olsa da özünde uygarlıkçı zihniyet yapısından kopmadığı için dönüp dolaşıp mevcut sistemi büyütmüştür. Kadın köleliği aşılmadan, egemen zihniyet yok edilmeden yapılacak devrimsel arayışlar sonuç alamayacak toplumsal buhran aşılmayacaktır.
Devletçi uygarlık sisteminin içine akmayan ve kendini koruyan ve direnen halklar ve topluluklar da mevcuttur. Kürt halkı aşiretsel yapısını koruyarak kimi zaman dağlara çekilerek mevcut sistemi reddetmiş kimi zaman da konfederasyon tarzında örgütlenerek mevcut sistem içinde varlığını korumaya çalışmıştır. Kürdistan tarihine baktığımızda Kürtlerin içinde bulunduğu yapılanmalar genelde devletçi tarzda değil konfederal tarzda örgütlenip kimi zamanda ittifaklar kurarak gelişim göstermiştir. Kellelerden surlar yapan Asurluları, Perslerle ittifak kurarak yenmiştir. Devletçi uygarlık savaşları ilkin Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında başlamış, ardı sıra dünyanın geneline yayılmış ve günümüze değin farklı boyutlarda devam etmektedir.
Dinler mevcut sistem içinde bir arayış sonucu oluşmuştur. Hz İbrahim’in, Urfa yöresinde kendini tanrı Kral olarak gören Nemrut’a karşı gerçekleştirdiği çıkış toplumun arayışını ifade eder. Mucizelerle anlatılan öyküler, mevcut sistemle savaşın başlangıcını ifade eder. Hz İbrahim’in çıkışı tanrılar panteonuna karşı bir darbe ve ideolojik bir arayış sonucudur. Putları kırması toplumda oluşan korkuyu kırmasına yol açmış ve ve anlatılan mucizelerle de tanrı Kralın gücü sorgulanmış, insan kurbanına dönük geliştirilen taktik hamle mevcut sistemi darbelemiştir. Bundan dolayıdır ki İbrahim’in çıkışı dinlerin temelini oluşturmakta ve yeni arayışların ifadesi olmaktadır. Ancak belli bir arayışı olsa da kadına yaklaşım noktasında bir değişim olmadığı gibi devletçi uygarlık zihniyetinden bir kopuş sağlamamıştır. Çok tanrıcılığı tek tanrıcılıkla ifadelendirip, insanların Tanrı Kral olmayacağını belirtmiştir. Bu bakış açısı kendi döneminde Firavunları güçten düşüren bir düşünceyi getirse de ilerde dogmatikliğin daha belirginleşmesini ve farlılıklara kapalı düşünce yapısının kapılarını aralamıştır. Hz Musa’nın çıkışına baktığımızda Hz İbrahim’den etkilenme ve düşünce yapısını daha derinleştiren bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyoruz. Hz Musa kavim dini olarak bir çıkış gerçekleştirip, tek tanrıcılığın yaygınlaşmasının yol ve yöntemlerini oluşturmuştur. Mısır Firavununa karşı geliştirdiği kavimsel çıkış, kendi kavmini kölelikten kurtarmıştır. Ancak tekçi zihniyet yapısı ulus devletçiklere kapıları aralamıştır. Kadının arayışlarını dinlemeyip kardeşi Mariam şahsında kadının hak arayışlarının önüne geçmiş ve kadını erkeğin tarlası olarak tanımlamıştır.
