HABER MERKEZİ –
Yaşam gerçeğimizdeki temel sorun özgürlüğe ulaşmaktır ve bu da ancak partileşmekle mümkündür. İnsanlığın bunalımını en yoğun yaşayan bir halk olduğumuz tartışma götürmez bir gerçektir. Böyle bir halkın toplumsal yaşamı içinden çıkan bireylerin de en az o kadar bunalımlı oldukları ve yaşamlarını sürdürmek için bin bir yola başvurdukları, fakat bunların hepsinde de hüsrana uğradıkları biliniyor, bu anlamda yolunu şaşıran bir halk kadar, yolunu şaşıran bir topluluğunun bireyleri olduğumuzu çok iyi görüyoruz.
Yolu görebilmek için aydınlık gerekir. Yalnız aydınlık da yetmez, bir de bu yolda yürümek için güç gerekir. Herkesin doğru yolu bellediği yerde, herkesin yolunu bulup içine girmek gerekir. Denilebilir ki, özüne karşı ne kadar yanlış yol, yanlış düşünce ve çürüten davranış varsa hepsi toplumumuza yol diye belletilip dayatılmıştır. Ve maalesef toplumumuzda çok dağınık, çok karışık, özüne ters düşen ve hedefine doğru gitmek şurada kalsın hedeften daha da uzaklaşan kişilik son derece etkilidir. Bu konuda bizim çabalarımızın esas amacı yani çizgimiz, herkesi amacına, hedefine götürebilecek bir yolu deneyebilmek, bu yolda yürüyebilme gücünü ve örgütlülüğünü ortaya çıkarabilmektir. Bunun için partileşmeyi büyük bir önemle ele alıyoruz. Partileşmek, parti gerçeğini yaşamak büyük bir olaydır. Parti, tüm dünyanın sömürgesi olan ve bu anlamda özüne en çok ters düşürülmüş bir halka kendi doğru yolunu gösterebilmek ve onun yürütücü gücü olabilmek için çok büyük bir olaydır. Bunu size kavratmaya çalışıyoruz. O kadar yoldan çıkarılmış, o kadar zayıf ve son tahlilde o kadar güçsüzsünüz ki, kazanmanın veya kaybetmenin ne demek olduğunu bilmiyorsunuz.
Politika çok ince bir sanattır. Partileşme ve onun örgütlenmesi başlı başına en yoğun politikadır. Buna anlam verebilmek, güç yetirebilmek belki de insan olmanın en temel gereğidir. Ancak bu, sizin en sonda yer verdiğiniz, en az başarılı olduğunuz ve oldukça zorlandığınız bir yaşam gerçeğinizdir. Parti yaşamına iddiasız, zayıf ve yanlışlarla dolu katılımınız, sizi başından itibaren yaşam karşısında iddiasız kılmıştır ve kılacaktır. Partinin teorik derinliğine, somut örgütsel işleyiş esaslarına, siyasetine ve taktiklerine güç yetirebilmek size son derece zor ve sıkıcı geliyor. Çünkü siz, düşmanın üzerinde en çok çalıştığı ve sonuç aldığı bir kişiliksiniz. Bu anlamda kendi özgürlüğünüzü ifade eden temel araçtan ve pratikten kaçıyorsunuz. Bununla birlikte her türlü yanılgı ve yetmezliğinizi anlamlandıramamanızın, gerçeği tersine itmek olduğunu görüyoruz.
Kırk yılık çabalarımı özetlerken, en genel anlamıyla bir örgütleşmeye ulaşmak, Kürt insanını ikna edebilmek, onu örgüt yoluna çekebilmek için halen bu çabayı göstermek ve ilk günkü kadar anlamlı yaşamak zorunda olduğumu görüyorum. Örgütlenmeyi zorluyorsunuz, güçlü bir örgütsel katılımınız yok ve bu konuda büyük zorluklar içindesiniz, ancak yine de kesin örgütleşme gereğini az-çok kavrıyorsunuz. Bunun böyle olması sizin iyi bir örgütlenme çabası içine girdiğinizi göstermez. Zorunluluklardan dolayı ve başka bir çevreniz kalmadığı için “partiliyiz” demeye başlıyorsunuz. Düşündüğüm ve kendi çabalarımla geliştirmek durumunda olduğum bir topluluk ve örgüt yaratmanın gereğini yüzde bir bile duysaydınız eminim ki çok sıradan ve çok yetersiz bir çabayla dahi şimdi çok daha ilerlemiş olurdunuz. Maalesef sizin yaşam alışkanlıklarınız, örgütleme gerçeğinden kaçıştır. Devenin hendek atlaması nasıl zorsa, sizin de örgütsel aşamayı sağlamanız aynen deve misali oluyor, hep geriye çekilip duruyorsunuz.
