BEHDÎNAN – PKK’nin, Kürt halkını yok sayan inkar, imha, asimilasyon ve katliam rejimi olan soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadelede kazanan taraf olduğunu belirten PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, “TC devleti, PKK karşısında sayısız kere yenilmiştir. Bu yenilgiyi yaratan, PKK’nin karşısında savaştığı rejime karşı sahip olduğu özgürlük ahlakı, topluma dayalı politika anlayışı ve savunma çizgisindeki tutarlılığıdır” dedi.
PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Soykırımcı sömürgeci TC işgalciliğine karşı Kürdistan ve yurt dışında gelişen gerilla ve halk direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz, Kürt halkı nasıl bir süreci yaşamaktadır?
Öncelikle içinde bulunduğumuz bu görkemli mücadele sürecine tarihte eşine rastlanmayan bir direnişle öncülük eden gerilla güçlerimizi hem selamlıyor hem de kutluyorum. Avaşîn, Zap, Heftanîn, Xakurkê başta olmak üzere Kürdistan’ın dört parçasında mevzilenmiş olan gerillamız, Kürdistan’da uluslararası sistem tarafından desteklenerek, Kürt halkı üzerindeki soykırım sisteminin bekçiliğini yapan AKP-MHP faşizmine karşı başarılı mücadele tarzının gerillacılık ile olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Buna 21. yüzyılın gerillacılığı denilebilir. Demokratik modernitenin gerillası olma şeklindeki tanımlama da oldukça isabetlidir. Adına ne dersek diyelim halkları, ezilenleri, kadınları, işçileri, işsizleri kapitalist sistemin kapısında modern köle haline getirmek isteyen bir saldırıya karşı insanlığın ilk olarak toplumsallaştığı Zagros dağ silsilesinde bu özgür yaşam ve direniş geleneğini içinde bulunduğumuz yüzyılda ayakta tutmak, tarihsel olarak çok değerlidir.
Bu anlamda Kürdistan’daki gerilla şahsında demokratik toplumların direniş geleneği ayaklanıp dile gelirken karşısında da devletçi, iktidarcı, erkek egemenlikli uygarlığın değerleri birleşik olarak saldırı yürütüyor. Dar bir tanımlama ile gerilla ile Türk ordusu karşı karşıya gelmiş olsa da özünde mücadele, iki sistem arasındaki bir savaş olmaktadır. Nerede olunursa olunsun herkese nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koyan bu gerilla tarzıdır. Kısacası başta soykırımcı, sömürgeci rejimler olmak üzere her türlü egemenlik ilişkisine karşı mücadele ederken nasıl bir örgütlenme, ilişki, yaşam, irade, ölçü, kararlılık, cesaret ve iddia sahibi olunması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Devrimci halk savaşı stratejisine göre nasıl mücadele edilir sorusuna verilen yanıt, bu gerillacılık tarzındadır ve sadece dağlarda özgürlük savaşı yürütenler değil, özgürlük mücadelesi yürütmek isteyen herkesin bu ölçülere göre çalışması, mücadele etmesi, savaşması gerekmektedir. Şehirlerde, köylerde, mahallelerde soykırımcı sömürgeciliğe karşı direniş ancak bu temelde doğru şekilde gelişebilir. En az imkanla en etkili direniş olan gerillacılık ile AKP-MHP faşizmine her yerde darbe vurulabilir. Unutmayalım ki soykırımcılığa karşı direniş insan olmakta ısrardır, halk olmakta ısrardır, özgür olmakta ısrardır. Bize, halkımıza, tüm kadınlara direnmenin ve doğru mücadelenin yolunu açarak bu uğurda şehit düşen arkadaşlarımı sevgi ve minnetle anıyor, açığa çıkardıkları değerleri zaferle taçlandıracağımızı bu vesileyle bir kez daha belirtiyorum.
