HABER MERKEZİ – Demokrasi güçlerinin iktidarı devirme hareketi başlatabileceğini; böyle bir hareket karşısında dayanamayacağını, ayakta kalamayacağını kaydeden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Çünkü artık tabanları da bu iktidarı desteklemiyor. Toplumsal desteği olmayan; sadece silahlı çeteler gibi örgütlenmiş güçlerin silahları bir işe yaramaz. Eğer Türkiye’de demokrasi güçleri ortaklaşır, Ortadoğu ve dünyadaki demokrasi güçleri de tutumlarını ortaya koyarsa bu iktidarı kimse sahiplenemez. Türkiye’de demokrasi güçlerinin potansiyeli küçümsenemez. Eğer demokrasi güçleri bir araya gelir bu iktidarı düşürmeye odaklanırsa ve kararlı biçimde bu iktidara ‘artık bırak’ derse bu iktidar bir hafta orada kalamaz. Gerçekten de durum bu düzeydedir” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık ile PKK’nin kuruluşunun yıl dönümü vesilesiyle yaptığımız söyleşinin 4. bölümünü paylaşıyoruz:
Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük de güncel olarak hem saldırılar var hem de Erdoğan’ın yeni işgal tehditlerinden sonra işgalci ordunun hazırlıkları söz konusu. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi şu ana kadar bu sahada nasıl uygulandı, olası yeni saldırılara karşı buralardaki öz savunma direnişi nasıl olmalı?
Rojava, 2012’den beri bir savaş içinde. 19 Temmuz Devrimi, halkla silahlı devrimci güçlerin gerçekleştirdiği bir devrimdi. Halkla silahlı devrimci güçler iç içeydi. Halkın çocukları da halkın kendisi de silahlı, silahsız bu devrimin içindeydi. Bu açıdan Rojava Devrimi halkın aktif biçimde içinde olduğu devrimci halk savaşıyla gerçekleştirilmişti. Kobanê direnişinin zaferle sonuçlanmasına kadar direnişin karakteri devrimci halk savaşı niteliğindeydi. Zaten Kobanê’de DAİŞ’e karşı yürütülen savaşa dünyanın dört bir köşesinden devrimciler gidip katıldı. Bu yönüyle II. Dünya Savaşı’ndan sonra çok farklı halklardan insanların gidip katıldığı ilk enternasyonal dayanışma ve direniş Kobanê’de yaşandı. Kobanê zaferinde böyle bir kimlik ve ruh da vardır. Bu gerçekliği başta Kobanê halkı olmak üzere Rojava ile Kuzey-Doğu Suriye halkları unutmamalıdır.
İŞGAL ÖNCESİ STRATEJİK YANLIŞLIK
Kobanê direnişinden sonra direnişi sadece askeri güçlere bırakan, halkı da destekçi gibi gören bir yanlış eğilimin yavaş yavaş geliştiğini söylersek yanlış değerlendirmemiş oluruz. Nitekim Efrîn’de halk, savaşı sadece YPG’lilerden bekledi. Kuşkusuz halkın da büyük fedakarlığı ve katkısı vardı. Ancak halk devrimci halk savaşına göre örgütlendirilmediği için katılımı daha çok destek düzeyinde kalmıştır. Bu askeri güçlerde de devletlerin ordusu gibi savaşı esas olarak kendi ekseninde gören; sonra da halk boşaldı diyerek söz konusu yerlerden geri çekilme gibi bir durumla karşılaşıldı. Devrimci halk savaşına göre halkla iç içe olmama ve halkı direnişin parçası yapmama durumu böyle olumsuzluklar ortaya çıkardı. Serêkaniyê ve Girê Spî’de de benzer durumlarla karşılaşıldı. Burada ABD-TC ilişkisi temelinde ortaya konulan bazı oyunlar da direnişi olumsuz etkilemiş, sonuçta TC ve çetelerinin bu alanları işgal etmesiyle sonuçlanmıştır.
Rojava ile Kuzey-Doğu Suriye’de savaşçılar da halk da büyük bedeller ödedi. Bu konuda büyük kahramanlıklar gösterildi. Önemli direnişler ve başarılar oldu. Ancak halk devriminin gerçekleştiği alanlarda direnişin karakterinin de halka dayalı ve halkın içinde olduğu savaş olması gerekir. Devlet gibi ordularla direnileceğini sanmak, savaşı esas olarak böyle ele almak erken iktidar hastalığının ortaya çıkardığı durum gibidir. Devlet kurmayı hedeflemeyen ve buna karşı olduğunu söyleyen Rojava devrimcilerinin o zaman doğru bir askerlik ve devrimci halk savaşı içinde olması gerekir. Yoksa olumsuzluklar ortaya çıkar.
10 YILLIK DİRENİŞ DENEYİMİ
Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye halklarının, demokratik özerk yönetimin ve askeri güçlerin 10 yıllık direniş deneyiminden önemli sonuçlar çıkardığına inanıyoruz. AKP-MHP faşist iktidarının son bir yıldaki tehditleri karşısında halkın tutumu böyle bir gerçekliğin olduğunu ortaya koyuyor. Son zamanlarda halka ve tanınan yurtsever ailelere saldırılması da bu nedenledir. Halkın devrimci halk savaşı içinde olmasını böyle saldırılarla engellemeye çalışıyorlar.
TOPYEKUN SAVAŞ GÜNDEME GELİR
Herhalde TC yeni bir saldırı yaparsa bu saldırıya karşı topyekun bir savaş gündeme gelecektir. Tüm Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye böyle bir savaş alanı haline gelir. Öyle TC bir yere girdi ya da çıktı diye direniş sonlanmaz. Savaş, kesintisiz ve işgal sonlanana kadar işgalcilerin olduğu her yerde sürer. Tüm Kuzey-Doğu Suriye ve TC’nin işgal ettiği, edeceği her alanın derinliklerinde ve içlerinde savaş sürdürülür. Herhalde TC’nin yeni bir işgal saldırısı karşısında Rojava devrimcilerinin başka seçenekleri de olmaz. Rojava Devrimi’nin bu biçimde savunulması dışında ne bir politika ne de direniş biçimi olabilir. Halkın ortaya koydukları, Rojava ile Kuzey-Doğu Suriye yönetimi ve askeri güçlerinin basına yansıyan sözleri bunu göstermektedir.
Türk devleti bu ‘çöktürme planı’na KDP gibi bazı güçleri de kısmen dahil etti. Özellikle gerilla alanlarını daraltma, pusu kurma ve PKK’ye yönelik bir karalama kampanyası başlatılmış durumda. KDP’nin ve özellikle yönetim kademesinin bu tavrı ne anlama geliyor?
KDP’nin Türk devletinin işgal saldırıları karşısında Türk devletinin yanında yer alması; Türk devletinin Medya Savunma Alanları, Rojava ve Şengal’e yönelik askeri saldırıları, işgalleri ve yaptığı katliamları, ‘Türkiye Kürtlere değil, PKK’ye düşman’ diyerek meşrulaştırmasını sadece biz değil, Kürt kamuoyu ve Kürt halkı da anlamıyor. Acaba bazı güçler KDP’yi memnun edecek bazı sözler vermiş de KDP bu nedenle mi PKK’ye bu kadar düşmanlık yapıyor; TC’nin yanında yer alıyor? TC gibi Kürt düşmanı bir gücün yanında bu düzeyde yer alması böyle bir şeyi akla getiriyor.
KDP KÜRTLERİN EZİLMESİNİ DESTEKLİYOR
Şu açıktır ki; Türk devleti herhangi bir devletle ve siyasi güçle iyi ilişki içindeyse bu ilişkide PKK karşıtlığı vardır. Hele bir Kürt örgütüyle iyi ilişki içindeyse mutlaka PKK karşıtlığı üzerine kurulmuş ilişki vardır. Özellikle AKP-MHP faşist ittifakı, tüm iç ve dış politikasını PKK, dolayısıyla Kürt karşıtlığı üzerine kurmuştur. Kürt düşmanlığı tüm dünya tarafından bilinen AKP-MHP ile bu kadar sıkı ilişki hayra alamet görülemez. KDP’nin dostları bile TC’yi faşist ve Kürt düşmanı olarak görürken, Erdoğan’a diktatör, derlerken KDP’li yetkililerin Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu söylemesi, aslında TC’nin Kürt düşmanlığına, şu anda Kürtleri ezmek için her şeyi yapmasına destek vermektir.
