HABER MERKEZİ –
Rüzgarın esintisinde özgürce savrulup duruyordu yeni yeni filizlenen meşe ağacımız. Adeta göklere kucak açmış, çiseleyen yağmuru selama duruyordu. Yeşermek için içmeliydi baharın coşkun sularını. Tüm yazın sıcağına karşı kendini yeşil tutabilmek için, içmeliydi kana kana bahar yağmurlarını…
Ne kadar güzel, ne kadar heybetli, ne kadar da kutsal duruyordu. Yaprakları rüzgarın esintisine vuruluyordu. Ve sonra kendinden geçiyordu meşe ağacı. Belli ki yüreğini okşuyordu rüzgar…
Mangamızın hemen kapısının önünde duran meşe ağacının bizim için çok önemli bir anısı vardı. Kışın üslenme hazırlıkları yaparken manganın genişliğini engellediğini düşünerek bir kaç arkadaş bu meşe ağacının kesilmesini istemiştik. Ancak Sarya arkadaş tüm ısrarlara rağmen meşe ağacının kesilmemesi için elinden gelen tüm çabayı gösterdi. Hatta gerekirse mangamızı biraz daha küçük yaparız diyerek, kapının kamuflajı olması için öneride bulunmuştu. Son anda önerdiği bu fikir, hepimize uygun göründüğü için meşe ağacını kesmekten vazgeçmiştik. Evet, meşe ağacını kesmekten vazgeçmiştik. Ancak gerilla dağlarda doğaya zarar vermeyi hiç bir zaman istemediği gibi bazen istemese de istisnaların yaşanmasına elinde olmayan nedenlerden kaynaklı engel olamamaktadır. Dolayısıyla böylesi istisna bir durum bu meşe ağacıyla aramızda farklı bir anıya vesile olacaktı. Ve daha sonra adeta ağacın yeşermesini baharla birlikte gün gün takip etmeye başlayacaktık.
Mangamızın tam kapısının önünde olan meşe ağacımız o kadar büyüktü ki, köklerini salı vermiş, uzanıp gidiyordu toprağın derinliklerine. Kim bilir bu topraklarda nelere tanıklık etmişti. Gerillanın güzel yoldaşlığına, paylaşımına ve özlemine ve özgürlük, güzellik adına daha birçok şeye… Uzadıkça uzuyordu ayakta dimdik. Hiç bir zaman devrilmeyecek gibi. Asi, heybetli ve hırçın… Kara kışlara, fırtınalara, boranlara, hiç bir zorluğa boyun eğmeden özgürce sarkıtmıştı dallarını. Kökleriyle sımsıkı tutunmuştu toprağa. Sıkı ama sımsıkı… Uzanmış mavi gökyüzüne, haykırıyordu, göğün sonsuz maviliğine…
Takvimler 3 Nisan 2008’i gösteriyordu. Sarya arkadaşla birlikte baharın bu ilk günlerinde çiseleyin yağmurun altında manganın kapısının önünde durmuş, meşe ağacını izliyorduk. Sarya arkadaş bir anda manganın içine koşarak, fotoğraf makinesini almaya gitti. Henüz ne olduğunu anlamadan bana arkasından koşmamı söyledi. O, gökyüzünde uçan kuşu çekmeye çalışırken, ben olan bitenden habersiz öylece onu izliyordum. Sonunda bir kartalın arkasına düştüğünü ve onu fotoğraflamak için koşuşturduğunu fark ettim. Kartalın bir kaç fotoğrafını çektikten sonra bu defa bana kuşla olan anısını anlatmaya başladı.
O süreçte vuruş uçakları sürekli kamplarımızı bombardımana tutuyordu. Aslında bu refleksini de vuruş uçaklarının sesini duymuş olabileceğine bağladım. Ki, bağlantısının da yok olmadığını yaşadığı hislerle daha sonra yaşayacak ve görecektim. Heval Sarya ile kamptan bir süre uzaklaşmıştık. Kartal’ın fotoğraflarını çekerken, kartalla arasında oluşan bağı anlatmaya başlamıştı. Sarya arkadaş kış sürecinden beri, bir kaç kez bu kartalı gördüğünü ve gördükten kısa bir süre sonra vuruş uçaklarının geldiğini söyleyerek, adete kendisini belki de bizi uyardığını söylüyordu. Sarya arkadaş bir kaç kez bu kartalı gördükten sonra savaş uçakları gerçekten gelmişti. Hatta öylesine sezgileriyle sınamıştı ki, en son kartalın ardına takılıp kamptan uzaklaşmamız adeta bu hissiyatı doğrulatıyor gibiydi.
