HABER MERKEZİ –
Öz savunma baştan beri PKK’nin üzerinde durduğu, yoğunlaştığı gerçekleştirmeye çalıştığı bir alandır. Öz savunma baştan itibaren önce düşünsel düzeyde, daha sonra da pratik görev kapsamında PKK’nin en çok pratikleştiği alandır. Bu konuda belli bir birikim var. Aslında şöyle de denilebilir. İlk iki dönemki partileşme mücadelesi bir anlamda Kürt toplumunu öz savunma bilinci ve eyleminin çekirdeğinin ortaya çıkartılması süreci olarak ifade edilebilir.
Önderlik “PKK Kürt halkının öz savunma hareketidir” diyor. Neden? Çünkü bütün diğer toplum ya da ulus olma alanındaki özgürlüklerin toplumun elinden alınması çıplak bir silahlı zorla gerçekleşiyor. Bu anlamda öz savunma gerçeğini, Kürtlerde öz savunmanın önemini ve nasıl olması gerektiğini değerlendirmek, anlamak ve tespit etmek için Kürt toplumu üzerinde uygulanan sömürgeci şiddetin durumunu anlamak ve değerlendirmek gereklidir. Ancak onu doğru çözümledikçe insan demokratik çözümü bulabilir.
Kürdistan’daki görüş farklılıkları Kürt örgütlemeleri açısında nelerdi? Bir tanesi Kürdistan’a giren kapitalizmin değerlendirmesi üzerineydi. Bu da temel görüş ayrılığı oluşturan bir konuydu ve birçok konuda farklı görüşlerin olmasını getirdi. Çünkü ulus olmak kapitalizme bağlanıyordu. Ya ‘Kürdistan sömürge kalmış ya da uluslaşamamış, o halde kapitalizmin girmemesinden kaynaklıdır’ deniliyordu. 20. yüzyılın ortasında itibaren böyle bir kapak açılıyor. O halde Kürtler ilerliyor, demek ki gelişme oluyor! Bu görüş tam bir Aristo mantığı oluyor. Kürdistan’ın somutunu, Kürdistan’a dayatılan sistemi görmeyen, anlamayan başka yerde olanı düz bir mantık içinde alıp getirip Kürdistan’a Kürt toplumuna oturtmaya çalışan bir yaklaşım vardı. Buna ezbercilik ya da dogmatizm de denebilir.
Bu, Kürdistan’daki gerçekliği tümü ile örtbas eden, aslında sömürgeciliği, kültürel soykırımı aklayan, meşru gösteren, onu ilericilik olarak gelişme olarak tanımlayan çok tersi bir görüştü. Bu konu üzerindeki tartışmalar çok önemli bir görüş ayrılığı oluşturdu. Kürdistan ve Kürt toplumu üzerinde egemenliğin niteliği de karakteri de benzer görüş ayrılıkları oluşturan temel konulardan bir tanesiydi. ‘Sömürgeci egemenlik’ denilince kolaylıkla herkes kabul etti. Onu reddeden, karşı çıkan ya da farklı bir biçimde tanımlayan çok kimse olmadı. Daha çok o tür farklı eğilimler Türkiye sol hareketinden geldi. Oradaki gruplardan bu tür şeyler çıkıyordu ama ‘ben Kürdistani düşünceyim’ diyenlerin sömürgeciliği esas almayan çıkışları, duruşları olamazdı. Başka türlü Kürdistan’daki gerçekliğin ifade edilmesi mümkün değildi. Zaten sömürgecilik tanımlaması ortaya çıkarılmadan önce Kürdistan’daki durumu doğruya yakın anlayan, analiz eden görüş ve değerlendirmeler ortaya çıkmamıştı.
Sömürge, sömürgecilik kavramları olguyu tanımlamada Kürt ve Kürdistan olgusunu tanımlamada en aydınlatıcı ifadeler ve kavramlardı. O bakımdan Kürdistani gruplar onu benimsediler. Herkes sahiplenmeye, onun üzerinde düşünce, politik çizgi, örgüt ve eylem geliştirmeye yöneldiler.