Adem ile Hava şahsında betimlenen öyküde Havanın Ademin kaburgasından yaratıldığı söylenir. Ancak bu mitolojinin kökeni çok eskilere dayanır. MÖ. 3 000’lerde, kadın ile erkeğin çatıştığı ve kadının direndiğini anlatan bir mitolojide, tanrı Enki’nin Tanrıçanın meyve bahçesini talan etmesi sonucu Tanrıçanın, Kurnaz Enki’de 7 hastalık yarattığı, bir hastalığının da kaburga kemiği olduğu ve Tanrıçanın bahşedici özelliğinden dolayı Kurnaz Enki’yi bağışladığı, Enki’nin kaburga kemiğinden Ninti tanrıçasını yaratarak Enki’yi iyileştirdiği anlatılır. Tek tanrılı dillerde bu gerçeklik ters yüz edilerek, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı ve kadının tek rolünün erkeğe hizmet etmesi gerektiği tarzında ideolojik bir algı topluma empoze edilmeye çalışılır. Oysaki biyolojik araştırmalar sonucunda açığa çıkmıştır ki, kadın erkeği kapsamakta ancak erkek kadını kapsamamaktadır. Y kromozomu X kromozomunun kırılmış hali olarak tanımlanır. Y kromozomu erkeğin oluşumunu sağlarken X kromozomu kadının oluşumunu sağlar. Yahudiliğin bir kavim dini olması, üstün halk, üstün zihniyet ve seçilmiş kavim olarak tanımlanması, insanlar arasındaki egemenlik zihniyetini kavimlerde daha belirgin hale getirmiştir. Bu durum kendisiyle beraber diğer halklar tarafından dışlanmayı ve sayısız katliamlarla karşı karşıya kalmasını doğurmuştur.
Hristiyanlık kendi içinde farklılık olsa da uygarlık zihniyetinden tam bir kopuşu sağlamadığı için, uygarlık zihniyetinin diğer halklarda derinleşmesine ve yayılmasına yol açmıştır. Hz İsa’nın hümanist düşünce yapısı toplumda reformsal anlamda çıkış yaratsa da İsa’nın çıkışından 300 yıl sonra, Roma İmparatoru Hristiyanlık dininde değişimler yaratarak, imparatorluk dinine dönüştürmesi Hristiyanlık dininin özünden çıkmasını sağlamıştır. Roma imparatoru çökeceğini görünce Hristiyanlığı kabul ederek ömrünü uzatmış ve dini kendine göre uyarlamıştır. Hz İsa’yı bir refomcu olarak tanımlayabiliriz. Kadına yaklaşımda değişim yaratmak istese de uygarlığın geliştirdiği zihniyet yapısından kopmadığı için zamanla kadının Hristiyanlık dininde sesi, soluğu kesilmiş ve kadın, erkeğin tarlası halinde tanımlanmaya devam etmiştir. Rahibelik ve Azizelik yoluyla kadına nefes aldırmayı istese de, ciddi bir çıkış sağlayamamıştır. Hristiyanlık dininin temel özelliklerinden biri, dini bir kavim dini olmaktan çıkarması, iyilik ve sevgiyle yüklü bir din yapısı oluşturmak istemesidir. Roma imparatorunun toplumda yarattığı buhrana, Yahudilerin dini bir kavme mal etmesine ve oluşan mezheplerle toplumda yaşanan bölümlenmeyi aşmaya çalışmıştır. Maria şahsında kadının recim edilmesine karşı çıkmış ve kadının kendisiyle beraber yol almasının önünü açmaya çalışmıştır. Ancak radikal bir mücadele yürütmediğinden ve 300 yıllık bir süreden sonra Hristiyanlığın Roma imparatorunun resmi dini olması ve özünden boşaltılması, kendisiyle beraber gericiliği getirmiştir.
