HABER MERKEZİ – KBDH siyasal sürece ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. ABD’nin bölgedeki rolü, Talibanın Afganistandaki çıkışı, AKP’nin ilişkisi ve İstanbul sözleşmesine kadar bir çok konunun değerlendirildiği açıklamada önemli tespitler dikkat çekiyor.
Son olarak “Rojava kadın devrimi Ortadoğu’nun devrim kampının kadın özgürlükçü aydınlık yüzü iken,
Afganistan’da Taliban rejimi erkek gericiliğinin ve faşizmin karanlık ülkesidir” tespitiyle biten açıklamanın tam metni şöyledir:
Emperyalist kapitalist sistem dünya planında önemli bir hegemonya kaybı içerisindedir. Başta
ABD, Rusya ve Çin emperyalizmi arasındaki rekabet ilişkileri söz konusu olduğunda aralarında
hegemonya kaymaları dünya planında gerçekleşen her gelişme de bir düzeyde kendini
göstermektedir. Ekonomik, siyasi ve askeri gelişmeler dünya kapitalist sisteminin insanlığın geleceği
için bir umut teşkil etmediğini gözler önüne sermektedir. Dünyanın her yerinde sömürü, işgal ve
savaşlar bütün şiddetiyle yaşanırken emperyalist sistem bu sorunlar karşısında eskisi kadar etkili ve
belirleyici müdahaleler yapmakta zorlanmaktadır.
Kronavirüs pandemisi dönemi emperyalist kapitalist sistemin açmazlarını daha güçlü bir
şekilde gözler önüne sermiştir. Sistem insanların sağlık haklarını piyasa öznesi haline getirdiği için can
kayıpları ve pandeminin yayılması bir türlü durdurulamamıştır. Koronavirüs pandemisi sürecinde aşı
temini meselesi de büyük bir kriz haline gelmiş dünyanın birçok ülkesinde aşıya ulaşma imkanları
başarısız olmuştur.
ABD’nin eskisi gibi güçlü olmadığı ve 1990’lı yılların başında oluşan iyimser havanın artık
kaybolduğunu görmek gerekmektedir. Bu yönüyle ABD, Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelip onunla
çatışmak yerine daha çok müttefikleriyle birlikte onu çevreleme politikası izlemektedir. Bu politika
esasen Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan soğuk savaş siyasetine dayanmaktadır. Bu temelde eski
Sovyet ülkelerinin bir kısmı batı bloğuna dahil edilmekte ve bu ülkelerde NATO’nun askeri varlığı
artırılmaktadır. ABD emperyalizmi ve müttefikleri özellikle Rusya-Çin ekseninde oluşan blok karşısında
caydırıcı önlemler alma çabası içerisindedir. Özellikle Çin’in ekonomik gücü ve Rusya’nın askeri gücü
karşısında ABD ve Avrupa Birliği önemli bir tehditle karşı karşıyadır. Yaşanan gelişmelerin batı
bloğunu tahkimatını artırmaya yöneltirken aynı zamanda safların daha da keskinleşmesiyle
sonuçlanan bir süreci de beraberinde getirmektedir.
Biden yönetiminde ABD Trump dönemi politikalarını ret ederek dünyada kaybettiği
hegemonya kaybını telafi etme arayışı içerisindedir. Bu temelde Ukrayna-Rusya krizi ile başlayan
süreçte Rusya’ya karşı daha etkin bir şekilde karşı koyma arayışı içerisine girilmiştir. Ancak şimdiden
Putin iktidarının kararlı politikaları karşısında ABD’nin ve AB’nin etkili olamadığını görmek
gerekmektedir. Özellikle Almanya Kuzey Akımı projesini devam ettirerek Rusya ile ilişkilerini
yumuşatma yolunu tercih etti.
Son olarak ABD’nin Afganistan’dan çekilme süreci ve Taliban’ın Afganistan’da iktidarını ilan
etmesi önemli bir gelişmedir. ABD açısından Elbette ABD Taliban’ı bölgede etkin kılarak bir takım
planları hayata geçiriyor olabilir. Ancak gelişmenin içerisinde 20 yıllık işgalin sonunda yaşanan
başarısızlıkta dikkat çekicidir.
Bununla birlikte Afganistan’dan çekilme ve Irak’ta ki askeri varlığının tartışılmaya başlanması
ABD ve müttefiklerinin dünya planında eskisi kadar belirleyici pozisyonda olamadığının kanıtıdır.