Ancak kapitalizmi değerlendirmedeki dar ve düz mantık bazı kesimlerde burada da kendini gösterdi. Bazı çevreler ‘Kürdistan sömürgeyse diğer sömürgelerde uygulanan ne ise Kürdistan’da da o var’ deniliyordu. Farklı olarak ‘devletlerarası sömürge’ diye kavram geliştirmeye çalıştırdılar. Aslında Kürdistan üzerindeki egemenliğin bir küresel sistem olduğu vurgulanıyordu, doğruydu. Bu doğrudan Kürdistan üzerinde egemenlik sürdüren bir veya birkaç devletin işi değildi. Esas olarak Ortadoğu’nun paylaşımı dünya savaşını ortaya çıkarmıştı. Bunun merkezinde de Kürdistan vardı. Ortadoğu’nun diğer parçaları bir tür sonuca bağlanmasına rağmen Kürdistan üzerindeki mücadele yıllarca devam etti. Küresel sistem tarafından sınırlar çizilmiş devlet egemenlikleri belirlenmişti ama Kürdistan üzerinde hükmünü icra etmesi tümüyle mümkün olmuyordu. Kuzey’de onu geliştirseler Doğu’da itirazlar çıkıyordu. Doğu’da geliştirseler Güney’de itirazlar çıkıyordu. Aslında Kürt sorunu bir sonuca bağlanamamıştı. Kürdistan üzerindeki mücadele göz önündeydi, bu da bir gerçekliği ifade etmek oluyordu.
Kürdistan’daki gerçeklik, kavram olarak adına “sömürgecilik” denilse de diğerlerinden farklıydı. Amaç Kürdistan kaynaklarını sömürmek değildi, amaçlardan sadece bir tanesi buydu. Bundan daha önde gelen amaçlar vardı. Dil, kültür, tarih sömürülüyordu. Bu temelde Kürt uluslaşmasını yok ederek o toplumun üzerinde Türk, Fars, Arap uluslaşmasını yaratmak üzere bir egemenlik kurumu vardı. Bu da dil, kültür, tarih, ulus değerlerinin sömürülmesi anlamına geliyordu. Sömürü sadece ekonomik kaynaklar üzerinde değil, toplum olarak başkalaştırmaya uğratma, değiştirme, kendisi olmaktan çıkartarak bir başkası haline getirme hedefi vardı.
Sömürgecilik böylece Kürt toplumunu farklı bir topluma dönüştürmek ve onun üzerinde farklı bir ulus yaratmayı ön görüyordu. Bu da ekonomik kaynakların sömürülmesinden öteye derin bir anlam ifade ediyor. Dolayısıyla Kürdistan üzerindeki sömürgeciliği sadece ekonomik kaynakların sömürülmesi olarak ele almak çok dar ve sınırlı ele almak demektir.
Söz konusu kültürel soykırımın varlığı ortamında ekonomik sömürgeciliğin sözü bile olmaz. Birçok güç burayı önemsemedi. Çünkü Kürt bireyinde duygu olarak, düşünce ve bilinç olarak sömürgecilik tarafından özümsetilmişti. Soykırıma uğratılmış, teslim alınmış, kazanılmış kişiliklerdi. Beyin gücü, düşünce güçleri o düzeydeydi. Dolayısıyla orayı bir çelişki olarak tehlike olarak görmediler, tersine ilerleme olarak tanımlıyorlar, gelişme olarak ön görüyorlardı. Bu da çok farklı bir bakış açısını, anlayışını ortaya çıkardı.
İkinci boyut ise; madem amaç böyle ise amacı gerçekleştiren araçların tespiti önemlidir. Sadece ekonomik sömürgecilik nasıl yapılıyor. İşte bir genel, bir siyasi, askeri egemenlik sömürge valiliğini oluşturma ve yapabildiği kadar ekonomik kaynakları sömürme, talan etmeydi.
Egemenliğin karakteri bu biçimiyle ortaya çıkıyor, ama amaç ulusal başkalaşım, kültürel soykırım olunca bunu gerçekleştirmeyi yürüten egemenliğin karakteri değişiyordu. Bunun için öyle sadece bir siyasi, sıradan bir askeri egemenlik değil, tepeden tırnağa her şeyin denetlendiği, çıplak bir zorla, şiddetle baskı altına alındığı Kürdistan’a, Kürtlüğe ilişkin her şeyin katı yasaklanmalar ve katliam düzeyindeki uygulamalarla bastırıldığı bir egemenlik uygulaması vardı.
Bu öyle sıradan bir askeri egemenlik değil, insanların ruhunu, duygusunu katletmeyi, kırmayı hedefleyen, her an tepesinde şiddeti bulunduran ve böylece sürekli varlığını hissettiren, korkutan bu temelde teslim alan bir şiddet uygulamasıydı. Kürdistan üzerinde sömürgeci egemenliğin siyasi-askeri karakteri kadar, diğer boyutları da ortaya çıktı. Böylece amaç kültürel soykırım olunca o zaman pazarda, eğitimde, sağlıkta, hukukta her şey bu amacı gerçekleştirmeye dönük oldu.
