BEHDÎNAN – PKK’nin 44. yıl dönümünü kutlayan PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, “Önder Apo PKK’yi sadece Kürt toplumunun değil insanlığın umut kaynağı haline getirdi” diye konuştu.
AKP-MHP faşizminin tüm baskı mekanizmaları ve araçlarını devreye koyduğu bir dönemde, ölüm sessizliğine karşı yaşam çığlığı olmayı başarmanın büyük bir anlama sahip olduğunu söyleyen Helin Ümit, “Elbette yeterli değildir fakat anlamlıdır. Bundan sonra eylemlerimizin sürekliliği kadar toplumsallaşmasını ve faşizmi zorlayacak düzeye getirmeyi hedefliyoruz. Bunu başarabileceğimizi biliyoruz. Çünkü biz küllerinden doğan ateşin kadınlarıyız.
Faşizm var, baskı çok, saldırılar yoğun, bunun için şimdi duralım, bekleyelim, denilemez. İmkanların azlığından bahsedilemez. En büyük imkan direniş bilinci ve başarı inancıdır. Kürdistan gençliğinin başarıya inanması ve nasıl ki Medya Savunma Alanları’nda en az imkanla tarihin gördüğü en görkemli direnişi gerçekleştirmeyi başarabiliyorsa, Türkiye metropolleri ve Kürdistan şehirlerinde de direnişi de aşan bir mücadele duruşunu açığa çıkarabilmelidir. Herkes bilmeli ki başka türlü yaşam kazanılmayacaktır. AKP-MHP faşizmi Kürtler’e sadece ölümü vaat ediyor. Ya fiziki, ya kişilik olarak ölüm Kürt gençliğinin ikilemi olamaz. Bunun için ‘Ya özgür yaşam ya hiç’ diyebilmeli, özgür yaşamı kazandıkça güzel, anlamlı, zengin ve sevgi dolu bir yaşamın açığa çıkacağı bilinmelidir” diye konuştu.
PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, Kürdistan ve Türkiye gündemindeki siyasal gelişmelere ve Türk devletinin kadınlara yönelik yürüttüğü kirli politikalara ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Soykırımcı Türk devletinin başta İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmak üzere kadınlara ve gençlere karşı yürüttüğü kirli psikolojik savaşını nasıl değerlendirmek gerekir? Buna karşı mücadelede esas alınması gerekenler nelerdir?
Kürt halkının varlık ve özgürlük ihtiyacına bir yanıt olarak gelişen partimiz PKK’nin 44. yılı başta özgür kadınlara, yurtsever Kürt halkına, demokrasi ve devrim arayışlarını tutarlılıkla koruyan tüm dostlara kutlu olsun diyorum. Kuruluşundan günümüze her yılına bir değil yüzlerce zafer sığdırmış olan PKK’nin 44. yılı ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi ile şekillenecek ve özgürlük kazanacaktır. Bu çerçevede PKK’yi sadece Kürt toplumunun değil insanlığın umut kaynağı haline getiren, kadınların özgürlük arayışlarının mekanı olarak oluşturan, ezilenlerin, yoksulların, inkar edilenlerin güçlenme aracı olarak her yönüyle sağlamlaştıran Önder Apo’ya minnetlerimi, sevgi ve özlemlerimi sunuyorum.
Bilindiği gibi 27 Kasım 1978’de resmi olarak kuruluşu ilan edilen partimiz PKK, Haki Karer arkadaşın şehadetine verilen bir cevap olarak geliştirilmişti. Şimdi binlerce şehitle birlikte yürüyen bir halk hareketi haline gelen PKK’nin 44. yıla yanıtı, şehitler çizgisini başarıyla temsil etme çerçevesinde gelişecektir. Hiç kimsenin bundan şüphesi olmamalıdır. Kendisine Kürt deme cesareti bulan herkesin bu cesareti, iradeyi PKK şehitlerinden aldığını biliyoruz. Başta halkımız olmak üzere herkesin de bunu bilmesi ve buna göre yaklaşması gerekiyor. 44. yılda zafer, şehitler çizgisini doğru anlamak ve özümsemekten, şehitlere verilecek olan yanıtlardan geçiyor. Kürtlük ve Kürdistan’ı her düzeyde savunmak ve kazanmak bu temelde gerçekleşecektir.
Bu temelde en son Werxelê’de şehit düşen Cumali Çorum ve yanındaki arkadaşlar şahsında 43. yılın şehitleri anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Cumali Çorum arkadaş, Türkiyeli bir arkadaş olarak katıldığı PKK’yi fedai çizgisinde temsil etmeyi başaran bir arkadaş olmuştur. Kendisini tanırdım. Aynı çalışmalarda kalmasak da aynı yollarda yürüyünce karşılaşmamak, tanışmamak mümkün de olmuyor. Hakilerin, Kemallerin izinden yürüyen ve tüm Parti pratiği boyunca onları takip eden bir yoldaş olmayı başarmıştır. Nasıl ki Haki ve Kemal için Önderliğimiz yoldaşlığın timsaliydi diyordu, Cumali arkadaş da gerçekten bir Önderlik arkadaşı olmayı başarmıştı. Kemal Pir’in birçok özelliğinin Cumali Çorum arkadaşın kişiliğinde olduğunu da eklemeden geçemeyeceğim. Şehadetini ilk duyduğumda içimden geçen cümle ‘Eğer komplocu bir yöntem yoksa Cumali asla şehit edilemezdi’ oldu. Kimyasal silah gibi en haince bir yöntem olmasaydı Cumali arkadaşı düşman yakalayamazdı.
