HABER MERKEZİ –
Benim kendime egemen kıldığım ilişki tarzı şudur: Her şeye yoldaşça bakacaksın; bütün kesimler ve tüm insanlarla ilişkilerine yoldaşlık ölçüleriyle yaklaşacaksın. PKK’de bunu çok az kişi uyguluyor. Kadın-erkek ilişkilerinde düzey yaratılmak, olgunluk, ciddiyet, eşitlik, özgürlük, sevgi, saygı, güç ve kolay oynanamaz bir düzey sağlattırılmak isteniyorsa, öncelikle ucuz duygulara ve güdülere kapılmadan, temel yoldaşlık ölçülerinde birbirimizle birliğe var olup olmadığımızı iyi anlamak zorundayız.
Bütün bunları vurgulamamıza rağmen, genel değerlendirmeler ucuz yaklaşımcı, düşürücü, tıkayıcı, basitleştirici, ağavari ve köleleştiricidir. Demek ki, doğru ilişki geliştirmek mücadele ister. Yani kolay ilişki tarzı yoktur. Dolayısıyla yoldaşlık en yoğun savaşımı ifade ediyor. Yani geleneksel, inkârcı ve yüzeysel ilişki tarzı itibar etmediğim ilişki tarzıdır. Devrimci tarzı, yoldaşlık tarzını deniyorum. Bu çok zor bir tarzdır, ama örgütlüyor, partileştiriyor ve savaştırıyor, bu anlamda güzelleştiriyor ve sevdiriyor.
Üslubunuzu, örgütlülük ve savaşçılık düzeyinizi geliştirin, kendinizi sevdirin, bunu doğru yapın, emeğinizle yapın ve oynamayın! Kişiliğinizde geleneklerden, inkârcılıktan ve yüzeysellikten eser bırakmayın! Böyle yaklaşırsanız sevgili bir yoldaş olursunuz; o zaman herkes sizi sever, sayar, hürmet eder. Bu insanlarla da her türlü devrim başarıya gider, toplum kurulur.
Mevcut gerilla faaliyetlerimiz, hatta kitle çalışmalarımız kadının özgürlüğüne katkı sağlıyor ve eskisiyle kıyaslanmayacak gelişmelere yol açıyor. Ama biz hala bunun yeterli olduğunu ve gelişmelerin sağlama alındığını söyleyemeyiz. Her an eski anlayışlar ve tutumlar hortlayabilir, hatta eskisinden daha olumsuz gelişmelere de yol açabilir. Zaman zaman geleneksel yaklaşımlar hortlatılıyor; erkekle ilişkiler en tasfiyeci ve en haince kaçışlara kadar yol açabiliyor. Ciddiyetten uzak, yüzeysel yaklaşımlar ortamı bulandırıyor. Yani yüce özgürlük amacıyla yola çıkıldığı halde tersi sonuçlara yol açılması sıkça rastladığımız olaylardandır. İşleri genel anlamda “Devrim olur, özgürlük kazanılır” düzeyinde ele almadan, geleneksel, inkârcı ve yüzeysel yaklaşımlar ve küçük burjuva liberal tutumlarla kendimizi aldatmadan, eksik veya yetersiz bırakmadan, özgünlüğe göre çözüm yolunu açıkça ortaya koyan, bunu da rastlantıya ve kişilerin niyetlerine terk etmeden, örgütlü, yönetimli ve denetimli bir yapı ve kurumlaşmayla sağlama almanın en doğru tutum olacağını belirtmek zorundayız. Bunları kavrayıp gereklerini yerine getirme göreviyle karşı karşıya bulunmaktayız. Dolayısıyla eğitim ve örgütlenme büyük önem taşır. Hele sıra ordulaşma işine geldiğinde daha fazla yoğunlaşmak gerekir. Bu gerekçeler göz önüne getirildiğinde, başta gerilla olmak üzere çeşitli faaliyetlerde kadın ordulaşmasını ve örgütleşmesini geliştirmek; özgürlüğün garantiye alınması açısından geleceğe ertelemeksizin bunu günlük olarak hemen şimdi gerçekleştirmek büyük öneme haizdir. Günlük olarak özgürlük eyleminizi ruhta, düşüncede, örgütlenmede ve yaşamda sağlamak, özümsemek ve yaşatmakla sorumlu olduğunuzu, çabalarımızın sürekli ve yoğun olduğunu kavrarsak, gerçek bir kurtuluş faaliyetinden bahsedebiliriz. Ancak o zaman kimliğimizin, özgürlüğümüzün, taleplerimizin ve amaçlarımızın gerçekleşmesine gerçekçi bir tarzda katkı sağlayabiliriz.
