HABER MERKEZİ –
- Tayyip Erdoğan, ABD ve NATO için artık kaldırılamaz bir yük ve taşınamaz bir kişilik haline gelmiştir. ABD ve NATO artık bu yükten kurtulmak ve işlerini başarıyla yürütecek yeni kişiler bulmak istemektedir.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan yolun sonuna geldi gibi. Sağa sola efelenmek artık bir fayda getirmiyor. Ne yapsa da su almış gemiye çare bulmak mümkün olmuyor. “Nerede eski günler” deyip nostalji yapmak da bir fayda vermiyor.
Irak ve Suriye’ye yönelik iki yıllık savaş tezkeresinin içerdiği tehdit ve şantajın da AKP-MHP faşizmi için fazla bir çare üretmeyeceği açıkça görülüyor.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a ‘Kadere razı olmak’ kalıyor. Peki böyle yapmazsa ne olur? Çok açık ki kendisi için olabilecek en büyük tehlike olur. Bunu da bilmesi gerekiyor.
Tayyip Erdoğan için ‘Çekirdekten yetişme politikacı’ denebilir. Hatta bazılarına göre ‘Bir Tanrı lütfu’ olarak da görülebilir.
Cumhuriyet döneminin Mustafa Kemal’den sonraki ‘en büyük politikacısı’ olarak da değerlendirilebilir.
Kuşkusuz bunlar birer yorum ve tanım olmaktadır. Fakat şu hususlar gerçektir: Yüzyıllık cumhuriyet döneminin en uzun süreli yöneticisidir. Kenan Evren ile birlikte ‘İkinci Cumhuriyet’ denen sürecin ve yapılanmanın yaratıcısıdır.
Herkes çok iyi biliyor ki, aslında Tayyip Erdoğan’ın ‘büyük işler’ yapmak için gereken ciddi bir hazırlığı ve donanımı mevcut değildir.
Şunlar da bilinen gerçeklerdir: TSK’nin gelmiş geçmiş en eğitimsiz subayı ve generali Kenan Evren’dir. TC siyasetinin de en eğitimsiz ve birikimsiz siyasetçisi Tayyip Erdoğan’dır.
Eğer bu iki şahsiyet bu kadar uzun yönetim olma imkânı bulmuşlarsa, bu durum kendi maharetleri sonucu değil, oluşan boşluklar ve verilen destekler sonucudur. Bir de egolarının çok büyük olması ve aynı zamanda çok ihtiraslı olmaları sonucudur.
Tayyip Erdoğan’ın önünü aslında Necmettin Erbakan açmıştır.
Denebilir ki işin cefasını Necmettin Erbakan çekmiş, sefasını ise Tayyip Erdoğan sürmüştür.
Bukalemun Erdoğan
Tayyip Erdoğan’ın belirgin özellikleri; çok bireyci ve ihtiraslı olması, bukalemun gibi her renge girebilen bir pragmatizmi uygulaması, demogoji yapmayı ve duygulara hitap etmeyi iyi becerebilmesi ve kendi çıkarı için her şeyi ve herkesi kullanmaktan çekinmemesidir.
Bunlar nedeniyle başkaları ve özellikle de güç sahipleri tarafından da kullanılmaya ve kendini kullandırtmaya açıktır.
Tayyip Erdoğan ve başkanlığını yaptığı AKP’nin, 2000’li yılların başında ABD tarafından uluslararası komployu başarıya götürmek amacıyla görevlendirilmiş olduğu bilinmektedir.
Bu temelde de “PKK terörüne karşı mücadele konsepti” adı altında yirmi yıldır bu güçler tarafından desteklenmiştir.
Kapitalist modernite sisteminin egemen güçleri olan ABD ve NATO ile TC Devleti arasında PKK’ye karşı böyle bir ittifak yapılmış ve imha-tasfiye amaçlı saldırı yürütülmüştür.
Böyle bir saldırı içinde TC Devleti Kürtleri, ABD ve NATO ise PKK’yi yok etmek istemiştir. Tayyip Erdoğan kişiliği işte bu durumu görmüş ve kişisel çıkarları temelinde bu sürecin aktörü olmaya çalışmıştır.
Kısaca PKK’ye karşı saldırının tetikçisi, uluslararası komplonun gardiyanı olma rolünü oynamıştır.
20 yılda varılan sonuç ve Erdoğan
3 Kasım itibariyle Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının yirminci yılına girilirken sonuçlar ortadadır.
Bu yirmi yıl içinde ne uluslararası komplo zafer kazanmış ve ne de PKK yok olmuştur. Yani Tayyip Erdoğan ve AKP, kendilerine verilen temel görevi başaramamıştır. Yani iyi bir tetikçi ve gardiyan olamamıştır.
Kuşkusuz bu yirmi yıl içinde ABD ve NATO için çok önemli hizmetlerde bulunmuştur. Ancak verilen temel görev başarılmamıştır.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan ABD ve NATO için artık kaldırılamaz bir yük ve taşınamaz bir kişilik haline gelmiştir. ABD ve NATO artık bu yükten kurtulmak ve işlerini başarıyla yürütecek yeni kişiler bulmak istemektedir.
Böyle zorlu bir süreçte Rusya’nın Ortadoğu’ya inme ve enerji politikası ile İran’ın ABD ile çelişkisi Tayyip Erdoğan’ın imdadına yetişen önemli bir etken olmuştur.
Tayyip Erdoğan, özellikle Suriye çerçevesinde bu durumu değerlendirmeye ve var olan imkânları azami düzeyde PKK’ye karşı kullanmaya çalışmıştır.
