HABER MERKEZİ –
MED/TV.: Sayin Başkan, getirdiginiz çözümler aslında oldukça çarpıcı; dünya halklarının da oldukça ilgisini çeken çözümlerdir. Öncelikli olarak, yine erkeğin yaklaşımlarını biraz daha açmak istiyoruz. 8 Mart erkekler için neyi ifade ediyor? Aynı zamanda erkeğin bu 8 Mart’tan anlaması gereken şeyin ne olduğunun biraz daha ortaya konulması daha yararlı olacaktır. Bir de konuşmanızda kadını erkekten kopardığınızı, aslında cinsler arasında bu kopuşun aynı zamanda bir birleşmeyi de getirdiğini söylediniz. Bu birleşmenin içeriğini biraz daha koymak ve “erkeği öldürmek” kavramının çapını biraz daha açıklamak yararlı olur.
Abdullah ÖCALAN: 8 Mart, erkek için fazla birşey ifade etmez. Erkeğin mevcut düzeyiyle 8 Mart olsa olsa, kandırdığı kadına bir hediye almak gibi bir anlama sahiptir. Çoğunun gücü buna da yetmez. Erkeğin 8 Mart konusunda fazla bir sorunu olacağını sanmıyorum. Kendi anlayışımı da vurguladım. Eğer erkek kadına ilgi duyuyorsa -özellikle bizim devrimimizle bağlantılı olarak- şüphesiz böyle bir süreçte daha ciddi olma gereğini bilince çıkarmalıdır. Bu işler pek de benim ailemden, çevremden öğrendiğim gibi yürümez, öyle kadınla olunamaz veya “bende eskisi gibi bir erkek olamam” gibi bir sorgulamayı, bugünlerde daha sıkça kendisine uygulamalıdır. Bunu öneriyorum.
Bazı arkadaşlarımızın canı erken erkek istiyor, kadın istiyor, özellikle erkekler kadın istiyor. Bilinmeli ki bu konularda, bizim hem çözümleme düzeyinde büyük bir savaşımımız var, hem de savaşla bağlantılı, özgür yaşamla bağlantılı planlarımız var. Bunlara çözüm getirmedikçe bir erkeğin gizliden, hele hele klasik yetkilerine dayanarak veya gücüne dayanak, kadın araması boşunadır ve tehlikelidir. Aynı zamanda bazı köle kadınların da kendi cinsini, cinselliğini biraz fırsat bilip ortama dayatması da tehlikelidir. Bu günlerde daha çok bu konular üzerine yoğunlaşılması gerektiği kanısındayım. Ve giderek, sizi zorlayan bir sorunsa geliştirilen çözümler var.
Şimdi kadın savaşı veya bu temelde yaşam savaşı deyip geçmemek gerekiyor. İş ciddi. Doğru yaşam, iki cinsin birlikteliği temelinde olur. Ama nasıl bir birliktelik? Bizim toplumsal gerçekliğimize baktığımızda bu birliktelik, perişan bir birlikteliktir. Gücü kaybettiren bir birliktelik. Nerdeyse daha 15 yaşında kız, başını -adeta bir arı kovanına sokar gibi- bir aileye sokmuştur. Erkekte tüm namus anlayışını, tüm erkekliğini bir kadın üzerindeki hakimiyetinde görme gibi bir ucube duruma gelmiştir, hem de en erken yaşlarda. O yaşlarda artık bizim erkeğin karısından ve dolayısıyla çocuklarından başka düşünecek, ne bir vatanı vardır, ne güzel bir yaşam arayışı. Tam tersine, sırf karın doyurmak için sömürgecinin kapısında kırk takla atar. Hatta bugün bütün köy korucularının ve toplumumuzun, işbirlikçiliğin, en değme hainlerin bile, esasta bu duruma gelmelerinin nedenidir. Yaşam anlayışlarının, aile yaşam anlayışlarının onları getirdiği sonuçtur. Bunları çok iyi görüyorum.