Önümüzdeki dönemde de kadın ordulaşmasına elimizden gelen katkıyı sunacağız. Şu an oldukça bilinçleniyorsunuz, özgür bir kişilik olarak sürece katılıyorsunuz. Bunlar sağlıklı bir örgütleme için gereklidir ama yeterli değildir. Kadrolaşmanızı biraz daha ilerlettikten sonra, birçok görev sahasına görevli, hatta önder düzeyde yükleneceksiniz. Geliştireceğiniz örgütlenmeler ve bundaki başarı düzeyi sizi kesinlikle özgür yaşama yaklaştıracaktır. En gerçekçi tarz budur ve buna yüksek değer biçiyoruz. Bunu her zamankinden daha fazla düşünme, tartışma, karara bağlama ve özellikle pratiğe geçirme vazgeçilmez bir uğraşınız olmalıdır.
Benim sevgim savaşı geliştirenedir; örgütü, vatanseverliği ve özgürlüğü geliştirenedir. Ne diye beni örgütten ve savaştan uzaklaştıracak olanı seveyim, ne diye ona ilgi göstereyim ve değer vereyim? Kim olursa olsun, savaşa, örgütlenmeye ve partiye hizmet etmeyeni bir çırpıda atabilmeliyiz. Şu ilke egemen olmalıdır: Biz yaşamımızı mutlak olarak devrimin emrine vermişiz. Yaşamımız, tutkumuz, heyecanımız ve coşkumuz devrimdir, devrimi geliştirmedir.
Toplumumuzun bilinen özellikleri ve almış olduğu bir düzen kültürü var. Herkesin kendini bir numaralı komutan ilan etme durumu, hastalık gibi üstten aşağıya doğru yansıyor. Kendilerini temel parti disiplininden koparmışlar, zaten askeri yetenekleri de fazla yok. Emekleriyle yaşayamamışlar, daha ağırlıklı olarak benim özgün çabalarımın üzerine ucuz yaşamayı bir meslek haline getirmişler. Merkezi rolüne, komuta rolüne sahip çıkma yerine, varolan olanaklar üzerinde kendilerine göre “imkan ortaya çıktı, onunla yaşayacağımız kadar yaşayalım” veya “düzen biraz yaşam şansı veriyor, kaptıracağımız kadar kendimizi buna kaptıralım” diyorlar. Böyle bir tehlike var. Bunlar, Kürt kişiliğindeki ve genelde düşürülmüş halklardaki özelliklerdir. Özgürlük veya anlayış tanınamaz. Bize ne kadar kötülük geldiyse, bu anlayış sayesinde geldi. Biz zaferi kazanabilirdik, onun bütün olanakları elimize geçirilmişti. Halen birçok karargahımız, alan sorumlumuz temel üslenmeye, onun özellikle lojistiğine, mevzilenmeye, savaşçısını özellikle de ruhta, beyinde hazırlamaya ilgi bile göstermek istemiyor. Sanki en temel sorunlar bunlar değilmiş gibi, ucuz yönetim, gücü ucuzca kontrolü altına almak istiyor ve bu gücü niçin kullanacağını da doğru-dürüst bilmiyor. Bir hastalık türü! Bir dağın stratejik önemini görmek zor mu? Bir savaşçının öncelikle ruhta ve bilinçte kazanılmasını düşünmek zor mu? Ruhunu kazanmazsan nasıl savaştıracaksın?
Bir pratik birlik komutanlığı görevine soyunsam, o birliği ateş birliği yaparım, fırtına birliği yaparım. Görev budur. Hazır birlikleri bile gevşetecek, sağa-sola savuracak, ondan sonra da karşımıza çıkacaksınız. Komutan dediğin, günlük olarak yoğunlaşan demektir, taktik önderlik böyledir. Madem komutanlığa soyunuyorsunuz, benden bile daha fazla düşüneceksiniz. Çünkü taktik Önderlik, günü kılı kırk yarmakla geçirir. Çok rasgele, çok plansız, tesadüfen vurduysanız kardır. Ama çoğunlukla ucuzca kaybediyorsunuz. Planlı olmayan savaşamaz. Plansız bir gerilla felaket getirir. Planın özü, elde olanı en verimli kullanabilmek, zemini ve süreci bu temelde değerlendirmektir. Planlı devrimci her şeyiyle böyledir. Elbette ki bu, kendini toparlamadır, sistematize etmedir, her şeyden önce kendine sahip çıkmadır. Bir devrimcide bundan başka ne aranır?