Kürt halkının içinde bulunduğu süreci tek kelime ile tanımlamaya çalışırsak; bu süreç ‘özgürlüğünü sağlamak’ olarak özetlenebilir. Bunun için zaten içinde bulunduğumuz dönemin hamlesi de bu temelde tanımlanmıştır. Kürt halkı, 45 yıldır PKK öncülüğünde tarihin en haklı, onurlu mücadelesini yürütmektedir. Bunu başta ‘terörizm’ yaftası olmak üzere hiçbir güç çarpıtamaz ve bu şekilde gizleyemez. PKK, bir halkı yok sayan inkar, imha, asimilasyon ve katliam rejimi olan soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele etmiş ve bu mücadelesinde kazanmıştır. TC, PKK karşısında sayısız kere yenilmiştir. Bu yenilgiyi yaratan, PKK’nin karşısında savaştığı rejime karşı sahip olduğu özgürlük ahlakı, topluma dayalı politika anlayışı ve savunma çizgisindeki tutarlılığıdır. Dikkat edilirse şimdi Kürt kanına doymayan MHP ve onun örtük ikizi AKP de ‘Kürt yoktur’ diyemiyor. Kürt var ama hakları olmaz, diyor. Yani inkarcılığı açıktan sürdüremedikleri için zamana yayılmış bir soykırım rejimini ayakta tutmaya, mümkünse yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun önündeki tek engel ise PKK’nin direnişi. PKK, Kürt halkının demokratik uluslaşmasının çekirdeği olduğu için kendisine Kürt’üm diyen her bireyi düşmanlaştırmak zorunda kalıyorlar. PKK’siz bir hakiki Kürtlüğün olmadığını göremeyecek kadar körce bakıyorlar. Bu gerçeklik AKP-MHP’nin içinde boğulduğu bir yaşam gerçekliği oluyor.
Bu topraklardaki ilk doğuşunu nasıl ki toplumsallığın ilk ve ana devrimi olarak gerçekleştirmişse, aynı halkın çocukları bu sefer yine aynı çizgi üzerinden ikinci doğuşunu demokratik modernite devrimi olarak gerçekleştirmekte ve insanlığı aydınlatmaktadır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz mücadele dönemi, varlığını ortaya koyan bir halk gerçekliğinin, Kürt halkının nasıl yaşayacağına ilişkindir. Klasik tanımlamayla kader tayin edilen denilmesi de bununla ilgili oluyor. Kürt halkının artık yok edilemediği ortaya çıktığına göre nasıl yaşayacaktır? Özgürce, kimlik ve kendi değerleriyle mi, yoksa başka ulusal varlıkların gölgesinde, nesnesi olarak, kölece mi? İçinde olduğumuz mücadelede özgürlük eğilimine dayatılan bu soykırım gerçekliği arasında geçmektedir.
Bölgedeki tüm gericiliğin kaynağı haline gelmiş olan Türk ulus devleti, AKP-MHP liderliğinde, faşizmi sistemleştirerek Kürt halkının özgür bir kimlik-varlık haline gelmemesi için amansız bir savaşı geliştiriyor. Erdoğan-Bahçeli ikilisinde dışa vuran, çoğu çevrenin fazla anlam veremediği saldırganlığın altında yatan gerçeklik budur. Kürt halkı varlığını, kimliğini özgür bir şekilde yaşamak istiyor. 2014’te çeşitli hazırlıkları yapılarak ve III. Dünya Savaşı’nın koşullarının açığa çıkardığı rüzgarı da arkasına alarak devreye koyulan ‘Çöktürme Planı’ 7. yılını da doldururken, hangi sonuçları açığa çıkardığı bir çok çevre tarafından değerlendiriliyor. Hareket olarak bunu hep değerlendirdik. Özgürlük iradesi ve direnişi ile bu planı boşa çıkaracağımızın farkında olduk. Halkımız PKK’yi çok iyi bildiği için öncülerinin duruşundan hiç kopmadı. Ne kadar saldırı olursa olsun geri adım atmadı.