AKP-MHP iktidarıyla Türkiye tarihinin en Kürt düşmanı dönemi yaşanmaktadır. Bu iktidar 1990’lı yıllar öncesinde iktidar olsaydı herhalde onlarca değil, yüzlerce darağaçları kurardı. Bakurê Kurdistan’da bu iktidarın Kürtlere yapmadığı bir şey kalmadı. KDP’ye göre AKP-MHP iktidarı Kürt’e değil, PKK’ye düşmandır. Bunun anlamı Tayyip Erdoğan’ı bir tarafı bırakalım, Devlet Bahçeli Kürt düşmanı değil, PKK düşmanıdır, demektir. Dünyada en cahil insan da bilir ki; Devlet Bahçeli, Kürt düşmanı olmayan; Kürt soykırım politikası yürütmeyen hiçbir iktidarın ortağı olmaz. Zaten AKP-MHP iktidarında politikayı esas yönlendiren MHP ve Devlet Bahçeli’dir.
PKK DÜŞMANLIĞI KDP’Yİ KÖR ETMİŞ
KDP’nin PKK’yi karalayacak hiçbir argümanı yoktur. Şu anda tek yaptığı Kürt düşmanı AKP-MHP iktidarının Kürt düşmanlığı yaparken iler sürdüğü argümanları desteklemektir. Türk devletinin işgal ve saldırılarına meşruiyet kazandırıyor. Yine uluslararası alanda ilişki kurduğu her devlete sadece PKK’yi karalamıyor; Rojava devrimcilerini de karalıyor. Tüm söylem ve değerlendirmeleri Türk devletinin Kürt düşmanlığının ve soykırım politikalarının üstünü örtme olmaktadır.
Gerilla alanları arasını tutma, bir alandan diğer alanlara geçerken pusular kurma, zaten KDP’nin Türk devletiyle ilişkilerinin düzeyini ortaya koymaktadır. KDP geçmişte kendine muhalif olan örgütleri Kürt düşmanı güçlerle ilişki içinde tasfiye etme pratikleri ortaya koymuştur. Herhalde PKK’yi de TC eliyle tasfiye ederek kendisini Kürtlerin üzerinde hegemon güç ilan edecek. PKK tasfiye olursa böyle bir konum kazanacağını düşünüyor olabilir. Türk devlet gerçeği düşünüldüğünde bunun nasıl bir gaflet olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. KDP’nin PKK karşıtlığı gözlerini kör etmiştir. Gerçekten başka bir ifade bulamıyoruz. Türk devleti ile şu andaki ilişki düzeyi; PKK’yi tasfiye etme politikasına ortak olması başka bir biçimde izah edilemez.
KDP’yle yaşadığımız sorunlar geri de kaldı, diye düşünüyorduk. Ne var ki, PKK’nin gelişmesi, büyümesi, Kürdistan’ın diğer parçalarında, Ortadoğu siyasetinde etkili olması, PKK’nin dünyada etkinlik kazanması sonrası KDP’nin politikalarında değişiklik oldu. PKK’yi tasfiye etmek isteyen Türk devleti ile ilişkilerini PKK karşıtlığı üzerinden geliştirdi.
KDP, Kürtlerin içinde hegemonik güç olayım anlayışını bırakırsa bu tür durumlara düşmez. Tüm Kürtlerle birlikte güçlenirse bundan KDP de yararlanır. Doğru politika tüm Kürtler kazansın biz de kazanalım olmalıdır.