Savaş sanatının başka yolu yoktur. Yoğunlaşmaktan ve anı anına her şeyi gözetmekten başka bir yöntemle komutan olunmaz. Ancak bunu göze alan kişi komutanlıkta rol oynayabilir. Köylü usulü, kasaba usulü kendini kandır ve “imkanları kullanıyorum, kestirmeden komutan oluyorum!” de. Bu basitliklerinizi terk edeceksiniz. Bu şiddetli olayların, olguların etkisiyle kendinizi hızla askeri savaş sanatının gereklerine göre yoğunlaştıracak, görüş ve irade sahibi yapacaksınız.
Yıllarca savaştıktan sonra askeri usulü, yoğunlaşmayı ve mevzilenmeyi, yerinde adım atarak ve sözünü de yerinde söyleyerek gerçekleştirmeniz gerekiyor. Bu kadar desteğimize rağmen halen daha doğru dürüst konuşamıyorsunuz, adımlarınızın büyük bir kısmı hatalıdır. Kendilerine bir bebeklik hastalığı yakıştırmışlar ve “hislerimize göre hareket ettik, bol bol ağladık” diyorlar. Bu neyi kurtarır? Size göre bu, yaşam tarzınızdır. “Yüzyıllardan beri böyle gelmiş, böyle gitsin” demek, kendinize de bize de yapabileceğiniz en büyük saygısızlıktır. PKK olayı buna “dur” demekle başlar. Böyle asker ve komutan olunmaz. Art niyetlisiniz, çaba ve cesaretten yoksunsunuz demiyorum. Ben bu işin sorumluluk ve ona göre de bir kişilik istediğini söylüyorum.
Gerillayı gerçekten uygulayabilecek miyiz? Gerilla savaş stilini, gerillanın üslenmesini, hareketliliğini, ileri-geri çıkışlarını, bölünmesini ve birleşmesini tam bir klasik anlamda gerilladan tutalım özlü gerillamıza doğru yaratıcı bir biçimde derinlikle uygulayabilecek miyiz? Sayı genişliği sorun değil, buna nitelik ve derinlik kazandırabilecek miyiz? Bunun da çözümlenmesi için özellikle komutanın rolünü önemle belirledik. Doğru komuta kişiliği, özellikleri, görevleri, gelişimi nasıl yerine getirilir? Komuta nasıl yaşar, nasıl savaşır? Bu konularda son süreçte muazzam çabalar gösterildi. Her şey oldukça netleştirildi, sayı olarak da yedekleriyle birlikte hemen her birim de hazır hale getirildi. Teknik imkanları da biraz kullanarak, bu netleşme düzeyini her alana rahatlıkla ulaştırabildik. Gençsiniz, kendinize güvenebilirsiniz. Yine başarıya da susamışsınız. Başarıya susamışlık işin temelidir, ilerisini düşünme gücüdür, sabırdır ve sağlam taktikleri esas almadır. Sanırım bunu da az-çok biliyorsunuz, öğrendiniz. Biz kendi başımıza bu savaş sanatını buraya kadar getirdiğimize göre, siz desteğimizle çok daha ileri noktalara kesinlikle götürebilirsiniz. Başka türlü Önderlik yaklaşımları, parti yaklaşımları ve düşman yaklaşımları olamaz. Biz insana güveniyoruz, ama bu çerçevede. Kendinize yakıştırdığınız çerçevelerde güçlü önderler, komutanlar ve onun orduda savaşım ustaları olunamaz.
Demek ki derinleştirilmenin de bir çok imkanı artık mevcuttur. Öyle komuta yetkisini keyfince kullanabilmek, bazen hiç savaştırmamak, bazen intiharvari savaştırmak, bazen gerillayla hiç alakası olmayan mevzi savaşını, yanlışlığı, kayıpları çok açık olan bir sürü yanlış savaş biçimlerini denemek artık mümkün değildir ve bunun sınırları son derece daraltılmıştır. Hatalar net de olabilir, ama bunların hiç birisi artık taktik dışı gelişmeyecektir. Bunun için birliklerin tecrübesi oldukça geliştiği gibi, komuta yenilenmesi de tamamen imkan dahiline girmiştir. Komutan olmak isteyen, nelere dikkat etmesi gerektiğini, neleri yerine getirmek zorunda olduğunu artık adı gibi bilmektedir.
