HABER MERKEZİ –
“Daha fazla kendiniz için olan, halkımız ve ülkemiz için olan ve dolayısıyla insanlık için olan yaşam layığımız olsun. Bizi bu teskin edebilir, rahatlatabilir. Bunun dışında hiçbir yaşam, hiçbir para, pul, hiçbir çıkar asla bizi tatmin edemez. Böylesi bir yaşamı elimizin tersiyle itmeliyiz. Biz böyle yaptık ve gördüğünüz gibi bu gerçekliğe ulaştık. Yine böyleyiz; yani başka türlü değerlendirilmem ve kullanılmam mümkün değildir. Önderlik, sizden daha fazla size yakın, sizden daha fazla sizi yürüten güçtür. Bugün farkında olmazsanız, yarın veya mezarda farkına varırsınız.”
İnsanlarımız son derece zayıf. Yaşlısı da öyle, PKK militanı da, PKK dostu da ve bütün olarak halkımız böyledir. Çok zayıflatılmışsınız. Anlayış düzeyinizin güçlenmesi için birçok çalışma yürüttük. Düşüncenizin gelişmesi için bu savaşımızın kendisi epey ilerlemeye yol açabilir. Fakat sizin yaşadığınız iç sorunlarınız, sosyal ve ekonomik zorluklarınız, sizi düşünce itibarıyla da çok geri bırakıyor. Düşmanın dayatması sizi adeta ayakta gezen ölüler, çok zayıf ve zavallı kişiler durumunda bırakmış. Bunları nasıl aşabilirsiniz?
Geçen yıllar biraz boş geçmiş. Büyük çabanızı, enerjinizi çok az ve zor bela kendinizi yaşatacak bir biçimde kullanmışsınız. Ha siz, ha bütün halk, aynı durumu yaşıyorsunuz. Kendinizi çok güçsüz bıraktınız ve şimdi elinizden bir şeyler gelebilir mi? Acaba ömrünüzün bundan sonrasını vatan yolunda, doğruluk ve hak yolunda harcayabilir misiniz? Bu gücünüz var mı? Bunun için insanın bilinçli olması, örgütlü olması, kendi kişiliğini özellikle buna göre hazırlaması gerekir. Bu kadar dağınık düşünce ve fiziki yapınızla tabii fazla gelişmeye yol açamazsınız. İnsan çok şey vermeyi istiyor fakat alma gücünüz ve kapasiteniz sınırlıdır.
Yıllardır PKK yapısı üzerinde durmamıza rağmen çok az anlıyorlar ve bunlar çok az yaşama geçiriliyor. Ama yine de insanımıza inanırım, güvenirim ve şimdiye kadar hiç bıkmadan, usanmadan bütün halkla uğraştım. Hemen herkese, yediden yetmişe kadın erkek ayrımı yapmadan bir şeyler vermeye çalıştım. Bu hiç şüphesiz gelişmeye de yol açmıştır. Bu yine de iyidir.
Sizin yaşam dediğiniz düşmanın size yakıştırdığı yaşamdır
Bütün bu işler halk içindir, onun başarısı ve özgürlüğü içindir. Bunun dışında bir amacımız olamaz, yani halkın üstünde siyaset, halkın üstünde savaş diye bir derdimiz yok. Fakat sizin de sorununuz gerçekten özgürleşen bir halk yoluna girebilme veya özgürleşen bir halkın kendisi olabilmedir. Sizinle böyle konuşmak istemem ama gerçekçi de olmak zorundayım. Benim en önemli bir özelliğim şudur: İnsanlar arasında ayrım yapmadan, onların ciddi olmalarını, sözlerine bağlı kalmalarını isterim. Bu işin şakaya gelir yanı yok. Siz eski toplumsal ölçüler ve anlayışlar içinde yaşamışsınız. Sizde ahbap çavuş, senli benli ve köylü anlayışlar oldukça egemen. Siyasi, hele askeri yönünüz fazla gelişmemiş. Ahbap çavuşluğu esas alıyorsunuz. Bize yaklaşımı bile siyasi ve resmi yaklaşımdan ziyade dostluk yaklaşımı biçiminde ele alıyorsunuz.
