HABER MERKEZİ –
Bize en çok gerekli olan, sözüne uyma gücüdür.
Biz söze inandık, değer verdik. Maalesef, en çok bu noktada değer veriyoruz, sözler kandırıcı olmamalıydı. En büyük silahımız söz silahıydı. Onun da işleyebilmesi için, temsil ettiği anlam ne pahasına olursa olsun, yaşama geçirilmeliydi, yaşamsallaştırılmalıydı.
Sözleriyle oynayanlar, diyebilirim ki en büyük tehlikeyi teşkil edenlerdir. Biz mutlaka tutarlı olmak zorundayız. Bu halkın en çok değer verilen bir sözcüsüysem, bu sözcünün sözlerine verdiğiniz sözler temelinde uymanız demek; halka bağlı olmayı başarmak demektir. Başka hiçbir yöntemle, kendimizi kanıtlayamayız ve güçlendiremeyiz. Artık bir yalancılar toplumundan çıkabilmeliyiz. Yalanla yaşamı örülmüş, inanılmaz gaflet, kandırma, sahtekârlıkla kendini yaşatmaya çalışan bir topluluk olmaktan çıkabilmeliyiz. Bu da söze bağlılıkla, söz ve adımları, pratiği veya yaşamın, savaşımın gereklerini birleştirmekle mümkündür.
Yalancılık; sınıflaşmanın ve ona dayalı her türlü kötülüğün en etkili silahıdır. Hâlbuki bir davası olan kişinin, partinin, halkın en üst düzeyde, en basit bir hayat planı olur. Söylenen ve yapılan eğer uyumluysa başarıya gidebilir. İşte biz, burada bunun bir kez daha çelişkisini yaşıyoruz. Kaldı ki, burada kimse kimseyi bilinçli yalancılıkla suçlamıyor. Tam tersine, iyi niyet yalancılığıyla karşı karşıyasınız ve en tehlikelisi de budur. Zayıf, her zaman yalana başvurma ihtiyacı duyar. Başarıyla görevini yapamayanlar mutlaka yalan silahına sarılırlar. Bunu görüyorum. Eğer kendi içlerinde bir gücü yaşasaydılar, gerçek bir güçlenmenin imkânlarını kendilerinde yaratsaydılar, yalan silahına, gaflete, sahtekârlığa düşmez ve başvurmazlardı. Bu bir halkın kaderi olmamalıydı. Partimiz içinde bu tür yalancılığa son verebilmeliyiz.
Yalanlarla beni savunmak istiyorsanız, bu ne kadar hazin bir şey! Hepinizin ister farkında olun, ister olmayın, kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük olur. Siz yaşamı ne sanıyorsunuz? Bu yalanı galiba durduramayacağım. Dediğim gibi en kötüsü de, zayıflığını, güçsüzlüğünü; bu bir devrim ise, devrimin savaş sorunlarını, devrimin parti sorunlarını çözemediğini, gereklerini yerine getiremediğini, girilecek en fırsatçı, en saptırmacı, boşa çıkarıcı tarzda gösterecektir. Dolayısıyla, bunun göstergeleri olan yüzeysellik, ikiyüzlülük, bunalım ve buna benzer bireysellik, tasarrufçuluk, bencillik, bütün bunlar örgüt içindeki en abartılı yalanlar olarak karşımıza çıkıyor.
Şu anda bakıyorum PKK’nin üst düzeyinde neredeyse yüzde doksan yalanla inşa gerçekleştirilmek isteniyor. Her gün bunu yıkmaya çalışmazsan, kocaman yalanlardan ibaret bir binamız olacak ve en ufacık bir sallantıda gümbür gümbür üzerimize yıkılacak. Ne hazin bir şey!
Size güzel konuşmayı, özlü olabilmeyi, tutarlı olabilmeyi öğretemedik mi? O kadar sözler verdiniz. Bir gün bile olsa bağlı olmanın gereğini neden duymadınız? Gereklerini yerine getirerek, bir gün bile kendinizi aşarak geneli yaşamaya niye gelmediniz? Kendi bencilliğinizi bir gün inkâr etseydiniz ne olurdu? Yalancılıklarınızı, bile bile zarar veren yanlarınızı, yönlerinizi unutsaydınız ne olurdu? Bir gün, “ben değil de hepimiz” diyebilseydiniz kıyamet mi kopardı? İliklerinize kadar işlemiş bencillik ve ondan kaynaklanan her türlü kötülük!