Sadece parti tarihini değil, yaşam tarihini de göz önüne getiriyorum. Düşmanın bizzat yarattığı hain, baştan çıkmış, delirmiş, doğru sözü ve doğru eylemi olmayan kişilikleri, yani PKK’nin şu andaki topluluklarını, birimlerini gördükçe sabırlı olma gereğini duyuyorum. Hep zavallı, hep karmakarışık ve çaresizlerdir. Kendini çok kandıran, esası yakalamaktan uzak ve kendi başına kaldığındaysa en saygısız olan tipler, eline fırsat geçtiğinde en duyarsız, gerilikleri yüreğine sürekli akıtmaktan, fitne-fesadı yaşamaktan çekinmeyen ve kendi yaşamının kurdu gibi kendini kemiren kişilikler içimizde var. Bu büyük bir hastalıktır. Partileşme ise bu hastalığı gidermenin ilacıdır. Çok rahatça, “parti ölçülerini, parti yaşamını dışladık, parti ölçülerine dikkat etmedik” diyorlar. Bu sözleri nasıl böyle ucuz kullanabiliyor ve partileşmenin gereklerini neden yerine getirmiyorsunuz? Size partisiz yaşamak çok rahat, belki de daha özgür gelebilir, “özerklik verin” diyebilirsiniz. Ancak bunlar çok tehlikeli anlayış ve tutumlardır.
Mücadeleye çok yönlü giriştik ve bazı anlatımlarda bulunduk. Size bir türlü, ailenize bir türlü, tarihe ve düşmana da bir türlü anlatıyoruz. Bunları bu hale getiren kimdir? Bunun sorumluları kimlerdir? Bu konuda yalnız size yüklenmek gerçekçi olmaz. Dayandığınız temeller sizi oldukça parçalamış, yine de sizi bir kader anlayışının kurbanı olarak görmek doğru olmaz. Ne de olsa birey kendini yaratabilir ve bu bireyden her zaman büyük gelişmeler beklenebilir. Sorunlarınız çok açık olduğu ve en temel sorunları yine gündeminize getirdiğimiz halde, bunların üzerinde yoğunlaşmamanız sizi daha kötü veya hesap verilmesi gereken bir duruma düşürüyor. Yıllardır hesap sorma işinde hata yapmamak için çok titiz davrandım. Zaten Kürdistan’da ilk defa bir örgütlenmeyi gerçekleştiriyoruz. Hata yapmamak için çok büyük bir sabır gösteriyor, ince elleyip sık dokuyoruz. Çünkü hangi kişiliklerle karşı karşıya olduğumuzu da az-çok biliyoruz. Bu konuda saf dilli olmamak gerekir, ama acaba daha ne kadar dayanabilirim diye zaman zaman kendime soruyorum.
Annemin öğüdü şuydu; “sen bunlarla uğraşıyorsun, acaba bunlar senin düşündüğün gibi çıkar mı veya senin gösterdiğin çabayı, fedakarlığı gösterebilirler mi? İyi hayal görüyorsun, bunlar sadece kendi işlerini görünceye kadar seninle gibi gözükürler ve daha sonra herkes kendi çıkarına bakar.” İfade edilmek istenilen, yaşamımızın katı maddi ve materyalist gerçeğidir. Bu doğrudur, ama kimin doğrusudur ve bu doğru kime hizmet eder? Buna karşın daha o zamandan beri inat ediyorum. Bu kişiler benim istediğim gibi olmazlar, ama istedikleri gibi olmaları da beş kuruş etmez diyorum. O günden bugüne kadar da aynı hikaye sürüyor. Devrimci irade böyle ayağa kalktı, hayal etmenin bile hiç mümkün olmadığı, o dönem yanından bile geçilemeyecek tavırlarla mücadeleye giriştik. Yerleşik kurallar ve ölçüler bana göre yeterli değildi. Benim için, bir köy topluluğunun, yine bir kent topluluğunun yerleşik kuralarının biraz dışına çıkabilmek gittikçe kendini dayatan bir özgürlük ifadesi oluyordu. Ve halen bu çabayı derinleştirmekle uğraşıyorum. Acaba bunu nasıl anlıyorsunuz? Çünkü günlük olarak somut durumunuza baktığımızda; durumunuz aynen annemin bu sözü söylediği dönemdeki çocukların ve kişilerin kendi çıkarları peşinden koşmasına benziyor. Bu konuda milim kadar ilerleme var mı yok mu diye düşünüyorum. Tabii bu, hiçbir gelişmenin olmadığı anlamına gelmez. Partileşmeye de başlıyorsunuz, bu konuda yol da alıyor, fedakarlık da yapıyorsunuz, ama bütün bunlar bireyciliğin ortadan kalktığını göstermez.
