HABER MERKEZİ –
Bizim disiplin anlayışımız gönüllülüktür, içtendir. Tabi başka halklarda yüzyılların entellektüel, sanatsal, çok çeşitli toplumsal hareketleriyle sağlanan gelişmeyi düşmanın yaklaşımlarından dolayı bizim tamamen devrimci hareketin kendisi içinde sağlamadaki zorunluluğumuz veya bizim diğer toplumsal gerçekliklerden çok farklı bir toplumsal düzeyi yaşamamız, bunun altındaki objektif nedendir veya bizim devrimimiz de bunu gözönüne getiriyor. Yani yüzyılların işini, hem sanatın, bilmem her tür siyasal, toplumsal gelişme düzeylerinin bizde normal olmayışı devrimci yöntemlerle hepsini kestirmemizi istiyor. Şimdi normal toplumsal gelişmeyi bile anlamadıktan sonra devrimsel düzenlemeleri nasıl anlayacaksınız? Bu sizi şaşkınlığa itiyor. Ben bunu çözmek için kendimi ortaya koymuştum. Kendi yaşam tarzımı çok çarpıcı ortaya koydum anlarsınız diye. Belki biraz anlıyorsunuz ama tabi ona göre yapılanmanız çok zor.
Bizim kırk yılda yaptığımızı sizin kalkıpta bütün desteklerimize rağmen aslında çok büyük bir kolaylık, çok büyük bir imkan varken, kurumuş kişilikleriniz, çok çeşitli tepkilerinizle “ben olamam, gelemem” diyor veya “şurası bana yarar, burası bana yarar, ona göre olurum” diyorsunuz. Tanınmazlık bu. Aslında biz yaşamın dikkat edilirse hemen herşeyinden kopartılmışız. Toprağından, özgürlüğünden, kişisel sağlığından, eğitiminden, kültüründen, tarihinden, geleceğinden, gününden kopartılmışız ki bunun düşüncesi bile oluşamıyor sizde. Neden yoksul bırakıldığınızı ve kim tarafından yoksun kılındığınızı düşüncede tam kavramak mümkün değil. Lafta genel bazı doğrularla ancak oluyor ama yürekten bunu bir doktrin, katı ideolojik hat haline getirmeniz nerede?
Aslında devrimimizin incelikleri var, avantajları var, zorlukları da var, uğraşılmaya çok değer bir konu. Bunun bütün verilerini biz size sunduk ama dediğim gibi gerçeklik üzerinde yoğunlaşmayı çeşitli nedenlerle savsakladığınız için, güç getiremediğiniz için bu olağanüstü çaba ve onun her tür yaratıcı geliştiriciliği bizde tek yoldur, bu yönlerine bir türlü akıl erdiremiyorsunuz. Ben yine kendimi hep gözönüne getiriyorum, ‘neden bu kadar hareketli olabildim?’ diyorum, çünkü başka tür özgür yaşama adımlar atılamaz. Doğru bir heyecanı, sevgisi, coşkusu olmayan bir yaşam, hatta daha da kötüsü bırakalım yaşamı da, düşmanın tamamen ruhsuzlaştırdığı, hep ihanete, inkara koşturduğu bir yaşam olur. En üste yükseltseler bile seni, daha da alçaklaşırsın. Yani yükseltmesinin kendisi bir süper alçalmadır.