Anlattığı olayın henüz etkisindeydim ki, bir anda havada vuruş uçakları beliriverdi. Olanlar karşısında şok olmuştum. Bu anlattıklarınla bir bağı olabilir mi diye sormadan geçemedim. Tam bu soruyu ona yönelttiğimde savaş uçaklarının Lolan nehri üzerindeki derme çatma odunlarla yapmış olduğumuz köprüyü vurduklarını fark ettik. İlk vuruş direk kampa yapmadığı için arkadaşlar tedbirini almış ve kamptan uzaklaşmışlardı. Bu bir nebze de olsa bizi sakinleştiriyordu. Biz kuşun efsununa kapılıp, farkında olmadan kamptan bir hayli uzaklaşmıştık. Kamptaki arkadaşlar da araziye dağılmışlardı. Bu iyiye işaretti. Çünkü ilk vuruşta kayıp verilmezse daha sonra tedbirler alınabilirdi.
Dağlara olan sevdası, dağlara olan tutkusu yüreğindeki dağlı özünden geliyordu. Kadın ve doğanın özdeşleştirildiği hisleri çok derinden yaşıyordu. Doğanın hisleri ve kadının hisleri özgürlük dağlarında ortaklaşıyordu. Sarya yoldaş doğa ananın kucağında onurlu bir özgürlük mücadelesi veriyordu. Birde elindeki fotoğraf makinesiyle gerillanın sanatçı ruhunu yaşayan bir kadın gerillaydı. Her gerillanın birazda devrimci romantizmi yaşaması gerektiğine inanırdı. Çünkü devrimciliğin kendini yeniden yaratmak, kendini yeniden kökleriyle buluşturmak olduğu açıktı. Devrimcilik bir yönüyle de büyük bir titizlik ve emekle yaratılan bir sanat anlayışıydı. Ve Sarya arkadaş bu duygulu yüreğe sahipti. Dağlar ve gerillacılık devrimci romantizmin kalbiydi. İşte tamda bu noktada tüm bu güzellikleri bir arada buluşturup önce kendi yüreğine, daha sonra onlarca yüreğe akıtmak için fotoğraf çekmeyi seviyordu. Bazen bir fotoğraf karesinde, bazen omuzladığı silahın hakkaniyetinde uzanıyordu uzun soluklu özgürlük mücadelesine.
Bir gerilla olarak, silahının hakkaniyetine inandığı kadar, fotoğraf çekme tutkusuyla da bu gerçeği yansıtmaktı amacı. Gerillayı, dağların güzelliklerini fotoğraflamak bunun açık ifadesi olurdu. Fotoğraf çektiği zaman mutlu olduğunu belirtir, yüreğine dokunan her bir kareyi, onlarca yüreğe dokundurabilmek için sarılırdı fotoğraf makinesine. Her paylaşımın belki de farklı farklı yolları vardır. Tıpkı yazmak ya da konuşmak gibi. Ancak Sarya arkadaştaki fotoğrafın diliydi. Fotoğrafta yansıyan zamanın tılsımını hisseder ve bu tılsımın herkesçe görülmesi gerektiğini düşürdü. Belki de mavi semalarda uçan kartalla arasındaki oluşan tılsımdı onu ya da bizi kurtaran. Kim bilir, belki de doğayı bu kadar derinden hissettiği için doğa ananın ona sunduğu bir tılsımdı bu kartal.
Kim bilir?
Günlüğüne dahi bu kartala ilişkin düştüğü notlar, onun doğaya ve hayvanlara olan sevgisini çok açık ortaya koyuyordu. Günlüğünde bir kaç defa kartalı nasıl gördüğünü ve onda yarattığı heyecan ve coşkuyu şu cümlelerle dile getirmişti. “Bugün yine benim asi kartalım geldi. O kadar ani çıkıp geldi ki, kalbim neredeyse heyecandan duracak gibi oldu. Kocaman siyah kanatlarının altında beyaz beyaz benekler vardı. Geçenlerde onun fotoğrafını çektim. O kartalı çok kıskanıyorum, dört parça Kürdistan’ı görmek için. Onun gibi uçmak isterdim. ”
Sarya arkadaş için bu kartal ve meşe ağacının anlamı neydi? Nasıl bir anlama sahipti? Günlük yaşamda doğa ananın, yeşilin anlamını her fırsatta dile getiririz. Oysa bu yaşadığımız olayda gerçeklerin tanımı başka bir anlama bürünmüştü. Salt gölgesinde dinlenip faydalanmanın çok ama çok ötesindeydi bu anlam. Artık bilinenden çok daha fazlasını ifade ediyordu bizim için.
