HABER MERKEZİ –
Bir rüzgar eser derinden. Çoğalırken umutlar, yine yeşillenir mevsimlerin ezgisi. Ezgi acılardan yeşermiş uzun Simurg yolculuğunda, kendini tanımanın uykusuz, yorucu acılı öyküsüdür.
Bak gülüm Herekol’da raks ediyor ateş
Ulaşıyor Kato’ya
Yeşilleniyor Faraşîn’in karda Zozanları
Bayram var
Bayram var yüreklerde
Bakışları kopacak fırtınalara sevdalı
Sevdanın hası Botan’da büyür
Büyür Besta’da ırmak
Coşkun akar
Akar gülleri yaralı
Bir de sarp kayaların Ceylanları
Bir rüzgar eser derinden. Çoğalırken umutlar, yine yeşillenir mevsimlerin ezgisi. Ezgi acılardan yeşermiş uzun Simurg yolculuğunda, kendini tanımanın uykusuz, yorucu acılı öyküsüdür. Benlik kendinden çıkıp uzanırken halkın zılgıtına, avuçlarına emeğin nasırları toplanırken, yenilenen tabiat renklerinin yaşama dönüşünün merhabasıdır. Merhaba insan, merhaba yaratılış çağına, merhaba güneşin yeşilli canlandıran sabahına, sabahların çiğ damlacıkları inci tanesi gibi düşerken toprağa, toprakta yeni fidanlar tomurcuk açar. Nisan, rüzgarıyla bütün canlıları sarstığı, uykusundan uyandırdığı ayın adıdır. Yeniden doğuşların yaşandığı aydır Nisan.
Bu nisan sabahı suskun bir özlem tablosu çizerken sesizdir, suskundur. Suskundur dağların isyan kokan türküleri, suskundur kartalların kanadından dökülen parıltılar. Neden küskün kekik kokuları? Neden çağlayanlar donuk? Hangi yürekte acı büyüyor? Bu acı o kadar büyük ki yakar hayallerimi, yakar günlerimi ve güllerimi, içim burkularak uzaklara gider ilk usumdaki gülüşün.
Uyanıp aranırken yeşilimi baharın ezgisinde, bilemedim ki cellat ellerde koparılmış renklerin en güzeli, yeni yeni doğar altın saçlarından kendi toprağının yazgısına bağlı buğday kokulu çocuklar. Yanıyor göç gülleri, yanıyor yüreğimin derinliğinde bahar saçlı sabahlar, yanıyor gökyüzü, yanıyor Dîcle ve Fırat’ın suları… Zagros’ta uçurumların derinliğine çarpıyor Avaşîn suları, çarpıyor şimşekler. Botan’da yanıyor çiçekler daha yeni yeni filizken, yanıyor derinlerde bir yer bağrımda, yandıkça güzelleşiyor bu toprağın bağrında büyüyen çocuklar. Yine uçurumun derinliklerinde zılgıtlar yükseliyor bölünüyor uykular. Bölünüyor gök! Bir şarapnel parçası kalleşçe parçalanıyor böğrümde. Derindedir acısı, görülmez. Besta’da rüzgarla savrulan selam yarım kalmış. Bir parçamı koparmış katil, içinde bize karşı beslediği tüm nefretiyle; ağıt yakalım diye. Botan’da gömdük ağıtlarımızı biz, zılgıtlar çekiyoruz göklere yeniden. Kekik kokusunda, toprağın renginde, şimal yıldızında, dağların doruklarında, ayın 14’ünde, şafakta, tan atarken Wan’da. Bu yurt kutsanmıştır kanıyla mazlumun. Onun için dinmez öfkesi. Kimimiz sürgün, kimimiz mezarsız bilinmez bir yerdeyiz, kimimiz isimsiz uyuruz bu toprağın koynunda, öyle bir hale gelmişti ki Kürt halkı kendini tanıyamaz bir durumdaydı. Artık uyanmıştı kurdu kuşu bu ülkenin rengine renk katarak. Analar bebe belemişti barut kokusunda ve yangın içinde olan bu toprakları, artık bu topraklar yetim ve sahipsiz kalmasın diye. Çünkü bu topraklar emek, bereket, cennet ve insan yaratmıştı. Güzel olduğu için, kem göz ve düşman yaratmıştı, hain ve yiğit, korku ve umut yaratmıştı. Ölüyken, dirilişi, kölelikten özgürlüğü, PKK’yi yaratmıştı. APO yaratmıştı, Mazlum ve Mahsum, Bêrîtan ve Zîlan yaratmıştı ve hala yaratıyor. Kurtayları, Adılları, Gülbaharları ve Nûdaları… İnadına, onun için anadır, anaların en kutsanmışı, acılarını toprağa düşenlerle gömmüş, yağmurlarla yıkamış gözyaşlarını, karalarını bayrak yapmış doğadan kopup gelen renklerle cayır cayır bakışlarında yanarken geçmişi şimdi geleceğin ufkunda meydan okuyor bütün zülüm ve kıyımlara.