Ben yurtsever bir insanım. Benim için önce ev değil; önce vatan sorusu geçerlidir. Nasıl olursa olsun, bir yaşam olsun anlayışı değil; özgür yaşam benim için esastır. Ve ben namus-onuru da burada görüyorum. Bunlar olmadıkça ne aile benim için ailedir, ne de saraylarım olsa, benim için saraydır. Hiçbir anlam ifade etmez. Böylesine yaman bir çelişki içinde bulunmaktayız. Maalesef erkeğimizin elinden gelen, 13’ünden, 25’ine kadar sırf bir başlık parası için, çeyiz parası için veya bir kadını elde etmek için diyar diyar dolaşmaktır. Kırk takla atar, kendini türlü türlü satar, bir kız buldu mu, ondan sonra da -cahil bir kadındır, erkeğe vereceği hiçbir şeyi yoktur- kaba cinselliğinden ve giderek sorun kaynağı olan bir kaç çoçuktan başka hiçbir şey sunamaz. Ne dili var konuşabilsin, ne yaşam hakkında bir felsefesi var tartışsın, ne bir gücü var herhangi bir soruna çözüm dayatsın. Bunlar yok. Dilsiz ve erkeğine en geriden bağlı olmaktan başka hiçbir özelliği yok. Bu, erkeği de boğar, kendisini de boğar.
Benim vicdanımın bunu kaldırması mümkün değil. Bizimle ilgilenen çevrelerin öncelikle bunu görmesi gerekiyor. Bazıları bizi eleştiriyorlar, birlikte yaşam nasıl, ne zaman olacak? Bu soruyu kendinize soracağınıza, “bu tehlikeli yaşamdan nasıl vazgeçeceğiz” diye sorun. Açık belirtmem gerekiyor ki, en değme arkadaşlarımız da, -saflarımız da dahil buna- “al sana dünya güzeli bir kız, nasıl yaşayacaksın” de-sek, nefes alış-verişini bile düzenleyemez, şaşa kalır. Kişiliği örgütsüzdür, kişiliği plansızdır. Kaba cinsel güdüleri ayaklanabilir. Bana göre, bu da düşük düzeyli bir paylaşımdır. Bir kadınla konuşmayı bile beceremez. Becermesi, kaba yönlü güdülerini tatmin etmeye yöneliktir. Ama bu büyük bir ayıptır.
Neden önce insan olarak anlaşmıyorsunuz? Çok temel sorunlarınız var. Sıkça örnek gösteriyorum; işte birlik kurmak isteyenler için çarpıcıdır. Kuşların yuvalarına bile bakın, insan eli yuvasına, yumurtasına değse, kuş orayı terkeder. Oraya artık “yuvamdır, yumurtamdır” demez, bırakır. Ama gelin görün ki bizim yuvamızın, yani vatanımızın, evlerimizin düşman işgalinin değmediği, sadece elinin değil, çizmesinin altında ezmediği tek bir noktası yoktur. Bu açık! Bir jandarma, bir polis her aileye istediği gibi girer; erkeğin kızına, karısına istediği gibi el atar, her türlü hakareti yapar. Bu açık bir gerçek. Bu durumda bizim erkeğin erkekliği kaç para eder? Kadının kadınlığı kaç para eder? Gerçekleri cesur tartışmaktan, ele almaktan çekinmemeliyiz! Ben bunları gördüm.
Benim için ilişki kutsaldır. Benim için ilişki çok özgün ve çok değerlidir. Ama ikinci gün bir işgalci gelmiş, kaba anlamda işgalciye gerek yok. Sürüm sürüm sürünüyorsunuz. Hiçbir ekonomik gerekçesi yok. Birlikte yaşam kültürü yok, sağlık yok. Başa bela! Bunlar ciddi sorundur. “Nasıl yaşamalı” derken, bu konularda neler yapabiliriz? “Vay başımıza gelen nedir” demeliyiz. Bunun belli bir onur düzeyini yaşadığını sanan bütün kızlarımızdan, erkeklerimizden önemle üzerinde durmalarını istiyorum. Haydi kölelik statüsü altında olanlara benim fazla diyeceğim yok. Ama bizim saflarda ilkesiz, fırsatçı kadın-erkek arayışları olmamalı. Sorunlarımız ağır. Kaldı ki, savaşı da bunu çözmek için gündemleştirmişiz. Bu öncelikle anlaşılmalıdır ve ben fazla açmakta istemiyorum.