Dolayısıyla kültür yaşamının bütün alanları üzerinde bir saldırı sistemi ortaya çıktı ki hepsi katı katliamlarla, soykırımlarla sürdürülen bir zor uygulamasıyla yürütülüyordu. Bu temelde Kürt insanları kendi olmaktan çıkartılıyor, başkalaştırılıyor, başkaları için düşünen, onlara göre çalışan bir konuma getirilmek isteniyordu.
İşte Önderlik bu noktada ‘madem sistemli, bütünlüklü süreklilik arz eden çıplak bir zorla bu sömürgecilik yaşatılıyor, sürdürülüyor, kültürel soykırım bu temelde gerçekleştirilmek isteniyorsa o halde ulusal demokratik gelişme de her şeyden önce bu sömürgeci zor şiddeti zayıflatacak, kıracak, parçalayacak, etkisini azaltacak karakterde olmalıdır’ tespitine gitti.
İşte temel mücadele yöntemi konusundaki fark burada ortaya çıktı. Sömürgeciliği sadece ekonomik kaynakları sömürmekle daraltan ya da sömürgeciliği yapan kapitalizm olduğu için ‘ilericidir destek vermeliyiz’ diyenler buna göre örgüt ve mücadele geliştirdiler, dergi çıkarttılar, dernek kurdular. Sadece söyleyip geçtiler. Son derece dar, yüzeysel, somut koşullardan uzak bir yaklaşım içinde oldular.
Kürdistan’a sokulan kapitalizmin ilerleyici değil soykırımcı olduğunu, Türk uluslaşmasını geliştirdiğini, Türk sömürgeciliğinin temel karakterinin ekonomik talandan öteye ulusal kültürel sömürüyü ham madde yapma olduğunu tespit eden ve her an çıplak zorla insanların böyle bir sürece sokulduğunu ve yürütüldüğünü tespit eden anlayış PKK anlayışıdır. PKK çizgisi, kapitalizme, sömürgeciliğe karşı bütünlüklü bir direnme, bu sistemden tümüyle kopma, sistemin tepeden tırnağa şiddet haline gelmiş yapısı karşısında her türlü askeri mücadele yöntemlerini içeren bir bütünlüklü mücadele anlayışıyla buna karşı durma noktasına götürdü.
PKK böyle ortaya çıktı. Düşünsel gelişimi, ideolojik-politik çizgi haline gelmesi bu temelde oldu. Bir tür öz savunma bilincinin ortaya çıkmasıdır. Öz savunma çizgisinin oluşmasıdır. PKK’nin ideolojik-politik çizgisinin böyle bir temel karakterleri oldu. Kürdistan gerçeği onun üzerindeki sömürgeci egemenliğin karakteri bu biçimde çok daha bütünlüklü, derinlikli gerçeği ifade eden bir temelde değerlendirildi.
18 Mayıs 1977 Haki Karer yoldaşın katledişini Önderlik, “bir dönüm noktası olarak” değerlendirdi. PKK düşünce olarak bazı şeyleri tartışıyordu, bir öz savunma bilincini oluşturuyordu ama nasıl, nerede uygulanacak, gelişimi nasıl olacak belli değildi.
18 Mayıs saldırısı, savaş diye tartışılan, değerlendirilen, direniş olarak adlandırılan olayın ne biçimde, nasıl, nerede, ne zaman geliştireceği sorusuna cevap oluşturdu. Yoksa başka herhangi ciddi bir şey yoktu. PKK’nin o zaman kadar askeri, siyasi, örgütsel eylemliği bile yoktu.
TC, PKK’nin oluşturduğu düşüncenin tehlikesini gördüğü için saldırdı. İşte Kürdistan üzerindeki sömürgeciliğin askeri karakteri, şiddet karakteri burada ortaya çıktı. Saldırı sadece Haki arkadaşa yönelmiş bir saldırı değildi. Hareketin tümüne, Önderliğine onu imhayı hedefleyen bütünlüklü bir saldırıydı. Daha o zaman devlet propaganda çalışması yürüten bir gurubun düşünce sistemini kendisi için hayati tehlike görerek planlı bir biçimde şiddetle yok etmek istedi. Hem sömürgeciliğin karakteri hem de ona karşı mücadelenin nasıl olması gerektiği burada ortaya çıktı ve öyle bir saldırının amacı imhaydı. Devrimci duruşta bunun karşıtı olarak direnişi geliştirme, öz savunmayı öngörme temelinde oldu.