Artık ulus vuruşanların bağrında bütünleşti. Sevdaya durdu Zînlerin dizelerinde klamlar. Bu kavgada ölümden söz etmek zavallıların işidir, biz aşkı yaratmak için vurulup düşenleriz. Umut aşkını, yaşam aşkını, doruklarda yanan ateş aşkını, Mem ve Zînlerin diriliş aşkını, Botan’da, Dersîm, Amed ve Serhat’ta aç çocuklar aşkının izdüşümünde mevsimler, kan, gül yarın kokar.
Zagrosların başı dumanlı Nûda yoldaş, özlüyor sizi, özlüyor o güzel yüreğinizi, bakışlarınızdaki berraklığı ve yoldaşlığınızın bahar tadındaki sıcaklığını, hep gözleri yolda gelir bir gün umudun uzun yolculuğundaki güvercinlerini. Gelirseniz bitecek özlemi, bulutlanan yüzü, kahrını çektiği ayrılık son bulacak…
Kelebek kanadına bütün renkleri takıp bir haber yollayacak; Nuda yoldaşlarını alıp gelsin diye. Obalar eteğindeki zozanlara çıktılar. Bahardır artık bayramdır, neşemden bir onlar eksik, eksiktir yiğitliğin destanı, yüzünü serin sularımda yıkamalı, yıkamalı hüzünlerimi, acılarımın, en acısını, uçuşan kartallarımın kanadına tutunarak dolaşmalı Kürdistan’ı. Ceylanlarla yarışmalı doruklarımda, doruklarım kar borandır şimdi. Doruklarım mezardır İskender’e, doruklarım isyandır Dehak’a. Zamanın bir yerinde can yoldaşım eğer karşılaşırsak, paylaşırsak çantamızdaki kuru ekmeği, vuracağız Zagrosların doruklarına, oradan, yiğit yatağı Cudî’ye geçip, Besta’da suya bandırırken ekmeğimizi, seninle kapitalizmin zararları üzerine konuşacağız. Dersin en yoğun anında, küçük çakıllardan mevziler yapıp iddialaşacağız. Sonra karda koşturarak, güçlü olanın, yarışı kazananın Kuzey’e gideceğini iddia edeceğiz. Üşüyen ellerimize üfleyerek, ısıtmaya çalışarak devam edeceğiz yolumuza. Düşman operasyona çıktığında silahlını ilk sen kapıp vuruşmaya gideceksin, sonra gelip güleç bakışlarla beni kızdırmanın yolunu arayacaksın. Gelişme inadınla iddiayı sen kazandın, öne geçen sendin, öncü sendin heval Nûda.
Bizim gibi, Önder Apo’yu göremeyenlere ne de güzel anlatırdın Önderliğimizi. Anlatırken susardı ırmaklar, kuşlar, rüzgarlar ve kekikler daha güzel kokardı, özgürlük gibi sen gibi. Ve daha bir parlardı yıldızlar yüreğinden kopup gelen süveyda gibi. Özgür insandan aldıklarını, zengin bir sofra gibi dökerdin önümüze, bir militan cömertliğiyle, anlatırdın, anlatırdın bıkmadan, usanmadan. Gittiğin her yere o güzel insanın sıcaklığını götürerek, her an filizlenen sarsılmaz inancınla! Emeğe koşardı içindeki coşku, bizi de coşkuna kat… Heval büyüsün ırmak olsun, o ırmak büyür emekle okyanus olur, yakamozlar ay ışığında, ay on dördünde, on dörtbin yıllık bir tablo çizer vurulup düşerken gelincikler. Gelinlik kızlara duvak olur yaşadığı, yazdığı, gösterişsiz ve sade, sadece yazanda büyür bu destan, böylesi destanlar bu coğrafyaya özgüdür. Bu coğrafyada yaratılmıştır. Destan yaratanın kendisidir.
