HABER MERKEZİ –
Almanya’nın KCDK-E kongresini yasaklaması, Türk devletini ne düzeyde desteklediğini gösterdi
Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Avrupa’daki en önemli merkezlerinden biri Almanya’ydı. Almanya’ya NATO adına Türkiye’yi kontrol etme görevi verilmiştir. Osmanlı ile tarihsel ilişkilerine dayanarak Almanya Türkiye’yi bir NATO üyesi olarak Sovyetler Birliğine karşı hazır tutacaktı. NATO, Almanya’yı böyle kullanmak isterken, Almanya da Türkiye ile ilişkiler üzerinden Ortadoğu’daki etkisini sürdürmek istiyordu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Almanya-Türkiye ilişkileri NATO çerçevesini çok aşan bir kapsamda gelişti. Öyle ki; iki millet tek devlet denilebilecek düzeyde Almanya Türkiye’yi korumakta ya da Türkiye’yi doğal uzantısı bir ülke haline getirmiş bulunmaktadır. Türkiye-Almanya ilişkileri tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ilerlemiştir. Bu yönüyle Almanya, Türk devletinin Kürt soykırım politikalarına en fazla destek veren bir ülke konumdadır. Öyle ki; Türkiye’nin olumsuzluklarını NATO ve Avrupa karşısında yumuşatan bir rol üstlenmiştir. Zaten Tayyip Erdoğan ne zaman zor durumda kalsa ya Almanya’dan yardım istemekte ya da Almanya, imdadına koşmaktadır. Böylece Almanya, Türk devletinin tüm kirli politikalarına ortak olmaktadır.
Almanya’nın KCDK-E kongresini yasaklaması, Türk devletinin soykırım saldırılarına ne düzeyde destek verdiğini göstermektedir. KCDK-E Avrupa’nın her yerinde yasalken Almanya’nın böyle yapması, sıkışan AKP-MHP iktidarına destek vermek anlamına gelmektedir. Bir taraftan Türkiye’deki tüm siyasi kesimlerin Avrupa’daki yapılanmalarını kontrol etmek isterken, Türkiyeli siyasi mülteciler üzerinden muhalefeti de etki altında tutma politikası yürütmekte, diğer taraftan iktidarın Almanya’daki hukuksuz kimi yapılanma ve çalışmalarına göz yummaktadır. Almanya’da MİT’e bağlı çeteler örgütlendirilmiştir. Almanya’da başta Kürtler olmak üzere muhalefete yönelik örgütlendirilmiş özel savaş birimleri bulunmaktadır. Bunlar bilinmesine rağmen Almanya bu çalışmalara göz yummaktadır. En son gazeteci Erk Acerer’e saldırı, yine Can Dündar’a yönelik tehditler, 50 kişilik hedeflenecekler listesi bulunması Almanya’daki Türk özel savaş yapılanmasını göstermektedir. Almanya derin devletinin bu konularda bilgisi vardır. Bu örgütlemeleri bile Türkiye ile ilişkileri daha fazla derinleştirmek için değerlendirmektedir.