Anadolu gençliğinin komünal değerlere bağlılığının, samimiyetin, yoldaşlık için gözünü kırpmadan her türlü bedeli vermenin özeti gibiydi. Çok yiğitti. Cumali yoldaş, Çorum’dan getirdiği şivesini hiç terk etmeden, tüm doğallığı ve sadeliği ile ama zorluklar karşısında karşısındakileri şaşkınlığa düşüren kahkahalarıyla gerçek bir PKK’li, Apocu olduğunu hep ortaya koydu. Türkiye’nin demokratik devriminin Kürdistan’ın özgürlüğünden geçtiğine inançla yaşadı, savaştı. Yeniden belirtmek gerekirse PKK olarak bize doğrultu, güç, irade, inanç ve kararlılık veren tüm şehitlerimizin anılarına başarı temelinde karşılık vereceğimizin sözünü veriyoruz. Bu vesileyle 44. Parti yılımızı, Kürdistan ve Türkiye’de demokratik ulus çizgisinin zaferi temelinde halklarımızın bayramına çevirme kararlılığımızı bir kez daha belirtiyorum.
ERMENİ SOYKIRIMI 2. CUMHURİYET’TE KÜRT SOYKIRIMI İLE SÜRDÜRÜLMEK İSTENİYOR
PKK’nin 44. yılına girerken Önder Apo ve PKK hakikati olarak şehitler gerçekliği ve özgür yaşamda ısrar eden özgür kadın çizgisi ve halk gerçekliğimiz karşısında böyle günlerin büyük güçlenme günleri olduğu kadar, bir özeleştiri, hesap alıp verme günü olduğunu da belirtmek gerekir. 44 yıl Ortadoğu’nun merkezi olan ve üzerinde her türlü hesabın yapıldığı bir coğrafyada, kendi öz dinamiklerine dayanarak özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi yürütmek çok büyük bir tecrübe, birikim ve bilinç ortaya çıkarmıştır. Dikkat edilirse dünya gericiliği, sermaye güçleri, ‘efendileri’, modern tanrı kralları ne kadar bir araya gelip saldırı yürütürlerse yürütsünler PKK’yi bu coğrafyada etkisiz hale getiremiyorlar. Bu 44 yıl boyunca uygulanan esas olarak ordu-polis gücüyle PKK’nin gelişimini engellemeye dayalı politikalar olmuştur. Bunun için tarihte eşine rastlanmayan bir zulmün uygulandığını biliyoruz. İnkar ve imha politikası TC’nin halklara karşı esas politikası olarak uygulanmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ermeni Soykırımı politikası şimdi AKP-MHP iktidarı döneminde iddia edilen ikinci cumhuriyet sürecinde Kürt Soykırımı politikası ile sürdürülmek istenmektedir. AKP-MHP iktidarının hemen her gün dile getirdiği ‘beka’ problemi böyle bir sorundur. İttihat ve Terakki çizgisinin kurucusu ve yürütücülerinden Talat Paşa’nın da Osmanlı ya da Türklüğün beka sorununu Ermeni sorunu olarak tanımlayarak, bu coğrafyanın en kadim halklarından olan ve yine en güzel renklerinden birini temsil eden Ermenileri soykırıma uğrattığını biliyoruz. Kürt halkı ise gerek nüfus yoğunluğu gerekse ümmetin birliği söylemi üzerinden beyaz soykırım da denilen zamana yayılmış bir kırım politikası ile karşı karşıya kalmıştır.
Aslında Cumhuriyet’in 100. yılına doğru giderken bu kırım politikasının tamamlanmış olması, Turancılar’ın, ırkçıların, Türk milliyetçilerinin ideallerinden biridir. Şimdi bunu boşa çıkaran ve tam tersine yeni bir paradigmasal çıkışla halklara seçenek haline gelen bir PKK gerçekliği vardır. Bu kadar kızılca kıyamet bunun için koparılmaktadır. TC kuruluşundan itibaren bölge halkları karşısında konumlanmış olan bir avuç sermaye kesimini temsil ederken PKK ise mazlum halkların, ezilen sınıfların, başta da kadınların kendini kimliklendirme, güçlendirme ve savunma çizgisinin adıdır.
TÜRK DEVLETİ BİR ÖZEL SAVAŞ REJİMİ OLARAK İNŞA EDİLDİ
Şimdi bu iki çizgi mücadele içerisinde bulunuyor. Doğası gereği soykırımcı sömürgeci çizginin hiçbir meşruluğu yoktur, olamaz. Soykırımın, bir halkın inkarının, onun varlığına yönelen saldırıların hiçbir bahanesi, gerekçesi bulunamaz. Bu nedenle TC, kuruluşundan itibaren bir özel savaş rejimi olarak inşa edilmiştir. Unutulmaması gereken ilk doğrumuz bu olmalıdır. Gelinen aşamada TC’yi temsil eden AKP-MHP iktidarı da bu özel savaş gerçekliğinde en çok derinleşen, bunu yetkinleştirerek başta Kürdistan halkı, kadınlar ve gençlik kesimleri olmak üzere tüm toplum üzerinde uygulayan bir rejim olma özelliğindedir. Özgürlük Hareketimizin mücadelesi sayesinde bu özel savaş rejimi uygulanamaz hale geldi. Ortada klasik anlamda bir devlet yapısı kalmadı. Klasik ulus-devletlerin harcını oluşturan hukuk ilkeleri ortadan kalktı. Gerçekten ucube denilebilecek bir yapı ile ilişki içerisinde bulunduğu her şeyi ve herkesi suça bulaştıran bir organizasyon kaldı. Şimdi adeta şizofrenik bir yaklaşımla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Nedir şizofrenik politika? Gerçekliği yadsıma ve olmayan bir şeyi varmış gibi yaşama ya da yaşatma.