Özgürlüğü tanımlamak, özümsemek kolay değil, bu tanım için kişilik kendini sınarken dirhem dirhem yakar ateşle, toprakla yaşar ve suyla büyütür ideallerini, bu yüzden kutsaldır idealleri. Amacı kendi tavında dövülür. Dövülür çelik olur. Çeliktir bedenleri, kar boran yağmur çamura dayanır, dayanır dalgaların acımasız vuruşuna, dayanır Mezapotamya coğrafyası gibi. Burası vurgunların yurdudur, yılgınların değil, talana uğramıştır, ölgün değil. Taşları çatlatarak gün yüzüne çıkmış çiçekleri renk renk… Ve sen Kürdistan dağlarının, en duygulu, en inatçı, en az bulunan çiçeğisin. Şimdi dilinde türküdür dorukların ahengi, yanan gerilla ateşi semaha durmuş, içinde sen. Sensin iç ve dış ihanetle cenge duran, zamana ve mekana meydan okuyan! Sen gülen can, sensin berrak yüreklim. Seni yazarken, titriyor gözlerimin pınarında iki damla, burkuluyor yüreğim. Uzanıp dokunmak istiyorum çağlar ötesinden özgürleşmek için yakılan, kuma gömülen ve giyotinle can veren bedenlerin çığlığıyla kalbinin atışındaki kadın sevgisine. Bizi bırakıp gitmeni yakıştıramadım sana çünkü daha yapılacak çok iş vardı. Daha paylaşacak çok şey kaldı. Kavga bitmedi daha, ayrılırken yaşadığımız anılar var. Hani görüşürken birbirimize anlatacak, daha şeker borcun var, cebinde nerde bulduysan sakladığın bu ihtiyar yoldaşına vermek için.
Gidişin şaka biliyorum! Geleceksin içindeki temizliği yansıtarak yüzüne. Fırat’ın bitecek küskünlüğü ve Dîcle yine nazlı nazlı akacak. Coşacak Zap ve Avaşîn daha da mavileşecek Basya ile kucaklaşınca, Govendê halaya duracak hem de en güzelinden ve Cîlo, Çarçella yer edinmiş yüz yıllık kar eriyecek. Eriyecek beş bin yıllık mantığı egemen kafaların. Çocuklar size koşacak yalın ayak ama mutlu. İçlerinden bir kız çocuğu çıkıp sana seslenecek ana diliyle, “heval Nuda ez jî dixazim bibim gerîlayekî vekê te. Vek heval Gulbahar, heval Adil û Kurtay.” O an duygularını bütün evrene uçuracaksın, paylaşmak için bütün canlılarla. Bak büyüyor Kürdistanî çocuklar açlık ve sefalete aldırmadan, özgürlük hayallerini azık diye sırtlayıp, dönmüşler yüzlerini dağ doruklarına. Özgür bir nefes alabilmek için, adaşınız, ardılınız olmak ve sizin sıcaklığınızı yüreklerine akıtmak için.
Nisandır, ısınıyor toprak, içinde yenilenmeyi barındıran, derinden bir rüzgar eser “ceng var!” diye. Botan’da düşenler, düşürmedi bayrağını, bu kahrediyor çakalları, çakallar uluyor kahırdan. Şimdi bahardır, renkler yeryüzüne nakşediliyor, yeni bir destan yazılıyor ve şairler yanarken ebedileşiyor şiir “Nûda” diye. Göç kuşları kanat çırpıyor Besta’dan. Besta özgür akıyor.
Xezal Ekin Özalp