Çok çarpıcıdır, hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir ger-çekliktir. Herkesin yaşadığı gerçekliktir. Hem de bitirici bir biçimde, tüketici bir biçimde. Tabii ben bunu bir kader olarak görmüyorum. Aşılabileceği kanısındayım. Aşılacak gücü de kendimizde görmekteyim. Devrimi bunun için en önemli araç olarak değerlendiriyorum. Tam bir ustalıkla da gereklerini yerine getiriyorum.
Şunları soruyorum veya çözüm için şunları geliştirmek istiyorum: Düzen temelinde yüzyıllardan beri alışılagelen kadını da, erkeği de öldürmek! Tabii fiziksel anlamda kastetmiyorum. Moral düzeylerini, duygu düzeylerini, ilişki düzeylerini, kanunlara dayalı da olsa, gayrı-meşru ilan etmek! Ne böyle erkek olunur, ne böyle kadın olunur. Bunun, ilk yapmam gereken iş olduğuna inanıyorum. Biraz daha iyi anlaşılması için, kimse de bundan yanlış sonuç çıkarmamalı: Genel bir boşanma hareketi geliştirmek. Nedir genel boşanma ha-reketi? Şunu yine kimse istismar etmesin; varolan evliliklere karşı benim saygım var, kanunlar karşısında olmuş, imam nikahıyla olmuş. Ben bu tip birlikleri “yıkın, dağıtın” demiyorum. Ama yok işkence gibiyse de herkesin bunu dağıtma hakkı vardır. Yani bunu öldürmek gibi tutucu yaklaşımım da yoktur, anlayışta genel bir boşanma hareketinden bahsediyorum. Hatta evli olanların, sözlü olanların önce klasik anlayışlardan kendilerini boşamaları gerekiyor. Gerekirse resmi evlilikleri devam edebilir, resmi ilişkileri diyelim. Ama özde bir değişiklik yaratmak ve bu anlamda genel bir boşanma hareketi gerçekleştirmek bana çok çekici gelmektedir. Herkesin devrimden az-çok nasibini alabilmesi için birincisi bu.
İkincisi; bunun olması demek klasik kadınlığın ve erkekliğin öldürmesi de demektir. Bu ne demektir? Erkeğin özellikle kendini cinsel boyutuyla-cins boyutuyla kendini erkek sandığı ve onun üzerine inşa ettiği hayallerden, ahlaki değer yargılarından hatta düşünce demeyeceğim düşüncesizliğinden kendisini kurtarması gerekiyor. Ölüm budur. Yani bir yerde yeni yaşama başlangıç yapmak için ölmek denir, buna. Kadın için bu daha fazla geçerlidir. Mevcut kadınlıkla bu haliyle hiçbir şey kurtarılamaz. Hatta bana göre kadın mevcut kadınlığı da, mevcut erkekliği de en çok vurması gereken bir kişidir. Çünkü başına bela yağdırmaktan öteye hiçbir değeri yoktur. Herşeyi anlamsız kılıyor, güçsüz kılıyor. Kadınlığı başına bela olmuş, korkunç bir işkence haline dönüşmüş. Erkekliğe sunduğu kadınlık, erkeğe de felaket getirir. Giderek yalnızca tüm topluma, kaba anlamda soy sürdürür.
Toplumsal olarak bizim gerçekliğimizde özellikle, soy söndürüyor-sürdürmüyor bu önemlidir. Ulusal düzeyde soy söndürme var. Vatan düzeyinde vatansızlaştırma var. Özgürlük düzeyinden bahsetmeye bile değmez. Bunlar eğer ger-çekçi olarak görülürse, demek ki yaramız derin ve ağır operasyonlarla parça parça bazı yerlerin koparılmasını gerektiriyor. Diri yanlarımız kalmayacak mı? Bana göre kalır. Diri yanlar, yaratılacak yanlar vardır. Tabii ben bunlar üzerine de epey yoğunlaşıyorum. Herkesin de belli bir yoğunlaşmayı yaşama-sını isterdim. Bu bana göre önemli bir düşünsel boyuttan tu-talım, estetik boyuta kadar, askeri boyutundan tutalım, sportif boyutlarına kadar, komple ele alınması gereken bir yeniden yaratılma eylemidir. Ve bu bana çekici gelmektedir.
