HABER MERKEZİ –
Toplumsal özgürlük devlet odaklı çalışmayla çelişir
Yeniden yapılandırılacak bloklara gelmeden önce politik tanımı bölge özgülünde yeniden yapmak gerekir. Toplumların pratik yönetimi olarak politikanın güncel veya süreli tanımları kapsayabilir. Tutucu politika söz konusuysa toplumu yerinde saydırma, sıçrama yaptıracaksa atılım politikası olarak da tanımlanabilir. Üçüncü bir tanıtım boyutu içerikle ilgili olabilir. Devlet bloğunu ilgilendiriyorsa devletçi politika, devlet dışı yığınları ilgilendiriyorsa demokratik politika olarak da tanımlanabilir. Ekonomi, siyaset, kültür, sosyal, sanat gibi alan boyutlarında da tanıma uğrayabilir. Toplumla ilgili en üst değişimler yüksek politika, daha sınırlı dar alanla ilgili olanlarına taban veya sığ politika denilebilir. Bütün bu tanımların ortak noktası; toplumsal yürütme, değişim ve dönüşümün sanatına politika denildiğidir. Politik faaliyet toplumların yapım işleridir. Zihniyet çabası, ütopya, proje, plan ve program çalışması ise, politik çaba da eğitim, örgütlenme ve eylem çalışmasıdır. Zihniyet çalışmalarını politik çalışmalarla karıştırmamak kadar, tersini de karıştırmamak büyük önem taşır. Mimar, usta ve işçilik toplumsal alanda çok daha özen isteyen bir sanat olarak -politik sanat- tanımlanabilir. Demek ki politika yapmak zihniyet alanında kendini hazırlamış olmayı, pratik alanda ise toplumun yürütme, değişim ve dönüşümü için gerekli güçle donanmayı, yani eğitim, örgütlenme ve eylem yeteneğini gerektirir. Politikaya boşuna tanrısal sanat denilmiyor. Tanrı kral, tanrı gölgesi sultan, tanrının biçimlenmiş hali olarak devlet derken, aslında tanrısal sanata vurgu yapılmaktadır. Dini ve mitolojiyi çözümlerken, sosyolojiyi veya sosyal bilimi yetkin okumak gerekir.
ABD ve seçkin ortakları için Ortadoğu’da askeri politik yapılanma yoğunca yürütülmektedir. Yalnız askeri pratiği politikadan ayırmamak gerekir. Kızgın, silahlı bir mücadelenin olduğu bir ortamda politikanın adı askerlik savaştır. Esas belirleyici olan, bu ortamlarda savaşçılıktır. Politika silahların sustuğu ortamda ordu bağlantılı çalışmanın uzantısı olarak karşımıza çıkar. Yani Clausewitz’in formülünün tersi geçerlidir. Savaşı belirleyen politika değil, politikayı belirleyen savaştır. Irak’ta bu gerçek çok açıktır. Irak’ta politikanın yolunu -yeni politika- açan, ABD’nin son teknoloji savaşıdır. Kaldı ki, tüm Mezopotamya tarihinde politikanın yol başında hep savaş olmuştur. Son savaş tarihsel gerçeği sadıkane yansıtmaktadır. Savaş düşük yoğunluklu olduğunda ya da tümüyle durduğunda, onun devamı olarak politik faaliyet hız kazanır. Demek ki politika, savaşın silahlı olmayan bölümüdür. Eğitim, örgütlenme ve eylemliliğin silaha başvurmadan, ama arkasındaki zihniyete dayalı olarak yürütülen kısmı oluyor. Bu anlamda ABD ve ortakları yoğun askeri destek altında, başta Irak ve Afganistan olmak üzere tüm Ortadoğu genelinde ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ zihniyetini temel alarak politik yeniden yapılanmayı yürütmekte, değiştirmekte ve sürdürmektedir. Önceki kısımda üç senaryo halinde bu çalışmaları özetledik.