Dostluk kötü değil, akraba, ahbap çavuşluk da lanetlenecek şeyler değil ama bunlar geri ilişki biçimleridir. Bunları aşmak gerekir. Yeni ve özgür bir halk olmayı birlikte düşünüp tartışarak sağlamamız gerekir. Bunu kendimize yakıştırmamız gerekir ve buna kesinlikle ihtiyacımız var. Biz sizi özgürlük çalışmalarının dışında göremeyiz. Dediğim gibi bu savaş halk savaşıdır. Halkımızın kendisini mutlak yenileme ve özgürleştirme savaşıdır. Hatta siz bile parti çalışmalarını daha da güçlendirmenin yollarını bulmalı ve ona daha güçlü katılmayı kendinizde başlatmalısınız. Varsa yanlış, eksiklik üzerinde durmalısınız.
Ben çok büyük bir çaba içine girmeme rağmen halen kendimi çok şiddetli eleştirilere tabi tutuyorum. Tamam, en çok eleştirilecek olan parti militanlarıdır ama halkımızın da öz örgütlenmesini geliştirememesi, bu konuda kendisini son derece dağınık ve sorumsuz düzeyde bırakması affedilemez, kabul edilemez ve hep lanetlenmeye götürür. Yani siz kendinizi dilediğiniz gibi yaşayamazsınız. Sizin yaşam dediğiniz, düşmanın size yakıştırdığı yaşamdır.
Muazzam bir sorumsuzluk deryası altında buraya kadar geldiniz. Size nizam veren, biçim veren bir güç yoktu. Daha doğrusu bunu yapan egemen güçlerdi. Aslında egemen güçlerin askerleri, işçileri gibi geliştiniz. Bu durumunuzda suçlanacak bir şey de yok fakat bunu normal görmemek gerekir. Yani halkın uyanabileceğine, hatta her koşul altında önemli işler yapabileceğine güvenmek gerekir. Oligarşik rejim nitekim size şunu yakıştırmıştır: “Kırolar, hiçbir şeyden anlamazlar; süreriz, kullanırız, çalıştırırız. Bizim en iyi askerlerimiz, en iyi işçilerimizdir.” Tabii biz bunu yerle bir etmek istiyoruz. Bu, ölüm fermanından daha ağırdır ve insana hakarettir. Biz insanı insanların yüz karası yapan bir ölüm fermanına karşı çıkmak ve bunu yerle bir etmek istiyoruz. Kesin doğru olan da budur. Bu yüzden siz fazla gelişemediniz. Yalnız sizler değil, bütün halk böyledir.
Şunu da söyleyelim ki; bütün çabalarıma rağmen öfkemi sınırlı bile olsa gidermiş değilim. Oligarşik rejimle bu kadar uğraşıyor ve savaşıyoruz, bu henüz küçük bir başlangıçtır. Neden? Çünkü; geliştirilen hakaret ve özellikle sizin kendinize yakıştırdığınız çirkinlik katlanılır ve yaşanılır gibi değildir. Ben yedi yaşımdan beri kendimi son derece bağımsız tutmaya özen göstermeme rağmen halen de affedemiyorum. Neden bu yaşam, niçin bu yaşam, nasıl bir yaşam diye öfkelendikçe öfkeleniyorum. Halbuki büyük çözüm ve kendimi özgürce yürütme gücüm var ancak buna rağmen öfkem dinmiş değil. Ama siz kendinize bakın; nelere katlanmışsınız, ne kadar göz yaşı dökmüşsünüz ne kadar boyun eğmişsiniz ne kadar el kapılarında yalvarmış, yakarmışsınız. Tabii bu nedenle de özgür düşünceniz, özgür eyleminiz, özgür kişiliğiniz fazla gelişme kaydedememiş.
