HABER MERKEZİ –
Yaşamı tanımlamak aynı zamanda toplumu tanımlamaktır
Bireysel rol ile kolektif eylem arasındaki ilişki bu en başta yoldaşlık ilişkilerinde anlamını bulur. Tikellik, tekillik veya bireysellik diye bir olgu var. Yani siz, sizsiniz. Siz bir başkası değilsiniz. Bu evrende yalnızca ve yalnızca bir tane sizin özelliklerinize sahip bir birey var, on tane yoktur. Bir tanedir. O senin özgünlüğündür, farkındır. Kendi farklılığını bu tarzda ortaya koyuyorsun. Ve üstelik özgürleşmek, kendi farkını daha belirgin bir şekilde ortaya koyabilmektir. Kendi farkını ne kadar belirgin bir şekilde ortaya koyabiliyorsan, kendi potansiyelini o kadar işletebiliyorsun demektir. Yani enerjinin açığa çıkması ve yapılaşması, eyleme geçmesi… Farklılık da budur. Dolayısıyla farklılıklar birleşince, orada toplumsallığa gidiş öyle başlar. Belki de önce bireyde başlar. Ama iki insan bir araya gelince, gerçekten toplumun prototipi olur. Bireysel gerçekleşmeler olmadan, toplumsal gerçekleşme zaten mümkün değil. O açıdan bireyselliği, tekilliği küçümsememek lazım. Zaten söz o değil mi? Militanlaşmak, partileşmek… Her birey şahsında istediğiniz budur. Bireyleşmek, partileşmek, komutanlaşmak. Bu olmuyorsa, gerçekleşmiyorsa, toplumsal gerçekliğe dökülmesi mümkün müdür? Peki bundan alıkoyan nedir? Esas itibariyle toplumsal gerçekliğe bağlılıktaki zayıflıktır. Yani buradaki bireyselliğin bireyciliğe kaymasıdır. Onun da daha çok Kürt gerçekliğinde güçsüzlüğe tekabül etmesidir. Kürt güçsüzdür yani. Temel özelliği budur. Toplumu dağıtılmış, soykırım kıskacında lime lime olmuş. Öyle bir lime lime olmuş ki, sen bunu tanımlayamıyorsun bile. Yaşamı tanımlamak aynı zamanda toplumu tanımlamaktır. Toplumsal gerçekliği tanımlamak için bakacağın yer yaşam. Yaşamı tanımlamak için bakacağın yer, toplum. En küçük parçalara ayrılmış bir ayna düşünün. O aynayı nasıl tanımlayacaksın? Mümkün değil, daha doğrusu çok zor. Kürt toplumsal gerçekliği de böyle. Ama Önderlik bu gerçekliği tanımladı, çözümledi ve bunu nasıl kendi gerçekliğimiz haline getirebiliceğimizi de ortaya koydu. Dolayısıyla kendi olmanın temel amacı, toplumsal gerçeği inşadır. Toplumsal gerçeği özgürleştirmektir. Kürt gerçeğini özgürleştirmektir. İkisi birbirine o kadar sıkı sıkıya bağlıdır ki… Ama amaç benim bireysel özgürleşmem değil, amaç toplumsal özgürlüktür. O da beni bireysel özgürlüğe götürür. Çünkü benim toplumu özgürleştirebilmem için, kendim özgür olmam gerekir. Ben özgür olmalıyım ki, toplumumu özgürleştirebileyim. Veya daha doğrusu, onun özgürlük davasına öncülük edebileyim. Ona özgürlük düşüncesini götürebileyim, özgürlük yolunu gösterebileyim. Bu anlamda ikisi birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Çözüm Önderlik gerçeğidir