Saflardaki kadınları bu temelde ele alıyorum, erkekleri de bu temelde yenileştirmeye çalışıyorum. Kadına çok yönlü olarak müdahale ediyorum, bu hiç ayıp değil. Bana göre fiziğinin şekillendirilmesinden tutalım ruhunun, konuşma tarzının, giderek düşüncesinin nasıl olması gerektiğine kadar. Burada ayıplıktan öteye, çok cesaretli olmak gerekir. Bu vazgeçilmez bir görevin yerine getirilmesi gereği var. Görev de değil bu, yaşamın yaratılması gibi bir durum karşımızda.
8 Mart 1857’de New Yorklu binlerce dokuma isçisi kadın, 10 saatlik iş günü, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, eşit iş, eşit ücret gibi talepler için greve gitti. İşveren, işçiler arasındaki dayanışmayı önlemek için fabrikanın kapılarına kilit vurdu. Sonra kuşkulu bir şekilde çıkan yangında 129 kadın işçi yanarak can verdi.
Bu olay büyük tepkiye dönüştü. 1903 yılında ABD’de kadının ekonomik, politik, ve kişisel haklarını savunabilmek için Kadın Sendikaları Koalisyonu kuruldu.
1908’de şubat ayının son pazar günü sosyalist kadınların New York’ta oy hakkı, politik ve ekonomik hak istekleri ile yürüyüşleri ilk kadın günü gösterisi olarak kabul edildi.
Amerikalı kadınların hak arayışları, Manhattan’da 1909’da 2 bin kişinin katıldığı gösteri ile devam etti, bunu 20-30 bin kadın tekstil işçisinin daha iyi ücret ve çalışma şartları için başlattığı genel grev izledi. Kadın Sendikaları Koalisyonu grevdeki kadınların ihtiyaçlarını karşılayıp, bu grev esnasında tutuklanan kadınların kefaletlerini ödedi.
Amerikalı kadınların mücadelesi Avrupalı kadınları da etkiledi. 1910 yılında Kopenhag’da toplanan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, dünya kadınlarının isteklerini dile getirebilecekleri uluslarası bir günün kararlaştırılması ile ilgili Clara Zetkin’in önerisi kabul edildi. Kesin bir gün belirlenmeyen bu kararın ardından ilk Dünya Kadınlar günü 19 Mart 1911’de Almanya, Avusturya ve Danimarka’da kutlandı.
Dünya Kadınlar Günü’nün 8 Mart’ta kutlanmasına ise 1972 yılında Sydney’de yapılan Mart Hareketi adlı büyük bir organizasyonla başlandı.
Birleşmiş Milletler’in 1975-1985 yılları arasını; Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı; ilan etmesinin ardından 16 Aralık 1977’de 8 Mart’ın ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak kutlanmasına karar verildi. Bunu izleyen yıllarda da Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak kutlamaya devam ettiler.
8 Mart 1998 günü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından kamuoyuna ilan edilen kadın kurtuluş ideolojisi bu başarıyı evrenselleştiren bir adım olarak tarihte yerini almıştır. Kadın kurtuluş ideolojisi salt bir kadın-erkek eşitliği yaratma amacıyla ya da salt kadın cinsinin kurtuluşuyla sınırlı olmayıp yeni yaşam bakış açısıyla yoğrulan bir kültür yaratmayı hedefler. Bu anlamda toplumsal düzlemde yaratılacak olan değişimi ve dönüşümün başat öğesi olan kadının, kendi doğasına, ilk toplumsallığına dönüş yapması ve bu ideolojiyle öngörülen dönüşümü kendinde somutlaştırmasını gerektirir.Yaşanan yüzyıl kaosundan en yaratıcı, yenileyici ve dinamik olarak çıkmak, tarihsel gelişim eğrisini özgürlüğe doğru çevirmek ancak kadının kurtuluşunu hedefleyen, toplumsal cinsiyetçiliğin aşılıp kadın yanlı yeni bir yaşam yaratmaya yönelen kadın kurtuluş ideolojisi ile olacaktır.
Abdullah ÖCALAN
I.Yurtseverlik
“Kürdistan söz konusu olacaksa eğer veya ana topraklar diyelim, o ananın da bahsettiği gibi yani o topraklarda yaşamak en güzeli diyorsak, herşeyden önce kadın ideolojisi topraksız olmaz. Hatta toprağın ekine açılması, üretime açılması, biraz da kadın sanatıyla bağlantılıdır. Demek ki kadın ideolojisinin birinci ilkesi, doğduğu topraklarda yaşamaktır.