Düşünelim yani, çoğunuz yaşamı halen düşmanın sınırlarında yükselme gibi anlıyor. Para öyle, kültür, siyaset, hatta düşünürsen herşeyde öyle. O da elinize geçmiyor. O zaman herşeyi boşver, bomboştur. Devrimi bir yöntem olarak önünüze koyduğumuzda en az anladığınız kendinizi kattığınız gibi ilkel böyle tepkilerle vuruşma. Tabi bu fazla sonuç vermez. Bu temelde bazı sonuçları kabul etmenizi emirle değil, dayatmayla değil, parti çok istiyor diye de değil, kendi iç dünyanızda bir alt-üst oluşu, bir hesaplaşmayı, ‘ben ne olacağım, ne yapacağım, gerçekten birşeylere değecekmiyim, benim gerçekten bir yaşam şansım var mı, ben gerçekten neyi yaşıyorum, amaçlı mı, ne amacım var, nasıl, hangi yürüyüşle?’ gibi bazı soruları sizde yaratmak istiyoruz. Bu konuda da sizde fazla tepki yok. En iyi tepkiniz “boşver, böyle gelmiş böyle gider”. Tabi bu yaklaşım sizin cüceliğinizin tipik ifadesidir. Böyle yapan adam büyümez. Dağlar kadar imkanı önlerine koy nasıl bakacağını bile kestiremez. Kurgusu böyle olan kişilik. Ama varsa bir canlılığınız, yaşam iddianız, bazı soruları mutlaka kendinize sormanız lazım. Bizim aldığımız tedbirler de bu. Benim yapabileceğim en ince iş bu. Başka birşey yok. Bazı soruları size sordurtacağım. Yani böyle boş boş bakan, herşeyi birbirine karıştıran kişilik yerine hiç olmazsa bazı köklü soruları size hissettireceğiz.
Yaşam sizin sandığınız gibi değil, benim sorduğum sorular temelinde gelişebilir. Hiç kendinizi kandırmayın, hiç yüzeysel geçiştirmeyelim de. Siz kaybettirilmiş, bütünüyle lanetlenmiş, nereye bakarsam tam temel zemininden kaydırılmış yaşama ilişkin bazı soruları kendinize soracaksınız. “Ben tanrıya bağlıyım, ben bilmem partiye, Önderliğe bağlıyım” diyeceksiniz. Yeter! Bunu demekle bu soruları cevaplandıramazsınız. Hatta soruları bile kendinize soramazsınız. Bırakalım cevapları, çözümlü yaşamı ne yapalım gerçek bu.
Şunu ben boşuna vurgulamadım. Ben yaşama gözümü ilk açtığımda, daha okul okumadan, daha dünyayla tanışmadan durumun felaketini anlamıştım. Doğal insanın istemine cevap vermeyen bir dünyayla karşı karşıyaydım. Sizi büyütmüşler, sözümona adam etmişler ve yaşa diyor. Sonra da bir bakıyorsun yaşanacak birşey yok. İşte bu sizin kişiliğinizin bütün düzeylerini gösteriyor. İşte zavallı, düşünemez, örgütlenemez, savaşamaz, adım atar vurulur, yenilir, saygısızdır, çirkindir. Çoğunuzun gerçeği bu, başka birşey elinizden gelmiyor. Kürt tarihine bakın hepsi ahvahlarla doludur. En yiğidi bile beklenmedik tarzda vurulmuştur. Hiçbirisinin yüreklice, “işte ben de başardım, bu dünyada bir gelişmeye yolaçtım” diyeni var mı? Siz onların çok daha gerisindeki bir durumu arz ediyorsunuz. Bütün bunlar size acaba soru sordurtacak mı?
‘Nasıl yaşayacaksınız, nerede, kimlerle’ desem, örgütle mi, savaşla mı yaşayacaksınız? Habire gönderdik işte. En benim diyen komutan adamın etrafında geliştirdiği, bizi boğacak sorunları arttırmak. Daha doğrusu bunalımı geliştirmek. Bir çare, bir yol açma gücü olma şurda kalsın bastırıyor, yontuyor, sonuç nereye gidecek kendisi bile izah edemiyor, ama işte günü kurtardıysa yeter. Elinden fazla birşey gelmiyor. Elinden birşey gelebilmesi için anlayabilmesi, iradelenmesi, sorgulaması gerekiyor. Ona da yanaşmıyor.
