HABER MERKEZİ –
Kadın konusu sınıf ve ulus gerçekliğinden daha önemlidir. Hem tarihi hem de sosyal bakımdan kapsamlıdır. Sınıfsallık ve ulusallık adına yapılan politikacılıktan daha değerlidir.
Bunun için kadının bu konuda en alttaki ve tümüyle toplumdan dıştalanmış sınıf olduğu gerçeğinin görülmesi ve bu tarihin doğru çözümlenmesi gerekiyor. Günümüze kadar kadının tarih ve toplum gerçeğinin açığa çıkarılması gerekiyor. Bunun için derinliğine araştırma ve eğitim gerekir. Neolotik toplumdan sonra gelişen sınıflı toplumdan bu yana erkek egemenliği, erkeğe dayalı olarak sürekli geliştirilen erkek egemenliğine dayalı iktidarlaşma, sınıflaşma, askerleşme ve dinleşme olgularının geliştiği, bunların hepsinin içinde baskı-sömürünün gizlendiği uygarlık, vahşet halini almıştır. Burada cins egemenliğinin payı büyüktür. 20. yüzyıl bu anlamda en vahşi geçen bir yüzyıl olmuştur. Fazla tarihe girmeyeceğim ama 19. yüzyıl nasıl burjuva partilerinin, 20. yüzyıl emeğe dayalı partilerin yüzyılı olmuşsa, 21. yüzyıl da kadına dayalı partileşmenin yüzyılı olacaktır. Kadının kendine dayalı politika sürecine girmesiyle insan hakları, toplum ve kültürel hakları, doğa ve çevre sorunlarına duyarlılık, çocuk hakları, sağlık ve eğitim sorunlarında derinliğine açılımlar sağlanması beklenilmelidir. Kadın partisi her düzeyde meşru savunma çizgisini esas almak, düşünce ve duygularında fiziki ve bedeni varlığı ile yaşamı konusunda askeri gücü değil, sonsuzluğunu esas alarak doğru bir meşru savunma çizgisini hayata geçirmek zorundadır. Her toplumsal grubun savunma hakkı kutsaldır. Grubun varlığına ve varlığıyla bağlantılı değerlerine yönelik her saldırıya karşı savunma gücü olmak, vazgeçilmez bir hak olmanın da ötesinde bir varlık nedenidir. Savunma gücüne klasik anlamıyla iktidar denilemeyeceği kanısındayım. Demokratik savunma gücü veya otoritesi demek daha uygun düşmektedir.
Bir bitki olarak gülün bile dikenleriyle kendini savunmak istediğini göz önüne getirdiğimizde, bu demokratik otorite paradigmasına ‘gül teorisi’ demek isterim. İlkel bir yosundan harikulade bir meyve ağacına, çimenli ortamdan dikenli güllere uzanmak canlılık yeteneğinin gücünü göstermektedir. Hele gülün güzelliği oranında dikenleriyle kendini koruma bağı arasındaki ilişki en anlamaza bile bir şeyler anlatabilir. Kadın barış ve demokrasiyi en çok gündeme getirmesi gereken bir güç olarak kendini geliştirmelidir. Kadın kültür ve sanat alanında en iddialı bir güç olmak konumundadır. Bu konularda bir anlayışın ve politikleşmenin sahibi olduğunuza inanıyorum. Bütün bu konuların sizleri zorluklarla karşı karşıya bıraktığını biliyorum. Bunu aşmanız için muazzam kişilik dönüşümleri, muazzam bir örgütlülük, derinliğine araştırma ve inceleme çabalarına ihtiyaç vardır. Ben dışarıdayken sizlere yönelik yaklaşımların tümü eğitimseldi. Bütün gücümle böyle çalıştım. Hiç kimsenin cesaret edemediği kadar erkek iktidarlaşmasını yıkmaya çalıştım. İmralı’dan da zaman zaman kısa mektuplarla size seslenmek istedim. Kuşkusuz daha kapsamlı ve derinliğine size ulaşmak isterdim. Attığınız bu adımın tarihi bir adım olduğuna inanıyor, bunun yalnız bir cins adımı olduğunu düşünmüyorum. Neolotik Devrim kadın tarihinin yaratıcılığının gerçekleştiği o coğrafya –(ki buraya verimli hilal), Toroslar ve Zagros arası, “altın hilal” denir- kadın devriminin beşiğidir. Kadın devrimi Sümer ve Mısır uygarlığının yaratılmasına ve kadının Neolotik Devrimde yarattığı tanrıça kültürüne bağlıdır. Bu coğrafya tanrıça İsis ve İştar’ın yeridir. Kadın burada aslında görkemli bir tarihe sahiptir. Sümerlerde kent devletiyle başlayan sınıflı toplumdan sonra kadın bu şansını günümüze kadar yitirdi. Sizler bu şansı tekrardan elde edebilirsiniz. Attığınız adımın, yaşadığınız bölgede neolotik devrimin çağdaş anlamda yeniden gerçekleşmesi anlamına geldiğini düşünüyorum. Yalnız Kürt kadınları olarak değil, Türk, Fars, Arap ve Avrupalı kadınlarla birlikte bu devrimi tüm dünyaya yayabilirsiniz. Bu bir din değil, bir kültür, bir düşüncedir. Ordulaşmadan başlayarak dalga dalga yayılacağınıza inanıyorum.