Dönüp baktığımızda bu kadar baskı, zor, el koyma, saldırı, işgal, özel savaş yönelimi, kayyum, siyasi, askeri, toplumsal alanda gerçekleşen sözde güvenlik operasyonları nasıl bir sonuç açığa çıkarmıştır? Elbette Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin kurumları daraltılmış, silahların gölgesinde, OHAL koşullarında bir Kürdistan gerçekliği açığa çıkmıştır. AKP, Kürdistan’daki yönetim biçimi olan OHAL’i yeni koşullara uyarlayarak yeniden oluşturmuştur. Eskiden ordu güçleri, kışlaları ile yönetilen Kürdistan şimdi soysuzların elinde Türk polisinin, Türk ordusundan daha ahlaksız yöntemlerle saldırdığı bir ülkeye dönüştürülmüştür. AKP-MHP buna başarı diyebilir. Fakat bu durum mevcut iktidarın en büyük yenilgisidir. Bu anlamda Kürt halkı, Kuzey Kürdistan’da direnişini çok yönlü olarak sürdürmektedir.
Türkiye’nin en politik ve kararlı kitlesi Kürt kitlesi ise, bunun anlattığı çok şey vardır. Bu kararlılığın altında yatan şey, sadece politika üretenlerin çalışması değildir. Bu hiç yoktur demiyorum. Elbette başta demokratik siyaseti Türkiye’deki siyasal yaşama dayatan özneler olmak üzere bu konuda baştan zindanlar olmak üzere her türlü bedeli göze alan Kürt siyasetçilerin rolü vardır. Kürt halkına özgürlük istemek demek nerede olunursa olunsun Türk ulus devleti içerisinde ateşten gömlek giymek demek oluyor. Sorumluluk almak, risk almak, yaşamını buna göre değiştirip dönüştürmek demek oluyor. Kürt halkının kararlılığı tüm bunların ötesinde bir gerçekliğe dayanıyor. Buna özgür yaşamda ısrar diyebiliriz.
Bu siyasal duruş, Kürt toplumunun demokratik uluslaşmayı yaşadığını göstermektedir. Bu anlamda toplumsal direniş daha kapsamlı olarak sürmektedir. Bu vesileyle en son Batman’da şehit arkadaşımızın cenazesine katılan tüm halkımıza saygılarımı belirtmek istiyorum. Kürt toplumu, şehitlerine sahip çıktığı oranda özgür bir halk olmayı sürdürecektir. Şunu biliyoruz, her özgürlük şehidini büyük bir onurla, gururla sahiplenen bir halkımız vardır. Düşman son yıllarda çok özel tedbirlerle bunun önüne geçmek istemektedir. Fakat halkımız nerede olursa olsun, gerekirse bedel vermeyi de göze alarak şehitlerini omuzlarda taşımayı başarmalıdır. Şehitlerimiz sayesinde bu gün ayaktayız ve düşmanlarımız karşısında savaşma iradesini buluyoruz. Şehitlerimiz bizim yaşam, özgürlük ve elbette güzellik kaynağımızdır. Bir halk kendisi için, varlığını feda etmiş, kanıyla kan, canıyla can katmış üyesine sahip çıkamazsa asla huzur bulamaz, birlikte yaşayamaz, birbirinin yüzüne bakamaz. Bu anlamda bize onur kazandıran özgürlük şehitlerini sahiplenerek özgür yaşamdaki ısrarımızı düşmanlarımızı kahredecek şekilde ortaya koymaktan çekinmeyelim.