Çocuklarınızı seversiniz ama onların geleceğine ilişkin konularda kocaman bir hiçsiniz
Özgür bir halk olmak öyle sanıldığı gibi basit bir mesele değil veya öyle ileride düşünülecek bir mesele de değildir. Ekmek ve su kadar ve hatta ondan daha öncelikli bir yaşam ihtiyacıdır. Aksi halde siz her türlü laneti ve olumsuzluğu kendinize yakıştırmış olursunuz. Unutmayın ki; size bir tokat atıldığında, bir küfür sarf edildiğinde isyan edersiniz. Ulusal düzeydeki küfür ve hakaret öyle sıradan bir tokat ve küfür değildir. Ölümcüldür, en ağır ve yerle bir edici tarzdadır. Tabii bunları bilmek gerekir. Bunları bilmeden, zaten birey olarak da kendinizi anlayamaz, nasıl yaşadığınızın bile farkına varamazsınız.
Bütün devrimciliğimi, yaşadığım koşullara duyduğum tepkiye bağlıyorum. Zamanla sizleri ve hatta bu gençleri gördükçe büyük öfke duyuyorum. Çünkü; çok geriler ve askerlik nedir, örgütçülük nedir bilmiyorlar. Kendilerini imha ediyorlar ama farkında değiller. Tabii binlerce yıldır insanlık nedir, nizam nedir, disiplin nedir bilmiyorlar. Bu duygular yitirilmiş. Çocuk yapılmış ama fırlatılıp sokaklara doldurulmuş. Tek birisinin bile adı doğru konulmamış, tek bir doğru bile öğretilmemiş. Sözüm ona çocuklarınızı seversiniz, sayarsınız ama onların geleceğine ilişkin konularda kocaman bir hiçsiniz. Onun için ağlarsınız, sızlarsınız. Neden? Çünkü çaresizsiniz.
Geleceğini iyi kararlaştıranlar, yolu ve yöntemi iyi belirleyenler ağlamayı ve yalvarmayı bir yöntem olarak fazla benimsemezler. İşlerinin doğru sahibi olurlar. Nitekim gelişmiş ulusları görüyorsunuz. Onlarda hiç ağlama var mı? Son derece duyarlı uluslardır. Bütün işlerini son derece sağlam araçlara ve örgütlere bağlamışlardır ve son derece bilinçlidirler. Onlarda kaderini pamuk ipliğine bağlama var mı? Onlar hiçbir zaman ağlamayı ve yalvarmayı bilmezler. Ama kendimize bakalım, ne haldeyiz? Bu Allah’ın yaptığı ayırım değil, bizim kendi kendimize yakıştırdığımız lanetli durumdur. Ben her gün bu gençlerin gelişimi üzerinde bütün gücümle durmama rağmen doğru yola ve başarı yoluna girme sınırlıdır. Kendisinin herhangi bir alışkanlığına, bir sigara alışkanlığına gösterdiği ilgiyi ve tutkuyu altın gibi bir çalışmayı önüne koysanız bile gösteremiyor. Yeteneği yok, afyonlanmaya alışmış. Bu genci ne yapacaksın?
Tabii düşmandır, vurdukça vuruyor. Günlük olarak izliyorsunuz. Türk Genelkurmayı bile bütün hışmıyla, öfkesiyle ve ekip çalışmasıyla kendince terörü nasıl dağıttığını ve son darbeyi indirmeye çalıştığını söylüyor. Ama bizimkilere sorarsan, düşmanın kim olduğunu ve nasıl vurmak istediğini dahi bilmiyorlar. Özel savaş rejiminin gücünü hesaplayabiliyor musunuz? En önemlisi de kendinizi buna göre planlayabiliyor musunuz? Kendi gücünüzü seferber ediyor musunuz? Hayır! Bu gaflettir, tabii yetersizliktir. Kürtler tarih boyunca hep vurulmuşlar, daha da kötüsü düşürülmüşlerdir. Bugüne kadar da bir şey kalmamıştır. Biz bunu devraldık.