Biraz sabırlı olun. Burada mühim olan bireyin salt kazanması değil, çünkü bireyin kazanması da toplumun, cinsin kökten kazanmasına bağlıdır. Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Çünkü tümüyle düzene göre şekillendirilmişsiniz. Düzene göre şekillenmiş kişilik yıkılmadan, özgürlük gerçekleşemez. Çok radikal bir özgürlük amacım, çabam var. Hiç bu konuda şaşırmayın. Sizi geleneksellikten koparırken, erkekten koparırken, daha doğrusu köleleştirici ilişkilerden koparırken zorlanabilirsiniz ama bunun tercih edilmesi gereken bir özgürlük adımı olduğunu gözönüne getirirseniz, gerekli olanın da özgürlük olduğuna eminseniz, gerisi bana göre çöp sepetine atılması gereken ayak bağlarıdır. Bileklerinizdeki bilezikler, altınlar da olsa değersizdir, onları atmak lazım. Hatta elleriniz nasır da bağlasa, özgürlük temelinde kazanıldıysanız bu en büyük güzellik olur. İnsanlarımız ne yapıyorlarsa, kendi kendilerine yapıyorlar büyük oranda. Neden böyle olmuş? İnsanlar kendi kaderlerini niye çözemiyorlar? Tabii yıllardır, hele sizler özellikle, hangi durumlara düşürüldüğünüzü anlıyor musunuz? Felsefe de demeyeceğim, öyle bir anlayış altında bir yaşam ki, ta en erken yaşımda kaçtım sizlerden. Nasıl kabullendiniz bunu? Halen bu kadar özgürleştirme çabalarıma rağmen korkuyorum gerçeğinizden. Siz bunun ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz. Yenik insan, esir düşmüş insan duyarsızdır. Aslında devrim, insanın kendini en iyi yaratacağı eylemdir, ona da gücünüz yetmiyor. Bu kadar kendini geri erkeğe terkeden insanı da ilk defa kadın kişiliğinde çok daha somut görüyorum. Aslında dikkat edilirse, bizim burada verdiğimiz savaş çok şiddetli. Ortadoğu’da bin yılların köleleştirdiği insanı açmaya çalışıyoruz. Bu deyyus erkekler de çok öfkelendiriyor beni ama buna yol açan biraz da sizsiniz. Defalarca söylüyorum; bu şerefsizlerin durumu açıklığa kavuşmayıncaya kadar biraz kendinizi korumaya çalışın. Adamların durumu kritik. Bunu niye çözemediniz şimdiye kadar? Gerçi siz onlardan daha da çaresizsiniz, durumunuz daha da berbat. Ben kendime de çok öfkeleniyorum, neredeyse bir dövmediğim kaldı kendimi. Ama insanın yapma, yaratma aşkına, artık dayanmaya çalışıyorum.
