HABER MERKEZİ –
“PKK’nin Güney’de ne işi var?” diyorlar. PKK’nin Güney’de çok işi var; mutlaka yerine getirmesi gereken görevleri var. Birincisi; her şeyden önce Kuzey Devrimine yönelik komplodan ellerini çekmeleri gerekiyor. İkincisi; zorla, çok haksız ve yapay olarak bölündüğü için; yurtseverlik ve demokratlığın gereği olarak, Kuzey ve Güney halkının birliğine, her iki halkın örgütlerinin bir araya gelmelerine şiddetle ihtiyaçları olduğu için; destek ve dayanışma içinde ortak bir savaşıma ihtiyaçları olduğu için, onların Kuzey’de, bizlerin de Güney’de olmaya hem hakkımız hem de ihtiyacımız vardır.
Güney Kürdistan sorunu, tarihsel olarak bir Türkiye sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin İngiliz emperyalizmiyle anlaşarak Misak-ı Milli sınırlarından taviz vermiş olması, sorunun özünü oluşturuyor. Bu sorun hiçbir zaman ortadan kalkmamış, için için devam etmiştir. Yine Irak’ta Temmuz Devrimi ardından BAAS rejiminin iktidara gelmesi ve yeni rejimin kendine göre bir devlet yapısı oturtması da çelişkilere yol açmıştır.
Bilindiği gibi, Kürdistan’da 1960’lardan itibaren yeni bir isyan dönemi başlamıştır. Bu isyanın bir önderlik tarzı, bir toplumsal dayanağı, dış ittifakları ve ilişkileri var ve son derece dengesizdir. Dahası, Irak rejiminin kendisi de dengesizdir. Çünkü; başta petrolden kaynaklanmak üzere son derece dışa bağımlıdır. Bu nedenler onu dış politikayla, bölgeyle son derece uğraşır durumda bırakmaktadır. Zaman zaman Suriye ile birleşiyor, Birleşik Arap Devleti adını alıyor. Mısır ile olmuyor, bozuluyor; derken bir kez daha denemeye çalışıyor. Bu ülkeler BAAS Partisi’nin seksiyonları tarafından idare ediliyor. Çelişki var ve şiddetleniyor.
Daha önce belirtildiği gibi, Irak petrol nedeniyle ya her an dışa bağımlı olacak ya da tam bağımsızlığın bedelini ödemek zorunda kalacaktır. Bunu iyi değerlendirelim. BAAS rejimi, Irak’ta özellikle bir zamanların Sovyet-ABD çelişkisini değerlendiriyor. Bu, dünya çapında bir çelişkidir. Irak rejimi, Sovyetlerden yardım alarak doğuyor. Ardından İran rejimi doğuyor ve ona karşı Irak Batı’dan büyük destek alıyor. Aldığı bu büyük destek, Irak rejimini dev bir ordu gücüne kavuşturuyor. Bu, büyük ve şişirilmiş bir ordu gücüdür ve savaşmak, savaşı İran’a doğru geliştirmek, hatta Türkiye’ye doğru da geliştirmek zorundadır. Su meseleleri var, Arap aleminde birlik sorunu var, Kuveyt sorunu var. Zaten Kuveyt’i Irak’ın bir parçası olarak düşünüyorlar. Dolayısıyla son derece çelişkilidir; bu nedenle kontrol altına alınması gereken bir güç oluyor. Bu doğrultuda Körfez Savaşı’nın dayatılması gerekiyordu. Bu dayatma da Kürt sorununu öne çıkarıyor. Rejim ya Kürt sorununu halledecektir ya da başkaları bu sorunla rejimi halledeceklerdir. Böylece Güney Kürdistan sorunu, uluslararası bir sorun haline geliyor. Irak rejimi ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözmek isteyecektir. Bunun için de gerektiğinde Halepçe türü katliamlar dayatılıyor; gerektiğinde otonomi türü siyasal çözümler dayatılıyor.
İran-Irak Savaşı döneminde birden çok güce bağımlı olan işbirlikçi önderlik bundan yararlanamadı
1960’lar sonrası Kürt hareketine de kısaca değinmeliyiz. Bilindiği üzere Kürdistan’ın aşiretçi-feodal yapısı olduğu gibi devralındı. Irak 1958’lere kadar bir krallık olarak idare ediliyordu. Yani feodal bir rejimdi. Güney Kürdistan’da ise geniş bir otonomiye sahip Kürt aşiret ve şeyhleri vardı. Devrimden sonra bunların bir kesiminin İran rejiminden ve dolayısıyla Amerika’dan da yardım alması, bir kesiminin ve özellikle Komünist Parti’nin de Sovyetlerden destek alması, yerel burjuvazinin kendine göre politik bir çıkış yapması 1960’lardaki Kürt isyanına yol açtı.