Keşke yetenekleriniz olsaydı da sizinle iş yapabilseydim
Bizim savaşımımızın anlamı nedir? Bu tarzda yerin dibine batmamak, biraz daha fazla ayakta kalmak, biraz daha savaşın ömrünü uzatmak ve bu arada gelişmelere yol açabilmektir. Ama yine görüyorsunuz ki, her şey neredeyse benimle sınırlıdır. Oligarşik rejim halen ya sadece bana bağlıyor ya da ‘böyle bir mücadele yoktur’ diyor. Yani kendi kavgasını bire bir, bir kişi ile sınırlı görüyor. Sizleri halen ciddiye almıyor, aranızdan yetenekli birilerinin çıkabileceğini, iyi bir savaş geliştirebileceğinizi ve hatta kendi kimliğinize sahip çıkabileceğinizi görmek istemiyor. Bu önemlidir. Neden? Çünkü; sizi anlamlı bulmuyor. “Kendi kimliğine, kendi savaşımına sahip çıkar ve iyi yürütebilirler” demiyor. Çünkü; sizi son derece köleleştirmiş, esir almıştır ve üzerinizde her türlü uygulamayı yürütecek gücü kendinde görüyor. Kontrol altına alamadığı bir ben kalmışım.
Beni neden kontrol altına alamıyor? Zaten üzerinde duruyorsunuz. Benim de kendime göre savaşımım, öfkem ve intikamım var. Oligarşik rejimin kontrolüne kolay kolay girmeyecek ve ona bütün yeteneklerimle vuracak güçlü tarzım ve tempom var. Yani kişilik sahibi olmak biraz da bu demektir. Ama bizimkilere bakın, bindiği dala, kendi bacaklarına ve kollarına vuruyorlar. Örgütlemeyi bilmemek ve uygun taktiklerle savaşımı geliştirmemek ne demektir? Bindiği dala vurmak demektir ve hepsi de böyle yapıyor.
Sorunlarınızı daha kapsamlı önünüze koyup da sizi ürkütmek veya sizi çok daha zavallı durumda bırakıp da çaresiz gibi yansıtmak istemiyorum. Vermek istediğim; sizi biraz daha özgürlük gerçeğine ve savaşımına yakın hale getirmek, biraz onun amacına ve onun duygusuna kavuşturabilmektir. Çünkü; yaşam bunsuz olmuyor. Sahte yaşamın, kendini kaybetmiş yaşamın metelik kadar değeri yoktur. Kürt eğer adam olacaksa, bu özgürlük adımına yaklaşmakla bunu sağlayabilir. Keşke yetenekleriniz olsaydı da sizinle iş yapabilseydim, şu işi şöyle geliştirin, diyebilseydim. Nitekim bazı arkadaşlara bunu söylemeye çalıştım. Ancak yapamıyorlar. Kendisine ‘al hazırı ye, böyle konuş, böyle yap, böyle çalış’ diyorum ama yapamıyor. Tabii buna rağmen umudumuzu kesmeyeceğiz, yine de üzerinde özenle durmaya devam edeceğiz.
Şunun için söylüyorum: İşler bildiğiniz gibi yürümüyor veya kendi bildiğinizi uygulayarak başaramaz ve düşmanlarınızla başarıyla mücadele edemezsiniz. Bunun bir tarzı, bir temeli ve birçok önemli nedeni vardır. Bunları yediğiniz ekmek ve içtiğiniz su kadar zorunlu bir ihtiyaç olarak görmelisiniz. Bu kadar gelişmişsiniz, bu soruları kendinize sorup cevaplandırmayı bileceksiniz. Ben belki de hepinizden daha yaşlıyım, buna rağmen on beş yaşındaki delikanlının heyecanıyla işlerin üzerinde duruyorum. Çoğu on beş yirmi yaşında ama ölü gibiler. Zaten Türk devleti kendi askeri yapmış. Biz de el koymasak, hepsi Türk subaylarının karşısında dört dörtlük hazır ol durumundalar, böyle alıştırılmışlar. Yani bir kadın nasıl daha on beş yaşında iken mutlak anlamda köleliğe alışır ve bu biçimde evlenirse, bu gençler de Türk ordusu karşısında öyleler. ‘Kendinin askeri ol, çözül’ diyoruz, oysa o yaramazlık yapıyor. Biraz özgürlük veriyorsun, yüzüne gözüne bulaştırıyor.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 1994 Ağustos çözümlemesinden derlenmiştir