HABER MERKEZİ –
“Eski toplumu, ana babasını, kardeşlerini, komşularını, köyünü, akrabalarını, yaşlıları, çocukları, kadınları, soyunu, sınıfını hor gören bu yeni…”
Abdullah Öcalan kimliğinin bir taslağını çizmek, olguyu en yoğun biçimde yaşayan kişi olarak, benim için bir görev olmaktadır. Böyle bir çizim aynı zamanda tarih, sosyoloji, biyografi ve sanat çalışması yapanlar için konuyla ilgili önemli bir belge boşluğunu gidermiş olacaktır. Ayrıca teorik ve pratik bir kurum olarak geniş bir çevreyi somut olarak ilgilendirmesi ve birçok toplumsal gelişmeyi etkilemesi, doğru tanımlanmasını daha da önemli kılmaktadır. Hakkımda yazılmış ve yazılacak, söylenmiş ve söylenecek olan birçok değerlendirmeyi aydınlatmak açısından da bu yararlı olacaktır. Konunun bilimsel ve edebi boyutlarıyla işlenmesi de şüphesiz gerekmekte ve her geçen gün önemi artmaktadır.
Bireyde tarihin ve bir halkın bu denli yoğunlaşması pek az yaşandığı gibi, bir bireyin de bu denli bir yalnızlık yürüyüşü ile bir tarihi ve halkı yoğurması ve yürütmesi az görülmüştür. Aydınlatılması gereken birçok husus olduğu, her geçen gün daha çok fark edilmektedir. Hem dost ve yoldaş çevresinde, hem de muarızların duygu ve düşüncelerinde uyanan soru işaretlerine ve yaşamlarında ortaya çıkan değişikliklere doğru yorumlar getirmek de doğru bir kimlik tanımlanmasını yaşamsal kılmaktadır. Daha da önemlisi, kimliği doğru tanımlayamamak, yol açtığı muazzam trajedilere daha büyüklerini gereksiz biçimde ekleme tehlikesini taşımaktadır. Yine konunun çok geniş bir istismarcı çevresi de oluşmuş bulunmaktadır. Doğru tanımlanmama, bunların oyunlarını ve çıkarlarını daha rahat sürdürmelerine katkıda bulunacaktır. Bu da kimlik yazımını gerekli kılmaktadır. Avrupa uygarlığı karşısında bir Ortadoğu kalıntısının ne anlama geldiğini yansıtması açısından da hayli düşündürücü olacaktır. Bireysel ve örgütsel yaşamımı üç döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönem, anamla kendi toplumsallığımı kendim kurabilmeliyim iddiasıyla başlayıp, önce aileye ve köye karşı gösterilen tepkiden sonra ilkokula gitmeyle başlamıştır. İlkokula başlamak devletleşmeye ilginin ilk ciddi adımıdır. Kişilik komünal toplumdan devletçi topluma doğru bir dönüşümün adımını atar. Şehirleşmeyle birlikte yürür. Şehir değerleri kırsal komünal değerlere göre üstün sayılır. Orta, lise, memurluk ve üniversite son sınıfına kadar okumak devlet adamlığı için ön hazırlıktır. Herkeste bu yaşlarda kati bir şekilde şehir-devlet kişiliği hakim olur. Geri bırakılmışlık ve ezilen milliyet konumu devlete tepkiye dönüşür. Sol sempatizanlık aslında adil, eşitçi ve daha kalkınmacı devlet arayışından başka bir anlama gelmez. Kişilik bu dönemde ezici biçimde geleneksel toplumun bağlarından kopartılmıştır. Anacıl komünal, kırsal ve soy toplumu büyük oranda inkâra uğramış, bunun yerine kendinde geçmişini inkâr eden, küçük gören, devlet ve şehir büyüklüğüne tapınan, gözü kara resmi düzene koşan oldukça marjinal bir kişilik oluşmuştur. Oldukça trajik bir kişilik katliamı yaşanmıştır.
Eski toplumu, ana babasını, kardeşlerini, komşularını, köyünü, akrabalarını, yaşlıları, çocukları, kadınları, soyunu, sınıfını hor gören bu yeni ‘ne oldum delisi’ kişilik tüm az gelişmiş ülkelerde bir afet halini almıştır. İçerikten yoksun bir modernizmle insanın temel toplumsal değerlerine karşı derin bir yabancılaşmayı yaşar. Kapitalist sistemin ezici üstünlüğü altında gelişen bu kişilik sahte bir tepki ile solculuk yaptığında bile marjinaldir. Toplumdan kopukluğu derinleşerek devam etmektedir. Okul, şehirde işçilik ve devlet memuriyeti bu kişiliği tarihten ve gelenekten koparıp ‘teneke’ bir kişilik haline getirmiştir. Duyarsız, inkârcı, maaşa bağlanmış, şehir fahişeliğine takılmış bu kişilikten kaynaklı her şey kapitalizmin ve ona engel toplumun değerleri karşısında iflas etmek durumundadır. Reel sosyalizm, sosyal demokrasi ve ulusal kurtuluşun gerçek bir toplumsal dönüşümü sağlamlayamaması bu kişilikle yakından bağlantılıdır. Çağımızın her tür sapmacı, faşist totaliter ideoloji ve pratiklerinin sosyal temeli bu kişilik oluşumuna dayanmaktadır. Fransız Devrimi ile sıçrama yapan bu kişilik 1990’larda eski cazibesini yitirerek, tekrar bir normalizasyon sürecine girmesiyle sonuçlanmıştır.