İslamiyet Roma, Bizans ve Sasani imparatorluğun ticaret yaptığı Arap yarım adasında gelişmiştir. Ticaretin yaygınlaşması toplumda sınıflaşmayı derinleştirmiş, farklı toplumlarla tanışmayı ve bir arayışın oluşmasını sağlamıştır. Hz Muhammed, Hz Hatice’nin ticaret kervanında, Hatice’nin yönlendirmesiyle Zerdüştlük, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin aktif üyeleriyle tanışmış ve bir arayış başlamıştır. İslamiyet’in tüm dinleri kapsamasının altında bu gerçekler yatar. Diğer dinleri tanıması ve dini Arap toplumuna uyarlayarak bir çıkış yapması o dönem açısından bir devrim niteliğindedir. İslamiyet de ne yazık ki diğer dinler gibi toplumu ve doğayı uygarlık yorumlarıyla yorumlaması ve tanımlamasından kaynaklı uygarlık zihniyetini aşmamasını ve Arap toplumuna uyarlayarak daha dogmatikleşmesini sağlamıştır. Yahudilerle savaşması ve ümmetçilik anlayışıyla diğer inançları saldırması, ganimet anlayışını aşmaması toplumda dogmatik zihniyetin derinleşmesini getirmiştir. İslamiyet dinini kabul eden ilk kişinin kadın olmasına rağmen kadına dair bir çıkış yapamaması ve kadına dönük reformu esas alan yanları zamanla kadının daha çok ezilmesini ve din adı altında kadının tek rolünün erkeğe kölelik yapmak olduğunu topluma benimsetmesi ve kadını eve kapatması toplumun parçalanmasını hızlandırmıştır. Çok eşlilik anlayışı bu durumu beslemiş ve savaşlarda kadına ganimetçi yaklaşım daha tehlikeli bir aşamanın oluşmasını sağlamıştır. Mezopotamya toprakları kadın emeğiyle yaratılan, büyütülen ve insanı insan yapan bir coğrafya olduğu gibi o dönem açısından kadının izleri hala mevcuttur. Ancak Hz Muhammet bu izleri esas alacağına, uygarlık zihniyetinde kadına dair oluşturulan algılarda, kimi küçük düzeltmeler yaparak kadın gerçekliğinde bir çıkış sağlayamamıştır. Hz Ayşe tanrıya yakarırken ‘tanrım beni kadın doğuracağına bir taş parçası yapsaydın’ demesi İslamiyet’te kadının durumunu ele alıp yorumlamada önemli bir veri vermektedir. Bu yakarma bize ta başından beri kadına yaklaşımın nasıl olduğunu anlatmaktadır. Bu yakarış İslamiyet’in kadına yaklaşımını özetlemektedir.
Önderlik birinci ve ikinci cinsel kırılma için: “Ortaçağın kadını cinsiyetçi toplumun ikinci büyük kültürel kırılmasına uğratılmıştır. Birinci büyük kültürel kırılmayı köleci devletin doğuş aşamasında tanrıça İnanna -İştar- kültüründe gözlemlerken, olgunlaşan sistemin kadına yönelik kültürel kırılmasını Musa’nın ablası Mariam, Hz. İsa’nın annesi Meryem ve Hz. Muhammet’in eşi Ayşe örneğinde çarpıcı bir biçimde gözlemleyebiliriz. Artık hiçbir tanrıçalık izi kalmadığı gibi, şeytana en yakın bir yer olarak düşünülmektedir. En ufak bir itirazı onu şeytanın kendisi yapabilir. Ruhunu her an şeytana satabilir. Erkeği baştan çıkarabilir. Cadılıktaki durumu cayır cayır yakılmasını gerektirmektedir. Kız çocuklarının canlı gömülmeleri, cinsel baştan çıkarmalar, kalabalığın taşlayarak öldürmesine kadar gidebilen bir katliam kültürü söz konusudur. Toplumda en derinleşmiş kölelik durumu bin yıllardan beri süzüle süzüle altından kalkılamaz boyutlara varmıştır. Sistemin kölelik düzeyi kadın çözümlenemeden anlaşılamaz. Her tarafına bağlanan halkalar, başlık paraları, süslenme eşyaları kölelik kültürünü yansıtmaktadır. Dili âdeta koparılmış gibi düşüncesiz kılınmıştır. Doğal toplumun tanrıçalığından eser kalmamıştır. Çocukların, gençlerin bilge yöneticisi kadından, erkeklerin etrafında döndüğü kadından eser bile kalmamıştır. Doğal topluma karşı zihniyet dönüşümü derinleşerek feodal toplum sisteminde de devam etmektedir.”