Barzani önderliği tipik Kürt şeyh ve aşiret geleneğinin, feodal gücün simgesiydi; en güçlünün o olacağı açıktı ve öyle de oldu. Talabani önderlikli çıkışın ise kent ara tabakasının, bu arada hızla gelişen küçük burjuva kesiminin öncülüğüne oynayacağı ama onun da ağa ve şeyh kökeninden güç almadan yaşayamayacağı biliniyordu. Yine komünistlerin durumu vardır ki, onların da dönemin ‘kapitalist olmayan yol’ teorisine göre bir Irak rejiminin yanında, bir isyanın yanında sallantılı bir durumu yaşayacakları açıktı. Sonuçta bu iktidar savaşımından özellikle ordu içinde daha örgütlü olan BAAS Partisi başarılı çıktı. Komünistleri Kürt hareketine karşı iyi kullandı. Kullandıktan sonra da çoğunu idam ederek gerisini attı. Küçük burjuva aydın gelişimini de aşiret önderliğine karşı kullandı. Böylece Barzani önderliğini zayıflattı ve bildiğimiz gibi 1975’te İran’la anlaşarak tamamen ezdi. 1975’lerin sonlarında artık Irak BAAS rejimi oturmuş bir rejimdi. Kendisine karşı geliştirilen direnişler de cılızdı ve daha çok dış destekliydi.
İran-Irak Savaşı döneminde Irak’taki Kürt hareketi çok iyi gelişebilirdi. Ama bilinen hastalıklı önderlik, birden çok güce bağımlı olan işbirlikçi önderlik bundan yararlanamadı. Komünistler, bir türlü bilinen orta yolcu konumlarından kurtulamadılar. Gelişme ve güçlenme imkanını son derece oportünist bir politikayla bertaraf ettiler. Körfez Savaşı’na doğru gelindiğinde, aslında Irak rejimi Saddam önderliğinde Bağdat’ta sıkışıp kaldı. Kürtlerin sonuna kadar iktidar olma durumu vardı. Ama yine bilinen önderlik, son derece ölü, devrimle bağını çoktan koparmış, dışarıda şu ya da bu gücün işbirlikçiliğine oynamaktan öteye bir yeteneği olmayan durumda kaldı. Barzani önderliği eski aşiret kalıntılarını canlandırmaya, yine klasik olarak İran ya da Türkiye’ye dayanma durumunu sürdürmeye çalışıyor. Küçük burjuva önderlik ise daha çok emperyalist devletlere açılmak isteyerek, aynı politik tarzla yol almaya devam etti. Komünistler ise reel sosyalizmin çözülüşüyle zaten tanınmaz hale gelmişlerdi.
1991 Mart ayında Irak rejimi tüm ordusunu Güney Kürdistan’dan çekmek zorunda kaldı. Halk tümüyle silahlı ve ayaktaydı. Ama olmayan önderlik, devrimden ve halkın iktidarından korkan önderlik tam bir engel pozisyonuna girerek gelişmelerin önünü kapattı. ABD’nin ‘Çekiç Güç’ kalkanının da devreye girişiyle, bilindiği gibi büyük bir devrimci durum imkanı bir devrimle değerlendirilip zaferle taçlandırılamadı. PKK’nin çabaları da cılız olmaktan öteye götürülemedi. 1992’deki yarı teslimiyet biçimindeki sığıntı durumu ve bunun neredeyse teorik ve siyasi bir çizgi haline getirilme çabası, görevli diye yollananların peşmerge ağalığına özenmekten öteye bir rol oynayamamaları, PKK için ciddi bir devrimci çıkışı zorlaştırdı. Geçmişten günümüze gelindiğinde durumun tamı tamına böyle olduğunu görüyoruz.
Peki, bu durumun ana özellikleri nedir? Irak’ta, ABD’nin önderlik ettiği büyük bir ambargo durumu yaşanıyor. Birincisi; rejimin eli kolu bağlanmıştır. İkincisi; aslında Kürt işbirlikçi önderliği yine çok sınırlı çıkarlar temelinde ‘Çekiç Güç’e dayanarak yaşatılmaya, hem ondan yararlanmaya hem de ona yararlı olmaya müsait bir pozisyonda tutulmaya çalışılıyor. Halkın ulusal demokratik talepleriyle, hatta halkın normal bir sosyal yaşamıyla bile pek alakası yoktur. Dolayısıyla gün geçtikçe aralarındaki çekişmenin de bir sonucu olarak tecrit oluyorlar. Halk ise orta yerde, devrimci bir önderliğin olmayışından ötürü derin bir çıkmazı yaşıyor. Maalesef acıyla söylüyoruz ki; bu halk, yöneticileri sayesinde, Türk işgal birliklerinin elinden bir somun ekmeği almak için oltadaki yeme saldıran yüzlerce balık gibi küçük bir yeme saldıracak duruma gelmiş; kendisini avlayan avcının oltadaki yemine böylesine koşturulacak kadar acı bir duruma düşürülmüştür. Hiçbir işbirlikçi güç bu gerçeği inkar edemez. Yine devrimcilik adı altında faaliyet gösteren hiçbir kişi veya güç bunu başka türlü izah edemez. Kendi halkının bu durumuna seyirci kalanların, bilerek veya bilmeyerek ona devrimci bir iradeyle müdahale etmeyenlerin sorumlulukları, en az bundan birinci dereceden sorumlu olanlarınki kadar ağırdır.
