HABER MERKEZİ –
Bir devrim kadrosu olarak yoğunlaşma sorunlarınız bütün ağırlığıyla devam ediyor ve çözüm sınırlı bir gelişmeyi yakalıyor. Düşman karşısındaki duruşunuz, ağır darbelerle sendeleyişiniz ve hatta bunun farkında bile olmayışınız yaşam karşısındaki gerçekliğinizi de ifade ediyor. Gerek ideolojiye, gerek devrimci pratiğin kendisine karşı ilgi zayıflığından tutalım, çok tehlikeli, yanlış, yetmez yaklaşımları sergilemeniz yenilmiş kişiliğin diğer bir ifadesidir. Bunu öyle kendiliğindenlikle, normal toplumsal gelişmenin bir ifadesi olarak sanmak mümkün değildir.
Sizin geriliklerinize karşı yürüttüğümüz savaşla, direkt düşmana karşı yürütülen savaş neredeyse tam üst üste bindi. Sizin dayattığınız savaş aslında düşmanın dayattığından daha tehlikeli, ayırt edilmesi, ayrıştırılması, aşılması çok daha büyük bir çabayı gerektirir. Sözümona devrimin kadroları olması gereken sizlerin kişiliği, düşmanın bilinçli ajan oluşturmasından da daha tehlikeli ve düşmanın da bunu farkederek bir politika içine girmesi sözkonusudur.
Bunu aşma iradenizin kendini fazla göstermemekle beraber, kendi kendine öfkeli veya gelişmeyi dayatan Parti ölçülerine bir nevi karşı intikamla yönelmesi de çoğunlukla yaşanıyor. Ne kadar geri yanlarınıza vurulsa o kadar karşı tepki geliştiriyorsunuz. Zayıflıklarınıza basmamızı hakaret gibi görüyorsunuz veya altında ezilip gitme biçiminde yaklaşım da gösteriyorsunuz. Bu da tabi devrimin temel öncülük, kurumlaşma, uygun adımlarla pratikleşmeyi boşa çıkarıyor. Size dayatılan başarma zorunluluğun kabul görülmesi şurda kalsın çok çeşitli tepkilerle sürekli önlenmeye çalışılıyor. Dayandığınız en büyük silah; “benden bu kadar, kötürüm olmuşum, gücüm yetmez, kafam almıyor, iradem paramparça, yaratamıyorum, çoktan işim bitmiş” gibi geleneksel toplumun düşman tarafından ezilişinin yansıtılması oluyor. En büyük silahınız çaresizlik silahıdır. Elinizden gelen çok içeriksiz, etkileyici amaca fazla yer vermeme. Bunu parçalamak istedik, fakat hani bir mermer taşi kadar saglamliga biraz sahip olmadiginiz için adeta dökülmedik bir tarafınız kalmıyor. Böyle toprak çıkıyor, kof çıkıyor. Çok çeşitli yönleriyle gerçekleri ne kadar yansıtmaya çalışıyorsak, anlam yoksunluğu ve anlama da olsa yüzgeri olma gibi refleksle karşılaşıyoruz. Artık burada iyi niyet, şu çaba bu çaba önemli olmuyor. Devrimler öyle birşeydir ki ya başarı çizgisinde amansız yürürsün, ya yerle bir olursun. Normal, vasat bir yürüyüş tarzı devrimde en kötü kaybediş tarzıdır. Tamamen sizin duruşunuza denk düşüyor. Nasıl ki bizim yaşam halkımızın başına bela olmuşsa, sizin de başınıza bu anlamda devrimcilik bela olmuş.