Afganistan, Ortadoğu’nun kadın düşmanı karşı devrimci kampını temsil eden Taliban iktidarında bir
ülke olarak resmi devlet statüsü kazandı. NATO ve Rusya’nın, gerici bölge devletlerinin Taliban
iktidarında bir Afganistan planını doğrudan hazırlayan veya onaylayan yerde durduğu açık ve nettir.
Türk burjuva devletinin bugünkü temsilcisi faşist AKP ise Taliban rejimiyle ideolojik yakınlığını da,
resmen tanıyacağını da çoktan ilan etmiştir.
Gelişmeler gösteriyor ki özellikle Ortadoğu coğrafyasında hegemonya savaşları daha da
derinleşerek devam edecektir. Suriye iç savaşı ve Rojava devriminin varlığı bölge ve dünya planında
bir çok aktörün dahil olduğu önemli bir hegemonya mücadelesini içermektedir. DAİŞ ve diğer çeteler
Rojava devrimi tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ancak devrim topraklarında faşist Türk devleti başta
olmak üzere işgal tehdidi devam etmektedir.
Faşist rejim bölgede Kürt halkı başta olmak üzere her türlü demokratik kazanımın karşısında
bir konum almaktadır. Rojava’dan, Başur Kürdistan’a, Suriye’den, Libya’ya, Kıbrıs’tan , Ermenistan’a
kadar geniş bir coğrafyada faşist rejim işgal ve yayılma siyaseti yürütmektedir. Kürt sorununda savaş
ve imha siyasetinde ısrar eden faşist rejim Kuzey Kürdistan ve Başur Kürdistan’da yürüttüğü savaşta
ağır kayıplar vermektedir. Türk burjuva devletinin işgal saldırılarını genişletme, yaşadığı yapısal krizi
yönetememe sorununu sınırlarının dışında savaş, sınırlarının içerisinde ise faşist saldırgan politikalarla
aşmaya çalışıyor. Gerillanın Metina, Zap ve Avaşin’de görkemli direnişi sonucu faşist iktidar birçok
noktada saplanıp kalmış durumdadır. Askeri açıdan sonuç alamayan faşist iktidar iç politikada baskı ve
asimilasyon politikalarına hız vermektedir. Askeri açıdan sonuç alamadıkça iç politika da HDP başta
olmak üzere devrimci ve demokratik kesimlere dönük baskılar artmaktadır. Tüm bu saldırılara karşı
başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkları ve kadınlar, devrimci hareket ve gerilla direnişi büyük bir
barikat olmaya devam ediyor. 2014 MGK kararıyla devreye soktukları çöktürme planı başarıya
ulaşamamıştır.
Faşist iktidarın yürüttüğü savaş politikaları ve kullandığı şovenist dil Kürt halkına dönük
katliam saldırılarıyla yeni bir nitelik kazanmış durumdadır. Konya Meram’da, sadece Kürt olduğu için
insanlar katledildi ve evleri yakıldı. Ankara Altındağ’da linç hareketiyle Suriye’li mülteciler yaşadıkları
mahalleyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Kürt, alevi, mülteci karşıtı, ırkçı, şoven, cinsiyetçi bir faşist
saldırganlık yükseltiliyor. Bu saldırılar bizzat faşist iktidar tarafından organize edilmekte ve
kışkırtılmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen orman yangınları Erdoğan rejiminin ne kadar büyük bir
acizlik içerisinde olduğunu ispatlamıştır. Askeri başarıları ve teknolojik gelişimiyle övünen faşist
rejimin yangın söndürme uçakları olmadığı gerçeği yangının düzeyinin boyutlanmasına sebep
olmuştur. Kapitalist sömürü düzeni insana olduğu kadar doğaya karşıda kar hırsıyla acımasız bir
şekilde davranmaktadır. Son olarak gerçekleşen sel felaketinde doğanın dengesini bozarak inşa edilen
HES’lerin sonucu onlarca insan ölmüştür. Bu yönüyle göz göre göre gelen felaketin sorumlusu sömürü
düzeninin bizzat kendisidir.