Sözüm ona bireyciliği yaşıyorlar. Benim bunu tespit etmem zor değil. Fırsat buldular mı görevlere, yetkilere müthiş bir kariyerle, düşkünlükle yaklaşıyor ve belki de bir çocuktan, bir çocuğun çıkarcılığından yüz kat daha zararlı ve inanılmaz ölçüde bir çıkarcılıkla karşımıza çıkıyorlar. Çocukların çıkarcılığı fazla zarar vermez, ama parti içinde örgütlenen birey çıkarcılığı veya bireycilik çok tehlikelidir. Ve bunu da neredeyse yapmayan hiç yok. Çıkarcılık, çok rahat bir yaşam imkanını elde etmek ve çok güçlü gibi gözükmek değildir. Kölelik de bir nevi çıkarcılıktır, bireyciliktir, tembelliktir. Kaderine razı olmak da bireyciliktir. Oblomovluk da bir bireyciliktir. Bunlar hemen hepinizde son derece etkilidir. Ama yine de bu bir kader değildir. Siz böylesiniz diye, bireyciliğiniz karşısında pes edecek durumda olamayız. Zaten o gün bugündür savaşımım da buna yöneliktir. Henüz yedi yaşımdayken anama başkaldırdığımdan bugüne kadar onun dayattığı mevcut yaşamın bireyci gerçeğine bağlı kalmadım, öyle yaşamadım. Bu katı bireyciliğe bağlı kalmayıp giderek toplumsallaşan ve bunu da özgürlük mücadelesiyle birlikte ele alıp gerçekleştiren kişi olmaya çalıştım. Böyle bir başkaldırıydı.
Benim kırk yıllık savaşımımı, bir de sizin iliklerinize kadar yaşadığınız gerçekliği göz önüne getirin. Bireyciliğin tortusu insanlık tarihi kadar eskidir. Kapitalist de bir bireycidir. Amerikalı patronlar en büyük bireycilerdir, fakat dünyaya hükmediyorlar. O dönemden kalma çok az yüceliği, çok az kolektifliği ve çok az örgütselliği olan köhne bireyciliğinize ve en önemlisi de zavallılığınıza bakalım; sizin bireyciliğiniz Amerikan bireyciliğinin tam tersidir, en alttakinin, en zayıfın ve en fazla kaybedenin bireyciliğidir. Kendini yaşamaktan çok içindeki puta taparak yaşama gibi bir bireyciliktir. Ve herkesin kendine göre böyle sayısız putları var.
Put, zamanı ve modası geçmiş, neye hizmet ettiği belli olmayan herhangi bir tutkuya veya alışkanlığa tapma, ondan vazgeçmemedir. Önderlik gerçeğinden mutlaka bir şeyler öğrenmek istiyorsanız benim çizdiğim Önderlik ölçüleriyle kendi ölçülerinize bakın ve bir mukayese yapın. Göreceksiniz ki ters işliyor. Ben ne kadar alışkanlıklardan kaçıyor, hem hayalce, hem düşünce tarzıyla sürekli olarak ne kadar yüceliyorsam, yine davranışlarda son derece örgüt disiplinine gelmeye çalışıyorsam, siz de bir o kadar bunlardan kaçış halindesiniz veya bu ölçülere gelmede çok zorlanıyorsunuz. Tabii bu doğaldır. Çünkü sizin geldiğiniz gerçeklik, düşmanın derin etkisi altında olan bir gerçekliktir. Ama yine de bize ilgi duyuyorsunuz.
Çok çıkarcı ve bireycisiniz. Ölüme yatmanız bir bireyciliktir. Oysa bizimle doğru yaşama çekilmek, ölüme yatma anlamda da bireyciliklerden vazgeçmektir. Gücünüz yettiğinde ise hemen en değme bir ağa kesiliyorsunuz, hatta rahatlıkla düşmanı aratmayan bir yönetici de kesilebilirsiniz. Bu noktada çok güçsüz düştüğünüzde kendinizi hemen ölüme terk ediyorsunuz. İşte tüm bunlar bireyciliktir. Siyaseti ve örgüt ortamının gerçeğini dikkate almayan her yaşam bireyciliktir. Kendi tarzınızdaki ısrarın ne kadar yaygın olduğunu her gün kendi kendinize söylediğiniz ve yaptığınız özeleştirilerden görmek mümkündür. Bu anlamda sizin büyük bir terbiyeye ihtiyacınız var. Ama terbiye veya eğitim size çok zor geliyor. Sizi kızgın sacla terbiye etmek doğru bir terbiye yöntemi değildir. Aç bırakmak, işkence etmek hep terbiye etme biçimleridir, ancak bizim tarzımız tam tersi olmak durumundadır. Tek bir sopanın ve hakaretin olmadığı bir terbiye sistemi gerekiyor, size onu vermeye çalışıyoruz. Biz birçok çözümleme yaptık, bunlar da sözle terbiye etme biçimidir. Fakat bununla terbiye olmayı bir türlü kendinize yediremediniz. Mutlaka başınıza bir şey gelecek, kafanızı sağa-sola vuracaksınız ve bir de “akıllandık” diyeceksiniz. Bu doğru bir yöntem değildir. Özgürlük isteyenin doğru bir terbiye yöntemi olur.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan