HABER MERKEZİ –
Günler batar, kararlar çatlayan kuru topraklar gibi yıllanmış bir hava estirir. Kadın elleri dokunur yüreğine akıp giden zamanın. Karar yenilenir en sonunda. Canhıraş, kapkaranlık gecelerin ardından doğar Önderlik gerçeği. Yorgundur, çarpışmalarda ki acımtırak sonuçlar yormuştur beynini ama gözü, gönlü doğacak olan Güneş’te. Yüreği O eşsiz Güneş’e takılır. O gerçekliğe. Önderlik gerçeğine.
Kadın dedikleri nedir? Neydi, nasıldı özgür kadın olmak? Kader diye sırtımıza vurulan kamburu atabilecek miydik bu seferki çarpışmalarda? Yaşam bizden yana da olacak mıydı? Bizlerin de tüm gerçekliğimizle hizmet edebileceğimiz bir yaşamı olacak mıydı acaba? Yoksa bir deyyus, iblis oyunu mu yine önümüze çıkacak olan? Ya ne demeli kadın yüreklerimize bu dağlardan kopan çağrılara? Her şeyin birbirine karıştığı özgün olarak dokunacak hiç bir şeyimizin kalmadığı zamanlardan geçiyorduk nasıl olsa. Kadın olmanın illet olduğu bir çağda yalandan güller savruluyordu, yalanlara kanmaktan başka çaresi olmayan kadın benliklerimize.
Heval Deniz de anlamaya çalışıyordu bu çağın yol ayrımlarını. Nerede, neden olmalıydı? Bir kere başladı mı biter mi ki arayışlar? Deniz arkadaş için de bitmedi. Kimi zamanlar zar eyledi yüreğini, kimi zamanlar düşleri kara bulutlar gibi çöktü üstüne. İşte şimdi başladı mı nasıl biteceği belli olmayan fırtınaların içindeydi. Yüreğine doğan Önderlik gerçeği ile kararın en pirini aldı. Bir oyun değildi bu yaşananlar. Gerçeğin tam ortasındaydı. Kölelik kadar özgürlüğün de çözümlendiği yerdeydi, dağlardaydı. Burası öyle bir yerdi ki, kölelik her ne kadar incelse de yamasa da kendini özgürlük değerlerine, özgürlükle bir arada duramıyordu. Ve özgürlük de kendine susamış yürüyüşçülerini arıyordu. Heval Deniz tarihin kadına olan çığlığını duya duya, özgürlüğü dağlarda adımlamaya başladı. Tut heval Deniz! Kadın onuruna muradını vermiş o yüreğini sıkı tut. Sancı doğan güneş içinse, çekilmeye değer. Neler yoklamadı ki şu kadın yüreğimizi?
Zaman zaman gülerken bile gülüşlerimiz kendimize ait değildi. Dağlar bizlere kadın olmanın onurunu sunarken; kör savunmacılıkta, zalim inatlarda donup da kalıplarına çarpmadık mı modernitenin. Bizlere baygın düşler sundu. Kendimizden uzak ruh halleri çalmadı mı yokuşlara direnen yüreklerimizi ve de hayal pencerelerimizi?
Az mı kapattık pencereleri düşlere. Az mı kızdık yaşam adına bizlere sunulanlara. Neden mi? Çünkü kaplara sığmıyordu özgürlük, yaşam yaşanılmazlık ikilemindeydi. Heval Deniz de katıldı yürüyüşe, özgür olmanın gerçekliğine. Önce gözleri yabancı yabancı baktı ama yüreği tüm bunları sırtlayacak kadar onur, özveri, cesaret doluydu. Başını özgürlüğe, Doğu Kürdistan’ın Zagroslara dönük topraklarında yükseltmişti.
Heval Deniz’in asıl adı Leyla Halimi’dir. 1987 yılında Selmas da doğar. Şekiri aşiretinden olan Deniz arkadaş, 9 çocuklu bir ailenin kızlarındandır. Ailenin ekonomik durumu normaldi. Ailesi yurtsever bir aileydi. Bulunduğu ortam, Önderlik üzerine gerçekleştirilen uluslararası komplodan çok etkilenmiştir. Heval Deniz de böylesi bir ailenin içinde büyür. Bu gerçeklikten dolayı heval Deniz’in katılımı duygusal temeldedir.
Heval Deniz evde iken okul okumamıştır. Okuma-yazma ile dağlarda tanışır. Yeni savaşçılarda öğrendiği okuma yazma, onun için sıradan bir durum değildi. O bu şekilde kendisini geliştirerek, Önderliği tanıyacaktı.
Bu yeni savaşçılar eğitimi esnasında ideolojik eğitim ile ve de Önderlik savunmaları ile de ilk tanışması başlar. İlk başta böylesi ortamlara ve de bir kadının böyle yaşamasına fazla aşina değildir. Bu yenilikten kaynaklı derinliğine inemez öğretilenlerin. Büyük bir yorgunluktan sonra derin bir nefes alma gibi gelir bu eğitim heval Deniz’e. Verilen emek heval Deniz’in oldukça dikkatini çeker. Özellikle de Önderliğin verdiği emekle zamanla daha bir tanışır. Önderliğin tüm yetmez, yetersiz yanlarımıza rağmen bizlere verdiği hesapsız çaba, gerçek anlamda yaşamına yön veren etkenlerin başında gelir.
Kürtler olarak kendimizi bile tanıyamaz hale geldiğimiz, adeta kendi kökleri üzerinde kurumaya terk edildiğimiz bir virajda Önderlik gerçeği yükseldi. Bundan dolayı her örgüte katılan Kürt genci ilk başta kendi şahsında sistemin bizlerde yarattığı yenilgilerle, baş aşağı gidişlerle tanışır. Ve kişiliklerimizde her iki sistem çarpışmasını yaşarız. Kendimizle tanışma dediğimiz bu süreçler aslında bir bakıma, Önderlik gerçeği ile de tanıştığımız süreçlerdir. Düştüğümüz yeri tanımaz isek nereye çıkartıldığımızı da bilemeyiz elbette. Nasıl bir bataklık içinde çıktığımızı bilmezsek, elbette zihnimizin her karesine dolan Güneş’in aydınlığının anlamını da bilmeyiz. Her ne kadar heval Deniz anlatamasa da kendi içinde şiddetli çarpışmayı; çökmeden, çaresizleşmeden, ciddiyetle yaşamayı bildi. Ne kendi yüreğindeki, beynindeki savaşı gömdü ne de sessizce inkâr edip görmemezlikten geldi. Kürt kadınına yaraşan otoriter, sakınımsız duruşuyla kendisini dışa vurmasını bildi. Düşünceden, düşünmekten hiçbir zaman kaçmadı. Çünkü O, yüzleşmekten korkmayan, köklerine el yordamı ile de olsa ulaşma çabasındaki bir kadındı. Saklamadan, sakınmadan her zaman dimdik tutuğu başı ile kirli zihniyetle, yetim duygularla savaştı.
Öyle ya, Önderliği en karanlık zamanlarda, en zorlu zamanlarda anlamak bir başkadır. Neden mi? Çünkü nasıl bir yaşamdan kurtulduğumuzu böylesi anlarda anlıyoruz. Zorlanmalarımız kadar büyük öğreten yoktur. İrademizin oluştuğu, düşüncemizin atılım yaptığı, tarzımızın hamlelere kucak açtığı zamanlar böylesi vakitlerden sonra gelir. Bizler böylesi savaş meydanlarında daha bir anlıyoruz ki yaşamı yaşanılır kılanın kim olduğunu. Tutunacak bir dalın bile kalmadığı zamanlarda kendini bizlere tutunacak bir dal yapanın kim olduğunu. Üstüne üstlük bu dalı nasıl tutmamız gerektiğini bütün yönleri ile bizlere öğreteni hangi yürek görmez ki. Karanlığı bilmeden, nasıl bilebiliriz ki aydınlığın kıymetini? Rahat zamanlarda bir insan Önderliği düşünebilir ama Önderliği en çok kendimizi aşma savaşları verdiğimiz zor anlarda hem öğrenip fark ederiz hem de hissederiz. Bu düşünce ve hissin kol kola verdiği yerde anlam doğar. Önderliğimizi bir nebze de olsa anlama doğar. Ve önemli olan nereden geldiğimiz, nasıl başladığımız hatta düştüğümüz yer değildir. Önemli olan bu kadar düşüşten sonra nereye çıkabileceğimizdir. Başı engin, eğilmez yapan da bu değil midir? Özellikle de bir kadın kendi gelişiminde, rahatlıklara tenezzül ederse, rahatlığı tarzında silmezse kendine yabancılığı aşmada bir yol kat edemez.
Ben şunu biliyorum ki; bu savaşı heval Deniz kadar cesaretlice, başını eğmeden, bütün yüreğini ortaya koyarak veren kadın militan az değildir. Elbette kendisi ile böyle savaşmayı bilen bir kadın hangi düşmanla savaşamaz ki? Kendini yenenin yenemeyeceği düşman yoktur. İşte Deniz arkadaş, her iki savaşta da kendisine güvenerek savaşmıştır.
Heval Deniz, günlük yaşamında da kapitalist moderniteyi sorguluyordu. Kadın militanlığına, dağlarda, gerillacılık yaparak, kendini geliştirerek ulaşmak istiyordu. Elbette ki tüm bunlar normal bir şey değildi.
Heval Deniz’in en çok keyif aldığı noktalardan biride, Önderliğin verdiği emeğin sonuçlarını, pratikleşmesini görmekti. Bu hususta halkın içinde bulunduğu duruma karşı ilgisi vardı. Mesela, anaları açıklama yaparken görmek, yürüyüşlerde en önde görmek O’nu çok mutlu ederdi. Önderliğin kadını bu yürütüş biçimine bir hayranlığı vardı. Bunun dışında, sokaklarda ölesiye düşmanla çatışan Kürt çocukları, O’na ayrı bir kıvanç verirdi.
Kendi yaşamında da, başarılı bir yürüyüş konusunda belli bir süreçten sonra oldukça keskinleşmişti. Neyin üstüne yürüse başarmak istiyordu. Kendinde gerçekleşen Önderlik tarz ve temposunu somutlaştırmak istiyordu. Başarıya yürüyüşte yüreklerimizde ilerleyen Önderlik gerçeğini görmek, heval Deniz’i çok mutlu ediyordu.
Heval Deniz ile en son, Ş. Çiçek Devrimci Operasyonun planlamasında bir araya gelmiştik. Herkes çok heyecanlıydı. Herkes o gün, bir merak içerisindeydi. En kritik yerde, en yaman yerde, en çetin yerde olabilecek miyiz? diye.
Bizler toplantıya girmek üzereydik, arkadaşlar yaptıkları işleri bir an önce toparlayıp toplantıya yetişmeye çalışıyordu. Heval Deniz acayip heyecanlıydı “beni bu sefer ön tarafa vermezlerse…” deyip iç çekiyordu. Arada bir ellerini yumruk yapıp, sıkıyordu. “Eğer beni öne vermezlerse kabul etmeyeceğim” diyordu. Ama “itiraz edeceğim” diyemiyordu. Ruhu, yürüdüğü her an cesaret tazeliyor; gönlü herkesten daha önde olmayı istiyordu. Ölesiye sevdiğimiz şeyler için savaşmanın en nadide ve ertelenemez hak olduğunu çok biliyordu. Kalbimizdeki o büyük heyecan her şeyden evvel Önder APO için atıyordu. Dalan gözleri arada bir, yüreğindeki bu kıpırtıyı hafifletiyordu. En önde olmayı, fedakârlık isteyen tüm işlerin içinde olmayı çok istiyordu. Zor zamanlar için büyüttüğü kalbini sınamayı istiyordu. Ve sınanarak var olmayı. Bir kadın olarak, en önde savaşmak benimde hakkım düşüncesindeydi.
Eylemin Önderlik için büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorduk. Bu yüzden, her şeyi yapmaya, her şeyin üstesinden gelmeye hazırdık. Heval Deniz o gün sessizdi. Düşünüyordu, arada bir gözleri uzaklara dalıyordu. Sanki kendi içine olan bir yolculuktu bu. O yüzden ağzından gümbürdeyerek çıkan bu sözler müthiş bir saygıyı uyandırıyordu O’na karşı. Heval Deniz bunları söylerken, arkadaşlar birazda, “çok acele ediyorsun” der gibi bakıyorlardı O’na. Ama hiç kimse konuşmuyordu. Cevap vermiyordu. Çünkü O özüyle konuşuyordu. Herkes herkese bu noktalarda hak veriyordu. Ne garip ama hiç kimse kendinden kaygılanmıyordu da bir başkasına bir şey olacak diye kaygılanıyordu. Ne kadar engindi yürekler, ne kadar ulaşılmaz ortaklıkta, kalpler ne kadar elbirliğindeydi. Zaten eylem anları, öyle anlardır ki burada ulaşılan kalpteki inceliğe herhalde çok az yerde rastlanır. Fedakârlık çok toplumsal bir duygudur ve en fedakâr olmayı öğrendiğimiz, kaçınılmazca beynimize işlendiği, sınırsızca bunu duyumsadığımız anlardan, saniyelerden geçiyorduk yine. O eylemde, bu ruh yine her şeyin üstündeydi.