PKK’NİN ÖNCÜLÜĞÜ DEVAM EDECEK
43 yıldır soluksuz bir mücadele var. Kürdistan halkı, tüm toplumsal katmanlarıyla büyük bedeller verdi. PKK, 43 yıldır öncü olma vasfını korudu; bugün de direnişe önderlik yapıyor. “Çöktürme Planı’nı boşa çıkardık, sıra faşizmi yıkmakta” diyorsunuz. Bu nasıl olacak, bunun için askeri, siyasi ve toplumsal alanda nasıl bir mücadele stratejisi gerekiyor?
PKK’nin öncülük etiği mücadele 44. yılına girecek. Aslında gelecek Newroz’da Apocu hareket 50. yılına girmiş olacak. Bu başlı başına öncülükte büyük yetkinlik, direnişte derinlik ve kapsamlılık anlamına gelmektedir. Demire su verilip çelikleşmesi gibi PKK de Kürt halkı da bu yarım asırlık mücadele ile her saldırıyı kıracak güce ve dirence kavuşmuştur. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bu kadar uzaması Kürt düşmanlığının karakteriyle ilgilidir. Kürtleri soykırıma uğratma amacında ısrarlı olduklarından bu direnişin uzun sürmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Eğer Türk devletinin Kürtleri soykırıma uğratma amacı olmasaydı defalarca bir çözüm bulmak mümkün olurdu. Rêber Apo, Kürt inkarının ortadan kalkacağı ve Kürt’ün varlığının güvenceye alınacağı en makul çözüm önerileri sunmasına rağmen karşılık bulamadı. Dolayısıyla Türk devletinde Kürt inkarını kırmak kolay olmuyor. Rêber Apo, daha baştan böyle bir zorlu mücadeleyi öngörmüştü. Bu Kürt inkarcılığı ve Kürt soykırım politikası sadece Bakurê Kurdistan’ı değil; Başûr ve Rojava’yı da kapsıyor. Hatta konjonktür müsait olursa Rojhilatê Kurdistan’a kadar bile uzanır.
Türk devleti gibi soykırımcı bir güce karşı PKK zihniyeti, örgüt ve politika anlayışı ve mücadele çizgisi olmadan mücadele edilemez. PKK bundan sonra da Kürtleri soykırımdan kurtarma ve özgürleştirme konusunda öncülüğü sürdürmeye devam edecektir.
TÜRK DEVLETİ TERCİHİ TOPYEKUN SALDIRI OLDU
Çöktürme Planı, Kürtlerin güçlendiği ve Kürt sorununun çözümünü sağlatacak düzeye geldiği görülünce hazırlanmış ve bir yıl sonra da saldırıya geçilmiştir. Ahmet Davutoğlu zaten bir yıl önce polis ve askere saldırı yapılması için hazır ol talimatı verdiğini belirtmiştir. Türk devleti 2015’e gelindiğinde ya Kürt sorununu makul düzeyde de olsa çözmeyi kabul edecekti ya da topyekun saldırıya geçecekti. Hala Kürtleri soykırıma uğratıp Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme amacı bırakılmadığı için çöktürme saldırısına geçilmiştir. 2015’ten bugüne yapılan saldırıların tümü bu eksende gerçekleşmiştir. Ancak AKP-MHP faşizmi tüm imkanlarını içte ve dışta sonuna kadar kullanmasına rağmen istediği sonucu alamamıştır. Böyle tüm imkanların kullanıldığı özel savaş eğer belli bir zamanda sonuç vermezse kendisine karşı gösterilen direniş karşısında çöküntüye uğrar.