Bazı imkanları ben yıllardır ulaştırıyorum. Şimdi bu şuna çok benziyor. Benim babam ve anamın işte “oğlum seni biraz büyüttük, aileyi idare et” Ben, çok tuhaftır o zaman biraz maaşlıydım, ama maaşımı onlara göndermedim. Pek doğru bulmamıştım, böyle bana dayanarak yaşamaları pek doğru değil demiştim. Şimdi düşünüyorum aile için yapmadığımı sizin için yapmışım. Daha değişik ve geniş bir aile olduğu için herhalde yapma gereği duyuyorum. Sanıyorum ‘ulaştır bizimkilere, ulaştır dayansınlar, ulaştır işte biraz daha yaşasınlar, ocakları körelmesin’ gibi bir zihniyetle sizin için çalışıyorum. Aslında karşıydım ama, ana-babalar belki biraz daha büyük oldukları için onlar kendilerini yaşatırlar, ya siz çocuk gibisiniz, yardım olmasa çil yavrusu gibi gideceğiniz için bu büyük çalışma temposunu gösteriyorum.
Aslında sizin gerçekliğiniz karşısında insanın vicdanı da dayanmıyor. Ne düzen dahilinde, ne savaş ortamındaki yaşam dahilindesiniz, bizim için büyük bir vicdani sorun haline gelmiştir. Bu son müthiş tempoyu sanırım onun için gösterdim, yoksa anlayış olarak karşıyım. Ama o zaman da dediğim gibi çil yavrusu gibi dağıtılıyorsunuz. Kendinizi ayakta tutma haliniz yok. Kuruyacaklar dağda koştur ha koştur.
Sözde devrim sülalesini kurtarmak için. Büyüdükte diyemiyorsunuz. Bazı arkadaşlarımız var 45 yaşını buldular, gerçekten halen bir bebek gibiler. Yani insan çocuklardan umutlu olur, büyürse adam olur diye, 45 yaşındaki adamı ben büyüteyim desem insan kendi kendine alay eder. 45 yaşından sonra adam büyütülür mü? Normal yaş büyümesi 20 sınırındadır. Ondan sonra insanlar genelde durur. Bizimki 45 yaşında, ben şimdi nasıl büyüteceğim?
Sırtüstü bıraksak sizi, ‘gidin büyüdünüz’ desem, ‘kendi kendinizi idare edin’ desem, bahaneniz hazır, kaçarsınız. Dört gözle beklediğiniz birşey. İlk aklınıza gelen şeyleri biliyorum. Nasıl ki ailede büyümüş, her an ailenin dışına taşmaya can atıyorsa, sizin durumunuz da ona benziyor ama sonra başınıza gelecek felaket, bu da umurunuzda değil. Kız evden kaçar, bilmem sokağa düşer, oğlan evden kaçar serseri olur. Sonra belki aklı başına gelir ama iş işten geçmiştir. Tabi sizin durum bundan daha tehlikeli. En büyük silahınız ucuz hayallere, olmayacak dualara sığınmak ve amin demek olur. Bu aile yaklaşımı bizi zorluyor. Ne zamana kadar kiminize daha nasıl bakalım, büyümediniz mi? Dayanamaz mısınız, yaşayamaz mısınız? Ulusal aile budur. Yeni özgür temellerde toplumsal aile.
Tüm bunlara dayanarak söylüyorum, acaba bazı çetin soruları sorup ben adam olabilirim diyebilecek misiniz? Bunları söylerken abartmıyorum. Çünkü bu yaşa geldim, bunca çabanın sahibiyim halen böyle kafesleri parçalarcasına hamle yapıyorum. Siz, hazır yerde özgürlük alanlarında kıpırdayamıyorsunuz. Yaptığınız işte kargaşadır. Tabi mesele ‘sen şu kadar suçlusun, sen şu kadar öyle değil’ demiyoruz, öyle anlamamalısınız. Bu bir sistem meselesi, bir iradelerin sergilenmesi gereken mesele, o gücü gösteremiyorsunuz.