İkinci dönem, bu sefer burjuva toplum ve devletinden kopup kendi çağdaş toplumsal ve siyasal sistemini kurma amacına yönelik bağımsız bir ideolojik grup kurma denemesiyle başlar. İlk toplumsallaşmanın çocuklarla dinsel dualar, ilkokula gitmeler temelinde oluşturulmasına karşılık, ikinci toplumsallaşma üniversite öğrencileriyle sol ve ulusal ideoloji temeli üzerinde geliştirilir. Kapitalizmin yaydığı değerlere, hakim ulus şovenizmine karşı her ne kadar kendi öz toplumunu yeniden arama çabası varsa da, mevcut sol ve ulusalcı cereyanlar kapitalist yaşamın normlarını aşacak güçte olmadıklarından, bu çabalar gerçek hedefine ulaşmaktan uzaktır. Birinci PKKleşme aşaması da diyebileceğimiz bu süreç 1970’lerin fırtınalı dünyasında aslında savrulmuş bir yaprak misali savrulur durumdadır. Geleneksel dünyadan koptuğu kadar, kapitalizmin öz değerleriyle de bütünleşilmemiştir. Tipik mezhepleşen, marjinalleşen süreç yaşanmaktadır. Benzer biçimde kurulup da hızla biten sayısız gruplaşma vardır. Karşı çıkılan devlet karşısında fille karınca misali bir çekişme başlamıştır. Teorik ve pratik arayışlarla toplum ve ülke yeniden keşfedilmek istenecektir. Aslında dünya genelinde yaşanan sol moda takip edilmektedir. Eski topluma bir aşı atılıyor. Ya tutarsa gibi bir havada başarı beklenmektedir. Kendimize özgü artık bir fikrimiz var. Grubumuz sayısal olarak da gelişiyor. Kendimizi farklı bir şey saymaya başlıyoruz. Aşının tutma ihtimali yüksektir. Kozasından çıkan kurtçuk misali yurtdışına adım atılınca, özgüven ve delikanlı kesilme dönemine adamakıllı girildiği kabul edilecektir. Ütopya gerçekleşmeye dair umut vermektedir. Grupsal destekten kitlesel halk desteğine ulaşma güveni daha da pekiştirecektir. Silahların gücü ile tanışılmıştır. Çağdaş ulusal hareketlerin gerilla grubu eğitilmiş ve silahlanmış olarak ülkenin erişilmesi güç doruklarına ulaşılmıştır. Geriye yeni tarihi hamleye sıra gelmiştir.
Yaşamımın 1972-1984 yıllarını kapsayan bu dönemin ilk bölümü çok çeşitli açılardan değerlendirmelere konu olabilir. Yoksul Kürt halkının çağa uyanış hamlesi de denebilir. İlk isyan, kör kadere ilk kurşun da denebilir. Namus ve onurun haykırışı olarak da değerlendirilebilir. Hz. Davud’un Golyat’a karşı ilk başarılı eylemi olarak da anlam kazanabilir. Düşünce özgürlüğüne cesaret etmenin ilk adımlarından biri de sayılabilir. Bin yılların köklü kölelik normlarından kopma hamlesi de olabilir. Anlamlı, başarısı biraz şans, biraz da emek ve inanç isteyen adeta ikinci doğuş, yeniden paradigma kazanma olarak da tanımlanabilecek bir dönemdir.
Yaşamımdaki ikinci dönemin ikinci bölümü 15 Ağustos 1984-15 Şubat 1999 yıllarını kapsar. On beş yıllık bu süreç ikinci PKK hamlesi olarak silahlı mücadelenin ağırlık teşkil ettiği müthiş bir süreçtir. Ortadoğu tarihinde Babek, Hariciler, Karmatiler, Hasan Sabah gruplarına benzetilebilir. Birinci bölümde İsevilik ağır basarken, ikinci bölümde Musevilik ve Muhammedilik karışımı bir ağırlık söz konusudur. Zor yürüyen muhacirin grubu ‘vaat edilmiş topraklara ulaştırma görevi’ büyük çaba ve yetenek istemektedir. Ulaştırma Hz. Musa’yı çağrıştırırken, savaş eylemleri Medine’deki Hz. Muhammed’inkini andırmaktadır. Öyle ruhsal bir iman, inanç atmosferi hakimdir. Kendini inanca adama tam mümincedir. Bilimsel sosyalizm iman gücünü kazanmış olarak yürütülmektedir. Savaş tam kutsal bir eylemdir. İnsan birey giderek hiçleşirken amaç her şeyleşir. Tarihin tipik bir iktidar hastalığına tutulduğunu fark etmek bile çok güçtür. Yılların devlet ve şehir ortamında bombardımana tutulmuş zayıf kırsal kişilik, iktidara yapışmaktan başka yetenek zor tanır veya hep tek boyutla kalmaktan bir türlü kurtulamaz. Kapitalizmin müthiş yalnızlaştırdığı kişilik kendi malı bir sistematiğe bağlandığında, tersi bir eğilimle bu sefer müthiş bir toplumsallığı yaşayabilir. En tipik özellik en kutsal eylemdir inancıyla her şeyin feda edilmesidir.