Devrimci yaşam diye hareket etme, parantez içinde devrim, kişilikte başlarken bile şiddetli bir hesaplaşmayla başlar. Büyük hesaplaşmayı kendinde yapmayanlar, belki devrimci saflarda olurlar ama devrimin yürüyüşcüsü olamazlar. Devrimde savaşabilirler de, ama çözemezler; devrimci gibi yaşar gözükürler, ama aslında devrimci tarzda yaşayamazlar. Devrimci eğitimi bile nasıl ele aldığınız meçhuldür, karışıklıklarla doludur. Ne kadar ciddi olduğunuz, gerçekten devrimci olmak isteyip istemediğiniz belli değildir. Eski yaşama göre bu yaşam hoşunuza gidiyor veya hoşunuza gittiği kadar ‘ben varım’ diyorsunuz. Tamamen heveslerle kendinizi fazla sağlam temeli olmayan hislerle bazı düşüncelerle idare ediyorsunuz.
Bugünler hatta yüzyılın sonları ısrarla “devrimler artık gereksizdir” veya emperyalizme göre; “herşey kontrol altındadır, istediğimiz gibi degişiklikler olabilir, özgürlük de istediğimiz gibi olur, kişi haklari da, ulusal sorunlar da, biz nasıl istersek öyle halledilir”. Bu görüşe göre eğer sözkonusu bizim halk gerçekliğimiz ise adımız bile geçmez. Belki bazı halklar için bazı kişiler için bir takım düzenlemeler olabilir ama bizim için bu görüşün içinde yer almak bile sözkonusu değildir. Tabi bunu size söyletmek, düzeltmek önemlidir. Daha kendinizi asgari düzeyde bireysel cahilliğinizle hesaplaşmayı, yaşamı çıplak düşmana karşı nasıl götüreceğinizi bile aslında kararlaştırmış değilsiniz. Bırak emperyalizme karşı olmak, siz aslında kendi içinizdeki basit geriliklere bile karşı olamıyorsunuz.
Bu anlamda bir kurtuluş kadrosundan ziyade tamamen kurtarılmayı bekleyen bir hasta konumunu arz ediyorsunuz. Bütün hal ve hareketlerinize baktığımızda, “Parti veya devrim beni ne zaman kurtaracak” gibi bir havadasınız. Bu da tabi devrimcinin tanımına ters düşüyor. Devrimci kurtarıcıdır. Baktıkça dediğim gibi yani çoğu kendinin kurtuluşunu bekliyor. Halkı da unutmuşlar, bu anlayış çoğaldı, kendini inanılmaz ölçüde önümüze koydu. Yani, “Parti önce beni kurtarsın, kurtuluşu bekleyen halk değil benim”. Nasıl gelişti, bunu neden böyle yaygınlaştırdınız, anlamak gerçekten zor. Zaten bütün devrimlerin başını da bu anlayış yemiştir.
Devrimler genelde yücelme hareketleridir. Bireysel fedakarlığın zirveleştiği, ruhların yüceldiği, bilincin genelleştiği toplumsal durumları ifade ederler ve bu devletleşmeye kadar gidebilir. Ben sizin devrimcilik anlayışınızı biraz anlamaya çalıştığımda, böyle bırakalım genelde bir yüceleşmeyi, “nedir bu başıma gelen” gibi bir hava içinde kalıyorsunuz. Tabi bunun altında vurguladığım gibi düzen çok örgütlenmiş, çok sığ bir yaşamı dayatmış veya kendi toplumsal gerçekliğimizde de bütün yaşam yollarını tıkamış, herşeye razı edilecek bir yaklaşımı geçerli kılmış. Daha da ötesi sizi yedi yaşından itibaren objektif bir düzen kişiliği, ajanı gibi yetiştirmiş. Bir yerden değil birkaç yerden çarpıtmış. Sağı-solu belli olmayan, kendini neye verip vermediği anlaşılmayan, karmaşık duygular, sağlam olmayan düşünceler, her attığı adımdan bir hata çıkaran, bol bol ağlayan, sızlayan, yaşama derinlikli bir yaklaşma gücü bile olmayan, bırakalım onu değiştirmeyi, dönüştürmeyi, varolan içindeki tehlikeyi, ölümü bile anlayamayan kişilik ağlamaktan başka ne yapar?