BU İKTİDAR DIŞ DESTEĞE RAĞMEN YIKILIRDI
PKK öncülüğünde askeri, siyasi, toplumsal, kültürel her alanda bedelleri ağır olan bir mücadele verilmiştir. Böylece AKP-MHP faşist iktidarı içte ve dışta ağır sorunlarla karşı karşıya getirilmiştir. Şimdi artık AKP-MHP iktidarına ömür biçiliyor. Aslında bu iktidarın tümden yıkılması defalarca gündeme girmiştir. Kendi gücüyle ayakta kalan bir iktidar durumunda değildir. Dış güçler kendilerine uygun bir alternatif ortaya çıkmayana kadar bu iktidarı ayakta tutuyorlar. Eğer dış güçler destek olmasalardı şu anda AKP-MHP iktidarı ayakta kalamazdı. Demokrasi güçleri tüm imkanlarını böyle bir ortak hedefe yöneltselerdi bu iktidar dış desteğe rağmen yıkılırdı. Bazı kesimler AKP-MHP’nin yıkılmasını seçime bağladıklarından AKP-MHP bu durumdan yararlanıp iktidarını sürdürmektedir.
SEÇİMLE GİDECEK BİR SİYASİ GÜÇ DEĞİL
Bu iktidarın seçimle yıkılmasını beklemek demokrasi güçleri için bir gaflet olur. Karşısında mevcut siyasi düzen içinde seçimle iktidara gelip seçimle gidecek bir siyasi güç bulunmuyor. Çünkü devleti tamamen kendine göre yeniden şekillendirmek isteyen bir iktidar var. Bu amacına ulaşmadan iktidarı bırakmak istemiyor. Eğer iktidarı bırakmaya zorlayacak bir mücadele olmazsa iktidarını ayakta tutmak için her yola başvurabilir. Zaten savaş politikasını bu nedenle yürütüyor. İktidarı bırakmamak için yeni savaş kumarları içine girebilir. Buna dayanarak ya seçimi yaptırmaz; yada bu ortamda kendine göre bir seçim yapar; biz kazandık diyebilirler. Ancak seçimi beklemeden demokrasi güçleri bir araya gelir, mücadele ederse bu iktidarın sonu gelir. İktidarı yürütme takatları kalmamıştır. Destekleri azaldığı gibi sorunlar daha da ağırlaşmıştır. Bu açıdan demokrasi güçleri iktidarı devirme hareketi başlatabilir. Böyle bir hareket karşısında bu iktidar dayanamaz. Yeter ki, biraz bedel ödeme göze alınsın, bu iktidarın üzerine yürünsün. Ayakta kalamaz. çünkü artık tabanları da bu iktidarı desteklemiyor. Belki silahlı gruplar örgütlemişlerdir, ancak halk bunların üzerine yürüdüğünde bunlar da kaçacak delik arar. Toplumsal desteği olmayan; sadece silahlı çeteler gibi örgütlenmiş güçlerin silahları bir işe yaramaz.
ORTADOĞU DEMOKRATİKLEŞMESİNİN ÖNÜNDE ENGELDİR
AKP-MHP ittifakı sadece Kürtleri, Türkiye halklarını ve Türkiyeli demokrasi güçlerini ilgilendiren bir faşist güç değildir. Ortadoğu’nun demokratik güçlerini de dünyanın demokratik güçlerini de ilgilendiriyor. Ortadoğu genelinde demokratikleşme önündeki engel güç de AKP-MHP şahsında Türk devletidir. AKP-MHP faşizmi dünya demokrasi güçleri için de tehdittir. Eğer Türkiye’de demokrasi güçleri ortaklaşır, Ortadoğu ve dünyadaki demokrasi güçleri de tutumlarını ortaya koyarsa bu iktidarı kimse sahiplenemez.
Türkiye’de demokrasi güçlerinin potansiyeli küçümsenemez. Eğer demokrasi güçleri bir araya gelir bu iktidarı düşürmeye odaklanırsa ve kararlı biçimde bu iktidara ‘artık bırak’ derse bu iktidar bir hafta orada kalamaz. Gerçekten de durum bu düzeydedir. Kürt halkı zaten mücadele ediyor. Dem Dema Azadiyê Ye hamlesi Kürdistan’ın bütün parçalarının mücadelesini bütünlüklü hale getirerek AKP-MHP ittifakına karşı mücadeleyi daha etkili hale getirmiştir. Bu hamle AKP-MHP iktidarını çöküşe götürmede önemli rol oynamıştır. Mücadele bütünlüğü Kürdistan’ın tümünde daha etkili hale getirilebilir. Kürdistan’ın her parçasındaki siyasi güçler Kürt halkının tüm toplumsal kesimlerini daha fazla örgütleyip mücadeleye sevk edilebilir. Zaten AKP-MHP faşizmini yıkılma durumuna getiren esas olarak Kürt halkının tüm alanlarda yürüttüğü mücadele olmuştur.