Ekonomik ve siyasal krizlerin yarattığı sarsıntıların yönetme kabiliyeti üzerindeki olumsuz
etkilerini en aza indirmek için baskı ve şiddetin tonunu sürekli artıran faşist iktidar bugün artık çok
açık bir biçimde işçi sınıfının, kadınların ve ezilen halkların sadece sosyal ekonomik haklarını hedef
almıyor. İşçilerin, kadınların, ve ezilen halkların yaşam alanlarını yok ediyor. Faşist iktidar milyonlarca
emekçinin önüne ölümle yaşam arasında ikircimsiz bir tercih koyuyor. Giderek artan yoksulluk,
işsizlik, sosyal ve kültürel hakların kaybı, sefalet ücreti, ürün fiyatlarına yönelik sürekli artan zamlar,
politik özgürlük hakları üzerindeki faşist baskılar ve saldırılar bunların hepsi ve daha fazlası işçiler,
ezilen halklar üzerinde derin bir hoşnutsuzluk ve öfke örgütlemektedir.
Tüm bu yaşananlarla birlikte dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye ve Bakur Kürdistan’ında
halklara, işçi sınıfına ve kadınlara yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemdi. Kolombiya, Filipinler,
Hindistan, Meksika kadın gerilla ve öz savunma mücadeleleriyle, Kuveyt’te Lan Asket (Susmayacağım)
şiarıyla cinsel taciz, şiddet ve istismara karşı politik kampanyasıyla, 19 Temmuz Rojava devriminin
yıldönümünü faşizmi ve erkek egemenliğini yenen kadınların tüm dünya kadınlarına umut veren
kutlama etkinlikleriyle, Afganistanlı kadınların Taliban rejimine karşı öz savunma alan eylemleriyle
direnişlerle, mücadelelerle sürdü.
Rojava kadın devrimi Ortadoğu’nun devrim kampının kadın özgürlükçü aydınlık yüzü iken,
Afganistan’da Taliban rejimi erkek gericiliğinin ve faşizmin karanlık ülkesidir. Afganistan’daki bu erkek
egemen faşist iktidarın boyunduruğu altında baskıyla ezilmek istenen kadınlarla enternasyonal bir
dayanışma içinde olmak, dünya kadın hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’daki kadın özgülük
mücadelemizin önemli bir tarihsel sorumluluğudur.
Son süreçte gelişen Taliban’ın Afganistan topraklarını ele geçirmesi hem Afgan halkı için hem
de özellikle kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler açısından kaygı verici bir gelişmedir. Taliban sözcüleri
kadın haklarını şeriat kanunu çerçevesinde tanımlayarak gerçek yüzünü göstermiştir. Gerçekte olacak
olanlar halihazırda oldukça sınırlı olan kadınların haklarının bütünüyle ortadan kalkması, kadınlara
örtünme zorunluluğu, kadınların yalnız dışarıya çıkmasının ve çalışmasının engellenmesi, çocuk
istismarı ve taşlayarak öldürülme anlamına geleceği çok açıktır.
AKP-MHP faşist iktidarında cisimleşen patriyarkal kapitalizm kadınlara aile dışında yaşam
alanı bırakmayan, keza aile içinde de kadınların yaşam hakkını şiddetle tehdit eden, kadının hane içi
emeği sömürüsünü yoğunlaştıran yapısıyla kadınlara yönelik saldırılarını arttırılarak devam ettiriyor.
Bu erkek ve devlet şiddetinin bir yanı İstanbul sözleşmesi gibi kadınların yasal haklarının ortadan
kaldırılması ve bu açıdan cezasızlıkla birlikte erkek şiddetinin çok boyutlu artmasıdır. Son süreçte
yaşanan kaçırmalar, cinayetler şiddetin geldiği aşama erkek ve devlet şiddetinin görünürlüğü daha
fazla artmış durumdadır.