Siz adam olmayı ne sanıyorsunuz?
Öyle yöntemler geliştiriyorsunuz ki, bunun adamlıkla ne alakası var? Güzel, etkili bir sözün ve davranışın sahibi olmak sizde hiç mümkün değil mi? Hep böyle yalan rüzgârları mı esecek? Bu beni bile artık yerinde duramaz hale getirmiş. Çok yönlü yalan rüzgârları! Büyük denge gücüm olmasaydı, her gün yerle bir olurdum. Hâlbuki biz ne güzel ve oldukça da gerçekleşebilecek planlar çizmiştik. Tavır, tarzları, tempoları ayarlamıştık ve bütün bunlarda da anlaşmıştık. Hatta adına ideolojik-siyasi birlik demiştik. Hiç umurunuzda mı? Kös kös dinleyin, bildiğinizi daha sonra okuyun; bununla iflah olmazsınız, lanetli gerçeklik asla yakanızı bırakmaz.
O görkemli dağlarda, o en temiz havalarda ve sularda özgürlük nefesi kadar değerli bir şey var mıydı? Siz bunu yok saydınız ve kendi teneffüs edilemez havanızı egemen kıldınız, yaşanmaz bir durum ortaya çıkardınız. Kaldı ki, o tek bir yaşam olanağıydı, tarihimizde belki de yüreğimizin kendini bağlayabileceği biricik ortamdı. Üzerine insanlığımızı çok yönlü gerçekleştirebileceğimiz süreçti. Tabii umurunda mı yaşamı bir sigara dumanından ibaret sayanlar için! Kendi yalanlarına kendini kaptıranlar için bütün bunların hiçbir anlamı yok!
Ne yapacağım bu yalancılara?
Burayı yalnız tartışmıyorum, ülkedeki yalancılar sürekli birbirlerini taklit ediyorlar. Bir halk adına nasıl böyle olunuyor ve davranılıyor? Hayret! İstese yapabilir, artık yapabilecek durumlar ortaya çıkarılmış, tuhaf bir durum! Sanki arkanızda hazineleriniz mi var? Eminim ki, bir Koç veya Sabancı ailesinden birini getirsek, böyle tutuculuk yapmaz, mutlaka olumlu, doğru şeyleri görür ve bir şeyleri doğru yapmak isteyecektir. Kesin bunu belirtebilirim. Ama bizimkilerin sanki her birisi Firavun kadar, Harun kadar zengindir, arkalarında hazineleri var, bırakmamak için büyük tutuculuğu, saptırmacılığı yaşıyorlar! Hayret ediyoruz! Hazinelerinin altını eşelersen, pis kokularından başka hiçbir şeyleri yok! Garip dediğim olay bu! Bir şey yok “ben bir şey değilim olamam” durumunu yaşıyorlar, oynuyorlar daha doğrusu!
Görüyorsunuz ki, kendiniz en dramatik sözleri veriyorsunuz, bu kadar tersinin ustalığını nasıl geliştiriyorsunuz? Hayır, ben demedim bana söz verin diye. Benim aklımın şaşırdığı diğer bir nokta da budur. İnsan bu kadar ikiyüzlü olabilir mi? Bu neden bu kadar gelişmiş, anlam veremiyorum. Yapamayacağınız bir sözü neden bu kadar sevdalı bir tarzda veriyorsunuz. Gittikçe kuşkulanıyorum artık. Bu büyük saldırı ve düşmanlıkla sözü artık tüketiyorsunuz. Hâlbuki her sözümüzün bir kanun biçiminde değer bulması gerekiyor. Çünkü bunlar en hayati sözler. Anladım, çok zayıfsınız, sermayeniz yok, metelik kadar değer ifade edilmiyor. Ama biz emeğe inanmıştık, emeğin yaratabileceğine de inandık ve yaratıyordu da. Siz buna saldırdınız. Kolektif emek yaratacaktı, kaybettiğimiz her şeyi bize geri verecekti, ama siz kolektif emeğe saldırdınız veya saldıranlara göz yumdunuz. Korkunç bir bencilliğe sığınıldığında, her şey onunla işlemez hale getirildiğinde; kolektif emek gitti, binlerin emeği gitti. Bir savaşta ordu gitti, bir parti ortamında yoldaşlık gitti.