İçtenliği olmayan sözlerden veya böyle geçiştirmeci laflardan müthiş nefret ederim. Ama düşünün ki sizin tümüyle yaptığınız, zayıflıkların dile getirildiği, fazla iddialı olmayan sözler. Devrim, bunu aşma eylemidir, ona da fazla ilgi göstermiyorsunuz. Siz de çok şeye razı edilmişsiniz, hemen herşeye. Bu da çok çirkin ve çok esef ediyorum ben buna. Bu razı edilmiş kişilik kadar gelişmeyi durduran başka bir özellik yoktur. Bunun aksi de, çok duygusal bir tepkicilik biçiminde gelişiyor. Bu da çok esef verici bir durumdur. Davranışlarınızı burada kırmaya çalıştık fakat çok direniyorsunuz, üzülüyorsunuz, zorlanıyorsunuz, neredeyse ağlayacaksınız. Veya korkarım bu çabalarımız sizi biraz yalnızlaştıracak ve bu da erkeğe daha kolay teslim olmanıza yol açabilir. Çünkü yalnızlığa fazla dayanacak haliniz yok. Ama yalnızlığa alışmadan da tanrıçalaşmak mümkün değil. Tanrıça nerede, siz nerede? Erkeğinin gölgesi altında olmazsa “namusum gitti” diye kendini sıfır gören bir gerçekliğiniz var. Namusunu erkeğin hâkimiyetinde gören kadın. Kendi bağımsız kişiliği ile asla namuslu olunamayacağını sanan kadın. Eski tanrıçalardan gerçekten geriye fazla bir şey kalmamış. Kandırmayın çok öfkeleniyorum ve yüzünüzden ne olduğunu da okuyorum. Hanginizin notu kaçtır? Davranışlarınızı terbiye edeceksiniz. Militan güzellikler odağıdır. Net, kesindir. Kolay hasta olmaz. Davranışlarının hepsi seçicidir. Pencereden sizi dinlediğimde bütün hareketlerinizin incir çekirdeği kabilinden tartışmalarla geçtiğini duyuyorum. En değerli kadın seviyeli olmayı başaran kadındır. Dikkat edilirse çabam çok anlamlı ve derin gidiyor. Gelişme de var. Peşini bırakmayacağız ve tekrar tanrıça kadar güçlü kadını birlikte gerçekleştireceğiz. Ona göre adımlarınızı pek yaman atmalısınız. Anlayış derinliğiniz sürekli olmalı. Kesinlikle erkeklere göre şekillenmiş kadının düşünce, duygularını atın bir yere ama yeni özgür kimliğe göre düşünce ve güzel duyguları da yavaş yavaş geliştirin. Sistemin toplumsal özelliklerini en çok kadında çözümlemenin öğretici değeri yüksektir. Baştan söylenmesi gereken bir husus da, herhangi bir toplumsal olguyu kendi başına siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel vb. ayrımlar altında incelemek ciddi sakıncalar içerir. Tarihsel bir bütünlük halinde sürekli oluşumu yaşayan toplumların tüm alt ve üst yapı sistemleri bir saatin parçaları gibi bütün halinde çalışır. Aşırı parçalara bölme hastalığı, Batı bilimciliğinin olgu bütünlüğünü yitirmek özelliğinden kaynaklanır. Bilimsel olarak da gerçeğin kavranmasını önemli oranda zorlayan bu yaklaşımı kullanırken bütünselliği göz ardı etmemek çok önemlidir. Kadın adeta tüm sistemin bir özeti olarak görülmeli ve öyle çözümlenmelidir. Kapitalist toplum nasıl tüm eski istismarcı toplumların devamı ve zirvesi ise, kadın da tüm bu sistemlerin köleleştirici etkisinin zirvesini yaşar. En eski ve en yoğunlaşmış hiyerarşik ve devletçi toplumun baskı ve sömürü cenderesinde biçimlenen kadını anlamadan toplumu doğru tanımlayamayız. Etnik, ulus ve sınıf köleliğinin doğru anlaşılmasının yolu kadın tanımından geçer.