Uluslararası Komplo, gerilla ve örgüt yönetimi tasfiye edilerek tamamlanmak isteniyor
Bakurê Kurdistan, Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye, Başûrê Kurdistan, Medya Savunma Alanları, Şengal ve Mexmûr’a yönelik saldırıların tümü bir konseptin parçasıdır. Bu da PKK’nin tümden tasfiye edilmese de olabildiğince zayıflatılıp etkisizleştirilmesini öngörmektedir. Bu açıdan saldırılar ve izlenen politikalar bir bütünün parçası olarak ele alınmalıdır. Yoksa tek bir alana yapılan saldırı doğru anlaşılmaz; doğru politika, dolayısıyla doğru mücadele yürütülemez. Bu açıdan Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırının çok iyi anlaşılması gerekir. Uluslararası Komplo, Medya Savunma Alanları’nda gerilla ve örgüt yönetimi tasfiye edilerek tamamlanmak isteniyor. Bu açıdan yürütülen saldırılar, 1999 yılındaki Komplonun yeni koşullarda pratikleşmesi olmaktadır. PKK tasfiye edilirken PKK ve Rêber Apo’nun ortaya çıkardığı değerler ve kazanımlar, Komplonun koordinatörü durumundaki ABD tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmak istenmektedir. Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırının en önemli amacı budur. PKK etkisizleştirilirse Rojava denetimlerine alınır, Bakur’da kendilerine göre olan Kürtleri öne çıkarırlar. Kürdistan’ın diğer parçaları açısından da benzer yaklaşımları bulunmaktadır
Mücadelemiz nedeniyle Avrupa ve ABD ile Türkiye arasında bazı sorunlar yaşanıyor. Çünkü; Türkiye’nin tüm politikalarını desteklemek de onların genel Ortadoğu politikaları ile uyuşmuyor. Böyle olunca bizim mücadelemizi etkisizleştirerek bu sorunlardan kurtulmak, Ortadoğu ve Türkiye politikalarını rahat uygulamak istiyorlar. Bu yönüyle kapitalist modernist güçlerin ne kadar bencil oldukları, kendi çıkarları için bir halka yönelik soykırım saldırılarına nasıl göz yumdukları görülmelidir. Bu soykırımcı güce karşı mücadele veren Özgürlük Hareketimizin tasfiye edilmek istenmesi bu nedenledir. Bu gerçekliği tüm Kürtlerin bilmesi gerekir. Bu saldırılar PKK şahsında Kürdistan’ın tümüne yöneliktir. Bu nedenle PKK’ye yönelik komplo ve tasfiye saldırılarına karşı tüm Kürdistan parçalarının ortak tutum takınması gerekiyor.
PKK’ye ve gerillaya yönelik saldırıyı tüm Kürtlere yönelik saldırı olarak görmeyenler büyük bir gaflete düşerler. Zap, Metîna ve Avaşîn’e yönelik 3 aydan fazladır sürdürülen saldırılar daha önceki saldırılardan farklıdır. Üçüncü Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi Kürt soykırımını sağlayacak yeni dengelerle bitirilmek isteniyor. Türk devleti başta olmak üzere tüm Kürt düşmanları, Kürtlerin, her bakımdan güçlendiğini görüp Üçüncü Dünya Savaşı içinde özgür ve demokratik yaşam temelinde güçlü bir statüye kavuşmasının önüne geçmek istiyor. Türk devleti kendini pazarlayarak ve kullandırarak bu amacına ulaşırsa Kürdistan’ın hiçbir parçasındaki kazanım ayakta kalamaz. Başûr’daki kazanımlara şimdilik göz yumulsa da, PKK’ye yönelik tasfiye konsepti başarıya ulaşırsa bu kazanımlar da kısa sürede ortadan kaldırılır.
Başûr’da, kazanımları koruma konusunda ciddi bir yanılgı var. Aslında bu yanılgıyı da TC politikaları ve baskıları yaratıyor. TC, ben Kürtlere değil PKK’ye karşıyım, diyor. TC gerçekliğini anlamayanlar, bu özel savaş söylemlerine kanıyorlar. Bu nedenle Kürt düşmanlığında öncü işgalci Türk devletine bu saldırılara ve işgallere son ver, Kürt sorununu demokratik temelde çöz, bunu yaparsan belirttiğin sorular kalmaz, aksine Kürtler, Türkiye’yi güçlendiren bir halk ve toplum olur, diyemiyorlar. PKK şurada kalmasın, şu eylemi yapmasın, şuna dikkat etsin, şurada Önderlik posterleri kullanılmasın vb mücadelemizi geriye çeken, hatta durdurulmasını isteyen yaklaşımlar gösteriyorlar. PKK, kazanımları ve statüyü tehlikeye sokuyor, diyenler, kazanımların da, statünün de Kürtlerin birliğinden, dayanışmasından, mücadelesinden geçtiğini göremiyorlar. Aslında Türk devletinin isteklerini, beklentilerini dillendiriyorlar.