Uygarlık gerçekliğini bütünlüklü ele almak ve yorumlamak gerekmektedir. Uygarlığın insanlığa ve kültüre kattığı bir şey olmadığı gibi, kadının yaratımlarını sürekli tüketmiş ve insanlık ve toplum dışılık bir sistem yaratmıştır. Dev yapılar inşa edilse de o dev yapılarla insanlığın kanı akıtılmış ve hiç acımadan binlerce insan kurban edilmiş, zor koşullar altında çalıştırılarak insanların ölümüne neden olmuştur. Köleleştirilen toplum, bir avuç elitin yaşayacağı veya bir elin parmakları kadar kişiler ölünce gömülecekleri yerler güzel olsun diye çalıştırılmış ve öldürülmüştür. Bu anlamda o dev yapılarda etik ve ahlaki boyut arayamayız. Toplumun ihtiyaç duyduğu inanç merkezleri ve yaşanacak mekanlar doğal toplumda da vardı ama herkesin gidebileceği ve herkesin çalışabileceği uygun mekanlardı. Sanatın ahlakla yoğrulması gerekir, ahlakla yoğrulmayan çalışmaya sanat demek yanlıştır. Sanat ahlaki boyutuyla ele alınıp işenmiş ve üretilmişse gerçek anlamda sanat olur. Devletçi uygarlık zihniyetiyle ele alınan tüm çalışmalar toplumu zehirlemeye, toplumun ahlaki değerlerini yok etmeye, kültür ve sanatı yozlaştırma dışında bir rolü yoktur. Bu anlamda Kültür ve sanata damgasını vuracak ve vurması gereken kadın olmalıdır. Kadınların öncülüğünde zenginleşecek kültürel ve sanatsal faaliyetler daha bir anlamlı olacaktır. Bundan şu sonuç çıkmamalıdır, erkekler kültür ve sanat faaliyetleri içinde bir şey yapamaz. Devrimciliği kendine yol bellemiş ve kadın kurtuluş ideolojisine inanan, kadınla yürümeyi kendine ilke haline getiren her birey kültürel ve sanatsal anlamda güzel üretimler açığa çıkarabilir. Kadının kültürel çalışmalarda yer alması demek aslında toplumsal devrimin garantilenmesi demektir.
Kültür toplumu toplum yapan kıyafettir. Zihniyet yapısından tutalım yaşam şekline ve inanç yapılarına ve düşünüş şekline kadar ele alıp yorumlayabiliriz. Kültür, toplum hakikati ve özgürlüksel ifadesidir. Her toplumun kültürü yaşam şekline, coğrafyaya ve düşünüş şekline göre değişkenlik göstermektedir. Her halk farklılığını, kültürel farklılığıyla korumaktadır. Toplumdaki kültürel şekillenişine bakıldığında o halkın ne denli eski, zengin bir tarihe sahip olduğunu, farklılıklarını ve dayandığı zihniyet yapısını çözümleyebilirsiniz. Bundan dolayıdır ki uygarlık, toplumda derinleşen kültürel dokulara yönelmekte ve yok etmeye çalışmaktadır. Kültürel yapısı o toplumun tarihini özetlemektedir. Devletçi uygarlık toplumu köksüzleştirmeye, tarihinden koparmaya ve kendine bağımlı hale getirmeye çalışmakta ve arayışların önünü kesmeye uğraşmaktadır.