Buna karşın tahakküme karşı çıkan özgürlük güçlerinin halk ve toplum savunması temelinde ne tür politik mücadeleyle görevli olduklarını açıklığa kavuşturmak büyük önem taşır. Bunun için gerekli ve öncelikli zihniyet tanımlamamızı yaptık. Politik tanımlamayı da yaptık.
Somut politikanın kendisine geldiğinde birinci plandaki görev, halkların devlet odaklı olmayan komünal toplum ve demokratik duruşundan kalkarak demokratikleşmeyi yürütmek, geliştirmek ve niteliksel kılmaktır. Devlet odaklı olmamayı ilkesel olarak ele almak gerekir. Toplumsal özgürlük, devlet odaklı çalışmayla çelişir. Devlet odaklı çalışma ancak tahakkümcü güçler adına yürütülebilir. Özgürlüğü esas alan toplumsal güçlerin tahakkümle ilişkili olmak değil, karşı olmak gibi temel bir görevi olduğundan, devlet dışı politika olarak demokratizme odaklanmaları gayet anlaşılırdır. Demokrasi tanımlamamızı devletin bir burjuva örtüsü olarak demokrasiden ayırt ediyoruz. Daha Atina ve hatta ilk Sümer site demokrasilerinden beri gerçek demokrasiyle devletin birbirlerinin uzantısı olamayacağını, birinin çoğalmasının diğerinin azalması olduğunu, birinin bitmesinin diğerinin tam zaferi olduğunu iyice ayırt etmek gerekir. ABD ve ortaklarının dayattıkları demokrasi, yoğun askeri iktidar aygıtına dayalı çok sınırlı bir çevrenin burjuva feodal demokrasisidir. Toplumsal özgürlük güçleri ise, asgari bir toplumu savunma gücüne dayansalar da, daha çok demokratik politikayı temel çalışma sayarlar. Demokratik politika ise, tahakküm altındaki tüm toplumsal birey ve grupların eğitim, örgütlenme ve eylem -politik, hukuki, ekonomik amaçlı gösteri, miting, protesto, ayaklanma ve savaş (koşullar zorunlu kılarsa)- faaliyetlerini kapsar. Bu faaliyetler ya günlük yürütme çalışmalarıdır, ya sıradan reform, değişim çalışmalarıdır. Daha niteliksel değişim içeriyorsa devrimsel çalışmalardır. Hakim sistemin iktidar ve demokrasi çalışması ne denli yoğunlaşırsa, özgürlük güçlerinin demokrasi çalışması da o denli iç içe ve bazen karşı karşıya kalınarak yürütülür.
Tarihte İngiliz, Fransız ve Rus Devrimlerinin içine girdikleri hataları yapmamak çok önemlidir. O da her iki tarafın demokratik çalışmalarının ne birbirini inkar ve yok etmek, ne de birbirlerinin içinde erimek gibi bir faciaya, büyük tarihsel bir yanlışlığa -zoraki doğruluk da denebilir- düşmemeye büyük özen göstermek gerekir. İki demokrasi arasında hem ilişki hem çelişki olabilir. Yine iç içe bir arada olabilecekleri gibi karşı karşıya da olabilirler. Esas olan, inkarcı ve yok etme eğilimiyle iç içe eriyerek tekleşme tehlikesine düşmemektir. Bir aradalığın ve karşı karşıya olmanın kural ve koşullarını, ilke ve esaslarını çok iyi belirlemek gerekir. Tekleştirme demokrasilerde her zaman tehlikelidir. Ardından demokratik inkarı getirir. Her grubun içte ve dışta kendine özgü demokratik seçeneğine özen göstermek demokratik dehanın üstün yanıdır. Tersi Eflatonik filozof kralla mitolojik tanrısal kral politikasıdır; faşizmin, totalitarizmin, hiyerarşinin, despotizm ve her tür diktatörlüğün politikasıdır. Sonuçta tüm tahakkümcü sistemlerin antidemokratizmidir.