Sanki sizleri kandırmışım gibi bir havada görüyorum sizleri. Sizi ben kandırmadım, sizi düşman kandırmıştı, aileleriniz kandırmıştı; dünyaya getirirken, büyütürken ve ölüme gönderirken kandırmıştı. İnceleyebilirsiniz beni, tartışabilirsiniz de. Sizlerin yüzünü gerçeklere döndürmek, yaşama getirmek istiyorum. Bunda varım, işte sonuna kadar meydan açık!
Düşmanın bir iddiası; gençliğinizi elinizden aldığıma dairdir. Provokatörler de bunu söylüyordu. Ve siz buna inanmışsınız, en kötü inançtır bu! Buna inanmasaydınız, bu kadar düşmanlık yapmazdınız. Bizim doğru çizgimize “ne kadar kopardıysam kârdır” mantığıyla bu kadar yüklenmezdiniz. Çünkü birilerine bu felsefe hakim olursa; “bu örgüt, bu Önderlik benim yaşamımı çalmış, elimden alıyor” demişse, onun yapacağı tek şey var, o da ortada. Bir değere amansız saldırmaktır, intikam almaktır ve bunu yaptınız. O kaybettiğiniz sözde yaşamınızı almak istiyorsunuz, var mı öyle bir yaşam? Yok! Kendisinden çalınan bir yaşam var mı? Yok! Ama aldatıyor, düşmanın yalanlarına kendini inandırıyor, provokatörlere ilgiyle bakıyor, “hakikaten öyle, o zaman bu örgütün, bu Önderliğin ben de canını okurum. Benim en güzel günlerimi, gençliğimi benden çaldığına göre, hatta beni çok zorladığına göre” diyor. İşte o yaptığınız bireyciliğin doğru tanımı budur. Siz intikam alıyorsunuz. Ama bu yanlış! İddia ve ispat ediyorum ki, yaşamınızı çalan ben değilim.
PKK’de yoğunlaşma; varsa bir yaşam gücünüz, gençliğiniz, onun çalınması değildir! Bu büyük bir yanılgı! Çalan başka yerde, kandıran başka yerde! Biz tersini yapıyoruz; çalınanı size vermenin yollarını, yöntemlerini veriyoruz. Örgüt bunun içindir, bu çok öfkelendiğiniz, kendinize tezat teşkil ettirdiğiniz örgüt sizden çalınan her şeyinizi, hatta gençliğinizi de iade etmek içindir. Yaşamaya değer gençliğin öğreticisiydi, onun örgütüydü, onun savaşçısıydı, ordusuydu.
Ben iddia ediyorum, size böyle intikam alacağınıza gelin benimle tartışın diyorum. Gerçekten ayıp değildir tartışmak. İkna olmadıysanız, en azından uzak durun. Çok iyi biliyorsunuz, zorla köleleştirmek bizde yoktur. İsteyen istediği gibi kaçabiliyor da. Bu düşman yönlendirmesi ne kadar etkili olabiliyor. Bin defa tekrarlıyorum, sizi bağlayamıyorum; düşman uzaktan kumandayla mesaj yolluyor, harfiyen alıyorsunuz ve uyguluyorsunuz, hem de dolaylı bir biçimde.
En önemlisi de, oynanan bir diğer oyun “ben adam olamam” oyunudur. “Zorla mı yaptıracaksınız, ben böyleyim” diyor. Neymiş böyle olmak; en silik, en iddiasız, en örgütsüz, en güdülerine, en hafifliklerine, en fakirliğine, en hiçtenliğine, artık yaşıyor mu yaşamıyor mu belli değil. Buna oynayan kişiliğe müdahale ediyorum, kıyamet koparılıyor. İddia ediyorum ki, bu kişiliğin savunulacak bir yanı yok. Her şeyi ile çürük, fakir, her şeyi ile zavallı, elle tutulur bir yanı yok. Burada ortaya çıkan diğer bir iddianız; “sen bu kişiliği diriltemezsin, bu kişilik yan gelmiş, yan gider, battı balık yan gider” demektir. Bu çok kötü bir iddia! En yüzeysel, en gayri ciddi yaklaşımdır bu! Bizim yapabileceğimiz en büyük iyilik, hızla bu laubali, yalan kişiliği aşabilmektir.