Gerçeklik arzuladıkları biçimde çıkmayınca ise işi deliliğe vuruyorlar. Yakıp yıkma ile asıp kesme ile tehdit ediyorlar. Bunun dışında Türkiye ve Kürdistan halklarına herhangi bir vaatleri yoktur. ‘Başını kaldırırsan ezeriz’ desturu ile hareket eden bir siyasi oluşum özünde tüm meşruluğunu kaybederek zorba yöntemlerle iktidarda kalan bir güçtür. Sonuçta AKP-MHP Türkiye’sinde soykırımcı sömürgeciliğin siyasi-askeri reflekslerinin ulaştığı düzey bu oluyor. Böyle bir siyasi çizginin yön verdiği politikalar ise sıradan ahlaki terbiye almış bireyleri, klasik politika eğitimi ile yürüyen siyasetçileri bile şaşkınlığa düşürüyor. Şizofrenik siyaset yönelimi, başta Kürdistan halkı olmak üzere Türkiye ve bölge halkları için ciddi bir tehlike olmaktadır. Bu nedenle ilk ve öncelikle görev toplum sağlığına zarar veren bu iktidarın görevini sonlandırması için çalışmaktır.
AKP-MHP iktidarındaki T.C gerçekliği, gayri meşrudur. Darbeci, komplocu yöntemlerle Türkiye siyasetinde kalmayı başarmaktadır. Türkiye siyaset, ekonomi, toplum yaşamı vb. parametrelerde kriz yaşıyor, fakat yeni çözümlerin önünü açacak bir adım olan seçim gündemine yanaşılmıyor. Bunun tek nedeni yürüttüğü özel savaş gerçekliği olmaktadır. Dışarıdan uluslararası güçlerin desteklediği içerden ise işbirlikçi kesimlerle beslenen bu özel savaş gerçekliği Türkiye’nin demokratikleşmesine, halkların birlikte yaşamasına, kadınların özgürlüğe ve eşitliğe dayalı toplumsal çıkışına karşıdır. Uluslararası sermaye güçlerinin çıkarları temelinde hareket etmekte ve başta adına hareket ettiği Türkiye halkı olmak üzere tüm halkların sömürü sistemi içerisinde asimile edilmesini hedeflemektedir.
ÖNDERLİK YAŞANACAKLARA DİKKAT ÇEKTİ
Tüm bu nedenlerden dolayı yoğun bir perdeleme, yalan üretme, gerçeklikleri manipüle etme ihtiyacı duymaktadır. Kısacası özel savaş denildiğinde hemen akla gelen uyuşturucu kullanımının yaygınlaştırılması, fuhuşun arttırılması, insan kaçakçılığının merkezi haline gelme gibi uygulamaların çok ötesinde bir gerçeklik vardır. AKP-MHP iktidarı ele geçirdiği tüm imkanlarla, başta da medya ve iletişim teknolojileriyle, para-komutanın gücüyle, polis ve emniyet güçlerinin zorbalığı ve hileleriyle, MİT’in ayak oyunları ve komplolarıyla Kürdistan ve Türkiye toplumunun iradesini kırmaya, teslim almaya, dönemin mankurtlarını yaratarak en aşağılık insan tiplerini yaratmaya çalıştığı bilinmelidir. Açıktır ki böyle bir iktidarın uygulamaları bu ülke üzerinde yaşayanlara daha çok mutsuzluk, kavga, çatışma, katliam, cinayet olarak dönecektir. Her geçen gün bu tespitimizi daha çok doğrulamaktadır.
Bazı kesimlerin bu tespitlerimizi abartılı bulduğunu biliyoruz. Ancak biz yaşananların sadece yansımalarını yorumluyoruz. Kısacası buz dağının esas kısmı derinlerde. Bu akıldışı savaş ikliminin Türkiye’nin gündemine hangi amaç ve yöntemlerle yerleştirildiği üzerinde ne kadar durulursa o kadar yeridir. Fakat PKK dışında bu sorunla ilgilenenler azdır. Yaşananlar sanki olağanmış gibi ele alınmaktadır. Oysa Türkiye’nin imkanları üzerine çöreklenmiş bir kesimin oluşturduğu bu özel savaş gerçekliği, iktidarda kalmanın ve bu iktidar aracılığı ile ideolojik amaçlarına ulaşmanın bir yöntemi olarak uygulanmaktadır.
Bunun için 2015 yılında Önder Apo ‘Darbe mekaniği devrededir’ diyerek yaşanacak olanlara dikkat çekmişti. Şimdi böyle bir darbe mekaniğinin içinde öğütülen bir toplumsal gerçeklik vardır. Türkiye’de aydın kalmadığı için bu sorunlar gerçek anlamda tartışılmamaktadır. Medya aracılığı ile AKP-MHP’nin servis ettiği araştırmacı, yazar, siyasetçi vb. takım ise aydın değil kapkara bir faşizmin bekçileri olarak görev yapmaktadırlar. Türkiye’nin toplumsal vicdana sahip aydınlara duyduğu ihtiyaç ekmek ve sudan daha fazla hale gelmiştir.
İMRALI İŞKENCE SİSTEMİNİN İKİ TEMEL NEDENİ VAR
Önder Apo’ya yönelik İmralı işkence sisteminin bu kadar ağırlaştırılmış olmasının iki temel nedeni vardır. Birincisi İttihatçı politika nedeniyledir. Kürt halkının varlık ve özgürlük talebinin en gür sesi ve temsilcisi olarak Önder APO’yu, İmralı tecrit ve işkence sistemi aracılığı ile etkisizleştirmek istemektedir. Kürt halkını Önderliksiz bırakıp teslim almak, KDP gibi sahte liderliklerle de kandırmak özel savaş rejiminin yürürlükteki uygulamasıdır. İkinci neden de ideolojiktir. Önder Apo’nun konuştuğu bir Türkiye’de kadınların nasıl gelişme gösterdiğini herkes biliyor. AKP-MHP faşizmi, kadınların özgürlüğüne ve eşitliğine düşmandır. Önder Apo da toplumun özgürlüğü kadının özgürlüğüne bağlanmışken, faşizmde toplumun denetime alınması kadının köleliğine bağlanmıştır.
Dikkat edilirse İmralı işkence ve tecrit sisteminin ağırlaştırıldığı ve Önder Apo ile toplumun ilişkilerinin tümden koparıldığı 7 yıllık süre içerisinde Türkiye’de kadınların başına gelmeyen kalmadı. Kadın katliamları kıyım, kırım düzeyine vardı. İçişleri Bakanlığı bu konuda özel kararlar aldı ve uygulamaya koydu. Kısacası Önder Apo’nun iradesi bir de özgür kadın çizgisine saldırılarak kırılmak istenmektedir. Kadın özgür oldukça Önder Apo, Önder Apo etkili oldukça kadın özgürlüğü gelişecektir. Eğer Türkiye’de yetişen en büyük aydın kimdir diye bir soru sorulup cevabı aranacaksa bunun Önder Apo olduğu görülecektir. Önder Apo demokratik toplumun Önderliğidir. Faşist, iktidarcı, erkek egemenlikli, cinsler arasında, insanlar arasında, toplumlar arasında sınıflaşmayı ‘fıtrat’ olarak gören bir ideolojik siyasi ve askeri yapı olan AKP-MHP gibi partilerin karşıt kutbudur. Halklar ve inançlar arasındaki farklılıkları milliyetçi, ırkçı yaklaşımlarla köleliğin konusu haline dönüştüren AKP MHP faşizminin tersine Önder Apo en küçük bir farklılığın bile yaşatılması ve eşit- özgür temelde ayakta tutulmasının önderliğidir.
AKP-MHP FAŞİZMİNE KARŞI MÜCADELE ETMEK VİCDANLI HERKESİN GÖREVİ
Soykırımcı sömürgeci TC’nin AKP-MHP iktidarında zuhur eden faşist uygulamalarına karşı mücadele etmek ahlak ve vicdan sahibi olan herkesin görevi oluyor. Dikkat edilirse bu iktidar başta da gençliğin erdem ve ahlaklı olmaması için her şeyi yapıyor. Çünkü ahlaklı hiçbir birey bu boyun eğdirme, teslim alma, iradesizleştirme saldırıları karşısında sessiz kalamaz. Yurtsever bir genç, ülkesinin bu kadar ayaklar altına alınan değerleri karşısında yerinde duramaz. Bunun için esas alınması gereken gerçeklik mücadeledir. Önemli olan elinde ne varsa, nasıl direnebiliyor, mücadele edebiliyorsa o şekilde bunu gerçekleştirmesi ama asla yerinde durmamasıdır. Kürt gençliği, başta da genç kadınlar bunu kendileri için yapabilmelidir.
Faşizm var, baskı çok, saldırılar yoğun, bunun için şimdi duralım, bekleyelim, denilemez. İmkanların azlığından bahsedilemez. En büyük imkan direniş bilinci ve başarı inancıdır. Kürdistan gençliğinin başarıya inanması ve nasıl ki Medya Savunma Alanları’nda en az imkanla tarihin gördüğü en görkemli direnişi gerçekleştirmeyi başarabiliyorsa, Türkiye metropolleri ve Kürdistan şehirlerinde de direnişi de aşan bir mücadele duruşunu açığa çıkarabilmelidir. Herkes bilmeli ki başka türlü yaşam kazanılmayacaktır. AKP-MHP faşizmi Kürtlere sadece ölümü vaat ediyor. Ya fiziki ya kişilik olarak ölüm Kürt gençliğinin ikilemi olamaz. Bunun için ‘Ya özgür yaşam ya hiç’ diyebilmeli, özgür yaşamı kazandıkça güzel, anlamlı, zengin ve sevgi dolu bir yaşamın açığa çıkacağı bilinmelidir.
Kadının varlığına dönük saldırılar, kadın kırımı zihniyet ve siyaseti hemen her gün kendisini en kirli şekilde göstermektedir. Bu faşizan-katliamcı erkek egemen kırım saldırılarına karşı gereken tutum nedir, nasıl bir toplumsal refleks gerekmektedir?
AKP-MHP faşist iktidarının kadına karşı şiddet, cinayet ve tecavüz saldırılarını sistematik hale getirdiği hemen her kesimin kabul ettiği bir gerçektir. Bunun neden böyle olduğu doğru anlaşılmadan yerinde ve etkili tutum geliştirmek de mümkün değildir. AKP-MHP iktidarı neden kadın düşmanıdır? Bu sorunun sadece bir cevabı yok, birden fazla cevabı vardır. AKP-MHP faşizminin dayandığı ideolojik yapının kadın-erkek eşitliğini reddettiğini çok iyi bilmek gerekir. Buna göre kadın toplumdaki yerini bilmeli ve ona göre yaşamalı, kaderine razı olmalıdır. Faşist sistemlerde, özellikle milliyetçiliği ve dinciliği referans alan iktidar yapılarında aslında kadının toplumda yeri yoktur. Kadın erkeklere göre olduğu ve ihtiyaçlarına yanıt oluşturduğu ölçüde var olabilir.
Erdoğan-Bahçeli faşizminde, topluma model olarak sunulan kadınların tamamı böyledir. İkincisi kadın çocuk doğurma makinası olarak ele alınmaktadır. Erdoğan’ın savaşçı toplumunda kadınlar evlerinde çocuk doğurma ve büyütmekle yükümlüdürler. Buna karşı çıkanlar ise ‘kutsal ana’ mitine karşı çıkmış sayılarak dışlanmaktadır. Oysa kadın-anaya en büyük saygısızlığı yapan Erdoğan-Bahçeli faşizmidir. Çünkü onun iradesini yok saymakta ve bedenini büyük bir ruhsuzlukla kullanmayı şartlamaktadır. Türkiye’deki erkek egemenliğinin bu derecede zıvanadan çıkarılmasında sosyal politika adına uygulanan bu irade kırma saldırıları vardır. Üçüncüsü kadını bir seks nesnesine indirgeyerek erkek toplumun tüm enerjisini kadın varlığı üzerinden kontrol altına almaktadır.
Sözde İslamcı kesilen bir ülkede kadına karşı bu kadar cinsel taciz ve tecavüz saldırılarının açığa çıkmasından birinci derecede Erdoğan-Bahçeli faşizmi sorumludur. Kadınlar, AKP-MHP’nin temsil ettiği klasik aile düzeninin içinde kölelik hukukuna göre yerleştirilmektedir. Bunun için aile içi şiddet, kadın katliamları, ev içi tecavüz olayları normal görülmekte, kadınlar ilişkide oldukları erkeklerin mülkü kabul edilerek üzerinde her türlü operasyonun gerçekleştirilmesi yasallaştırılmaktadır. Açıktır ki bu vahşettir. Kadınların kimliğinin ve iradesinin yok sayılması, bir insan olarak kadının yaşadığı en büyük aşağılanmadır. Ve tüm kadınlar bilmeli ki AKP-MHP’nin erkek egemenliğine dayanan bu zihniyeti, kadınların yaşadığı zulmü yaratılışın kanunu diye kabul ettirmek için kıyasıya bir mücadele vermektedir. İstanbul Sözleşmesi tam da bu nedenle iptal edilmiştir. AKP-MHP iktidarındaki Türkiye’de kadın ve erkek eşit olamaz. Kadınların özgür olabilmesi, kadın olmaktan gurur duyacakları bir sosyal yaşam yaratabilmeleri ancak bu iktidarın aşılması ve başta siyaset olmak üzere tüm alanlarda kadınların belirleyici konuma gelmeleri ile gelişme gösterebilir.
KÜRT KADINLARI TARİHİN EN BÜYÜK YÜKÜNÜ TAŞIYOR
Kürdistan açısından bu konunun daha yakıcı boyutları vardır. Kürdistan’da uygulanan soykırımcı sömürgeci politikalar, yasa ve hukuktur. Söz konusu Kürt kadını, gençleri ve genç kadınları olduğunda yürürlükte olan el koyma, taciz, tecavüz başka bir nitelik kazanmaktadır. Burada söz konusu olan sömürgeci savaşın kadın üzerinden bir toplumu soykırıma uğratma saldırısı olmaktadır. Uzman çavuşlar, polis teşkilatı, ekonomi adına gelen yatırımcılar Kürt uluslaşmasının merkezinde yer alan kadın gerçekliğini kendisi olmaktan çıkararak başkalaşıma uğratmak için çalışıyorlar. Var olan bir düşman hukukudur. Hiçbir Kürt kadını sömürgeciliğin olduğu bir yerde sevginin, aşkın olmayacağını, bunlar için özgürlük gerektiğini aklından çıkarmamalıdır.
Şimdi AKP-MHP rejimi İçişleri Bakanlığı’na verdiği yetkiyle Bakurê Kürdistan’ı sosyal olarak, ekonomik olarak, askeri olarak, eğitim sistemi olarak, medya ve internet teknolojisi ile zihniyet olarak sürekli işgal etmeye yöneliyor. Evet, başta Kürt kadınları olmak üzere Kürdistan direniyor. Buna hiç kimse bir şey diyemez, diyemiyor. Fakat bu durum AKP-MHP faşizminde Kürdistan’a uygulanan saldırıların ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Bunun için Kürt kadını bir savaşın içinde olduğunu ve tüm yaşamını, duygularını bu savaşa göre düzenlemesi gerektiğini bilmek durumundadır. Herhangi bir ülkede yaşamıyoruz. Kürt kadınları tarihin en ağır yükünü bir kez daha omuzlarında taşıyor. Demokratik ulusu inşa görevinden bahsediyorum. Çünkü Kürt demokratik uluslaşmasının özü kadındır. Bu zor ama onurlu görevi yerine getirmeyi başardığımızda Kürt kadını evrensel çapta öncülük ettiği kadın devrimini yeni bir aşamaya getirmiş olacaktır.
BU DÖNEMİN PAROLASI EYLEMDİR
Kadın olarak kadın kırımı politikalarına karşı iki yönden politika geliştirmeyi başarabilmeliyiz. Bunlardan ilki AKP-MHP faşizminin kadınları ve elbette kadın hareketlerini parçalayarak, yalnızlaştırarak, marjinalleştirerek etkisiz kılma ve teslim alma saldırılarına karşı kadınların birlik politikasını etkili hale getirebilmektir. Bunun için Türkiyeli kadın örgütleri başta olmak üzere bölgede çalışma yürüten tüm kadın hareketlerine katılım göstermek, her kadının hem hakkı hem görevi olmaktadır. Nerede ya da nereli olursa olsun kadına karşı erkek egemen politikalara, cinsiyetçi saldırılara, taciz ve tecavüze, şiddet ve baskı mekanizmalarına karşı tepki göstermek gerekir. Bu yasal değil meşru bir hak olarak görülmeli ve bu hak kadınlar tarafından yaşam hakkı olarak benimsenmelidir.
Kadınlar için yaşam hakkı, direnme ve mücadele etme hakkı olarak görülmelidir. Bunun için ister Trakya’nın bir bölgesinde ister Karadeniz’de olsun bir kadına yapılmış saldırıyı kadın kimliğimizle özdeşleştirmeliyiz ki bulunduğumuz yerden bir tepki verelim, tepkilerimizi bir ağ gibi Türkiye’yi saran ve sarsan bir düzeye getirelim. Diğeri ise doğrudan kadını hedeflemese de tüm politikaların, iktidarın tüm uygulamalarının kadın değerlerine karşıtlık içinde olduğunu bilerek politika üretmeyi başaralım. Kadınlar sadece ev içinde hakim kılınan şiddet sarmalından değil ülkeyi yakıp kavuran ve uçurumun eşiğine getiren genel siyasetten de sorumludur. Çünkü bu siyaset kadına nefes aldırmıyor.
Bunun için kadın kolektifleri kuralım, hem bilinçlenelim, hem de faşist iktidarın uygulamalarına karşı her yerde mücadele geliştirelim. Son olarak soykırımcı sömürgeciliğin kadın politikaları karşısında örgütlenmeye hizmet edecek her türlü adımı atmaktan çekinmeyelim. Fakat bu yetmez. Bu dönemin parolası eylemdir. Kürt kadınları sürekli planlama yaparak başta genç kadınlar olmak üzere Kürdistan’da yaşayan tüm kadınları hem bilinçlendirecek hem de harekete geçirecek çalışmalar yürütmek durumundadır. Hamle böyle anlam kazanacağı gibi bilinçlenmenin en çok eylem içinde yani pratikte olduğu da asla unutulmamalıdır.
Özellikle soykırımcı sömürgeci işgalci TC güçlerinin Nisan ayından bu yana Medya Savunma Alanlarına dönük saldırılarına, işgalci faşizme ve işbirlikçi ihanetçiliğe karşı YJA-Star gerillaları öncülüğünde nasıl bir direniş sürmekte, yaşanan direnişte nasıl bir ruh açığa çıkmaktadır?
En anlamlı kadın duruşu elbette ki gerilla saflarında açığa çıkmaktadır. YJA Star gerillası yurtseverliğin, öz iradenin, özgür düşüncenin ve komünal örgütlü yaşamın sembolüdür. Bunun için soykırımcı sömürgeciliğe karşı tarihin gördüğü en görkemli direniş savaşına öncülük edebilmektedir. 21. yüzyılı bir kadın yüzyılına çevirme ve kadın devrimini gerçekleştirme iddiası, YJA Star gerillaları şahsında ete kemiğe bürünmektedir. Kısacası şunu söylemek istiyorum, hep derler ki özgürlük somutlaşamaz, elle tutulamaz, o bir akışkanlık halidir ve bunun için hep değişim ve dönüşüm halindedir. Özgürlüğün bu karakteri onu genellikle soyutlamayı ve yaşamın dışında aramaya dönüştürülür. Fakat YJA Star gerillaları şahsında özgürlük ölçülerinin, iradesinin, umudunun en somut, sade, çarpıcı hali yaşanmaktadır. Şimdi bu savaş mekanlarından yansıyan sınırlı kareleri izlerken kadın ve erkek gerillaların ne kadar güzel olduğunu kim kendisine itiraf etmeyebilir ki? Yani özgürlüğün, özgürlük savaşımının açığa çıkardığı anlam etrafındaki güzellik ölçüleri göz kamaştırıcı düzeydedir.
YJA Star gerillaları, kadın özgürlük mücadelesinin en rafine halini açığa çıkarmışlardır. Bugün Medya Savunma Alanları denilen bölgede süren savaş gerçekliğinin kamuoyu tarafından, özellikle de Kürt kamuoyu ve kadınlar tarafından yeterince anlaşıldığını söyleyemiyoruz. Kırk yıldır süren özgürlük savaşının bir parçası olarak olağan görülen bir yerden bakıldığı bile belirtilebilir. Oysa işgalci güçler, soykırımcı sömürgeci yapı, AKP-MHP ve dahası NATO bu savaşı kendileri açısından daha farklı anlamlandırıyorlar. Stratejik bir saldırı yürütüyorlar. Bunu anlamadan YJA Star gerillaları öncülüğünde Halk Savunma Güçleri’mizin ortaya çıkardığı Özgürlük Savaşı direnişinin de yeterli kavranması mümkün görünmemektedir. Bunun için herkesin Medya Savunma Alanları’ndaki işgalci saldırı ve buna karşı geliştirilen gerilla direnişi hakkında bir kez daha durup düşünmesi ve üzerine düşenler konusunda karar vermesi gerekir.
AKP-MHP faşizmi yönetimindeki T.C’nin Medya Savunma alanlarına yönelik 23 Nisan’da başlatmış oldukları işgal saldırısı görünürde gerillayı ve PKK’yi tasfiye etmeye dayalı yürütülmektedir. Bu hakikatin bir yönünü ifade ediyor. Esas olan ise Kürt halkının demokratik ulus iradesi ve kararlılığının ortadan kaldırılmak istenmesidir. Savunma gücü olan gerilla alanları ele geçirilerek Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine stratejik bir darbe vurulmak isteniyor. Bu nedenle Metîna’da, Heftanîn’de, Avaşîn, Zap ve Xakurkê’de yürüyen savaş, herhangi bir savaş olarak görülmemelidir. Düşmanın bu savaşa, savaş tarihimiz boyunca yürüttüğü operasyonlardan farklı yaklaştığını herkes daha iyi görmelidir. Dönemsel bir operasyon değil, kendisini kalıcı hale getirerek alan tutmaya dayalı bir işgal saldırısı yürüttüğü çok açıktır. Bununla gerillayı değil Kürt halkını kuşatmaya aldığı hem anlaşılmalı, hem de her Kürt yurtseveri bunu yüreğinde hissedebilmelidir.
KÜRT KADINLARI ONURSUZLUĞU VE ÖNDERLİKSİZLİĞİ ASLA KABUL ETMEMELİ
Örneğin Bakur’u kuşatmaya alıyor ve diğer Kürdistan parçalarından koparıyor. Kontrolü altına aldığı yerlerde her türlü özel savaş yöntemi ile uyuşturucu trafiğini, insan kaçakçılığını, ajanlığı ve fuhuş çetelerini örgütlüyor. Yine sadece Bakur’u kuşatmıyor, Başûrê Kurdistan’ı da kuşatıyor ve kontrolü altına alıyor. Herkesin ülkemizin en cennet köşelerinden biri olan Efrîn gerçekliğini görerek TC’nin işgal saldırılarını değerlendirmesi gerekir. Efrîn şimdi sömürgeciliğin işgali altında Türkleştirilen, her gün kadınların kaçırılarak tecavüz edildiği, tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerinin talan edilerek Kürt halkına karşı kullanıldığı bir yer haline dönüştürüldü. Kısacası Medya Savunma Alanları’ndaki işgalci saldırı, Kürdistan’ın bedenine saplanmak istenen bir hançerdir. YJA Star gerillaları öncülüğünde Halk Savunma Güçlerimiz, gerillamız işte bu saldırıyı durduruyorlar. Yani sorun gerillanın tasfiye edilmesi sorunu değildir, ki gerilla her zaman kendisini alana yayabilir, tarzında değişikliğe gidebilir, kendisini gizleyecek yeni yöntemler bulabilir. Sorun gerillanın değil halkımızın kazanımlarının tasfiye edilmesinin hedeflenmesidir.
Plan bu kadar geniş ve kapsamlı olduğu için buna karşı açığa çıkan özgürlük mücadelesi de aynı derinlik ve kapsamda yaşanmaktadır. Dikkat edilirse 6 aya yakın bir süredir yürütülen işgal saldırılarında soykırımcı sömürgeci güçler her türlü tekniği kullanmaktadırlar. Fakat başarısız olmuşlardır. Başarısızlıklarının en somut ifadesi ise kimyasal silah kullanmalarından anlaşılmaktadır. Savaş hukukundan, ilke ve ahlakından bahsetmeyeceğim. Çünkü söz konusu Kürt halkı olduğunda bunların hiçbirinin gündemde olmadığını biliyoruz. 1938’de Dersim’de de böyle bir ölçü yoktu. 90’lı yıllarda başını soysuzların çektiği kontrgerilla faaliyetlerinde de yoktu. Gerilla cenazelerinin üzerinde fotoğraf çektiren, kadın gerillaların bedeniyle oynayan, tecavüz eden, işkencehanelerde her türlü aşağılamayı yapan bir düşman gerçekliğinden söz ediyoruz. Ermeni katliamında da aynı şeyleri yaptıklarını ve Hitler’e feyz verdiklerini de biliyoruz. Fakat bu namertçe savaşın kaderini yurt sevgisi ve özgürlük aşkı ile kadınlar belirleyeceklerdir. Bunun da hem iddiasını hem de sözünü veriyoruz.
Bununla birlikte Kürt kadınlarını, yurtseverliğin sembolü olan analarımızı sevgi ve saygı ile selamlıyor, en son Botan’da yaptıkları ‘Bu toprakların savunucuları sahipsiz değildir’ eylemlerinin çok büyük anlam taşıdığını belirtmek istiyorum. Eyleme katılan tüm annelerimizin ellerinden öpüyorum. Bu savaşın sonucunu tayin edecek olan her kesimden Kürt kadınının özgürlük savaşında yerini alması olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu temelde her yerde YJA Star gerillalarının açığa çıkardığı fedai yurtsever özgür kadın çizgisini sahiplenmeye çağırıyorum. Bunun için başta Kuzey Kürdistan şehirleri olmak üzere kadınlar olarak bulunduğumuz her yerde Devrimci Halk Savaşına öncülük edelim. Halk savaşı sadece silahla olmaz.
En büyük silah kadınların örgütlü gücünün eyleme akmasıdır. YJA Star gerillalarında zirve yapan Kürt kadınının özgürlük iddiası ve erkek egemenliğine duydukları büyük öfke ile serhıldanları geliştirelim. O zaman herkes Kürt kadınının gücünün nelere kadir olduğunu bir kez daha görecektir. Yine başta genç kadınlar olmak üzere soykırımcı sömürgeciliğe, işgale, erkek egemenliğine ve toplumsal cinsiyetçiliğe, Kürt kızlarını düşürmeyi meslek haline getiren AKP-MHP’ye karşı öfkeli olan tüm kadınları özgür yaşam alanı olan gerilla mücadelesine katılmaya bir kez daha çağırıyorum. Yaşam ya özgürce olmalı ya hiç olmamalı, Kürt kadınları onursuzluğu, vatansızlığı, sevgisizliği ve elbette Önderliksizliği asla kabul etmemelidir.
Kadınların Kobanê’den Reqa’ya, Amed’den İstanbul’a ve yurtdışına kadar geliştirdikleri direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaşanan yoğun savaş süreci içerisinde değerlendirirseniz sürecin gerekleri ve görevleri üzerine neler söylenebilir?