Demokrasinin varlığı devletin sınırlandırılması ve küçültülmesidir
Ortadoğu’da gelişecek demokrasinin karma bir nitelikte olması güçlü bir olasılıktır. Hem burjuva feodal, hem toplumsal emekçi sınıfların, grupların taleplerini iç içe içermesi söz konusudur. Tek başına burjuva demokrasisi dönemi geçmiştir. Zaten hiçbir zaman saf haliyle uygulanmamıştır. Tek başına toplumsal halk güçlerinin demokrasisi de yalnız başına uygulanmamıştır. Tabii bu tanımlar toplumsal halkçı demokrasilerle burjuva demokrasilerinin ayrı ayrı hiç olmayacağı anlamına gelmez. Her halk grubu kendi demokrasisini yoğun yaşar, yaşamalıdır. Ne kadar kendi öz demokrasisini içselleştirirse, diğer grup ve sınıflarla ortak bir demokrasiyi de o denli daha ilkeli ve tecrübeli yürütebilir, değiştirebilir, dönüştürebilir.
Bu çözümlemenin ışığında Ortadoğu’da toplumsal olgularla demokrasi arasındaki ilişkiyi daha yakından görelim. Devletin demokratikleştirilmesi kavramının doğru bir kavram olmadığını gördük. Doğru olan devletin demokrasiye duyarlı olmasıdır. Duyarlılık demokratik zihniyeti, yapılanmayı ve uygulamalarını kabul etmektir. Denilebilir ki, devletin gücünü ve büyüklüğünü bu durum sınırlar. Doğrudur. Zaten demokrasinin varlığı devletin sınırlandırılması ve küçültülmesidir. Demokrasinin etkin işlediği ülkelerde devlet zorunlu ‘genel güvenlik’ ve aynı nitelikte ortak kamusal alandaki ihtiyaçların örgütlenmesi ve kurumlaştırılması biçiminde yeniden tanımlanmak durumundadır. Demokrasilerde klasik tahakkümcü devlet olamaz. Devletle demokrasi bu temel çerçevede ancak birlikte bulunabilir. Mevcut çağ koşullarında ne tümüyle klasik devlet, ne tümüyle demokratik yönetim olanakları vardır. Bu anlamda çağımıza da devletten demokrasiye geçiş çağıdır diyoruz. Geçiş çağlarında genellikle geçmişle gelecekteki temel kurumlar bir arada yaşarlar. Feodalizmle kapitalizmin iç içe yaşadığı dönemler gibi.
Ortadoğu somutunda demokrasinin gelişimi oldukça sınırlıdır. Fikri ve refleksleri henüz tam uyanmamıştır. Grupların derin özlemi olmakla birlikte, binlerce yıllık ceberrut devlet çok sert bastırmalarla bu özlemleri uykuya yatırmıştır. Zaman zaman patlamalar, asilikler halinde kendini gösterse de, devletin acımasız despotik karakteri tekrar tekrar bu özlemleri yerin dibine gömdürür. Fakat çağ gerçekliği ile bu devlet yapısının köklü bir çelişki içine girmesi demokratik, özgür ve eşitçi özlemleri uyandırmaktadır. 20. yüzyıl bu yönlü gelişmenin işaretleriyle dolu geçti. 21. yüzyılda ise özlemden gerçekleştirmeye doğru bir gelişme güçlü bir olasılık olarak belirmektedir. En geriden seyreden coğrafya Arap ülkeleridir. Dinsel ve etnik yapının devlete bağımlı kılınması, üst tabakasının devletçi karakterinin çıkar temelinde güçlü bağlarla bağlanması, demokratik refleksin uyanmasını ve harekete geçmesini zorlamaktadır. Dıştan müdahaleye ihtiyaç duyulmaktadır.