SAVAŞ SADECE GERİLLAYA YÜKLENEMEZ
Çöktürme saldırısına gerillanın 6 yıldan fazladır fedaice direndiği açıktır. Bu direnişin öncülüğünü gerilla yürütmüştür. Hala da gerilla yürütmektedir. Ancak savaş sadece gerillaya yüklenemez. Gerillanın savaşı yanında şehirlerde, mahalle ve sokaklarda düşman güçlerine, iş birlikçilerine, soykırımcı sömürgeciliğin ekonomisine yönelim olursa bu faşist iktidar böyle bir halk savaşı gerçekliğine dayanamaz. Özcesi bu savaştan herkes, her kurum sorumlu olduğunu görmeli; üzerine ne düşüyorsa yapmalıdır. Her sokakta üç yurtsever genç bir araya geldiğinde birçok şey yapabilir. Şehirlerde ajanlaşmaya, uyuşturucuya ve fuhuşa karşı mücadele de bu faşist iktidara karşı yürütülen bir mücadele olarak görülmelidir.
KADIN MÜCADELESİ CESARET VERDİ
Bu dönemde kadınlar AKP-MHP faşizmini yıpratarak yıkılma noktasına getirmede önemli rol oynadılar. Kadınların tutuklanma ve baskılara rağmen mücadelede ısrar etmeleri tüm demokrasi güçlerine cesaret vermiştir.
İşçiler de birçok alanda mücadele vermişlerdir ama daha fazla olan mücadele potansiyeli istenilen düzeyde harekete geçirilememiştir. İşçilerin mücadelesinin de esas olarak demokrasi mücadelesine sevk edilmesi önemlidir. İşçiler açısından ekonomik ve demokratik haklar da ancak demokrasi mücadelesiyle elde edilebilir.
Ekolojik mücadele potansiyeli fazlasıyla güçlenmiştir. Bu alana daha fazla önem vermek örgütleyip harekete geçirmek gerekir.
İnanç özgürlüğünün devletten beklenemeyeceğini başta Aleviler olmak üzere tüm inanç toplulukları görmüştür. AKP iktidarının İslam’a yaptığı kötülük, DAİŞ’in yaptığı düzeydedir. İslami kesimler kendilerini iktidar aracı haline getirenlere tutum korlarsa o zaman İslam’ın özüne uygun bir inanç duruşu ve yaşamı ortaya çıkabilir. AKP ve benzerlerinin İslam anlayışı Muaviye’nin iktidarcı İslam anlayışıdır. AKP iktidarı İslami toplum açısından önemli deney olmuştur. Belki inançları kötü kullanılmış ve değerleri yıpratılmıştır. Ancak bu deneyim Demokratik İslam anlayışına hizmet eden bir biçimde değerlendirilebilir. Böylece İslam’ın toplumcu değerleri demokratik toplumsal yaşama güç katar.
Eskiden Batı, PKK’yi Türkiye’nin karşıt propaganda ve diplomasi faaliyetleri ekseninde tanırdı. Devletler kadar kimi akademisyenler, gazeteciler, aydınlarda da böyle bir algı vardı. Bu algının günümüzde önemli oranda değiştiğini görüyoruz. Mesela artık halklar, devletler, aydınlar, STK’lar Kürtleri ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni, işgalci güçlerden değil, bizzat PKK’yi ve Kürtleri takip ederek öğreniyor. Bu anlamda yargıların kırıldığını söyleyebilir miyiz, bu yeni durum, Hareketiniz ve Kürt halkı açısından ne ifade ediyor, ne tür gelişmelerin önünü açıyor?