Sizden çok şey istemiyoruz. Dikkatlice böyle bir düşüncede güç sahibi olmayı, devrim işine yüksek bir ciddiyet ve saygıyla eğilmeyi sağlayabilseydiniz işler ilerlerdi. Savaş çok ciddi bir olaydır ve ciddi olmalıdır. Kaldı ki, siz savaştan korkmuyorsunuz; ama onun sanat gibi ele alınmasını, savaşımın, yaşamın ve sevginin doğru biçimlerine hakkını vermesini bilmiyorsunuz. Bu, sizin savaşı daha iyi kavramanız gerektiğini ve davranışlara dökmenizin önemli ve zorunlu olduğunu gösterir. Kolaya boyun eğmeyin, hakkınız olmayana yeltenmeyin, yüksek ilginizi eksik etmeyin. Yine tutkularınız olsun, ama bunlar savaş ve sevgi tutkuları olsun, ona dönüşsün; birbirinizi yüksek koruma gücü kadar, birbirinize karşı yüksek eleştiri gücünüzü de koruyun. Kendinizi böyle yaratamazsanız ya düşman sizi çok rahat, yersiz ve zamansız götürür ya da parti karşısında boynunuz hep eğik olur, yere bakarsınız.
Devrimciler özgür insanlardır. Özgür bir insanın önünü kimse kesemez. Tüm bu yaklaşımlar göz önüne getirildiğinde, yaşamın büyük bir gücü haline gelenler savaşın da büyük bir gücü olurlar. Sizlerin sorunları yurtseverlik ve onun savaşımı sorunlarıdır, devrim ve onun sorunlarıdır, parti ve onun sorunlarıdır. Bu anlamda kendinize özgü bir kişiliğiniz de yoktur. Kadın bu konuda en fazla partili, yurtsever ve en fazla savaşta olandır, ama bir yandan da özgür yaşam biçiminde ifadesini bulur. “Geleceğe yansıtmak” diyorsunuz, biz bunun kolay olmadığını böylece vurgulamış olduk. Hiçbir arkadaş “Benim bireysel kaderim ne olacak?” deyip kendini dar bir düşünceye kaptırmasın. Ben de dahil, hepimizin kaderi kurtuluşun bütünüyle yürümesine bağlıdır. Parti iyi yürürse, yoldaşlık iyi yürürse, cinsin özgürlüğü iyi yürürse, kişi de kurtulmuş sayılır. Bunlar iyi yürümedikçe, bunun dışında hiç birimiz özgür kurtuluş, özgür rahatlık beklemeyelim.
En değme savaşçılar da dahil, acaba şu anda askerileşmenin neresindeyiz? Olanaklarıyla, planları ve perspektifleriyle neresinde olmalıyız? Soruna gerçekçi yaklaşan var mı? Bunun için nelere, nasıl yaklaşılır diye PKK çizgisinin gereklerine göre gerçek bir yaklaşım gösteren olacak mı? Sorumlulukları benim üzerime yıkıyorsunuz. Ben bundan kaçmam, zaten devrimin bütün sorumluluklarını üstleniyorum. Ama sizin de küçük bir vicdan muhasebeniz olmayacak mı? Her şeyi yıkabilirsiniz, zaten her an yıkıyorsunuz. Bu konuda dayanıklıyım. Ama biraz kendinize bakıp “Ben kimim, hakkım ne, görevimi görebildim mi, kullanabildim mi, neyle uğraşıyorum, nasıl uğraşıyorum?” dediniz mi? Gözlerinizle içinize yönelebilecek misiniz?
Yanlış anlamayalım; çok az çalışıldığı veya az çaba sahibi olunduğu için eleştirilmiyorsunuz. Devrim bir sanattır; öncelikleri, olasılıkları ve ufku, onun temposu ve kişiliğe mutlak yansıtılması gereken hususları vardır. Askeri ve siyasal kafa sahibi olmanın, tavır sahibi olmanın bazı mutlak gerekleri var. Belki harcadığınız çaba fazladır, ama benim anlatmak istediğim biraz daha değişiktir. Öyle bir tarzınız oluşmalı ki, vicdanınızın emrediciliğini ve yine ustalığınızın sonuç alıcılığını düşman hissetsin; halk da “Tamam, böyledir” diyebilsin.
Nasıl yaşamalı, ne yapmalı ve nereden başlamalı sorularına verilecek ilk ortak cevap, sistem içinden ve sisteme karşıtlık temelinde başlamalıdır. Fakat sistemin içinden sisteme karşıtlık eski bilgeler düzeyinde her an ölüm pahasına hakikat savaşçılığını gerektirir. Nasıl yaşamalı nereden başlamalıyla iç içe olarak modernitenin bir zırh gibi giydirdiği deli gömleğini çıkarır gibi nefret ederek bu yaşamdan vazgeçeceksin. Gerektiğinde her an kusarak içindeki bu yaşamdan mideni, beynini, bedenini arındıracaksın. Sana dünya güzeli gibi kendini sunsa bile içini kusarak yanıt vereceksin. Ne yapmalı sorusuna diğer iki soruyla iç içe olarak sisteme karşı hep eylemlilik biçiminde bir yanıtla karşılık vereceksin. Ne yapmalının cevabı bilinçli ve örgütlü pratiktir.