İsrail’in Arap bağrında gelişmesi şimdiye kadar Arap milliyetçiliğini ve dinciliği güçlendirmişse de, artık tersine bir etkiye yol açmanın ağzına gelip dayanmıştır. Kronik Arap-İsrail çatışmasının milliyetçilik ve dincilikle çözümlenemeyeceği dünyaca da iyice anlaşılmıştır. Milliyetçi ve dinci liderliğin aşılması, demokratik önderler grubunun ortaya çıkması ancak mevcut kilitlenmeyi açabilir. Hem iç hem dış koşullar Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi demokratik çözüm yönlü eğilime güçlü olanak tanımaktadır. Bunun için Büyük Ortadoğu Projesi daha somut planlarla devreye girmektedir. Özellikle Suudi Arabistan ve Mısır’ın demokratikleşmesi önemli görülmektedir. Diğer küçük Arap devletleri Irak’tan ders almışçasına demokrasiye ilgi duymak durumunda kalmıştır. Dıştan dünya kamuoyu, içten binlerce yıldır bastırılıp saptırılan komünal toplum ve demokratik duruş özlemleri uykudan uyanmak üzeredir. Despotik Arap devletinin bu iki olguya uzun süre direnmesi ve demokrasiye alan tanımaması beklenemez. Krallık ve cumhuriyet unvanını taşımış olmaları, demokratikleşme açısından fazla önem arz etmez. İkisi de despotizme eğilimlidir. Önemli olan demokrasiye duyarlı olmaları ve devletin sınırlandırılmasına ve küçülmesine açılmalarıdır.
Din ve etnisiteye yönelik köklü yaklaşım geliştirmeksizin siyasetin başarısı zayıf bir olasılıktır
Din ve etnisite olgusu demokratikleşme evresinde değişim göstermek durumundadır. Din ve etnisite biraz daha modern siyasi ve sivil toplum örgütleri halinde temsil edilebilir. Klasik anlamda din ve aşiretler yerini demokratik ve siyasi yapılanmalara taşırabilir. Ne dine ve etnisiteye dayalı devlet ve demokrasinin, ne de tümüyle bu olguları yadsıyan oluşumların fazla şansı olur. Özellikle Avrupa tarzı liberal ve sol eğilimlerin taban bulamamalarının en önemli nedeni, dini ve etnisiteyi doğru çözememeleri ve bağ kuramamalarıdır. Halbuki toplumsal örgü büyük oranda bu iki olguya dayanır. Din ve etnisiteye yönelik köklü yaklaşım ve yapılanmalar geliştirmeksizin, genelde siyaseti özelde demokratik siyaseti başarılı kılmak zayıf bir olasılıktır. Ancak üstten çok şiddetli bir devrimci veya karşıdevrimci diktatörlükle bu gerçekleşebilir. Ama kalıcılığı da hayli kuşkulu olur. Tarikat ve mezheplere de bu çerçevede yaklaşım göstermek gerekir. İki olguda da ortaçağların bir nevi manastır düzenini görebiliriz. Sivil toplumun ortaçağ biçimleri gibidir. Günümüzde de varlıklarını sürdüren bu kurumları demokrasiye döndürmek özgün çabalar gerektirir. İnkar ve bastırma yerine, sosyolojik bir olgu olarak görüp özgürlük eğilimine bağlamak en doğrusudur. Kadın hakları ve özgürlüğü de olmazsa olmaz bir gelişme olarak demokratik süreçte önemli rol oynayacaktır. Bu konuyu ayrıca değerlendireceğiz.
Arabistan sahasında İsrail ve Suriye iki stratejik öğe olarak demokratikleşme açısından daha çok önemlidir. İsrail’in oldukça oturmuş bir demokrasisi vardır. Bu İsrail için zayıflık değil, güçlü olmanın önemli bir etkenidir. Aynı şeyi Suriye için söylemek zordur. Suriye ciddi bir yol ağzındadır. Ciddi reformlarla demokratikleşmede adımlarını hızlandırıp İsrail ile sorunlarını çözemezse, ikinci bir Irak durumuna düşebilir. Demokratikleşme ve İsrail’le barış, Suriye’deki rejimin zora başvurmaksızın dönüşümünü sağlayabilir. Güçlü aydınların varlığı, farklı etnik ve mezhep yapısı, orta ve yoksul sınıfları ortaklaşa bir demokraside daha verimli bir gelişme sürecini sağlayabilirler. Suriye Kürtlerinin rolü Irak Kürtleri gibi değil de, liberal demokratik dönüşümün bir olanağı olmaya daha yatkındır. Bunu devletin duyarlı yaklaşımı belirleyecektir. Kuzey Afrika’da Berberiler benzer bir rolü oynayabilir.