Bu yönüyle dört parça Kürdistan’da halkımız şimdiye kadar temel yurtseverlik ölçülerini geliştirerek sahiplenmektedir. Dört parça Kürdistan’da Kürt halkına yönelik tek tehlike, saldırı merkezi AKP-MHP faşist rejimi olmaktadır. Kürt halkı, sadece Kürdistan’da değil, dünyanın bir başka coğrafyasında da olsa bu gerçekliğin farkındadır. Farkında değilmiş gibi davrananlar ise korkaklar ve Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesiyle ilişkisi olmayan, bu halkın nasıl bir zulümle karşı karşıya olduğunu görmek istemeyenlerdir. TC’den medet uman gafil kesimlerdir. Böyleleri de elbette vardır. Türkiye’nin içinde AKP’den nemalanmak isteyen ve kendini Kürt’üm diye tanımlayanlar vardır mesela. Başûr’da kendine Kürt’üm, Kürt davasının takipçisiyim diyerek TC’nin soykırım saldırılarına meşruluk kazandıranlar örneğin. En son Kürt halkı için savaşanları katleden KDP’nin lanetli konumu demeden geçemeyeceğim. Rojava’da başta Efrîn olmak üzere Türk işgalciliğine davetiye çıkaran kesimler de böyledir. Bunların özünde Kürtlük olmadığı gibi Kürt kimliğini işgalciler, soykırımcılar, yani Kürt düşmanlarının kullanması için sunan kesimlerdirler. Kürt halkı özgürlüğüne yürürken, toplumsallığına zarar verenleri lanetleyerek kendi dışına atmayı başarmalıdır.
Soykırımcı sömürgeci TC faşizmine karşı dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında halkımızın direnişi önemli bir düzeye gelmiştir. Şimdiye kadar yürüttüğümüz bu yaygın ve kapsamlı mücadele süreci, AKP-MHP faşizmini tıkanma aşamasına getirmiştir. Sonuç almak için daha fazlasına ihtiyaç vardır.
İçinde bulunduğumuz bu mücadele süreci, çeşitli mücadele dönemlerine benzese ve bu süreçlerden gücünü alsa da özgünlükleri, farklılıkları vardır. ‘Zaman oluşturucudur’ dedi Önder Apo. Zaman, yani tarihsel gerçeklik bize sadece varlık-yokluk savaşını yürütmeyi değil, özgürlüğü inşa etmenin imkanlarını veriyor. Bu, PKK öncülüğünde açığa çıkan gelişmelerin bir sonucudur. Ne kadar zorlukları olsa ve sert mücadele ortamında geçse de bu bizim için fırsattır, şanstır. Bu fırsatı ise her alanda mücadeleye hamle yaptırarak değerlendirebiliriz. Halk, gerilla ve parti olarak, şehitlerimize verdiğimiz sözleri yerine getirmenin imkanına kavuşmuşuz.
Müzakere ve muhattap tartışmaları günden güne sürmektedir, tartışmaları nasıl görüyorsunuz?
Hareketimizin yönetiminin bu konuda oldukça önemli açıklamaları oldu. Bunları tekrarlamadan birkaç hususa dikkat çekmek iyi olabilir.
Her şeyden önce muhataplık tartışmasını ilk olarak Önderliğimiz belirtmişti. ‘Bir muhatap arıyorum’ demişti. Bu arayış aslında şimdiye kadar da devam etti. TC Cumhurbaşkanı sıfatıyla Turgut Özal, bu kirli savaştan duyduğu rahatsızlık ve yine savaşla sonuca gidilemeyeceğini idrak ederek bir muhataplık girişiminde bulunmuştu. Fakat başına gelenler biliniyor. Bu süreçten sonra halkların kaderini ilgilendiren ve tarihin en mazlum halkı olan Kürt halkı ile ilgili bir konu siyaseten araçsallaştırılarak kullanılmak istendi. Bunun değiştiğine ilişkin herhangi bir işaret yoktur.