Sosyal bilimin adeta mızrak çuvala sığmazken azıcık bilim konusu yapmaya çalıştığı kadın konusundaki incelemeler 20. yüzyılın son çeyreğine mahsustur. Feminist hareket, çevre, savaş ve iktidarların korkunç yıkımı tarih ve egemenliğin cinsiyetçi karakterini düşündürtmeye başlamıştır. Bu husus bile, en objektif olması gereken sosyal bilimler de dâhil, tüm bilimsel yapının cinsiyetçi karakterini gösterir. Tahakkümcü sistemlerin özgürlükle ilişkisi, nasıl daha kaba ve ince yöntemlerle sürdürülebilir biçimindedir. Adına çok aşk destanı düzülen kadınla en kaba ve çirkin köleliğe maruz kalan kadın aynıdır. Kafese -erkek hâkimiyetindeki ev- alınan kanarya misalidir. Belki sevimlidir, ama tutsaktır. Kuş bırakıldığında nasıl arkasına bakmadan uçar giderse, eğer kadın biraz bilinçlenir ve gideceği özgür bir yeri olduğunu bilirse, kaçamayacağı ev, saray, zenginlik, güç ve insan kişiliği yoktur. Hepsinden kaçma potansiyeli vardır. Hiçbir varlık kadın kadar tutsaklığa -özgür gelişmenin objektif ve sübjektif koşullarını bastırma ve yok etme- mahkûm edilmemiştir. Tüm toplumsal tahlillerin tutmamasının, plan ve programların yürümemesinin, insanlık dışı gelişmelerin ortaya çıkmasının da kadının kölelik düzeyiyle bağlantısı vardır. Bu nedenle kadın çözümü, özgürlüğü ve eşitliği sağlanmadan, hiçbir toplumsal olgunun yetkin çözümü ve özgürlük-eşitliği sağlanamaz. Kapitalizmin sisteme eklemesi ile ortaya çıkan kadın görünümünü metalaştırma düzeyinde görmek gerçeğe daha çok yaklaştırabilir. Klasik kölecilikte kadının pazarlarda en çok alınıp satıldığını iyi biliyoruz. Bu durum cariyeler biçiminde feodal kölelikte de yaygınca sürdürülmüştür. Burada satılan bütün olarak kadındır. Başlık, siyasi rant bu işlemin aile içine kadar yansımış biçimleridir. Kapitalizmde ise kasap misali gövde parçalara ayrılarak her kısmına fiyat biçme gibi unsurlar eklenmiştir. Saçından topuklarına, göğsünden kalçalarına, göbeğinden cinsel organına, omuzdan dizlere, belden baldıra, gözden dudaklara, yanaktan boyuna parçalanıp değer biçilmeyen hiçbir yeri kalmamış gibidir. Ne yazık ki ruhu var mı yok mu, varsa ne eder sorusu akla getirilmez. Beyince de o ezeli eksik akıllıdır. Özel ve genelevlerin zevk veren metasıdır. Çocuk makinesidir. En zor işlev olan çocuk doğurma emekten sayılmaz. Çok zor bir iş olan çocuk büyütmenin hiçbir ücreti yoktur. Tüm önemli ekonomik, sosyal, siyasal, askeri kurumlarda yeri numunelik değerindedir. Reklamların vazgeçilmez malzemesidir. Cinsiyeti en çok metalaştırılıp piyasaya sunulan yegâne varlıktır. En çok sövgü ve dövgü konusu yapılandır. Aşk yalanına en çok alet edilendir. Her şeyine karışılandır. Kadınca konuşması için özgün bir dil-deyim, ses düzeni biçimlendirilen kimliktir. İnsanca arkadaşlık yapılamayan insandır. En değme erkeğin bile yanında saldırı duygusundan vazgeçemediği insandır. Her erkeğin üzerinde kendini imparator sandığı nesnedir kadın artık.