hedef göstererek şiddete ve baskıya maruz bırakması, Deniz POYRAZ’ın
katledilmesi, hem Kürt kadınlarına hem de devrimci kadınlara yönelik saldırıların bir örneğini
oluşturuyor.Rojava Nusaybin sınırında bir kadın ve
çocuğun Türk ordusu askerleri tarafından tecavüze ve işkenceye maruz kalması, Konya’da katledilen
Kürt kadınları, Ege’de, Karadeniz’de, Marmara’da, Akdeniz’de, İç Anadolu’da ırkçı şoven linçlere,
tehditlere uğrayan Kürt, alevi kadınlara yönelik saldırılar, faşist ve cinsiyetçi saldırı konseptinin,
konjonktürün ihtiyacına göre uygulanacağının örnekleridir. Muhalif kadınlara yönelik gözaltı, zindan
saldırıları ve direnişlerini faşist işkence saldırılarıyla karşılama, silahlı mücadelede yer alan, faşizme ve
işgal saldırılarına karşı savaşan gerilla kadın çizgisini kırma, tasfiye etme en temel stratejisidir. Toplam
saldırıları, faşizmi ve erkek egemenliğini yıkabilecek militan bir kadın hareketini engellemek, milis,
gerilla temelli bir mücadelenin tasfiyesini amaçlamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesiyle birlikte artan kadın cinayetleri, cinsel saldırı
faillerinin serbest bırakılması nedeniyle Eda Nur’un intihar etmesi, Aleyna Çakır cinayeti faili Ümit Can
Uygun’un DNA raporlarına rağmen serbest bırakılması, ardından yine başka bir kadının faili olarak
yeniden gözaltına alınması, Azra için yapılan kayıp başvurusuna bile devletin iki gün boyunca tabiri
caizse kılını dahi kıpırdatmaması, aslında devletin failleri nasıl koruduğunu alenen ortaya koyuyor.
Muhafazakar faşist AKP iktidarı kadını aile kurumunun içine hapsederek şiddet faillerini, çocuk
istismarı faillerini koruyarak kadın düşmanı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Faşizm için erkek devlet aygıtı karşısındaki kadın isyanının yarattığı dinamizmi yok etmek ve
kendi karşısında örgütlenen mücadeleyi sindirmek için her fırsatta kadınlara ve kadın mücadelesine
saldırıyor. Kürdistan’da uyguladığı savaş, işgal politikaları ile kadın özgürlük mücadelesinde parçalılık
yaratmak ve de toplumun kadın yarısını, ırkçı, şoven politikalarla etkilemek ve son olarak da İstanbul
sözleşmesinden imza çekme hamlesini de böyle okumak gerekiyor.
Ciddi bir kriz içerisinde debelenen faşizm sınıf hareketini, Kürt mücadelesini, devrimci
mücadeleyi, kadın kurtuluş hareketini kendi bekasını korumak için kuşatmaya çalışıyor. Bu artan
saldırıların asıl sebebi tüm bu yaşanan saldırılar karşısında toplumun diğer kesimlerinde olduğu gibi
kadınların da kadın özgürlük mücadelesinden vazgeçmemeleridir. Türkiye’de kadın düşmanlığının
cisimleşmiş hali AKP-MHP faşizmine karşı isyanda aynı azimle yürütülüyor. AKP- MHP faşizminin kadın
düşmanı gerici karakterinin bu süreçte kendini daha açık ortaya koyması kadınların öfkesini
derinleştiriyor. İstanbul sözleşmesinden geri çekilme hamlesine, erkek egemen baskılara, artan kadın
cinayetlerine ve erkek egemen faşist devlete karşı kadınlar cüretleri, cesaretleri ve tekmeleri ile 1
temmuzda istiklal caddesinde barikatları yıkmasını da erkek egemen sisteme yönelik bir uyarı olarak
okumak gerekiyor.
Fiili meşru mücadelede polis barikatlarını zorlayan ve aşan düzey önemli bir kazanımımızdır.
Farklı eylem taktikleriyle zenginleştirmek, yasaklı alanları, polis barikatlarını aşmak, kadın hareketine
politik cesaret ve moral kazandırmak anın, dönemin görevidir. Düşmanın polis, asker ve AKP’li-MHP’li
faşist çetelerini geldiklerine geleceklerine pişman eden, devrimci şiddet eylemlerini uygulayan kadın
milislerinin örgütlenmesini başarmak harekete yeni ileri bir düzey katacaktır.
Bugün KBDH’a düşen en yakıcı görev fiili meşru zeminde, kadınların özgürlük eyleminin ancak
kendi devrimci eylemleriyle gerçekleşebileceği bilinciyle hareket etmektir. Kadınların askeri eylemler
içinde olması erkek egemen sistemin kadın mücadelesini hapsetmek istediği sınırları parçalayacaktır.
KBDH olarak devrimci hamle çerçevesinde gerilla alanlarında, kentlerde milis eylemleriyle ve devrimci
kitle eylemleriyle faşist rejimi ve ondan güç alan patriyarkal kapitalizm ve onun kurumları hedef
alınmalıdır. Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkacağız! İleri, daha ileri!
KBDH Konseyi
Ağustos 2021