Kadın kurtuluş ideolojisinin başlangıç ilkesi, yurdunu sevmek, toprağına anlam vermek, toprağının üzerinde yaratılan tüm değerlere saygılı olmak ve onları korumak, bu temel yaklaşımla yeni değerler yaratmakla yaşamsallaştırılabilir. Bu ilkeyle örgütlü kadın gücü, Kürdistan kadını öncülüğünde halkın kendi kültürüyle, kendi değerleriyle, maddi ve manevi tüm tarihsel değerleriyle buluşmanın, onları anlamlandırarak, büyüterek geleceğe taşımanın temel yürütücüsü olur. Kadının, tanrıçalaşmayı yaşadığı Mezopotamya topraklarının mevcut durumda yaşadığı insansızlaştırmaya, Mezopotamya insanının topraktan uzaklaştırılmasına karşı yaklaşımı, kadın kurtuluş ideolojisinin yurtseverlik ilkesi doğrultusunda bir mücadeleyi esas almak olmalıdır. Kürdistan’da değer bilincinin insan, madde ve her türlü üretimle birlikte anlam kazanması toprağın, özgür bireyle ancak özgür bir nefes alma imkânını getirecektir. Bununla birlikte ancak doğru bir yurtseverlik bilincinin sağlanması, ezilen psikolojisinin, ulusal inkârcılığın, köksüzlüğün aşılarak doğru bir yurt sevgisinin oluşturulması, dünya insanlığıyla doğru bir bütünleşmeyi getirecektir. Kadın kurtuluş ideolojisi doğrultusunda yurtseverlik ilkesini yaşamsallaştırabilmek, evrenselleşmenin de önemli bir aşamasını oluşturacaktır.
II. Özgür Düşünce, Özgür İrade İlkesi
En somut bir ifadesi ile kadın istediği gibi yaşar, kararlaştırır. Onun düşüncesine güveneceğiz, onun iradesine saygılı olacağız. Kadın Kurtuluş İdeolojinin vazgeçilmez bir ilkesi de budur.
İnsan türünün maddi gerçeklik içinde kendini farklılaştırarak yeni bir kimlik kazanması, onun düşüncesinin yansımaları olan ve toplumsallaşmaya zemin hazırlayan edimlerle gerçekleşmiştir. Varlığı koşullayan bir boyut da özgür ve iradi düşünme, buna göre yaşamadır. Özgür ve iradi düşünmenin inkârı varsa öz varlığın yaşamasından söz edilemez.
III. Özgürlüğe Dayalı Bir Yaşam Paylaşımı Ve Örgütlülük İlkesi
Özgürlüğe dayalı bir yaşam paylaşımı için örgütlülük gerekir. Örgütsüz insan bir hiçtir. İlk örgütlenme kadınla başlamıştır. En çok örgütlenmeyi esas alması gereken güç kadındır.
İnsanın varoluşuna, toplumsallaşma gerçeğine aykırı olmasına rağmen köleleştirmenin, sınıflı toplum tarihi boyunca varlığını sürdürmesi, kendini örgütlü bir güç olarak somutlaştırmasından kaynağını alır. Sümer tapınağı olan zigguratlar, hiyerarşik devletçi sistemin oluşturulduğu, eril zihniyetin şekillendirilerek kurumlaştırıldığı bir dölyatağı rolünü üstlenmiştir. Burada başlayan örgütlülük toplumun sınıflandırılarak köleleştirildiği, bunun tüm topluma dayatıldığı bir örgütlülüktür. Tahakkümcü sistemin gelişim yılları boyunca sağlamlaştırdığı, insan zihni ve bedeni üzerindeki egemenliğini derinleştirerek arttırdığı örgütlülüğe yönelerek onu aşabilmek ve özgürlüğe dayalı bir yaşam yaratabilmek ancak güçlü bir örgütlenmeyle mümkündür. Mevcut sistemin tüm örgütlenme ve kurumlaşmaları erkek karakterlidir. Bu eril hâkimiyetin örgütlenme diyalektiğindeki cinsiyetçilik, kadın üzerindeki hâkimiyet kadar ezilen sınıf, ulus ve tüm sömürülen kesimlerdeki erkek üzerinde de hâkimiyet kurmakta, onu da hiçleştirmektedir.