Ağlamak şu: Yani sizin gösterdiğiniz bu tepkiler, gülüşler bile bana göre bir nevi ağlamaktır. Hem olup biteni anlamamak, buna göre bir tavır geliştirememekte bir ağlamaktır. Bütün bunların aşılması kişinin kendini gerçekten mükemmel örgütlemesine bağlıdır. Tam bir bireysel insiyatifin patlaması gerekiyor. Bunun yerine sizin bireycilik dediğiniz şey daha farklı. Açık söylemeliyim ki kapitalist anlamda bir bireycilik sizin bireyciliğinizden çok ileride. Kapitalist bireycilik bazen ilerleticidir. Sizde o da yok. Sanırım içinizde devrimcilikle uğraşmak isteyen bazı arkadaşlar olabilir. Öyle cüretli arkadaşlar belki çıkabilir içinizde, ama şimdiye kadar pek başarılı örneklerini göremedik. Bana böyle o köylülerin kulaklarını sağır eden boş laflamaları gibi geliyor. Devrimci ortamımızdaki diyalog işte “laf et, boşluğu doldur” kabilinden. Çok köklü çare düşünüp ona göre ortamı canlandırma, işte ona göre ortamı ordulaştırma, savaştırma, tabi başarı oranını yükseltmek gibi bir hava içine giren, kendini bundan böyle sorumlu gören tipler çıkmıyor ortamımızda. Yaygın bir kesim ise tam bir farfaracı, yani “Parti beni idare etsin” havasından başka herhangi birşey arzetmiyor.
Toplumda belki sekiz, on saat çalışırdı, güzel bir çabası, işi getirebilirdi. Bazılarının içimizde tembelleşmesi de var. Genel emeğe, genel birikime kendini dayatarak bireysel yaşatmayı muazzam alışkanlık haline getiren az değil. Bu da daha tehlikeli bir yaklaşım biçimidir. Çünkü bilindiği gibi Parti genel emeğin yoğunlaşmış biçimidir. Milyonların çabalarının bileşkesi, şehitlerin mirası, devrimci faaliyetlerimizin bir birikimidir. Şimdi adam geliyor bunun içine bakıyor ki düzene göre muazzam bir fırsat. Bir gün de yaşasa ona göre değiyor herşeye. Dolayısıyla kendini dağıtıyor. “Ne olursa olsun” diyor “ben herşeye razıyım, ölsem de razıyım, bir gün yaşasam da razıyım”. Sanırım son dönem kadro yığınlaşması böyle bir anlayışın sonucu kendini böyle yoğunca dayattı. Onların vicdan ölçülerine göre ölse de yaşasa da çok iyi. Vicdanı diyor ki “namusu da kurtardım, vurdum da düşmanı, intikamı da aldım, yeter”. İçten içe vicdanı bu. Doğrusu vicdansızlığı o.
Şunu da önemle vurgulamalıyım ki sizin öyle derin vicdani ve temel değerler karşısında ciddi bir duygulanmanız da yok. Ben sizin duygularınızdan nefret ediyorum. Son dönemlerde duygu derinliğinin olmadığını görüyorum. Dağlar kadar duygulanacak değerleri ortaya çıkarmamıza rağmen, bazıları bana süper namussuz gibi geliyor. Öyle basit, çocukça oynayan, öyle fazla değerlerden yararlanmasını bile bilmiyor. Bu kişiliklerden bizim memnun olmamız mümkün değil. Taktik duyguları bile gelişmiyor. Olup bitenin çok kıymetli bir değeri olacaksa onu bile görmemezlikten geliyor. Hatta kurnazca onun üstüne biniyor. Böyle birçok ilginç, kurnazca yaklaşımlar var. Dediğim gibi bir yürek yok. Böyle ciddi bir düşünce ihtiyacı da duymuyor. Laflarla öğrenmiş bazı şeyler idare et gitsin. Disiplinden anladığı böyle sert bir gözetim. Belki o zaman kendine gelebilir. Tabi bizim koşullarımızda da bu mümkün değil ve doğru da değil.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/2 Ekim 1997