Yetmeyen ABD ve NATO desteğini Rusya ve İran desteği ile tamamlamak istemiştir. ABD-NATO ile Rusya-İran arasında gidip gelerek güç toplamaya ve iktidarını sürdürmeye çaba harcamıştır.
Ancak artık bu politikanın da sonuna gelinmiştir. Yeni yönetimle birlikte ABD-İran görüşmeleri yeniden başlamış, Tayyip Erdoğan yönetimi için eski imkân iyice azalmıştır.
Suriye üzerindeki ABD-Rusya anlaşmaları Tayyip Erdoğan’ı şimdiye kadarki savaş politikasını yürütemez hale getirmiştir.
Kısaca Rusya ve İran desteği ile eskiden olduğu gibi Suriye politikası yürütememektedir.
Dahası şimdiye kadar verilen tavizler Tayyip Erdoğan yönetiminden geri istenmekte, Suriye’den çekilmesi talep edilmektedir. En son Çin bile TC’nin Suriye’de işgalci olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Erdoğan dışta istenmemekte, içte gerilemektedir
Tayyip Erdoğan için iç politik durum da dış politikadan pek farklı değildir. Bazı faşist çete grupları örgütlemiş olsa da, kitle desteği iyice düşmüştür.
Anketlere göre demokratik bir seçim olsa yeniden iktidar olamayacaktır. Son yedi yıldır temel dayanağı olan MHP ise seçim barajını bile aşamayacaktır.
Irak ve Suriye’ye yönelik savaş tezkeresine CHP’nin ‘Hayır’ oyu vermiş olması, Tayyip Erdoğan Yönetimi için çok ciddi bir zayıflama durumudur.
Çünkü bu durum, AKP-MHP faşist iktidarına karşı alternatif bir yönetimin ortaya çıkabileceğini somut olarak göstermektedir.
Burada şu hususu açık yüreklilikle belirtebiliriz: Eğer Tayyip Erdoğan bu kadar uzun süre yönetimde kalabildiyse, bu durum kendi marifetinden çok dış desteğin gücü ve iç mücadelenin zayıflığından kaynaklanmıştır.
Kuşkusuz Tayyip Erdoğan Yönetimine karşı yirmi yıldır önemli bir mücadele verilmiş ve özellikle son yedi yıllık mücadele kahramanca olmuştur. Belirttiğimiz husus, söz konusu mücadelenin tarihsel anlamını ve yüceliğini asla zedelemez.
Ancak böyle görkemli bir mücadelenin yirmi yıldır Tayyip Erdoğan Yönetimini yıkmak için yeterli olmadığı da açıktır.
Şimdi işte bu yetersizlik aşılmakta ve AKP-MHP faşizmine karşı mücadele onu yıkma düzeyine ulaşmış bulunmaktadır.
Siyaset alanındaki gelişmeler bunu açıkça göstermekte ve Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü her bakımdan teşhir etmektedir.
Gerilla mücadelesi Erdoğan faşizmini yıkıma götürmüştür
Tabi daha da önemlisi, Kürdistan Özgürlük Gerillasının son yedi yılda geliştirdiği kahramanca mücadeledir.
Bu mücadele Şubat ayında Garê’de, 23 Nisan’dan bugüne de Metîna, Zap ve Avaşîn’de AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratan bir düzey kazanmıştır.
Son TC iktidarı olan Tayyip Erdoğan yönetimi de artık Kürt gerillası karşısında yenilmiş bir iktidar durumundadır.
Kürdistan’da yenilmiş olan bir iktidarın da Türkiye toplumundan ve dış güçlerden destek bulamayacağı açıktır.
Sonuç olarak, iç ve dış politik durumun Tayyip Erdoğan için artık yolun sonuna gelindiğini açıkça gösterdiği ortadadır. Bu durumu hafifletmek ve iktidar ömrünü uzatabilmek için ABD ve Rusya’dan yeni kredi alma çabaları sonuç vermemiştir.
Peki, şimdi ne yapacaktır? Deniyor ki, meclisten geçirilen Irak ve Suriye savaş tezkeresine dayanarak savaş çıkartacak ve böylece seçimi erteletip iktidar ömrünü uzatacaktır. Tezkereyi bu nedenle iki yıllık yapmıştır.
Kuşkusuz bu da bir görüştür, fakat böyle bir şeyin TC için kolay olmayacağı da açıktır.
Çünkü TC savaşa girerse NATO’da girmiş olur ki, Tayyip Erdoğan’ın kendi başına savaş ilan etmesi öyle kolay değildir.
Bu iş PKK ve Kürtleri istediği gibi katletmeye benzemez.
Eğer ABD, NATO ve Rusya’ya rağmen kendi başına böyle bir savaş durumu yaratırsa, o zaman da yalnız kalacağı ve dolayısıyla gerilla ve halk direnişine kolay hedef haline geleceği açıktır.
Şimdi mücadele ve direnişi büyütme zamanı
Ne yapsa da Tayyip Erdoğan için artık çıkar yol kalmamıştır. Tayyip Erdoğan Yönetimi artık düşecektir. Bu kesindir. Fakat bu düşüşün ne zaman ve nasıl olacağı hususu şimdi önem taşımaktadır.
Burada önemli olan, söz konusu düşüşün kendiliğinden olmasını beklememek ve mümkün olan en erken zamanda gerçekleştirmektir. Bu da ancak doğru ve bütünlüklü devrimci-demokratik mücadele ile olur.
O halde rehavete kapılmamak ve AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi daha örgütlü ve etkili yürütmek gerekir.
Selahattin Erdem/Yeni Özgür Politika