Düşmanın özel savaş politikası; ortamı böyle kişiliklerle doldurmaktır. Bütün toplumumuzu etkiliyor, bütün toplumsal süreçlerimizi bu tip insanlar üreterek dolduruyor, boşa çıkarıyor. “Sınıf savaşı, kişilik savaşı” diyorsunuz, bunun en doğru ifadesi bizim tarzımızda dile gelir. Biz bu ülke insanları için değerli yaşam imkânları ortaya çıkarmak için ne kadar nefes nefese çalıştık. İnanılmazı, mucizeyi başardık ve birileri buna yükleniyor, bas bas bağırıyor; “bu bize yakışmaz, bize yakışan sidik yarışıdır”. Bu çok kötü bir yarışçılık!
Ben hep hayalimden geçirdim; etkili bir yön veren olmak, etkili bir başaran olmak, düşmanı görüp değerlendiren olabilmek, etkili bir güzel yaşam parçasını yaratabilen olmak istedim ve her şeyi buna göre ayarladık. Tam da bu noktaya vuruluyor. Şeytanın bile bu kadar başarılı olacağını sanmıyorum. Biz de ortaya çıkanlar, adı geçen şeytanlara taş çıkartacak cinstendirler. Nasıl gelişmişler hayret ediyorum! Hz. Muhammet’in bu yönlü kabiliyetine de hayranım. Şeytan dediği, o devrim sürecinde herhalde çok zorlandığı için, bu tür soyluluğu boşa çıkarmak isteyen her şeye şeytan demiş ve yerinde bir deyim! Bu anlamda çok yakınız birbirimize.
Biz, partiyi suçlardan kurtulmak için inşa etmek istiyoruz.
Parti; suç ortamının, suç toplumunun aşılmasıdır.
Ama tersine dayatılan, “bu toplumdan da daha suçlu olacaktır” yaklaşımıdır. Yaklaşımlarınız bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Bu kötü bir şey! Lanetli olmaya bu kadar gönüllü olmak en tehlikelisi oluyor. Bütün kutsal planlarımız böylece alt-üst edilmiş oluyor. O kadar çaresizleri oynuyorsunuz ki, bu daha da bitirici! Bu halk adına bir tane akıllı ve yerinde adımlar atanı göremiyoruz. Sizin için önemli olan; en iddiasız, en eften-püften günleri doldurmaktır. İnanmışsınız artık, “yaşamınız üzerinde parti oynuyor” diye düşünüyorsunuz. Bu düşman iddiası! Size söylüyorum; bakın halkınıza, ailelerinize, metelik kadar değeri var mı? Bakın ülkenize, nefes alınacak bir ortamı var mı? Neden gerçeklere gözünüzü kapatıyorsunuz?
Düşmanın etkili olacağını düşünüyordum da, bu kadar etkili olacağını düşünmüyordum. En büyük gücü cephede değil, teknikte değil, sayıda değil; bu zihniyette, bu yaklaşımda en büyük düşmanı yaşıyorsunuz. İçinize, beyninize, ruhunuza öyle işlemiş ki, artık hiçbir hekim çare olamıyor. Bunu kanıtlamak istiyorlar “sen de bir hiçsin, asla bizim üzerimizde etkili olamazsın, biz örgüte gelemeyiz, birliğe gelemeyiz, ancak birbirimizi boşa çıkartırız, bunun en iddialı gücüyüz veya elimizden gelen en gelişkin savaş budur” diyorlar. Bravo! Ne kadar başarılısınız! En hazin olanı, bu topraklara metelik kadar değer vermeyen kişiliğin, sanki bu halkı beş para etmez, hiç yüzüne bakılmaması gereken anlamsız bir yığınmış gibi veya yığın da değil, bir hiçmiş gibi yaklaşması, bunun yerine kendi bencilliğini göstermesidir. Ben bunun bütünüyle yalan olduğunu ispatladım. Onu abartarak, onu derinleştirerek, tam bir hastalık haline getirerek yaşam gerçeği olunabilecekmiş gibi sunmanın, en büyük hilekârlık olduğunu gösterdim.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/24 Kasım 1996