Şu bir gerçektir ki; PKK’nin mücadelesi, dört parçada ve dünyada yarattığı Kürt ve Kürdistan gerçeği olmasaydı ne Başûr’daki kazanımlar ortaya çıkardı ne de korunabilirdi. Kuşkusuz Başûrê Kurdistan halkının da mücadelesi ve ödediği bedeller olmuştur. Ancak Kürdistan’ın en büyük parçası, en büyük nüfusa sahip Bakurê Kurdistan’da mücadele gelişip tüm Kürdistan’ı etkileyerek Kürt düşmanlığında öncü ve inkarcı Türk devletini zora sokmasaydı, mevcut kazanımlar ve statü ortaya çıkmazdı. Bu kazanımlar korunamazdı. Türk devleti mücadelemiz karşısında zorlandığı için 2007 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinde, Başûrê Kurdistan’ın varlığını kabul etmiştir. Şunu vurgulamalıyız ki; Türk devletinin dediklerine boyun eğilerek, onun dedikleri yerine getirilerek hiçbir kazanım korunamaz. Dış güçlerin desteğiyle kazanımların korunacağı düşüncesi de bir yanılgıdır. Kürtler güçsüz olursa dış güçler ya da bölge güçleriyle kurulacak hiçbir ilişki de kazanımları korumaya yetmez. Referandum sonrası Kerkûk ve birçok alanın Kürtlerin kontrolünden çıkması bu gerçekliğin kanıtıdır.
DAİŞ saldırdığında Başûrê Kurdistan’ın statüsünü korumada gerilla ve PKK dışında hiçbir güç harekete geçmemiştir. Kerkûk’ten de en son çıkan gerilla güçleri olmuştur. Eğer oradaki diğer güçler çıkmasaydı, gerilla bütün varlığını ortaya koyarak Kerkûk’ü savunacaktı. Dolayısıyla PKK statüyü tehlikeye sokuyor, propagandası da bir uydurmadır, yalandır. Sadece Türk devletinin dayatmaları karşısında içine düştükleri çaresizliği gizlemek, Türk devletiyle yapılan işbirliğini örtmek için ileri sürülen söylemlerdir. Ya da Türk devletiyle işbirliği temelinde gerillaya yapılacak saldırıya zemin hazırlanmak için bu yönlü propagandalarla bazı kesimlerin kafası karıştırılmak ve işbirlikçi politikalara destek alınmak istenmektedir. Türk devletine karşı hiçbir şey söylemeyenler, PKK aleyhinde bir algı oluşturmak için bu tür gerçek dışı ve bazı kesimleri aldatmaya yönelik argümanlar kullanıyorlar. Bu açıdan tüm Kürt halkı bu tür gerçekleri çarpıtan yalan ve demagojileri görmeli, bu tür söylemlerde bulunanlara tutum almalı ve gerçekleri yüzlerine vurmalıdır.
KDP’nin politikaları düşmanı cesaretlendirmektedir
Gerilla Kürtlerin ve Kürdistan’ın tümünü hedefleyen TC’nin işgal saldırılarına karşı fedaice direnmektedir. Gerilla bu saldırıların tüm Kürtlerin varlığına yönelik saldırı olduğu bilinciyle direnmektedir. Bu açıdan Kürdistan tarihinin en kutsal direnişini yürütmektedir. Çünkü; saldırı Kürt’ün varlığına yöneliktir. Bu açıdan direniş de, varlık yokluk mücadelesi haline gelmiştir. Düşmanın her türlü savaş aracına, tekniğine karşı insanüstü bir mücadele sergilemektedir. Gerillalar düşman karşısında, Rêber Apo’nun, ‘En büyük teknik insandır’ belirlemesini çok açık biçimde ortaya koymaktadır. HPG-BİM direnişi günlük olarak basına yansıtmaktadır. Biz savaşın durumunu açık ortaya koyarken düşman gerçekleri gizliyor. Çünkü; bir çıkmaza girmiştir. Eğer KDP, gerillayı kuşatma ve gerilla alanları arasındaki geçiş hatlarını kesme gibi olumsuzluklarını bırakırsa düşman daha büyük darbeler yiyip 2008’de Zap’ta olduğu gibi arkasına bakmadan gidecektir. Ancak KDP’nin politikaları düşmanı cesaretlendirmekte, işgaldeki ısrarını sürdürmesine yol açmaktadır.