Vuruş uçakları kampı tam vurduğu sırada bir arkadaş silahını almak için kampa girerken, ikinci turda vuruş uçakları kampın önündeki meşe ağacını vurmuştu. Kampın önündeki meşe ağacı parçaların arkadaşa değmesini engellemişti. Sonbaharın üzerinde bu kadar tartıştığımız, kesilmemesi için bizimle mücadele eden Sarya arkadaşın meşe ağacı yoldaşlarımızdan birinin hayatını kurtarmıştı. Biz henüz bu olaylardan bihaberdik. Her birimiz bir tarafta gökyüzünde uçuşan uçakları izliyor, uçakların aldığı tura göre pozisyon alıyorduk. Uçaklar yaklaşık dört, beş saat dolaştıktan sonra akşamüstü gitmişlerdi. Bulunduğumuz yer, kampı görmeye el verişli değildi. Ancak kampın üzerinden yükselen dumanlar kampın vurulduğuna işaretti. Havadaki uçak sesleri durulduktan sonra yavaş yavaş kendimizi kampa bıraktık. Kampta ilk fark ettiğimiz mangamızın önündeki meşe ağacının yere devrilmiş olmasıydı. Bu bir tesadüf müydü bilmiyoruz, ancak kampta ağacın dışında hiç bir yer zarar görmemişti. Bir taraftan hiç bir arkadaşın parmağının kanamaması içimizi rahatlatırken, bir taraftan meşe ağacının yere devrilmiş olması hepimizi çok etkilemişti. Ama en çok da parça almaktan son anda kurtulan arkadaş, meşe ağacı için üzülmüştü. Çünkü adeta yaşamını bu meşe ağacına borçluydu. Bunu o da biliyordu ve bunu dile getirirken, sözcükler boğazında düğümlenivermişti. Belki de sonbaharda Sarya arkadaş bu meşe ağacının kesilmesine engel olduğu için, doğa ana da bize yoldaşımızı bağışlamış, bizi mükafatlandırmıştı. Ben de artık doğanın kadınla, kadının doğa ile olan bu bağını fark edebiliyordum.
Tarihten günümüze kadar sembolleşen birçok değer vardır. İfade ettikleri anlamlar farklı farklıdır. Yaşamsal değerleri zaman ve mekana göre bir anlam kazanır. Kazandıkları anlam, tarihin gelişim süreçlerinde farklı farklı olurken, meşe ağacı insanlığın ilk oluşum süreçlerinden günümüze değin hep kutsal olarak görülmüştür. Umut, bereket, yenilik, erdem, sevgi başta olmak üzere birçok şeyin sembolü olmuştur.
Tarihte olduğu gibi gerilla için de farklı bir anlamı vardır meşe ağaçlarının. Genel anlamda doğa ve ağaçlar, gerilla mücadelesi için vazgeçilmezdir. Çünkü ağaçlar ve özelde meşe ağaçları gerilla için yaşamın ta kendisidir… Onu; koruyanı, kollayanı, gizleyenidir. Gerillanın kendini kollarına bıraktığı barınağıdır. Onu koruyan, kollayan bir barınaktır adeta. Baharda yaprakların açışını dört gözle bekler. Tomurcukların, açmasını gün gün takip eder. Her sabah yaprakların açılacağı umudu, onun yaşam sevinci olur. Çünkü doğayla birlikte, yeni bir bahara merhaba diyerek yenilenir gerilla. Sarya arkadaştaki doğa sevginin kaynağı da işte bu hakikat ile örülüydü.
Nasıl ki Keldanilerde bir çocuğun boynuna asılan meşe palamudunun, çocukları koruduğuna inanılıyorsa, Kürdistan dağlarında da özgürlük mücadelesi veren gerillayı koruduğuna inanılır. Belki de mangamızın önündeki meşe ağacımızın böylesi bir büyüsü vardı bizler için.
Sarya yoldaşın bu meşe ağacının kesilmesine izin vermemesinin nedeni, doğanın kendini her an yaratan, yaşamsal kılan özelliklere sahip olduğuna sonuna kadar inanıyor olmasıydı. Sarya, meşe ağacının köklerinde umudu, yeniliği, çoğalmayı, bereketi barındırdığını biliyordu. O yüzden bir kış boyunca yapraklarının tomurcuklanıp filizlenmesini bekledi. Meşe ağacının, tüm zorluklara karşın ayakta kalmasını başarabilen, kökünü toprağın derinliklerine sağlamca atabilen bir ağaç olduğu açıktır. O, kendini yenilemeyi başarabilendir.
Sarya yoldaşta PKK hareketinde tıpkı bir meşe ağacının kendini yenilmesi, çoğaltması ve anlamlandırması gibi kararlı bir şekilde kendini yeniden yarattı. Kürdistanlı kadınların, başta olmak üzere tüm kadınların dağ yürekli kadın yoldaşı oldu. Doğa ananın bağrında görkemli, asi dağların en güzel yanıyla özdeşleşti. Dolayısıyla Sarya yoldaşın umutları, nice gerillanın gülüşlerinde saklı şimdi. Nice gerillanın arşınladığı patikalarda gizli ayak sesi… Ve şimdi bu dağları binlerce kadın gerilla arşınlıyor. Düşmanın yüreğini delice titretircesine…
Arya Andok