Tanım daha da zenginleştirilebilir. İşin ilginç yanı, bu kadar olumsuz özellikleriyle bezenen bir kimliğe karşı erkek egemen toplumun onunla rahat yaşayabileceğini sanmasıdır. Demek ki, çok uysallaşmış bir köle sayılmaktadır. Aslında onurlu bir erkek insan için bu kadar olumsuzluğa örgütlenen bir olguyla ortaklaşa yaşamak müthiş zor ve alçaltıcıdır. Her ne kadar Eflatun kadını devlet ve toplumdan tümüyle dışladığı için eleştirilse de, yaklaşımında bu alçaltıcı özellikler etkindir. Birçok filozofta olan bu hususu doğru okumak gerekiyor. Örneğin Nietzche’de bu özelliklerle ortak yaşamak kişiyi kesinlikle bozar. O halde neden kadın düşkünlüğü toplumlarda çok güçlüdür? Çünkü bu toplumlar düşürülmüştür de ondan. Erkek düşürülmüştür de ondan. Bu, köleliğin geçişken özelliğinden ileri gelmektedir. Bu kadar yararlı bir köle, köleliğe alıştırılan insanlar için elbette en çok aranan ortak olacaktır. Dolayısıyla batırılan kadın batırılan toplumdur; düşürülen erkektir. Böyle başa böyle tarak. Özcesi kadınlık olgusu yetkince aydınlatılmadan, doğal toplumun özgür ana-kadınlığı ile sınıflı uygarlığın özgür bilinçli kadınlığı bütünleştirilmeden, dengeli ortak yaşam arkadaşı yaratılamaz. Bunun eş benzeri erkeklik de yeniden oluşturulmadan bu birliktelik sağlanamaz. Kapital finans, insanlığın reddidir. Kapital finans, kadın cinsiyetçiliği üzerinden topluma egemen olmuştur. Beş bin yıllık bir meseledir ve kadının da buna karşı görkemli direnişi vardır. Ancak nasıl yaşamak gerektiğini iyi anlamak lazım, kendini bu temelde iyi tanımak lazım. Bana da özgürlükçü temelde yaklaşsınlar. Ben kadınla tamamen özgürlük temelinde ilişkilendim. Kadın için olduğu kadar halk ve erkek için de özgürlükçü çizgi esas olmalıdır. Kapitalizm bunlarla iktidarını sağlıyor. Bununla kadın üzerinde, toplum üzerinde iktidar oluyor. İşte üç S demiştim. Futbol, sanat dedikleri şey, reklamcı kızlar, magazin dediğiniz şey! Herkes futbolkolik olmuş, futbolla yatıp kalkıyorlar. Sanatçı diye her gün bir sürü insan çıkarıyorlar. Kimin kiminle olduğu belli değil, o mankenlik, magazin dedikleri şey bunu yapıyorlar, buna da sanat diyorlar. Bu gerçek sanat değildir. Her gün bir sürü uygunsuz şey yapıyorlar, adına da sevgi, aşk diyorlar. Onlarda insanlık, ruh kalmamış. Ben geçenlerde de söyledim. İşte aşk günü, sevgililer günü ilan etmişler.
Kapital finansla insanları bu hale getiriyorlar. Finans Kapitale karşı Anti-tekel bir anlayışla örgütlenilebilir. Kadınlar da bu örgütlenme içerisinde yer alabilir, almalıdır. Collingwood kadınlar için Sömürge Ulus: Kadınlar, diyor. Doğrudur, benim yaptığım tespiti yapmış. Dünya Sistemi kitabında da bazı ipuçları var, bazı tespitler var. Kadın özgürlüğü çok önemli, kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez. Siz zaten kadınlarla görüşüyorsunuz, benim bu düşüncelerimi onlarla paylaşırsınız. Özgürlük temelinde çalışmalarına devam etsinler. Aydınlar da demokratik siyasette yer almalılar. Kapital finans, her şeyi denetimi altında tutmak istiyor. Bu söylediğim çok inanılmaz da gelebilir ama kendini doğru tanımadan mücadele edemezsiniz. Hatta bu iktidarı doğru tanımlamaz ve anlayamazsanız tasfiyeci Osman’ın durumuna düşersiniz. Hatta sizi kullanırlar, nasıl kullanıldığınızı bile anlayamazsınız. Beni de tanımlamak istediler. İtiraf etmeliyim ki, bir dönem ben de modernite hastalığına tutularak, ana-baba dahil, her şeyinden kaçmak istedim. Hayatta en büyük yanılgımın bu olduğunu kendime sıkça itiraf ederim. Ama Bradway’ın gözleminden