IV. Örgütlülükle Birlikte Mücadele İlkesi
İdeolojik-politik esaslar başta olmak üzere, örgütselliğe ilişkin, kültüre ilişkin velhasıl kendisini güçlendirebilecek her alana ilişkin kadının tam bir mücadeleci olması gerekiyor.
Mücadele kavramı varlıkla birlikte varolan ve olmaya devam eden bir olgudur. Çünkü varlıkların doğasında mücadele vardır.
Tahakkümcü sistemden kendini kurtararak, örgütlü bir güç halinde varlığını korumak, eril zihniyete karşı kadın eksenli bir ideoloji yaratmayı amaçlamak, ancak sağlam temelli bir mücadele gücünü kendinde oluşturmakla olanak dâhiline girebilir. Özgürlük mücadelesi saflarındaki kadın, bu durumda tarihsel bir bilinçle özgün örgütlülüğünü ele almalı ve mücadele yürütmelidir. Bu durumda bir kadın militanın her an hatırlaması ve ona göre kendi yürüyüşüne yön vermesi gereken gerçeklik mücadelesizliğin onu sistemle bütünleştireceği, mücadelesiz geçen her anın sistemin bir kazanımı olarak zamanda yer edineceği gerçeğidir. Mücadele ilkesini kendi kişiliğinde süreklileştirebilmek güçlü bir örgütlenmeyi ve özgür iradeyi de açığa çıkaracaktır. Kadına biçilen sessiz, verili olanı kabul eden, kendi iradi duruşu olmayan sıfatlandırmaları ancak bu ilkenin güçlü uygulanarak, kadın cinsinin öziradesini yaratarak, adım adım başarıya yönelerek aşılabilir ve kadın bu yolla kadın kurtuluş ideolojisinin öngördüğü yaşama yakınlaşacaktır.
V.Yaşamın Estetikle, Güzellikle Olan İlişkisi İlkesi
“Güzel yaşamın büyük ve kutsal ilkeleri kadar, onun nakış işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla her şeyin estetik yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgüt ise örgütlülük düzeyi ise bunun elbisesi de güzel nakışlardır. Veya böyle bir dokunmayı gerektirir. Nedir bunlar? Dildir, davranış güzelliğidir.
Eğer özgürleşmek amaç olarak belirleniyorsa başlangıç olarak estetiğin çıkış noktası erkek eksenlilikten, erkeğe göre olmaktan çıkmalıdır. Bununla birlikte düşüncesinden fiziğine, davranışlarından üslubuna, konuşmasından beden diline ve ifade gücüne kadar bir bütün olarak amaçlı, anlamlı ve estetik bakış açısına sahip bir yaklaşımın esas alınması gerekmektedir. Yaşamın kadın kurtuluş ideolojisi ilkeleri doğrultusunda ele alınması, örgüt bütünselliği ve disipliniyle somuta yönelmesi ve estetik bakış açısıyla biçimlendirilmesi kadını başarıya yakınlaştıracaktır.
Ancak bununla kadın doğal toplumdaki gibi yaşamın cazibe dolu bir öğesi olacak, kendi somutunda köleliği değil özgürlüğü derinleştirecek, kendine yakınlaşanı sistemin ağlarından kurtararak özgürlüğe çekecek olan özüne kavuşacaktır.
İnsan her şeyin en güzeline layıktır. Kadın kurtuluş ideolojisini kendilerine temel alan özgürlük arayışçısı kadınların kendi güzellikleriyle yaratacakları yeni özgür yaşam, tüm insanlara güzelliği verebilecek bir dünyanın garantisi olacaktır.
8 Mart 2000 kadınına!
Seninle yaşamak için
Aramızda, Adem ile Hava’dan beri
Ekilen kara çalıların sökülmesi,
Yükseltilen duvarların kaldırılması gerekir!
Bunun için,
İlk sınıf, ilk hakim
Yalancı ve zalim erkekliğin yenilmesi
Ve uygarlığın çaldığı ateşin, alınması gerekir!
Bunun için,
Tüm Prometuslara bedel bir kavgayı göze aldım!
Dünyayı karşımda buldum..
Ve Prometeus’un memleketinde
haince esir düşürüldüm..!
Ey kutsal ana
Ve Sevda kadını!
Halklar Önderi Abdullah Öcalan