Aslında en kutsal değer yaşamdır demek gerekirken, tersine “Amaç her şeydir, yaşam hiçbir şeydir” inancıyla fanatizm derecesinde bir kişilik öne çıkıyordu. Dogmatizmin bu türünde kadercilik, bazı ilkelere bağlılık bir nevi dinselleşme olarak da tanımlanabilir. Kazanılan paradigma yalın ve soyuttur. Analitik zekâ şahlanırken, duygusal zekâ boğuntuya getirilmiştir. Ölmek ve öldürmek tamamen teknik bir meseleye indirgenmiştir. Son tahlilde kapitalizmin kâra dayalı çalışma aşkı ideolojik yörünge altında yürütülmüş olmaktadır. Çağın genel karakterine uyulmuştur. Ayrı bir mezhepleşme biçiminde olsa da, içinde yüzülen, yaşanılan kapitalizmin dünyasıdır. Kapitalist eğilimin en soyut düzeyde reel sosyalist ve ulusalcı genellemelerle birikimini sağlıyor, siyasal ve askeri oluşumu için çılgınca koşturuluyordu. Çağa başka tür ulaşılamazdı.
Tabii bu tür koşturma dingonun ahırında yapılmıyordu. Sistemin sahipleri vardı. Kendi kurallarınca egemen dünyalarının gereğini yapacaklardı. 15 Şubat 1999 günü, benim için kapitalist dünyanın Azrailleşmiş gücünün bin bir hile ile boğazıma sarılış günü olarak da değerlendirilebilir. Yaşamımın bu döneminde bazı stratejik hatalardan bahsetmek gerekir. 1982’de ya gerçekten silahlı gruba önderlik edecek bir kadroyu yaratabilmeliydim, öyle ülkeye yollanmalıydı. Kemal Pir’ler 1980’de değil 1982’de daha geniş grupla Güney ve Doğu Kürdistan üzeri ülkeye yollansaydı, daha doğru ve açılım sağlayıcı olabilirdi. Başta Duran Kalkan, Ali Haydar ve Mehmet Karasungur’un alanda görevli olmaları stratejik hata düzeyinde yetmezliklere yol açmıştır. Ortadoğu’daki sürecin bir kopyasını hem de geriden tekrarlamaları bu stratejik hatanın temelidir. KDP kuyrukçuluğu, halka yabancılaşma, arkadaşlara layık olamama, fuzuli işlerle uğraşma, halledilmiş çalışmaları yenileme, KDP ve YNK çatışmalarına anlamsız karışma, önlerindeki potansiyeli, İran-Irak savaşının yol açtığı durumu görememe bu stratejik yetmezliklerin devamı olarak kendini göstermiştir. Tarihi an’a cevap verilmemesi, buna denk çalışma tarzının sergilenmemesi, anlamsız keyfi yorumlama, çabalara stratejik darbe vurma biçiminde sonuç vermiştir. İyi niyet ve çaba bu konumda sadece cehennemin yoluna döşenmiş iyi niyet taşları rolündedir.
Ortaya çıkan çeteleşme eğilimlerini erkenden tespit edememe ve yeterince tavır koyamama ikinci önemli stratejik yetmezliktir. Bu rolü güvenilir arkadaşlara bırakmak dogmatizmin diğer bir sonucudur. O kadar soylu değeri çarçur ederlerken, mutlaka fark edebilmeli ve dur diyebilmeliydim. PKK’nin bütün soylu çabalarına en büyük darbeyi bu yönlü gelişmeler vurmuştur. Adeta canavarlaşmış bazı kişiliklerin inanılmaz nitelik arz etmelerinin izahı güçtür. Büyük emeklerle hazırlanan yapının bu öğelere kolay teslim olması daha da anlaşılmaz konudur. Bendeki müthiş arkadaşlık anlayışı hep en iyisini yaparlar, en dürüstüdürler, ellerinden gelmeyecek iş yoktur, çağdaş havarilerdir biçimindeki dogmatizme varan inanış bu gelişmelerde etkili olmuştur. Geç uyandık. Tam uyandığımızda veya fark ettiğimizde, stratejik olarak hem zaman hem büyük çabaların ürünü başta genç savaşçılar, halk, maddi ve manevi birçok değer kaybedilmişti.
21 Aralık 2010
Halklar Önderi Abdullah Öcalan