Hatta bazı iyi niyetler geliştirilmiş. İyi niyetlerle, yine ailenin namuslu evlat fedakarlığıyla kendini dağıtması, bitirmesi de söz konusudur. Aile namusu ki, zaten sizin namus anlayışınız bunu geçmiyor: İşte böyle kendini feda eden, üst düzeye çıkarmıyorsunuz. Büyük abiler, ablalar meselesi de beni daraltıyor. En büyüyen de bunu söylüyor, başka birşey söylemiyor: “Ben senin büyük abinim, beni dinle” Şimdi bu komutanların tüm meselesi de böyledir.
Halbuki biz bunlara karşıyız. Düşmanın bile son zamanlardaki iddiasi şu: “Gelin, tamam sizin üzerinize fazla gelmiştik, sizi inkar etmiştik, bazı şeyler düşünüyoruz ama önce büyük hakiminize bağlı olun, onun dediklerini esas alın, size birşeyler vereceğiz. Tamam anladık neye itiraz ettiğinizi ama büyüklerinize, büyük hakiminize öyle isyan edip durmayın. Böyle farklı bir irade dayatmayın.” Düşman cephesindeki politika bu. Diyorlar ki; “bunlar biraz isyan ettiler, tamam onları böyle oyalayabilecek bazı şeyleri önlerine koyalım” Sizi kendi halinize bıraksak düşmanla olası bir kabullenişiniz bunu aşmayacak. Aslında tüm toplumu hemen hemen bu hale getirmiş, birçok örgütü ayarlamış. Benim bazı çabalarım var, şimdi bunu halletmek istiyor. Bunun için aslında birçok tedbiri de almış, sizlerin de çoğunu ayarlamış aslında. Tabi dediğim gibi sorgu mantığım güçlü. Özgür irade, beğeni ölçülerim çok farklıdır. Bu sorun diyelim; sorun yaratan siz değilsiniz. Düşman karşısında kuzu gibisiniz buna eminim. Sizi halletmesi çok basit.
Açık söyleyeyim, biz buna tenezzül etmeyiz. Beğenilerimiz, bizim ölçülerimiz çok farklı, ben bunu büyük bir hakaret olarak görürüm. Sizin tarz yaşam, sizin tarz beğeni, sizin tarz birşeylere ikna olma, sizin tarz savaşma benim için bir küçüklüktür. Bırak değer vermeyi, saygı bile duyulmaz. Bu bizim savaşçılığımızdır. Ben savaşçılıktan zevk alan bir insanım, o tarz yaşam bizim gıdamızdır. Siz de bunun büyük yorgunu demeyelim ama adeta bunun altında ezilip büzülensiniz. Aşk yok, büyük öfkeler yok, dolayısıyla kişilikleriniz ancak ırgatçılık -varolan o eskiden hamalcılık- onun biraz yeni döneme uyarlanmış biçimi.
Abartma da yapmıyorum. Keşke içinizden böyle fırlayanlar olsa, bütün gücümüzle destekleriz. Ama o hava yok. Denedik, çoğuna yetki verdik, yüzüne, gözüne bulaştırdı. Keşke bazı anlamlı, içeriği güçlü istemleri sizde doğurabilsek. Aslında çoğunuz sözümona yaşamak istiyor. “Benim haklarım, ben ne zaman yaşayacağım” gibi bazı hisleriniz var, o da kendini kandırmaktır. Ciddi değerli şeyler istediğinize inanmıyorum. İnansaydım hepsi sizin olsun derdim. Sizin istediğiniz şeyler çok farklı, sigara gibi şeyler, uyuşturucu. Sosyetenin içtiği uyuşturucunun bir anlamı var ama sizin kendinizi uyuşturmanızın da hiçbir özelliği yok. Lafla uyuşturma, basit, incir çekirdeği kabilinden şeylerle kendini uyuşturma. Mesela ben de kendimi uyuşturmuşum. Beni uyuşturan nedir? Beni uyuşturan kesin büyük çabalardır. Mesela her ele aldığım olayda bir müthişlik var, bir çarpıcılık var, şok edici durumlar vardır. Beni de bunlar uyuşturur, ya da uyuşturmaz da hareketlendirir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/2 Ekim 1997