18 Mayıs katliamının çıkarttığı sonuç şuydu: Örgütün bütün kadroları güvenlikli çalışacaklar, kendi güvenliklerini sağlayacaklar, gizli ve dikkatli hareket edecekler, mümkünse silahlı olacaklar. Silahlanmanın gereği o zaman ortaya çıktı. Ondan itibaren PKK kendi öz savunmasını alarak, güvenliği sağlayarak yaşayan ve mücadele eden bir grup haline geldi.
Dikkat edelim bu bir silahşorluk işi filan değil, ordu kurmakla da işe başlanmıyor. Bu bir bilinç, anlayış işidir. Kendi gerçeğini anlamak, düşman gereceğini anlamak oluyor. Bu dünyada, bölgede var olan yaşam gereceğini anlamak oluyor. Bunu anladığı ölçüde insan kendine yaşam alanı açabiliyor.
Eğer Kürdistan üzerindeki sömürgeciliğin amacı Kürtleri ulusal yok etmek ise o halde buna karşı mücadelenin de böyle bir bütün ve sürekli olması gerekiyordu. Kürt olarak yaşayabilmenin, bu sistemde gedik açmakla, sistemi parçalamakla bağlı olduğu açıktı.
Özgür Kürt olarak var olacağım diyorsan ancak bu sistemde gedik açarak kendine yaşam imkânı yaratabilirsin. Bu da 24 saat öz savunma demektir. Demek ki öz savunma bir bilinç ve yaşam tarzıdır. Özgür olmanın olmasa olmaz koşuludur. Onun dışında bir özgürlük yoktur.
gerilla bir öz savunuma örgütlemesi, direnişi oldu. 15 Ağustos Atılımı, gerilla hareketinin amacı tümü ile toplumun öz savunma gücünü ortaya çıkarmaktı. Bir düzeyde onu ortaya çıkardı. Gerilla var oldukça ve düşman saldırılarını, sömürgeci saldırıları göğüsledikçe, ona karşı direndikçe özgür yaşam alanını genişletti. Ulusal direniş devrimi gelişti, toplum özgürlüğe doğru yürür hale geldi.
Demek ki kendi güvenliğini kendisi sağlamayan, öz savunmasına dayanmayan bir özgürlük yaşamı yoktur. Özgürce var olmanın tek koşulu kendi öz savunmasının sağlanmasıdır. Kendi öz savunmasına dayanmayan hiçbir yaşama, mücadeleye, davranışa, söze özgürlükçü denilemez. Kürdistan’da genel kural böyledir. Zaten bütün yaşam açısından da bütün canlılar açısından da böyledir. Kürdistan açısından somut olarak vurgulaması çok önemlidir. Çünkü toplumun inkâr ve imha sisteminin sömürgeciliği altında bütün öz savunma dinamiklerinin kırılması söz konusu, öz savunma bilincinin ezilmesi, yok edilmesi, kendi öz savunmasını gerçekleştirecek örgütlemesinin dağıtılması, araçlardan yoksun kılınması söz konusudur. Ulusal yok oluşu hedefleyen sömürgeciliğin toplum üzerindeki saldırıları bireyi ve toplumu bu duruma getirmiştir. PKK böyle bir hale gelen toplumun içinden çıktı.
Dikkat edilirse toplumu bu duruma getirirken sömürgeciliğin yönelttiği saldırılar karşısındaki tepki içinden çıkmadı. 1925-40 direnişleri öyle bir tepki direnişleriydi. PKK böyle bir tepki hareketi değildir. Aslında bütün dinamikleri dağıtılmış bir toplumun içinden yeni bir insan yaşamını yaratma bilincini oluşturma çıkışı oluyor. Önderliksel çıkışı da böyle anlamak lazım. Maddi imkânlar bir yana, manevi imkânların bile kalmadığı, Kürt özgürlüğünün asla gerçekleşemeyeceği gibi ölümcül bir duygu konumuna düşürüldüğü bir noktada çıkış yaptı.
