HABER MERKEZİ –
Dünya’da neredeyse tüm sistemlerin sallantıda olduğu, oluşturulmuş sistemsel ve toplumsal yapıların bir kaos aralığını yaşadığı dönemden geçmekteyiz. Dünya kapitalist sistemleri açısından düşünecek olursak, tüketilen toplumsallık, sorunların ana kaynağı olurken bu kaynaktan doğan bir çok sorun oluşmaktadır. Üretim durma noktasına gelirken tüketimin ise hat safhaya çıkması sorunlardan biridir. Üretimin zemin bulması toplumsallıkla olur. Tüketilen toplumsallık sürekli tüketim halinde olan insanlar tarafından doğmuştur. Bu tüketim halinin en yoğunlaştığı alanlardan biri ise ekolojidir. Dünya’nın gündeminde olan iklim krizi hafife alınacak gibi değildir.
İklim krizinin zeminini hazırlayan şey de Devletli sistemin toplumsallığı tüketirken, tüketen insanlar yaratmasıdır. Su kaynakları tükenmekte, doğa ana insanlığın ihanetine uğrayıp güçsüz düşürülmekte. Doğa tahribatının yarattığı tahrip edilmiş insan doğası olurlen tahrip edilmiş insan doğası ise içinden geçtiğimiz 3. Dünya savaşı sürecini yaratmıştır. Tıpkı birinci ve ikinci dünya savaşları gibi. Ortadoğu’da yoğunlaşan savaş sürecinde, ulus-devlet sistemi değişime mecburdur. Bu değişimin hangi yönde olacağı ise bizim mücadelemizle doğrudan bağlantılıdır. Sistem devam edebilmek için kimi ılımlı adımlar atmak zorunda kalacaktır, ancak bunun cevheri yani özü yine devletli sistem olacaktır.
Cevherin toplum olduğu bir yönetim biçimini inşa etmek ise bizim elimizde. Ki bu özlü yönetim Önder Apo’nun Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Demokratik Konfederalizm paradigmasındadır. Özyönetimini sağlayabilen bir toplum bu noktada en başat konu olmaktadır. Bakur sahasının gerçekliği olarak özsavunmayı geliştirme daha önemli bir noktadadır. Biliyoruz ki Konya’da ve Ankara’da Kürt ailelerine yönelik gelişen saldırılar Devlet’in birebir örgütlediği çetelerin ve çete yanlılarının örgütlendiği Zemin sonucu gerçekleşen saldırılardır. Bu da demek oluyor ki düşman yıllardır örgütlediği linç güruhlarını, çökmek üzere olduğu bu zamanda son çare olarak devreye koymuş durumda. Gerekli politikayı üretemediğimiz takdirde bu saldırılar sürecektir. Özsavunmada zafiyetimizin olması saldırıların büyümesine neden olacaktır.
Örgütlülüğün en büyük özsavunma olduğu gerçekliğiyle özsavunma temelinde örgütlenmenin gerekliliği de şu durumda kendini daha çok hissettirmektedir. Bu özsavunma direnişinin örgütlenme ve eyleme geçmesini de yerelin sağlamaktaçok pasif hareket ettiğinin de bilincinde olarak ancak devrimci ve yurtsever gençlik ve örgütlerin harekete geçmesiyle gerçekleşebileceği bilinmektedir. Bu özsavunma ve direnişin en yoğun yaşandığı yer ise gerilla hareketimizin yıllardır sürmekte olan ve son 6 yıldır tırmanan saldırılara karşı yoğunlaşan direnişidir.
Kimyasal ve son tekniği kullanan ve Nato’nun T.C gücüne karşı direnen gerilla kısmi yerlerde kayıplar versede düşmanın tünellere ulaşmasını engellemekte ve ilerlemesini engellemektedir. Burada kendi başına olmayınca KDP gibi güçlerini devreye koyması da bu gerçekliği değiştirememiştir. Mutlak direnen PKK ve PAJK gerillalarının özelde son aylarda inanç ve direniş çizgisini geliştirmiş olması bu işbirlikçi çete ve örgütlerin moralsizliğini güncel tutmaktadır. Düşman teknoloji ve istihbaratı ile güç kullansada bizler için artık güncel olan ‘’en büyük teknik insandır’’ sözünün gerçekliği yalnızca gerilla alanlarında değil, her alanda bu direnişin başarıya ulaşmasında belirleyici perspektifimiz olacaktır.
Feride Tolhildan