Önderlik, “İlk çağda ataerkilliği güçlü bir biçimde yaşayan Kürt ataları sınıfsal ayrışmayı derinliğine yaşamamışlardır. Hiyerarşileri güçlü olmasına karşılık, sınıfsal ayrışmanın zayıflığı, dağ ağırlıklı aşiret göçebeliğinin etkin olmasından kaynaklanır. Akraba grubu olarak aşiret-kabile toplulukları kendi içlerinde köleliğin gelişmesine fırsat tanımazlar. Kaldı ki, kölelik daha çok kent uygarlığının bir ürünüdür. Kürt toplumundaki folklorik öğeler daha çok destan ağırlıklıdır. Destanlar kahramanlığı dile getirdiğinden ötürü, hiyerarşik dönemden kalmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Mem û Zin, Memê Alan ve Derweşê Evdi gibi destan ezgileri kökenlerini Sümer müziğine kadar götürmektedir. Yine muhtemelen Sümer kanalıyla bize kadar gelen M.Ö 4000’lerdeki Hurri boylarının bir yaratımıdırlar. Kürt oyun ve müzik düzeni Ortadoğu’nun en gür ve sanat değeri yüksek kültürüdür. Kürtlerin tarihsel varlığını en çok oyun ve müzik düzenlerinde görmek mümkündür. Yine benzer gözlemleri kadın duruşunda, giyim kuşam tarzlarında, hareket inceliklerinde yapmak mümkündür. Kürtlerin soy asaletleri ilkçağ kaynaklıdır. Dağların sert tabiatı, sürekli ve acımasız işgallere karşı direniş, uzun tarihi geçmiş bu asaletin oluşumunda temel rol oynamıştır” demektedir. Kürt kültüründe hala canlı olan destan anlatımı ve yaşam tarzında doğal toplumun yansımalarının olması, o dönemi derinliğine yaşadığını kanıtlamaktadır.
Uygarlıktan etkilenme ve dini yapıların yansımaları olsa da özüne bakıldığında doğal toplumun izleri mevcuttur. Bundan dolayı tarihten günümüze değin devletçi uygarlık, Kürtlerin kültürel yapılarına müdahale etmeye çalışmış, akla hayale gelmeyecek katliamlar gerçekleştirmiş, anayurtlarından sürülmeye çalışılmıştır. Günümüzde 3. Dünya savaşının esas nedeni, yapamadıklarını yapmaya ve bu zengin toprakları işgal etmeye çalışmaktadır. Ancak Önder APO öncülüğünde yola çıkan başta Kürt ve Ortadoğu halkları, kültürüne sahip çıkmakta ve devletçi uygarlıkla savaşmaktadır. Kapitalizm olarak adlandırılan bu süreçte, kapitalizmle kıran kıran bir savaş gerçekleşmektedir. Bu savaş kültürünü koruma, toplumu toplumsal dokusuyla buluşturma ve insanlığı yok eden sistemi yenme savaşıdır. Ne denli yetersizlikler olsa da 5 bin yıldan sonra doğru yola çıkılmış ve ilerlemektedir. Bu savaş bir zihniyet savaşıdır ve toplumu kurtarma savaşıdır. Başta kadınlar olmak üzere, topumun tüm dinamikleri insanlık savaşına katılması gerekmektedir. Fitil yakılmış ve alevlenmiştir. Bu alevi tüm topluma taşırmaya ve kapitalizmle savaşmaya mecburuz, savaşmazsak insanlık yok olup gidecektir. Tarihsel sorumluluklarımızı dur durak bilmeden yerine getirme zamanı gelmiştir. Mevcut sistemin bize kattığı hiçbir şey yok aksine her gün kanımızı emmekte ve bitirmeye çalışmaktadır. Önderliğin deyimiyle devletçi uygarlığın tüm özelliklerini kusmalı ve midemizi temizlemeliyiz. Uygarlık sistemini güçlü bir şekilde reddetmeli ve toplumu esas alan PAJK ve PKK modelini esas almalıyız. Doğru anlamak ve yaşamsallaştırmak için de Önderliğin hazırladığı savunmaları okumalı ve özümsemeliyiz. Savunmalar yaşam enerjimizdir ve ekmek-sudan daha önceliklidir.
Kevana Zerin Şehit Mizgin Akademisi/PAJK Online