Güncel politik gelişmeler içerisinde yeniden gündemleştirilen muhatap tartışmalarına bu anlamda takip etmek gerektiği açıktır. Bu cümleleri kuranların samimiyeti kadar ne kadar risk alabilecekleri de tartışma konusudur. ‘Olmaz’ da denilemez. Bunun nedeni ‘Kürt sorunu’ denilen fakat özünde Türk devletinin Kürtleri soykırımdan geçirme politikalarında ısrarına karşı yürütülen özgürlük mücadelesinin açığa çıkardığı gelişmeler olmaktadır. ‘Çöktürme Planı’ çökmüştür. Türk devleti uluslararası alanda da giderek daha fazla gündeme girmekte, Kürt halkının özgürlük iradesini ortadan kaldırma saldırılarını yürüteceğim derken dünyanın en geri, saldırgan ülkesi olarak anılmakta, bölge halkları ve ülkeleriyle çelişkileri artmaktadır. Uçurma sözü verdikleri Türkiye, tüm parametrelerinde baş aşağı giderek yere çakılmaktadır. Ortadoğu halklarına model olacağı düşünülen Türk devleti, bölge halkları açısından sadece korku salmaktadır. Tüm bunları yaratan Kürt halkının özgürlük mücadelesi, direnişi, var olmadaki ısrarıdır.
Önderliğimiz demokratik müzakere ve anayasa temelinde bir çözüm duruşunu geliştirdiği süreçte ‘dert yerini buldu’ diyerek bundan sonra ne olursa olsun bu noktaya tekrar gelineceğini belirtmişti. Yine uluslararası komplonun başlangıç tarihi olarak kabul ettiğimiz 9 Ekim 1998 tarihinin üzerinden 23 yıl geçti. Önder Apo’ya yönelik geliştirilen bu komplo sürecinde, Şam’daki son günlerine tanıklık etmiş birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; Önder Apo, Kürt sorununun çözümünde siyasal yolları açmak için Avrupa yolunu seçmiştir. Yine ‘bu iş Ankara’da biter’ dediğini de biliyorum. Kısaca uluslararası komplonun 24. yılına girerken yeniden bu tartışmaların alevlenmesi anlamlıdır. Fakat muhatap tartışmaları anlamsızdır. Önder Apo, 2013’te belirlediği noktada durmaktadır.
HDP’nin, demokratik siyasetin örgütlü yapısı olarak Meclis’te bu konunun muhatabı olması kadar normal bir durum yoktur. HDP dışında hiçbir siyasi partinin Kürt sorununun demokratik toplum temelinde çözümü gibi bir yaklaşımı yoktur. Fakat tüm bunların HDP açısından da Meclis açısından da, Önder Apo’yu dışında tutarak gelişebileceğini düşünmemek gerekir.
Muhataplık, müzakere konularında Kürt Özgürlük Hareketi olarak ne kadar fedakarlık yaptığımız bilinmektedir. Türkiye’de bir güven ortamının oluşması için gerillamızın sınır dışına çekilmesinden zindanlara gideceklerini bile bile barış gruplarını göndermeye, müzakere ortamının provoke edilmemesi için her türlü esnekliği geliştirmeye kadar yapılması gerekenler yapılmıştır. Bu konuda hiç kimse hareketimizi suçlayamaz.
AKP-MHP faşizmini ayakta tutan temel şey, Kürt halkında yarattığı ‘bu sorunu çözeceği’ havasıydı. Aslında çözmek niyeti yoktu. İsteseydi bunun imkanlarına sahipti. Bu konuda net olmak gerekir. 2014’te ‘Çöktürme Planı’nı devreye koyduktan sonra da alttan alta Kürt halkında ve çeşitli siyasi çevrelerde bu beklentiyi canlı tutmak için çaba harcadı. Kürt halkı gerçekten çok iyi niyetli olduğu ve düşman da olsa karşısındakilerin bu kadar aldatıcı olacağına inanmak istemediği için bu durumlardan etkilenebildi. Gelinen noktada ise tümden açığa çıktılar, deşifre oldular. Artık kimseyi, hatta kendilerine oy vermiş Kürtleri bile kandıramıyorlar. Erdoğan’ın Amed’de yaptığı konuşma bunun içindi. Esas olarak kendisine oy veren Kürtleri tutma çabasıydı fakat hep vurgulandığı gibi deniz bitti. Deniz, halkın kendilerinden beklentileriydi, umuduydu. Şimdi yeni aktörlerle bunu sürdürmek isteyenler olabilir. Buna karşı hep uyanık olmak, aldanmamak ve aldatmamak şarttır.