Demokratik modernite sistemi açısından üç sorunun yanıtı sistemin unsurlarıyla ideolojik ve eylemsel buluşmayı ifade eder. Modernitenin akademik dünyasını sadece eleştirmekle yetinmeyen, alternatifini geliştiren yeni akademik birimler içeriklerine göre çeşitli adlarla inşa edilebilir. Güçlü bir akademik kadro olmadan demokratik modernite unsurları inşa edilemez. Akademik kadro ne kadar demokratik modernite unsurları olmaksızın anlam ifade etmezse, demokratik modernite unsurları da akademik kadrolar olmaksızın anlam ifade etmez, başarılı olamazlar. İç içe bütünsellik, anlam ve başarı için şarttır. Kapitalist modernitenin sırttaki lanetli elbise gibi duran fikri, zikri, eylemi ayrı anlayışını mutlaka terk etmek, aşmak gerekir. Fikir-zikir-eylem asla birbirinden ayrılmaz hakikatin hep sırtta tutulması bütünlük içinde giyilmesi, yaşanması gereken yücelik nişaneleridir. Üçünü bir arada; nasıl yaşamalı da, ne yapmalı da ve nereden başlamalı da temsil edemeyen, hakikat savaşına çıkmamalıdır. Hakikat savaşı kapitalist modernite çarpıtmasını kabul etmez. Onunla yaşayamaz. Özcesi akademik kadro beyindir, örgüttür ve bedende (toplumda) kılcal damarlarla yayılandır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir.
Ortadoğu kültürü kendini yenilerken bunun hakikat devriminden geçtiğini de bilmek durumundadır. Hakikat devrimi bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimidir. Kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyasından ve yaşam tarzından kurtulma devrimidir. Dinlerin ilk doğduklarındaki elçi ve havarileri gibi yaşamayı bilmedikçe, hakikat peşinde koşmadıkça hakikat savaşı verilemez. Verilse de başarılamaz. Ortadoğu’nun; yenilenmiş kadın tanrıça bilgeliklerine, Musa, İsa ve Muhammedlere, Saint Paul’lara, Mani’lere, Veysel Karanilere, Hallacı Mansurlara, Suhreverdilere, Yunus Emrelere, Bruno’lara ihtiyacı vardır. Hakikat devrimi, eskilerin eskimeyen ama yenilenen mirasına sahip olmadan başarılamaz. Devrimler ve devrimciler ölmez, sadece miraslarına sahip çıkılarak yaşanabileceğini kanıtlar. Ortadoğu kültürü fikri-zikri-eylemi bütünleştirmenin kültürüdür ve bu yönden çok zengindir. Demokratik modernite bu kültüre, uygarlığın ve kapitalist modernitenin eleştirisini ekleyerek katkısını sunacak, tarihi rolünü oynayacaktır. Demokratik çağın hakikat militanı, bu kimliği kişiliğine kazıyan, yaşam mirasını özgürce yaşayan ve yaşatandır.
Uygarlığın karanlık çağlarında kadın derin bir yokluğu yaşamıştır. Aslında ben bu uygarlığı karanlık, buzlu, karlı bir çağ olarak görüyorum. Fakat 2000’li yılların başından itibaren kadın baharlaşması başlamıştır. Uygarlık tarihi boyunca kadın cinsine yönelik yalancılığa ve zorbalığa dayalı egemenliğe, sert kışına ve sert karına karşı karı ve buzu delen kardelenler gibi kadın özgürleşmeleri gerçekleşmektedir. Bunu kadın baharlaşması, kadın baharına doğru, sert kışa ve kara karşı çiçeklenme, kadının özgürlük hareketinin çiçeklenmesi olarak görüyorum.
Özgürlük, ekmek ve sudan daha değerlidir. Kadın özgürleşmesini Ortadoğu’da zeka, savunma, güzellik temelinde baharla birlikte bir güneş gibi yaratacağınıza inanıyorum. Bu topraklar nasıl ana tanrıçayı yaratmışsa şimdi de özgür kadını yaratacaktır. Cesur ve güzel bir çabadır. Başaracaklarına inanıyorum, bu temelde onları kutluyorum.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan