HABER MERKEZİ
Dünyada faşizme, ırkçılığa, kadın kırımına karşı yükselen bir kadın bilinci ve mücadelesi söz konusudur
21. yüzyılda faşizme, diktatörlüklere, katliamcı rejimlere, egemen erkek düzenine karşı yürütülen mücadelenin öncüsü artık kadınlardır. Tüm dünyada faşizme, ırkçılığa, kadın kırımına karşı yükselen bir kadın bilinci ve mücadelesi söz konusudur. Özellikle Kürdistan’da bu çok daha amansız bir savaşım olarak yürütülmektedir. Kürt kadınları sömürgeci devletlerin toplum kırım, kültür kırım ve kadın kırım politikalarına karşı mücadele içindedir. Bizlerin mücadelesi fiziki var olma savaşımı ile iç içe ve kültürel, anlamsal, toplumsal, kadınlık kimliğini koruma ve yaşatma üzerinden gelişti, gelişiyor. Mücadele etmek ve mücadeleyle var olmak Kürt kadınlarının kaçınamayacakları bir durum haline geldi. Tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da kendi varlığımız ve özgürlüğümüz için savaşmak ve mutlaka başarmak zorunda olduğumuz bir gerçektir.
Kadın kırım politikası Kürt soykırım konseptiyle paraleldir
Uluslararası sistemin Kürt soykırımını gerçekleştirme ve Kürt halkının mücadelesini bastırma, tasfiye etme konusunda TC devletine rol verdiği ve bu temelde kullandığı bir gerçektir. Tarihten beri geliştirdikleri katliamlarla sonuç alamayan TC devleti bugün AKP-MHP rejimi ile bu tarihsel görevini tamamlama arayışındadır. Kendi varlığını Kürtlüğün ve onun özgürlük mücadelesinin bitirilmesinde gören faşist rejim, sadece Bakurê Kurdistan’da değil dört parçada Kürtlere karşı her gün saldırı halindedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin öncüsü olan kadınlar da bu saldırıların temel hedefi halindedir. En son Rojava’nın Kobanê Kantonu’nda Kongra Star yönetimine karşı gelişen saldırı böyle bir saldırıdır. Mexmûr’deki Şehit Rustem Kampı’da üç Kürt kadının şehadetiyle sonuçlanan saldırı böyle bir saldırıdır. Şengal’de yine bu tarzda saldırılar sürmektedir. Bakur’da kadın örgütlerine ve demokratik kadın derneklerine, özgür basına, halk iradesi ile seçilmiş belediyelerin çalışan ve eşbaşkanlarına, kadın hareketine karşı gelişen saldırılar, siyasal kazanımlara karşı yürütülen operasyonlar birer soykırım saldırısıdır. Bakur’da ve Başûr’da öncü, devrimci kadınları tasfiye etmek için çok özel örgütlemeler geliştirmektedirler. Rojava ve Suriye’de işgal ettikleri bölgelerde farklı adlarla örgütledikleri DAİŞ eliyle kadına yönelik kırım politikası yürütüyorlar. Rojava Devrimi’ne ve Şengal’e DAİŞ’i saldırtan da yine TC devleti ve arkasındaki güçlerdi. DAİŞ hem fiziki işgal ile hem de toplumu katliamdan geçirerek soykırım sürecini tamamlamak istedi. Êzidî kadınların, işgal edilen diğer yerlerdeki kadınların pazarlarda satılmaları, tecavüze uğramaları çok planlı ve bilinçli politikalardı. Buna karşı Kürt kadınının öncülüğünde yürütülen savaş ile yenilgiye uğrayan DAİŞ, aslında yenilgiye uğrayan TC devleti oldu. Bunun öfkesiyle önceden DAİŞ maskesi ile oraya, buraya saldıran TC artık açıktan işgal saldırılarını başlattı. DAİŞ’in başaramadığını kendi başarmak ve tamamlamak istedi. Bu nedenle bugün Efrîn’de ve diğer işgal edilen yerlerde gelişen saldırılar, kadınların kaçırılıp tecavüze uğraması, acımasızca katledilmesi, her türden zulüm çok bilinçli geliştirilen politikalardır. Hem başka isimlerle bu bölgelere giren DAİŞ çetelerinin Kürt kadınının mücadelesi ile yenilgiye uğratılmasının intikamı alınmakta hem TC devletinin bir asırlık politikası olan Kürt soykırımı tamamlanmaya çalışılmaktadır.
Kadınla toplumu yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar
AKP-MHP rejiminin son yıllarda kadınları özel olarak hedeflemeleri bir tesadüf değildir. Egemen erkeklik faşizmle doruğa ulaşmıştır. Mutlak egemenlik ve itaat isteyen, tüm toplumu ve kadınları kendi mülkü olarak gören, sadece kendine hizmet etme temelinde yaşam hakkı olduğunu düşünen bir psikoloji hakimdir. Bunun adını Önderlik “karılaştırma” olarak belirtti. Toplumu karılaştırma, her gün saldırı ve tecavüz altında tutma bir egemenlik ve faşizm politikasıdır. Küçük yaştaki kız çocuklarına tecavüzü meşrulaştırma, çocuk yaşta evliliği doğallaştırma çabaları, kadını çocuk doğurma aracı olarak görmeleri ve bunu dayatmaları, insanların dini inançlarını kullanarak birçok uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışmaları, kadınla toplumu yeniden dizayn etme çabaları, kadının özgürleşmesinden, iktidarını yitirmekten duyduğu korku ve kadın karşısında yaşanan kompleksin sonucudur.
Süleyman Soylu’nun PKK’nin bir kadın partisi olduğunu dile getirmesi bir katliam ve saldırı planlamasının ifadesi olduğu kadar kadın mücadelesinin ulaştığı düzeyin düşmanın ağzından itirafıdır. Kültürel terör olarak tanımladığı kadın, insan hakları ve ekolojik mücadelenin giderek yükselmesi karşısında argüman oluşturmak durumunda kalmaktadır. Çünkü sistemin kadın, doğa ve toplum kırımcı karakteri karşısında giderek yükselen bir direniş söz konusudur. Faşizan rejimlerin işbaşında olduğu her yerde yükselen bu direnişe kadınlar öncülük ediyor. Türkiye’de ve Bakurê Kurdistan’da tüm saldırılara rağmen hareketimizin öncülük ettiği kadın direnişi giderek büyümektedir. Soylu, bir düşman olarak bizi iyi izlemekte ve incelemektedir. Kadınların mücadelesinde ve direngenliğinde kendi zihniyetlerinin ve iktidarlarının sonunu gördüğü muhakkaktır. Kadının iradesini, mücadeleyi ilerletme gücünü, faşist iktidarlarına karşı tutumlarının gücünü görmekteler. Bu nedenle bu faşist rejim dönemi kadın katliamlarının en çok yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. Çok daha önceden de “Önce kadınları vurun” şeklinde bir sloganları vardı egemenlerin. Bu politikanın güncellenerek devam ettiği görülmektedir. Faşist rejim hem toplumda yarattığı kadın düşmanlığı algısı ile erkekliği hortlatmakta ve kadına saldırtmakta hem yasaları ile korudukları egemen, saldırgan erkeğin önünü açmakta hem de özgürlük adına mücadele eden kadınları dağlarda ve tüm mücadele alanlarında katletmektedirler. Yine siyasi ve demokratik mücadele içindekileri tutuklama, işkence vb. uygulamalarla tasfiye etmeye çalışmaktadırlar.
Elif Ronahî
Kaynak: Serxwebûn