tümüyle kopmadığımı biliyorum; o eteklerin çocuğu olarak, dağların başını tanrı ve tanrıçaların kutsal tahtı, eteklerini ise bolca yarattıkları cennetin köşe parçaları olarak görüp hep dolaşmak istedim. Adım daha çocukken ‘dağ delisi’ olarak çıkmıştı. Sonradan öğrendim, bu yaşam daha çok tanrı Dionysos’a aitmiş. Peşinde ve paşında (Kürtçe, önünde ve arkasında) Bakha’lar adlı özgür ve sanatkâr kızlar grubu dolaşırmış. Birlikte yiyip içip eğlenirlermiş. Bu tanrısal yaşamı sevmiştim. Filozof Nietzsche de bu tanrıyı Zeus’a tercih etmiş. Hatta birçok özdeyişinin altına ‘Dionysos’un Çömezi’ unvanını atarmış. Köydeyken ve dinin gereklerine pek uymasa da, kızlarla nişan, baş göz oyunlarından çok, birlikte oynamaya çok istekliydim. Doğalı da bana göre böyle olmalıydı. Hâkim kültürün kadını kapatmasına asla hoşgörü göstermedim. Namus dedikleri kanunu tanımadım. Halen kadınla sınırsız özgür tartışmaya, oynamaya, yaşamın diğer tüm kutsallarını paylaşmaya yanıtım ‘evet’, ama birbiriyle adına ne dersek diyelim, gerekçesi ne olursa olsun, güç temelinde ve mülkiyet kokan köleliklere, bağlılıklara ise sonuna kadar ‘hayır’dır. Bu dağlarda özgür kadın gruplarını hep tanrıça esiniyle selamlayıp öyle ‘anlamlaşmaya’ çalıştım. Sıkça haberlerde geçen “Kamyon ve traktör kasalarına doldurulmuş bir grup Güneydoğulu kadın filan bölgede ırgatçılığa giderken yol kazasında öldüler” cümlesini duydukça, sözde bu kadınların sahibi erkek, aile, hiyerarşi ve devletine olan öfkemi hiçbir olaya daha göstermediğimi de sıkça hatırlarım. Tanrıça soyundan geriye bu kadar düşüş nasıl olabilir? Aklımın, ruhumun asla kabullenmediği bu düşüşü zihnime asla yedirmedim. Benim için kadın ya tanrıça kutsallığı içinde olacak, ya hiç olmayacaktı. Şu sözün doğruluğunu hep düşünürüm:
“Bir toplumun kadınlarının yaşam düzeyi, o toplumun tanımında esas ölçüttür.” Anam için neolitiğin ‘ana tanrıça kültüründen kalma’ sözünü kullanmıştım. Onlar gibi şişmandı. Modernitenin yapay ana inşası ondaki kutsallığı görmemi engellemişti. Hayatımda büyük acılar yaşamama rağmen, hiçbir olaya ciddi olarak ağlamadım. Fakat modernite kalıplarını yıktıktan sonra, başta anam ve onun şahsında tüm bölge (Ortadoğu) analarını hep içim burkularak ve gözlerim yaşararak hatırlarım, bakarım. Anamın zorbela taşıdığı kuyu satılından (bakracından) daha yarı yoldayken yere indirip yudumladığım suyun anlamına, en seçkin ve yürek burkucu hatıralarım olarak bakarım. Herkesin yaşadığı ana-baba ilişkilerine, moderniteyi tüm zihin kalıplarında yıktıktan sonra bakmalarını tavsiye ederim. Aynı bakış açılarını tüm neolitikten kalma ‘köyün ilişkilerine’ de yansıtmalarını isterim. Modernitenin en büyük zaferi, şüphesiz on beş bin yıllık inşa edilmiş kültür bakışımızı yıkması ve hiçe indirgemeyi başarmasıdır. Bu kadar yıkılmış ve hiçe indirgenmiş birey ve topluluklarından soylu, özgür bir bakış, direniş ve yaşam tutkusu beklenemeyeceği anlaşılırdır. Kapital finans beni denetleyemediği için bugün buradayım. Bizim özgürlükçü çizgimiz ile işbirlikçi çizgi mücadele halindedir. Sizi para pul, kadınlarla kandırmaya çalışacaklar. Kendi çizgilerini böylece oturtmak istiyorlar. Kapital finans, kadını bu anlamda korkunç kullanıyor. Reklamlar tamamen kadın üzerine kurulmuştur. Kapital finansın iktidar mantığı ya bu iktidara tabi olursunuz ya da ölürsünüz üzerine kurulmuştur. Başka bir seçenek tanımıyor. Kadının cinsiyetçiliğini bu iktidarın aracı olarak kullanıyorlar.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan