HABER MERKEZİ –
Uygarlık kisvesi altında erkek egemenlikli iktidarlaşmanın gelişimiyle birlikte, toplumsal denge başta kadın ve çocuklar olmak üzere tüm toplumun aleyhine bozulmuş ve her geçen süreçte daha da dibe vurmuştur. Bu sömürüye karşı ezilen kesimlerin mücadelesi hep var olagelmiş ve toplumun öncüleri olan aydın ve filozoflarca da toplumsal yapıların en sağlam temelde sağlıklı bir sistem üzerine yeniden kurulabilmesi için büyük çaba ve çalışmaları olmuştur. Ancak erkek egemenlikli sistem özünde gasp ve şiddete dayalı olduğu için asalakça bu çaba ve çalışmaları özünden boşaltarak kendi egemenliğini daha da sinsice meşrulaştırarak toplumu sömürmek için hak, hukuk, adalet kandırmacası temelinde asalakça kullanmaktan geri kalmamıştır. Devamlı bir melek görünümü altında yatan bir şeytan olarak toplumun kan emicisi olmuştur. Günümüzde en çok demokrasi, hukuk ve adaletten bahseden kesim halindedir.
Yani kısaca hak, hukuk, adaletten en çok söz edilen ve bunun için mücadele edilen bir süreçten geçiyoruz. İlgi çekici olan yön en çok bunu dillendiren kesimin egemen kesimler, hükümetler olması. Ve en çok bu olguları ayaklar altına alan kesimin de bu kesim olması insanlık için çok vahim bir durum. Çünkü, yaşanan gerçeklere baktığımızda hak, hukuk ve adaletten eser yok. Bu sorgulamayı yaparken çok uzaklara gitmeden yakınımıza hatta burnumuzun dibine bakmak yeter. Ortadoğu’nun en gözde ve demokrat, batı ölçütünde ele alınan, en önemlisi de kendisi de kendisini bu düzeyde ele alan Türkiye’ye şöyle bir bakmak ve hak, hukuk, adalette hangi düzeyde olduğunu görmek önem taşıyor.
İnsan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerden biri olarak Türkiye bu demokrasi sınavında maskesini düşürmüş, düşürmeklende kalmayıp, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince yüzlerce kez mahkum edilmiş ve sınıfta kalmıştır. Türkiye tarihini, kültürel ve fiziki soykırımlar tarihi olarak ele almak ve yorumlamak hiç de yanlış olmayacaktır. Ermeni, Rum, Laz, Çerkez, Abhaza, Suryani ve nihayetinde Kürt…. Tarihte eşine az rastlanılır siyasal, fiziksel, kültürel soykırım politikası ağırlaştırılmış bir şekilde halende Kürt halkı üzerinde uygulanmaktadır. Ve tüm bu insanlık dışı suçlar hak-hukuk ve adalet kisvesi altında uygulanarak meşrulaştırılmakta, tüm dünya kamuoyuna sunulmaktadır. En acı olanda şu ki, iktidarlar çıkarları doğrultusunda bu suçlara sessiz kalarak ya da destekleyerek ortak olmakta, ezilen ve ezildiğinin farkında olmayan ya da olan halk kesimi nezdinde ise kör-sağır-dilsiz bir şekilde tavırsız bir seyirci kalma durumu yaşanmaktadır. Ya da sindirilmişlik… Unutmamak gerekir ki, her sessizlik bu şiddet dolu saldırıları bir adım daha bize yaklaştırmaktadır. Bu güruh yarın sizin de kapınızı çalabilir. Kürtler ne ilk, ne de son olacaklar. Bunun acı gerçeği geçmiş tarihi incelerseniz, çok iyi göreceksiniz. Dünyanın her yerinde rengi, ırkı, dili, dini, cinsi ne olursa olsun başta kadın ve çocuklar hep baskı, sömürü ve şiddete maruz kala gelmişlerdir. İşte Türkiye bu konuda tamamen rekor kıracak derecede eli kanlı ve suçlu konumundadır. Kadın-erkek, çocuk-genç, yaşlı toplumun her kesiminin kanına girmiş ve sömürmüştür.
Son yıllarda gündem olan bir hukuk ayıbı ve suçu ile vicdanlarımız sızlamaktadır. Bir insanlık utancı, yüzkarası ve bir o kadar çifte standart…. Kiminiz eminin neden bahsettiğimi anladınız. Evet, Mardinli 13 yaşındaki N. Ç. Bir kız çocuğu…belki yeni bluğ çağına girmiş, ya da o zaman daha girmemiş, hayalleri kirletilmiş bir kız çocuğu. Devlet dairelerinde çalışan 25 kişi tarafından iğfal edilmiş, tecavüze maruz kalmış N.Ç. Zamana yaydırılarak yürütülen dava, 8 yıl süren uzun bir yargılama sonucunda nihayet sonlandı. Ve verilen karar tamamıyla bir fiyasko ve skandal…. Hukuku uygulamakla sorumlu hakim ve yargıçlar N. Ç.’yi bilerek, isteyerek, kendi rızası ile 25 kişi ile birlikte olduğu kanaatine varmış. Şimdi N.Ç., yaklaşık 21 yaşlarında olsa gerek. Acaba bu dava 8 yıl sırf N.Ç.yi reşit yapmak için mi uzatıldı. Böylesi bir karar için bu kadar zaman beklemenin ne alemi vardı. Her geçen gün hukuk ve insan hakları normları daha da gelişmesine rağmen bu oynanan traji-komik komedinin anlamı ne? Böylesi bir tecavüz skandalı Türkiye’nin batısında yaşanmış olsaydı, acaba yaklaşım ve sonuç hak-hukuk ve adalet açısından aynı şekilde mi tecelli edecekti? Hiç sanmam. İşte tamda burada büyük bir ayrım ve çifte standartlı yaklaşım söz konusu. Yani anlaşılacağı üzere Harant Dink cinayetini işleyen 18 yaşındaki Ogün Samas’ın çocuk olduğuna ve çocuk mahkemesinde yargılanmasına hüküm getiren ve bunun için kasten adam öldüren katil zanlısının yaşını küçülten hukuk, Mardin’de henüz 13 yaşını bile tamamlamamış N. Ç. için yetişkince bir karar alarak, kendi rızası ile 25 ya da her ne ise kişi ile birlikte olduğuna karar vermiş ve böylece zanlıları beraat ettirmiş, N.Ç.yi mahkum etmiştir. Ve temyiz kararı bir üst mahkemeye sevk edilmiş ve burada yerel mahkemenin kararı yerinde bir karar olarak görülerek onaylanmıştır. Bu ne akıl almaz bir aymazlık…. Batı’da Ogün Samas’ın yaşını küçülten ve davayı çocuk mahkemesine havale eden hukuk, Doğu’da 13 yaşındaki N.Ç’yi hiç yaşını bile büyütmeye gerek duymadan davayı yıllara yayarak, psikolojik işkence boyutu da içinde olmak üzere acı çektiri çektire mahkum etmiş ve adını resmi koymasa da –ki belki konmuştur da- tercihli bir seçim gibi kamuoyuna yansıtmıştır. Bu hukuktaki çifte Standard kime göre düzenleniyor? HAK-HUKUK-ADALET nerede? Bu suçluluğu, bu vicdansızlığı, bu insanlık dışı yaklaşımı nasıl N.Ç’nin gözünün içine bakarak kabullenip, hayatlarımızı devam ettireceğiz. O bizim kardeşimiz, kızımız, yeğenimiz, eşimiz, annemiz, en sevdiğimiz ya da, ya da biz de olabilirdik. Haklarımızı, yaşam güvencemizi, varlık değerlerimizi hangi hukuk ve adalete teslim edebiliriz ki? Bu olay Türkiye toplumunda hafif bir sallantı ile geçiştirildi ve ne olacak zaten doğuda ve zaten bir kız ya da kadın, boş verin…. Bu olayda da görüldüğü gibi kimin hakları hukuk normlarınca korundu? Tecavüzcülerin. Adalet ibresini kimden yana çevirdi. Tabi ki devletten ve tecavüzcülerden. Tecavüzcüler kimin himayesinde, mevcut hükümet ve erkek egemenlikli zihniyetin. Türkiye kamuoyunda bir gün yok ki, kadına karşı şiddet olayları yaşanmıyor olsun. Daha şimdi haberlerin karşısında bu yazıyı kaleme alırken bir kadın İzmir’de eşi tarafından feci bir şekilde dövülerek sokağa atılmış halde bulunmuş ve kahraman koca adayı da adalete teslim olmuş. Bakalım adalet nasıl tecelli edecek. Ve kadınlar farklı farklı kılıflar altında her türlü şiddetle hatta ölüme varan sonuçlarla yüz yüze kalıyor. Peki ya önlem olarak ne yapılıyor. Koca bir HİÇ! Sadece laf, ay-vay, kuru bir uyarı, ya da insan olarak şiddeti durduralım diye bu sefer erkekler aleyhine şiddet içerikli caydırma amaçlı yasal kararlar alma gibi öneriler geliştiriliyor. Bu yaklaşım da bence en az diğer yaklaşım kadar şiddet ve intikam içerikli. Oysa bize düşen toplumun eğitim ve kültür seviyesini yükselterek bilinçli vatandaş geliştirmek ve her türlü insan haklarını yasal güvence altına almak. Ama çifte standartsız. Ama maalesef pratikte yansımasını daha beter çıkmazlara neden olan umursamazlık ve zamana yayarak hep tekrarlara neden olma. Bu da bir normalleşmeyle toplumda kanıksanmaya neden oluyor. Ve sonra, her şeye kaldığı yerden devam.
Şu günlerde Türkiye’de yeni anayasa çalışması için mecliste komisyon kurulmuş bulunuyor. Bu çalışmayı yürüten hükümet ve ana muhalefetin duruşu ve anlayışı her gün kendisini bir hukuksuzluk ve adaletsizliğe imza atarken gösteriyor. İnsanın aklına şu soru geliyor; Acaba cigeri kediye mi teslim ediyoruz? Çünkü haksız, hukuksuz ve adaletsiz yaklaşımı en çok meşruymuş gibi halklara, toplumun her kesimine uygulayan zaten bu kesim.. Yani iktidar ve yasama-yürütme-yargı üçlüsü zaten onun elinde, bir de orduyu denetimine alarak iktidar tekelini kesinleştirdi. Bu diktatörlük değil de nedir şimdi. Bu faşist diktatörlüğün pek çok örneği var; dövülen, kolu kırılan, öldürülen, çocuk yaşta hapse atılan, aç-susuz, eğitimsiz, yetim bırakılan ve sokaklara terk edilen milyonlarca çocuk, özellikle de Kürt çocukları; yine her gün namus, töre cinayetlerine kurban giden, koca, sevgili, baba, abi, toplum baskı ve şiddetine maruz kalan, cehalet ve dört duvar arasına hapsedilen ya da meta olarak kullanılan kadın; yerlerinden-yurtlarından edilerek, köyleri yakılarak işsizlik, açlık ve fakirlik sınırlarında yaşayan toplum, kendini ifade etmenin suç sayıldığı, diline, kültürüne, varlığına sahip çıkıyor diye tutuklanan, sürgün edilen, faili meçhullere kurban giden ve daha nice nice haksızlık ve hukuksuzluk bu sistem tarafından halkın her kesimine özelliklinde Kürt halkına reva görülüyor. Bu ülkede yaşanan 30 yılı aşan bir savaş durumu vardır. Ama tamamıyla savaş hukuku dışında bir uygulama, Kürt Özgürlük Hareketine karşı uygulanmaktadır. Daha önce yazmıştım: kimyasal bomba kullanımı, doğa ve insan katliamlarına yol açıyor ve bu Kürdistan’da devamlı kullanılıyor. Yine yargısız işkence edilerek infazlar… Bu savaş suçlarına yaşadığımız coğrafyada her gün yeni bir suç ekleniyor. Savaş esirlerine yaklaşım… sağ ele geçirdikleri özgürlük militanlarını işkence ederek katlediyorlar. Son Hakkari’de yaşanan olay buna en canlı örnek. İşte bu coğrafyada en son diye bir şey diyemiyorsun. Daha sıcaklığı soğumayan bu olay çoktan eski oldu. Niye? Çünkü, dün gece bir yargısız infaz haberi de İzmit’ten geldi. Zaten Türkiye cezaevlerinde yaşanan insan hak ve ihlalleri, onur kırıcılık ve ölümcül hastalıkları olan siyasi tutsaklara yaklaşımlarda ortada. Bir hafta da iki ölüm haberi….
Nereye kadar bu adaletsizlik ve insanlık vicdanına sığmayan davranışlara sessiz kalacağız? Hadi gelin başta kadınlar olarak bu kurulu adil olmayan sisteme dur diyelim ve demokrasi eşitlik ve özgürlükler temelinde yeni bir anayasayı tabandan kuralım. Şu an da gündemde olan anayasa tartışmaları mecliste seçilen bir avuç komisyonun insafına bırakılmamalı. Tabanda ne isteniyor, neye ihtiyacı var Türkiyenin? Huzur refah ve demokratik ortak yaşam nasıl sağlanabilir. Anaların göz yaşları ve toplumdaki derin trahoma nasıl durdurulabilir? Bunun acısını en iyi yaşayan halkın ezilen kesimi ancak en sağlıklı çözümü üretebilir. Kürt anaları buna en iyi örnek. Evlatlarının cenazeleri başında dahi intikam duyguları ile değil, bu kan son olsun, başka analar ağlamasın diye barış ve huzur için bir çığlık olmak istiyorlar. Tabii ben bu karamsar tabloyu çizerken, devlet ve hükümet, onun kurum ve kuruluşlarından, toplumsal tabanından bahsediyorum. Ezilen halklar nezdinde ve onun sivil toplum kuruluşları devamlı bu toplum karşıtı sistem ve uygulamalarına karşı örgütlü bir mücadele içindedirler. Ancak bunun içinde yasa ve yargının iktidar denetiminden çıkarılması ve demokrasi temelinde herkesi mi kapsayacak bir anayasa ve onun adil uygulanmasını güvenlik altına alacak bir sisteme ihtiyaç var. Hem de en acilinden.
O halde gelin tüm halk kesimleri tek yürek tek ses olalım, hak-hukuk-adalet için. Tüm kadınlar, bir insan ve ana olarak, tüm haklarımız için gelin “25 kasım kadına karşı şiddet gününde” dünyaya sesimizi ve N.Ç’nin çığlıklarını haykıralım. Türkiye’de yapılacak yeni anayasaya kadın özümüz ve rengimizle bizde müdahil olalım…hak-hukuk-adaletse işte tamda yeri ve zamanı… kadınca özlemlerle, kadınca bir geleceğe….
Berî Dêrsimî/PAJK Online