Neden halkın taleplerine bir Güney Amerika veya Afrika rejimi kadar çözüm gücü olamıyorlar
Günümüzde Saddam’ı bu durumdan sorumlu tutmak artık mümkün değildir. İktidar olup olmadığı belli olmayan mevcut güçler “Irak rejimi ambargo koyuyor” diyorlar. Hayır, Irak’ın kendisi ambargo içindedir. Irak rejiminin bu topraklarda bir tek askeri bile yoktur. Bu halkı eğitim ve örgütlemeden alıkoyacak hiçbir Irak baskısı da yoktur. ‘Çekiç Güç’ ise zaten yardımcılarıdır. Türkiye ile de işleri normaldir. Peki, neden iktidar olamıyorlar? Neden halkın taleplerine bir Güney Amerika veya Afrika rejimi kadar çözüm gücü olamıyorlar? İşbirlikçilik bile belli ölçülerde bir devlet ya da federasyon olabilir. Bu neden gerçekleşmiyor? Görünüşte hiçbir engel yoktur. Mevcut güçlerin yapabildikleri şey, gümrüğe kimin el koyacağı, diğer bazı menfaat durumları varsa onlara kimin el koyacağı kavgasını yapmaktır.
Hemen şunu belirtelim ki, biz bu güçlerle ilişki geliştirdik. Bize karşı savaşmalarına rağmen, hala ilişkide olmaya devam ediyoruz. Yine yurtseverlik temelinde, bütün Kürdistan halkının ulusal demokratik talepleri etrafında, Güney halkının daha insani, sosyal, siyasal ve ulusal demokratik çıkarları temelinde büyük bir ısrarla ilişki kurmaya çalıştık. Halen bu ilişkimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Kardeşçe, hatta özelliklerini vurgulamaya çalıştığımız Türk özel savaşıyla geliştirdikleri ilişki kadar bir ilişkiyi bizimle de geliştirmelerini istedik. Ama görüyoruz ki, Türk özel savaşının niteliği belli olduğu, hatta Güney Kürdistan’ın varlığını imha etmek ve onu insansızlaştırmak için mümkünse Irak rejimiyle anlaşarak tamamen bitirme doğrultusunda Türk özel savaşının çabalarını gün be gün izledikleri halde, bugün bu güçler birkaç kuruş para, bir çuval gıda, gümrükten iki tarafın yararlanması vb için yalvarıp duruyorlar. Temel sorunları bunlardır. Bize göre ise bunlar gündemi saptırmaktır, halkın temel ulusal ve siyasal iktidar sorununa hiç cevap vermemektir. Bunlar yapay bir gündem oluşturarak, halkın temel çıkarlarına aykırı sorunları öne çıkararak, üstüne üstlük halkı çatıştırarak, kendi çok basit şahsi, aile ve dar klik çıkarlarını gözetmekten öteye gidemiyorlar. Hiç şüphesiz halk bundan şiddetle rahatsızdır ve şiddetle çözüm aramaktadır.
Sözüm ona bu federe meclis ve hükümet ettiklerini sananlar, son Güney Operasyonu’na seyirci kaldılar. Doğru dürüst sert bir tavır koyup, “Bu özel savaş şu anlama gelir; tarihte böyle bir özü var, bütün Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor” demediler. Bunlar çok somut olduğu halde, tek bir açıklama yapamadıkları gibi, yapanların açıklamaları da, “TC bizi niye Ankara’ya çağırmıyor?” yönünde oldu. TC’yi Güney’de biraz sıkıştırdık. Bundan çıkardıkları sonuç, Ankara’ya heyet yollamak oldu. Biz öteden beri, “Ankara’yla ilişkilerinizin olmasına sonuna kadar karşıyız” demedik. Bu ilişkileri geliştirirken sadece Kürdistan’ın kurtuluşu ve devrimi değil, kendi menfaatlerinizi bile dikkate alan bir tutum içinde olun dedik. Çok dar çıkarlar üzerine değil, daha geniş bir iktidarlaşma sorununu tartışalım; Ankara ile ilişkiye girmeden önce, Kürdistan sorununun düzeyini değerlendirelim dedik. Bütün Kürdistan’da, Kuzey’de ve Güney’de gerçek nedir? Kuzey’deki devrimin acil sorunları nedir, Güney’de sorun nedir? Federe Meclis veya Hükümet deniyor. Ortada bir federasyon var mı? Yoksa neden yok, varsa ne kadar geliştirilir? Geliştirilmesi için nasıl dayanışma ve güç birliği içinde olabiliriz? Yani nasıl geniş bir cephe kurabiliriz? Bu konularda çeşitli mektuplar yolladık, kapsamlı değerlendirmeler de sunduk. Buna rağmen hala ne idüğü belirsiz, muğlak tutumlar içindeler.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 1995 Haziran değerlendirmelerinden derlenmiştir