Bizim mücadelemiz 50 yıla yakındır sürmektedir. Türk devleti dünyada özel savaşı, psikolojik savaşı en kapsamlı uygulayan bir devlettir. On milyonlarca Kürt’ü soykırıma uğratmak tabi ki psikolojik ve özel savaş olmadan gerçekleştirilemez. Özel ve psikolojik savaşla dünyayı ve kendi toplumunu aldatması gerekiyor; Kürt’ü aldatması gerekiyor. Yoksa soykırım gizlenemez. Bu da Türk devletini zorlar. Zaten Ermenileri soykırıma uğratarak dünya gözünde soykırımcı duruma düşmüştür. Bu nedenle Kürtlerin üzerindeki soykırımı çok dikkatli ve örtülü yollarla yapması gerekir. Bu açıdan Kürt soykırımı üzerinde çok yoğunlaşmış, dünyayı aldatacak politikalar içine girmiş, yol ve yöntemler uygulamıştır. Rêber Apo’nun en üstün yanı ve hareketi ayakta tutmasının nedeni bu özel savaş gerçeğini çok iyi görmesidir. Soykırımcı sömürgeci Türk devletini iyi tanımış; bu nedenle ideolojik, örgütsel, politik ve eylemsel olarak Hareketi bu özel savaşa karşı iyi donatmıştır. Halkı da bu özel savaşa karşı iyi eğitmiştir.
Rêber Apo’nun Türk devlet gerçeğini tanıması ve mücadeleyi süreklileştirmesi her yıl özel savaşın yüzündeki maskeyi pul pul dökmüştür. Her yıl bu özel savaşı sadece Kürtler değil, tüm dünya daha iyi görmeye başlamıştır. Mücadele sürdükçe ve özel savaş zorlandıkça soykırımcı sömürgecilik daha sert, kaba ve açık yol ve yöntemlere başvurmak zorunda kalmış, bu da Türk devlet gerçeğinin tüm dünyada daha fazla tanınmasını beraberinde getirmiştir. Önceleri bu soykırımın üstünü örtmek için kendini ilerici demokrat olarak gösteriyor; Türkiye’de demokrasi olduğunu iddia ediyor, biçimsel bazı yöntemler kullanarak dünyayı aldatıyordu. Mücadelemizin gelişmesi karşısında 12 Eylül faşizmine başvurması bu devlet gerçeğini biraz teşhir etmişti. 1984 gerilla hamlesinin, daha sonra serhildanların gelişmesi Türk devletinin daha kirli savaş yöntemlerine başvurmasını beraberinde getirdi. Köy yakıp yıkmalar, milyonlarca Kürt’ün topraklarından sürülmesi, 17 bin faili meçhul cinayetin işlenmesi bu devleti belli oranda teşhir etmişti.
TÜRK DEVLETİNİN GERÇEK YÜZÜ DAHA İYİ GÖRÜLDÜ
Uluslararası komplo ile Önderliğimiz esaret altına alınıp PKK tasfiye edilecek ve sonrasında tüm bu özel savaş ve kirli savaş yöntemleri unutturulacaktı. Yine dünyayı aldatma yöntemleri devreye konulacaktı. Ancak Rêber Apo’nun İmralı’daki yoğunlaşmaları, yürüttüğü politikalar, izlediği taktikler ve en önemlisi de geliştirdiği kadın özgürlükçü ekolojik demokratik toplum paradigmasıyla Türk devletinin bu aldatmasına izin verilmedi. Hareketimizin yeni paradigma temelinde mücadele yürütmesi karşısında Türk devletinin yeniden özel savaş yöntemlerine başvurması ve Rêber Apo’nun geliştirdiği paradigmanın Kürdistan sınırlarını aşarak tüm dünyada tanınması Türk devletinin gerçek yüzünün daha iyi görülmesini sağlarken, özgürlük mücadelemizin de özgürlükçü demokratik karakteri daha iyi anlaşıldı. Türk devletinin Kürt sorununu en makul biçimde çözmek istemediğini ve Kürtleri soykırıma uğratmak istediğini herkes görmeye başladı.