Daha önce yapmış olduğumuz değerlendirmelerde 2021 yılını Türk özel savaş sisteminin kendileri açısından sonuç alma temelinde planladıklarını değerlendirmiştik. Şubat ayından itibaren AKP-MHP faşist iktidarı bu temelde özgürlük hareketini tasfiye edecek saldırılarını geliştirmek için çok yoğun bir çalışma içerisine girdi. Garê saldırısı böyle olduğu gibi, Önder Apo’ya yönelik saldırılar ve demokratik siyaset alanına yönelik operasyonlarda bu kapsamda yürütüldü. 23 Nisan Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal adımları ve bunlarla birlikte suikast saldırıları aralıksız devam etti. Sadece Avaşîn, Zap, Metîna, Heftanîn ve Xakurkê’de değil Kürdistan’ın tamamı bombardıman alanı haline getirildi. Onlarca yurtsever katledildi. Zindandaki binlere yenileri eklendi. Demokratik uluslaşmayı yaşayan Kürt halkının bir ulus olmaktan kaynaklı haklarının somutlaşmaması için korkunç bir terörize etme kampanyası yürütüldü. Türkiye ve Kürdistan’da satılmadık kaynak bırakılmadı.
Ekonomik olarak Türkiye çöküşü yaşadı. Dış politikada tam bir tecrit ve teşhir konumuna ulaştı. Ortadoğu’da model ülke söylemi yerini yeni bir terör devleti olarak açığa çıkmasına dönüştü. AKP-MHP faşist rejiminin kendisi açısından gördüğü en büyük tehdit Türkiye’de demokrasi güçlerinin örgütlü çıkışıdır. Bunun merkezinde ise kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi olduğunu bildiği için en fazla buna saldırmaktadır. Devlet dışı toplumun örgütlenme ve güçlenme tarzı olan demokratik örgütlenmeleri bunun için hedeflemekte, özellikle kadınların devlet dışında örgütlenme çalışmalarını kontrol altına almak için özel çalışma yürütmektedir. Bunun için kadın örgütleri ve kurumları, erkek devletin ağır tacizi altında kalmıştır. Bu anlamda İstanbul Sözleşmesi’nin iptali stratejik bir saldırı olarak planlanmıştır. Fakat ne yaparsa yapsın artık kadınların taşıyamadığı bir yük haline dönüşen AKP-MHP rejimi karşısında kadınların büyük bir tepki gücü oluşmuş durumdadır.
Türk devlet sisteminin AKP-MHP faşist iktidarı döneminde yaşadığı bu çöküşün nasıl gerçekleştiğini doğru kavramalıyız. Bunun kendiliğinden olmadığını çok iyi bilmek gerekir. Bu çöküşü sağlayan Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak ortaya koyduğumuz mücadeledir. Dikkat edilirse AKP-MHP faşist rejimi Özgürlük Hareketi’mizin hamle yapmaması için çok yoğun bir çalışma yürütmektedir. Fakat ne yaparsa yapsın, özgürlük hamlelerini engelleyememekte, çeşitli şekillerde hamlelerin etkisini sınırlandırmaya odaklanmaktadır. Uluslararası komplocu güçlerin 23 yıldır verdikleri destek her alanda devam etmesine rağmen bunu yetersiz bulması Özgürlük Hareketi’ne karşı yaşadığı çaresizlikle ilgili olmaktadır.
ÖNEMLİ OLAN EYLEMLERİN BÜYÜKLÜĞÜ DEĞİL SÜREKLİLİĞİDİR
Tüm saldırılara rağmen Kürt halkı geride kalan bir yıl içerisinde önderliksiz, partisiz, öncüsüz kalmamıştır. Bu amaçsız, hedefsiz kalmadığını, hedefsiz olmadığını, örgütsüz ve özgürlüksüz yaşamadığını ortaya koymaktadır. Saldırılar ve özel savaş yönlendirmelerine rağmen Kürt halkı varlık ve özgürlük mücadelesinden vazgeçmemiş, her fırsatta bunu dile getirmiştir. Kürt Kadın Hareketi tüm bu süreçlerin öznesi olarak rolünü oynamış, toplumsal tüm eylemselliklerin öncülüğünü yapmıştır. Özgür Kadın Hareketi’nin eylemsellikleri yaygın ve çok yönlü olmuştur. Özellikle Bakur’da açığa çıkan kadın eylemsellikleri aralıksız devam etmiştir.
Biz kadın hareketi olarak bu sürekliliği çok fazla önemsediğimizi belirtelim. Önemli olan eylemlerin büyüklüğü değil sürekliliğidir. Faşizmin tüm baskı mekanizmaları ve araçlarını devreye koyduğu bir dönemde, ölüm sessizliğine karşı yaşam çığlığı olmayı başarmak büyük bir anlama sahiptir. Elbette yeterli değildir fakat anlamlıdır. Bundan sonra eylemlerimizin sürekliliği kadar toplumsallaşmasını ve faşizmi zorlayacak düzeye getirmeyi hedefliyoruz. Bunu başarabileceğimizi biliyoruz. Çünkü biz küllerinden doğan ateşin kadınlarıyız.
Bu çerçevede yaklaşan 44. PKK kuruluş yıldönümünün bir kez daha halkımıza, kadınlara, gençlere ve dostlara kutlu olmasını diliyorum. Zafer sözümüzü yeniliyorum. Bu temelde herkesi 44. Parti yılının görevlerini yerine getirmeye çağırıyorum. Bu yılın görevi ne diye soranlara ise tek cümle ile Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde Kürdistan’da Özgürlük Zamanı’nı hakim kılma diye yanıt vermek istiyorum.