Özgürlük, daima bedel ister. Hele Kürt gerçeğinde ise bu bedel çok daha ağır olmak durumundadır. Ağırlıklı biçimi şahadet oluyor. Ama zindanlar da bunun bir boyutudur. Kaldı ki, zindandaki militana yaşatılanlar, bazı şahadetten daha ağırdır. O açıdan Önder Apo, zindanlarda bulunan yoldaşlarımızı “yaşayan şehitler” olarak tanımladı. Bu sürecin de gerçekten büyük zorlukları var. Büyük saygıyla ifade ediyorum, gerçekten de özü itibariyle, zindanlarda direnen yoldaşlarımız, mevcut durumda bizim yaşayan şehitlerimizdir. Cezaevinde koşullar daha ağır olabilir. Gerçekten de fiziki işkenceler var. Bütün işkenceler içerisinde en zor olanı, yalnızlıktır, tecrittir. Önderlik üzerindeki mutlak tecrittir. Önder Apo’nun kişiliğinde, pratiğinde, eyleminde, düşüncesinde gerçekleşen somut bir şey var: Bedenleşmiş bir hakikat var. Oraya bakmak lazım. O nasıl algılıyor? Cezaevine nasıl bakıyor, cezaevlerinin anlamını nasıl çözümlüyor? Sistem cezaevlerine ne misyon yüklüyor? Önderlik bunu nasıl boşa çıkarıyor? Bu noktada da bizim çözümümüz var: Önderlik gerçeği. Yani çözüm Önderlik gerçeğidir. Bu noktada Önderliğe bakmak önemli. Hiçbir yoldaşımız, mutlak tecrit koşullarında değiller. Ama O, mutlak tecrit koşullarında yaşıyor. “Mutlak tecrit” sıradan bir kavram değil. Bir tür, yok sayma halidir. Mutlak tecrit, yok saymadır. Gerçekten de sistem Önderliği yok sayıyor. Uluslararası kapitalist sistem de Önderliği yok sayıyor.
Yok sayma durumunda hiçbir bilgi de alamıyorsun. Öylesi koşullarda direnen bir Önderlik gerçeği var. Orada bir şey var mı? Öyle bir ortamda bile, kendisine bu koşullar dayatıldığında bile, Önderlik ile konuşmaya gitsinler, Önder Apo, “Ben seni reddediyorum, tanımıyorum” demez kaba bir biçimde. Hep bir çözüm önerir. Ama bu Önderliğe mahsus bir şeydir. Sen bunu yapamazsın. Oraya bakmak lazım, ne yapıyor, nasıl davranıyor? Gerçekten de Önderliği izlemek lazım. Ben şuna dikkat çekmek istiyorum: zindanlarda efsanevi diyebileceğimiz direniş sergileyen insanlar oldu. Ama dışarıya çıktıklarında yok oldular. Demek ki fiziki, kaba direniş yetmiyor. Direnmeyi kahramanlık tarzında sisteme karşı bir fiziki duruş şeklinde direniş göstermek yetmiyor. Yani direnmeyi yüzeysel, cepheden sisteme tavır almak olarak değerlendirmemek gerekiyor.
Sisteme karşı direniş, sistemin içinde sisteme alternatif bir yaşamın temsili olmaktır. Orada bir yaşam inşa etmektir. Soyut bir yaşam. Ama bir yaşam vardır. Soyut yaşamak. Somutunu kuramıyorsunuz, ama soyut yaşayabilirsiniz. Kaldı ki, zindanlarda yoldaşlık ilişkileri var, yoldaşlar var. Onlarda somutluk da kazanır. Ama orada yoldaşların yaşamında somutluk kazanan toplumsal gerçeklik olmalıdır. O’nunla bir an için bile olsa bağ kopmamalı. Mesela bizim de onlarla bağımız kopmamalı. Mesela Önderlikle sürekli birlikte olabilmek. Çabanın bu olması gerekir. Biz de oradayız. Özellikle hepimizde de olan halktır. Halkımız İmralı’dadır, biz de halkımızla birlikteyiz.
Son olarak asrın değil, tarihin en görkemli direnişini sergileyen Önder Apo’yu tüm özlemimle selamlıyorum, direnişi önünde saygıyla eğiliyorum.