Üç aydır süren gerilla direnişi, işgalcilere karşı direnilebileceğini ve düşmanın püskürtülebileceğini gösterdi. Gerillanın elinde teknik anlamda silahlar sınırlı olsa da, gerilla tarzıyla her türlü tekniği boşa çıkarmak ve başarı kazanmak mümkündür. Gerillanın etrafını kuşatma yerine gerillaya biraz destek verilseydi işgalciler şimdiye kadar çoktan püskürtülmüş olurdu. Demek ki; Başûrlu güçler gerillanın karşısına çıkmak yerine TC’ye karşı açık savaş içine girmeseler bile Türk devletinin işgaline yardımcı olmayıp aksine tutum alacaklarını göstermiş olsalardı, Türk ordusu bir adım bile Medya Savunma Alanları’na geçemezdi. 3 aylık savaş gerçekliği Başûr hükümeti ve KDP’nin bu savaştaki tutumunun ne anlama geldiğini gözler önüne sermiştir.
Bu direnişin çok önemli siyasi sonuçları olmuştur. Türkiye bir yere girerse bir haftada alır, yargısı birçok çevrede oluşmuştu. Rojava’da direnme imkânı varken direnilmemesi, Serêkaniyê ve Girê Spî’de olduğu gibi ABD’nin sözde arabuluculuğu ile geri çekilmenin yapılması, Libya ve Ermenistan’da Türkiye’nin askeri ve siyasi dengeleri değiştiren etkide bulunması nedeniyle bu saldırının da bir hafta-on günde sonuç alacağını düşünenler oldu. KDP de böyle düşünüyordu. Bölge devletlerinin düşüncesi de bu yönlüydü. Bu nedenle bu direniş siyasi tutumları ve ilişkileri de önemli düzeyde etkiledi. Türkiye’ye karşı direnilebileceği görüldü. Böylece Türkiye’ye olduğundan fazla güç vehmeden yaklaşımlar çöktü. ‘Güçlü Türkiye’ algısı önemli oranda değişti. Kuşkusuz PKK ve gerilla şahsında Ortadoğu’da Kürtlerin gücü görüldü. Kürtler birlik olduğunda, ortak politika ve savunma gücü oluşturduğunda karşısında siyasi ve askeri olarak hiçbir gücün duramayacağı daha iyi anlaşıldı. Aslında gerçek de budur.
Öte yandan PKK’nin Ortadoğu’da ve dünyada siyasi etkisinin büyümesinin önüne geçmede de KDP’nin rolü var. Zaten TC bile PKK’ye karşı mücadelede KDP’nin tutumuna dayanmakta, dünya karşısına bu argümanlarla çıkmaktadır. KDP’nin birçok platformda ya da çeşitli siyasi kesim ve devletlerle ilişkide PKK’yi olumsuz gösteren söylemler ve tutumlar içine girdiğini biliyoruz. Ancak PKK kendisini artık tanıtmakta ve birçok güçle ilişki kurmaktadır. Bu açıdan PKK, siyasi çizgisi ve mücadelesiyle önüne konulan barajlamaları aşmaktadır.
Cemil Bayık/Serxwebûn