Bu noktada öz savunma bilinci her şeyden önce olmalıdır. Özgür Kürt varlığını ve mücadelesini mutlaka öz savunma temelinde kendi güvenliğini kendisinin sağlaması temelinde yürütülmesi gereklidir. Özgür olabilmesi, gelişme yaratabilmesi böyle bir sistem karşısında var olabilmesi buraya bağlıdır.
Kürt ve Kürdistan varlığı öz savunmasız olmaz. Kürdistan’da ulusal imha siyasetinin varlığı dikkate alınırsa aslında öz savunma birinci boyut haline geliyor. Öz savunmasız Kürt’e ait hiçbir şey olmaz. Ne özgür birey olur ne komün olur ne hukuk olur ne siyaset olur ne kültür olur ne de ekonomi olur. Öz savunma bilinci pratik olarak birincidir başta gelenidir. Çünkü toplum yok edilmek isteniliyor, bu temelde toplumun özgür olabilmesi için kendi güvenliğini sağlaması lazım. Özgür Kürt bilinci, yaşamı, varlığı, örgütlülüğü öz savunmasının varlığına bağlıdır. Ne kadar güvenliği sağlıyorsa o kadar özgürdür ve özgürce vardır.
Demek ki doğru anlayış çok önemli, başarılı çalışmanın temel koşulu budur. Buna dayanmayan çalışma başarı getirmez, kalıcı olmaz. Kültürel soykırımın çok boyutlu hale gelmiş, özel savaş sisteminin saldırıları karşısından yok edilir gider. Ne yaparsak yapalım, hangi çalışmayı yürütürsek yürütelim, nerede olursak olalım burayı anlamak elzem oluyor. Bu gerçeği görmeden militan olamayız, yurtsever olamayız, özgür olamayız. Bu gerçeğe dayanmadan örgüt ve eylem çalışması yürütemeyiz.
Bu iş sadece gerillacılığın işi değildir. Özgür insan olmakla, özgür yaşamı yaratıp yaratmamakla bağlı bir durumdur. Siyaset de böyledir. Ekonomi de böyledir. Çünkü düşman seni yok etmek istiyor. Nasıl var olacaksın? ‘Demokratik haklarımı vermek zorundalar, haklarımı versinler’ demek boş sözlerdir. Tabi işin içine somut yaşam mücadelesinin keskinliği geldi mi bu tür sözler bir yaşındaki çocuğun yeni söz öğrenmesine benzer. Türkçede şimdi “yaşamda karşılığı yok” diyorlar. Hiçbir karşılığı olmayan sözler, hiç anlamı olmayan sözler. Öyle bir dünya yoktur. Öyle bir demokrasi yoktur.
Buradan çıkartacağımız en önemli ders bütün çalışma ve yaşamımızın öz savunmaya dayalı olmasıdır. Öz savunması olmayan bir çalışmanın özgürlük çalışması olması mümkün değildir. Öz savunmasını, kendi güvenliğini sağlamayan bir yaşamın özgür yaşam olması mümkün değildir. Kürdistan’da bu canlı yaşam kuralı şimdi her şeyden daha keskin ve kesindir. Bunu gözetmeyen hiçbir çalışma başarılı olamaz.
O bakımdan Kürdistan’ın özgürlüğü öz savunmanın oluşumuyla gerçekleşecek, öyle başka bir biçimde değil, farklı biçimde olacağını sananlar varsa yanılıyorlar. Kürdistan’da özgür olarak var olmanın, özgür olarak yaşamanın kuralları var. Özgür çalışmanın kuralları var. Kendi güvenliğini sağlaması öz savunmaya dayanmasıdır. İster siyasi çözüm olsun, ister başka çözüm olsun, Kürt sorunu çözülecekse Kürdistan’da özgürlük olacaksa bu öz savunmasını gerçekleştirmesi temelinde olacaktır. Bunu anlamak çok önemli oluyor. 24 saat yaşam ile çalışmayı bu eksende ele almak gerekir. Gerillanın böyle bir öz savunmadaki öncü konumunu görmek, gerillaya bu anlamda sahip çıkmak, onun büyümesi gelişmesi için temel desteği vermek şarttır.
Öz savunmayı sadece gerilla olarak ele almamak gerekir. Gerilla öncülüğünde tüm halkın bilinçlendiği ve kendini savunacak şekilde eğitildiği, öz savunma sistemini geliştirmeyi ön görmek lazım. Kürt özgürlüğü böyle gerçekleşir. Dolayısıyla özgürlük temelindeki Kürt sorununu çözümü de ancak bunu gerçekleşmesi ile olur.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan/PKK Online