9 Ekim komplosunun yeni bir yıl dönümüne girilirken uluslararası komplo gerçeğini ve İmralı’da Önder Apo’ya dönük işkence ve tecrit sistemini nasıl anlamak gerekir? Komplo gerçeği ve tecrit sistemine karşı gereken tutum ne olmalı?
Uluslararası komplonun 24. yılına girerken bu komploda yer alan tüm güçleri nefretle kınıyor, insanlık tarihinin bu en karanlık komplosuna karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleri ile Önder Apo etrafında ateşten bir çember oluşturan şehitlerimizi özlemle, minnetle bir kez daha anıyorum. Onlar bu kirli ve karanlık komploya karşı, insanlığın en güzel ve aydınlık yürekleri olduklarını bu eylemlerle ortaya koydular ve her biri güneşin ışık huzmesine dönüştüler. Büyük duygular, güçlü bağlılıklar olmadan böyle eylemlerin yapılamayacağını çok iyi bilmek gerekir.
Önder Apo’ya duyulan bağlılık bir çok kesim tarafından anlaşılamamakta, doğru tanımlanamamaktadır. Önder Apo’da açığa çıkan Önderlik gerçekliği herhangi bir ideolojik, siyasi ya da askeri hareketteki liderlik gibi değerlendirilebilmektedir. Fakat Önder Apo’nun en önemli gerçekliği Kürt halkı, militanları ve özellikle kadınları özgürleştirme gücünden kaynaklanmaktadır. Özgürlük ise büyük ve anlamlı duygular olmadan açığa çıkarılamaz. Bunun için sevginin, güvenin, inancın, iradenin, cesaret ve fedakarlığın kaynağı olan Önderlik gerçekliğinden bahsediyoruz.
Uluslararası komplo sistemi ile mücadelede yeni bir yıla giriyoruz. Hiç şüphesiz komplonun 24. yılı da büyük bir mücadele yılı olacaktır. Tarihsel komplolar, ‘öldürmeyen darbeler güçlendirir’ tarzındaki bir etkiyi 23 yıldır yaratmayı sürdürmektedir. İmralı soykırım sistemine karşı savaşta kendisini yeniden oluşturan Önder Apo buna, “3. Doğuşum“, demiştir. PKK ve Kürt halkı, bu hakikatin takipçisi olmuş, geçen 23 yıllık süreçte demokratik uluslaşmayı yaşayarak özgür bir halk, özgür bireyler, özgür kadın çizgisinde var olmayı fazlasıyla hak etmiştir. Komplonun 24. yılı, özgürlük mücadelesinin yoğunlaşacağı ve komplocuların bir kez daha yenilgiye uğratılacağı bir yıl olacaktır.
Özetle, kazanacağız demekle kazanılmıyor, düşman sadece tespitlerle başarısız kılınmıyor. Bunun için İmralı zindanını, tecrit ve işkenceye dayalı bir soykırım sistemi olarak görmeliyiz. Burada yapılmak istenen Önder Apo ile halkın devrimci mücadelesi, özgürlük savaşımı arasındaki bağlantıyı koparmak oluyor. Esas olarak özgür düşünce gücünden uzaklaştırma ve adeta beyini felç etme saldırısı olduğunu görmemiz gerekir. Bunun için komployla mücadelenin Önderliği doğru anlamaktan geçtiği gerçekliğinden uzaklaşmamalıyız. Önder Apo, İmralı’da sergilediği direnişte, mücadelenin doğru ve sonuç alıcı bir tarzda yürütülmesi için gerekli herşeyi ortaya koymuştur. Önderlik gerçekliği, bize hazır formüller değil, doğru düşünce tarzının nasıl olması gerektiğini öğreterek her koşulda mücadeleyi geliştirmenin yolunu açtı. 23. komplo yılını geride bırakırken halk ve hareket olarak yetersiz yoldaşlık eleştirisine Önder Apo’yu doğru anlayarak karşılık vermek görevimizdir.
Uluslararası komplo ile mücadelenin 24. yılında nerede olursak olalım, hangi çalışmada bulunursak bulunalım, ‘Dem Dema Azadiyê Ye’ hamlesini geliştirmeli ve komplocuları yenilgiye uğratmayı sürdürebilmeliyiz.
Soykırımcı sömürgeciliğin, bunun günceldeki yürütücüleri olan AKP-MHP faşist iktidarının, İmralı direnişi karşısındaki durumu ise tam bir hezimet halidir. Bilindiği gibi bu yıl uluslararası komplo günlerine getirdiği saldırılarla sonuç almak için tüm gücüyle yüklendi. Medya Savunma Alanları’na yönelik tasfiye saldırılar bu temelde geliştirilmiştir. Garê’ye yönelik askeri saldırı, özgürlük gerillasını imha ederek, Kürt halkının mücadele iradesini kırma ve bu temelde uluslararası komployu sonuca götürme planlamasının önemli bir aşamasını teşkil ediyordu. Yılın başında gerillamızın Garê’de, sonrasında Metîna, Heftanîn ve Zap’ta ortaya koyduğu eşsiz direniş, uluslararası komplo sistemini yenilgiye uğratarak, halkımızın dört parça Kürdistan ve yurt dışında kesintisiz eylemselliğinin can damarı olmuştur. Soykırımcı sömürgeci AKP-MHP iktidarı, gelinen aşamada, komployu sürdürememekte, her geçen gün daha fazla tıkanmakta ve daralma yaşamaktadır.
İçerisinde bulunulan süreçte başta gençliğe ve kadınlara yine legal siyasal alana nasıl bir rol düşüyor, dönem görevleri nelerdir?
Hamlede en büyük görevin, rolün Kürdistan gençliğinin öncülüğüne bağlı olduğunu belirtmek gerekir. Devrimci Gençlik Hareketimiz mücadelemizin her aşamasında böyle bir misyona sahip oldu. Aslında PKK hep bir gençlik hareketi olarak şekillendi. Hamleci karakterini biraz da böyle kazandı. Hep bir hareketlilik, arayış, akışkanlık içinde olması, çelişkilerin üzerine kaygısız ve hesapsızca yürüyüşünde gençlik ruhunu tüm mücadele dönemlerinde yaşamasıyla ilişkiliydi. Bu anlamda PKK genç olan ve genç kalanların partisidir. Gençliğin bu temelde harekete geçmesi gerekiyor. Elbette bu sadece çağrılarla olacak bir şey değildir. Gençliğin, Kürdistan’daki güncel gelişmeler üzerindeki sorumluluğunu daha iyi görerek sahiplenmesini gerektiriyor. Bunun için bu süreç gençliğin hiçbir yerden beklemeden harekete geçmesini, bulunduğu her yerde örgütlenmeyi başarmasını ve kesinlikle pratikleşmesini dayatıyor. Pratikte üzerine düşen ise Kürt halkının toplumsal eylemselliğinin önünü açacak çalışmalar oluyor. Yani faşizme vurabildiği her yerde, küçük-büyük eylem demeden vurabilmek, düşmanı bir gerilla inceliği ile sürekli taciz edebilmek, rahat vermemek, güvensizliğe itmek oluyor. İş birlikçiye, haine, ajana, işgalciye, tecavüzcüye yaşam alanı bırakmayacak bir hareketlilik oluyor. Gençlik, yaşadığı yöntem ve tarz sorunlarını artık aşarak uluslararası komplonun 24. yılında, İmralı sistemini yıkmaya öncülük etmeli, tüm toplumu böyle bir hamlenin içine çekmeyi başarmalıdır. Bu temelde başta genç kadınlar olmak üzere tüm Kürdistan gençliğini özgürlük savaşımını yükseltmeye çağırıyorum.