Şu gerçek bir kez daha kanıtladı; mücadele her zaman gerçeğin ne olup olmadığını gün yüzüne çıkarır. Bizim mücadelemiz de bir değil, on yıl değil onlarca yıl sürünce hem Türk devlet gerçeği hem de Kürtlerin mücadelesi çok iyi anlaşıldı. Güneş balçıkla sıvanmaz, denir. 50 yılın ortaya çıkardığı gerçekliği de hiç kimse farklı gösteremez.
Mücadelenin ortaya çıkardığı gerçeklikler, tüm kadınları, Ortadoğu ve dünya halklarını etkileyen, heyecanlandıran paradigması, örgütlü topluma dayalı demokratik konfederal sistem, devlet dışı yönetim anlayışı ve bu temelde ortaya konulan demokratik sosyalizm Özgürlük Hareketimizin nasıl bir nitelikte olduğunu gözler önüne serdi. Bu zihniyet ve pratik, Êzîdîleri soykırımdan kurtarma ve Rojava pratiğiyle de birleşince dünya halkları ve demokratik güçler Kürt halkının özgürlük mücadelesine sahip çıktılar. Buna paralel olarak da Türk devletinin teşhiri daha fazla gerçekleşti.
YARATILMAK İSTENEN TECRİT KIRILDI
Bu açıdan artık Türk devletinin, NATO’nun ve Türkiye ile müttefik ülkelerin PKK’yi karalama politikaları önemli oranda kırıldı. Hareketimize karşı önemli bir sempati gelişti. Eğer KDP’nin ve ona bağlı bazı marjinal grupların gittikleri her yerde PKK’ye yönelik kara propaganda ve karşı faaliyetleri olmazsa PKK’ye yönelik sempati daha fazla gelişecek, bu da Kürt halkının özgürlük mücadelesi için daha büyük imkanlar ortaya çıkaracaktır.
Özgürlük Hareketimiz ve Kürt halkı açısından yaratılmak istenen tecrit kırılmıştır. Bu başlı başına özgürlük mücadelesinin gelişip güçlenmesi açısından büyük imkanlar ortaya çıkarmıştır. Kürt halkının bugün bölgede de dünyada da halklar içinde ittifakları gelişmektedir. Bu özgürlük mücadelemiz için büyük bir moral desteği ifade etmektedir. Böyle büyük bir moral güç ve destek, her türlü silahtan daha güçlü etkiler yaratır; mücadele azmini ve kararlılığını güçlendirir. PKK’nin halklar ve demokrasi güçleri içinde ilişkileri güçlenirken; soykırımcı Türk devleti her geçen gün daha da tecrit olmaktadır. Artık Türk devletinin Kürt politikasının soykırım olduğu netleşmiştir. Halklar ve demokrasi güçleri nezdinde güçlenen Özgürlük Hareketimiz, önündeki bir engeli de giderek aşmaktadır.
DEVLETLER İLE DE İLİŞKİLER GELİŞEBİLİR
Avrupa ve ABD’nin PKK’yi ‘terör listesi’ne alması, Türk devletinin kirli savaş yürütmesine ve halk üzerinde her türlü baskı ve zulüm yapmasına imkan veriyordu. Şimdi PKK’nin ‘terör listesi’nden çıkarılma mücadelesi de gelişmektedir. Bunu da Avrupa ve dünyadaki demokrasi güçleri geliştirmektedir. Bu gerçeklik sadece halkların ve demokrasi güçlerinin değil, demokrasiye duyarlı devletlerin de PKK ile ilişki geliştirmeleri durumunu ortaya çıkaracaktır. Zaten şimdiden dolaylı ve dolaysız bazı ilişkiler ortaya çıkmıştır. Böylece Kürt halkının özgürlük mücadelesinin sadece halklar, demokratik siyasi güçler tarafından değil, bazı devletler tarafından tanınması da yaşanabilir. Bu da Türk devletinin soykırımcı politikalarına önemli bir darbe vurur. Çünkü demokrasiye biraz duyarlı olan hiçbir devlet, Türk devletinin soykırım politikalarının ortağı olmak istemez.