Irak daha çok Arapların ve hatta Ortadoğu’nun demokrasi laboratuarı olmaya adaydır. Hemen hemen bölgedeki tüm etnik, dini, mezhebi, siyasi, sosyal olguları bağrında toplaması bu laboratuar olma özelliğini pekiştirmektedir. ABD ve ortaklarının giderek derinleşecek çabalarıyla alttan çeşitli etnik, mezhebi ve sosyal grupların artan demokratikleşme inisiyatifleri, bu ülkeyi demokrasi açısından stratejik bir konuma getirmektedir. Zengin bir tarih ve petrol doğru kullanılırsa, demokrasi için de bir fırsat olabilir. Kürtlerin demokratik federalizmi dayatması, varlıklarının ötesinde bölge çapında önemli sonuçlara yol açacaktır. Demokratik Irak Federasyonu ileride daha da kendini duyuracak Demokratik Ortadoğu Federasyonu’nun prototipi olabilir. Bu nedenle gelişmeler çok önem taşımaktadır. Irak’taki çözümler Ortadoğu çapında genelleşebilir.
İran’da demokratikleşme giderek güncelleşmektedir. Klasik devletin güçlü geleneği artık çağla uyumunu sürdürmekte gittikçe zorlanmaktadır. İran halkında demokratik heyecan ve özlemler yoğunlaşmaktadır. Irak’tan sonra demokratik federalizm İran için de gündemleşebilir. İran’ın bölünmekten çok federalizme yatkınlığı daha güçlüdür. 2500 yıllık devlet geleneğinde de federalizme benzer öğeler hakimdir. Halkın yoğunlaşan özlemleri ile çağdaş bir federalizm bütünleşirse, İran bölgenin en güçlü demokratik federasyonu olabilir. Bir nevi ikinci Rusya gibi olur. ABD’nin artan baskıları karşısında Saddamvari bir direniş yerine, demokratik federalizme doğru bir kayma İran için gerçek ve kalıcı bir seçenek olabilir. Dinin aşırı siyasallaşması demokratikleşmeyi olumsuz etkilemektedir. Dinsel ideolojinin etkinliği giderek ters tepebilir. İran kültürü demokratikleşmeye daha yatkındır. Tarihsel direniş gelenekleri, Zerdüşt’ten Mazdek’e, Babek’ten Hasan Sabbah’a kadar birçok tarihi şahsiyet daha çok demokrasi kültürüne altyapı oluşturur.
Yakın dönemdeki çok renkli muhalefet deneyimi hastalıklarından arınarak tutarlı bir demokratizmi geliştirebilir. İletişim teknolojisi süreci hızlandırabilir. Eğer yönetim gerekli esnekliği gösterirse, İspanya benzeri bir demokratikleşme İran için de somutlaşabilir.
Pakistan’da dinin rolü daha olumsuzdur. Anti Hintçiliğin ve aşiretçiliğin beslediği dincilik devleti de, toplumu da adeta tutsak almıştır. Fakat ABD’nin dinden desteğini çekmesi ve Afganistan deneyimi dinsel örgüyü zayıflatıp seküler bir demokrasiyi geliştirebilir. Başka türlü Hindistan ve İran’la, Afganistan’la baş edemez. Pakistan modeli hızla dönüşmesi gereken bir modeldir. Afganistan deneyimi tüm Orta Asya için Irak benzeri bir prototip olabilir. Orta Asya’yı en çok değişime zorlayacak etken Afganistan’daki demokratikleşme deneyimi olacaktır. Türki Cumhuriyetlerin demokratikleşmesi Rusya’ya daha yakındır. Fakat çevresi daha özgün gelişmelere yol açabilir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın Bir Halkı Savunmak adlı kitabından derlenmiştir