Toplantı zamanı geldiğinde heval Brusk düzenlemeleri okuyacağı an gözlerim heval Deniz’i aradı. Nasıl bir tepki vereceğini, gözlerinin neler söyleyeceğini merak etmiştim. Elini yüzüne dayamış bakıyordu. Gözleri bir geleceğe, bir geçmişe gidip geliyormuş gibi anı tüm yönleri ile anlamaya çalışıyordu. Hem dalgın hem de sorgularcasına bakıyordu. Gözleri adeta daha fazla mücadele etmenin pencerelerini açmış temiz bir hava almaya çalışıyordu. Gözler ki insanın iç dünyasının dışa açılan kapısı gibidir. Düşlerimiz kadar, ertelediklerimiz kadar içinden geçtiğimiz kavgaları da, yangın yellerini de anlatır. O an gözlerinin içine büyük bir dikkatle bakmayı istedim ama çok da cesaret edemedim. Düzenlemesi okundu. Heval Ruken’in yanında ki gruptan yer alacaktı. Bu örgüt adına yaşamayı da yaşamını da feda etmeyi bilen biri elbette bu örgütte ciddiyetle yaklaşacaktı. Heval Deniz ciddi bir kişilikti. Bunu O’nun her davranışında da anlamak mümkündü. Yaşam tarzında, ciddiyetin güzelliğine, çekiciliğine insanı ikna eden birisiydi.
Titiz bir kişiliği vardı. Yaşamda başarılı olmaya büyük özen gösterirdi. Konuşurken vurgulu ve insanı etkileyecek bir hitapla konuşurdu. Konuşmalarına göre yüz ifadeleri şekil alırdı. O konuşurken gözlerinden ne kadar inanarak konuştuğunu anlardınız. Hissederek ve ikna olduğu kadar konuşurdu. Duruşuyla, arayışları ile insanı çekerdi. Yanındakilere yük olmayı, zorlayıcı olmayı kendine yediremezdi. Gururlu yaklaşırdı. Olgun kişiliğinden dolayı bir şeyi yapmak isteyince üstesinden gelmeyi bilirdi. Bulunduğu ortamlardaki arkadaşlardan kendini üstün görmeyen ve arkadaşlar arasına fark koymayan biriydi. Erkek egemen sisteme, devletçi sistemin yarattığı her şeye bir kini vardı. İdeolojik olarak gelişmek istediği gibi bir kadın olarak gerillacılıkta da yetkin ve başarılı olmayı çok isteyen bir arkadaştı. Günlük yaşam içerisinde, pratik koşullar içerisinde hem çok girişken hem de yaratıcı biriydi. Yaşama disiplinli, düzenli yaklaşıyor olması ve yine yaşam karşısında ki duyarlılığı Onda ki iradeyi daha güçlendiriyordu.
PKK yoldaşlığına karşı ilgili biriydi. Bu ilgisini cesur bir PAJK militanı olma çabasıyla da güçlendirmeye çalışıyordu. Zorlu pratikler içerisinde gelişen yoldaşlığa kendini veren biriydi.
Heval Deniz bir aşk yürüyüşçüsü olarak, yaşamlarımızda her zaman yer alacak. Bundan sonra bütün dünya üzerimize de gelse, zalim erkek egemen sisteme karşı baş eğmeyeceğimizin, boynumuzu bükmeyeceğimizin, yaşayan bir timsali olarak hep bizlerle olacak. Hakikatin rengi solar mı ki heval Deniz’e ikrarını vermesin yüreklerimiz? Bu Kürdistan dağlarında böyle bir kadın yaşadı. Bilsin bunu, bütün tarih, bütün evren. Kutsallıklara sözümüz var şimdi. Çirkine, yalana, zapt edilmez öfkemiz var şimdi. Kim tutabilir ki bizleri? Heval Deniz bekler bizi ötelerde; kollarını açmış, bütün gülüşünü semaya savurur da bekler bizleri. O sarılma vakti gelene kadar tetikte vicdanlarımız. Ürperir bazen, özler bazen, yüreklenir bazen yoluna baş koymuş canlarımız. Kadın tazeliğinde, yeniliğinde bir yudum özgürlük salarsın bizlere.
Heval Deniz, onurlu bir yaşam kadar onurlu bir şahadetin de olması gerektiğine kendi yaşamında inandı. Şahadet çizgisine büyük bir emekle layık olmaya çalışan heval Deniz düşman bombardımanı altında şehit düştü. Kobralar delirmişçesine saldırıyordu. Çünkü Heval Deniz, bütün teknik üstünlüklerine rağmen gözünü bile kırpmadan mermisini atmaktan vazgeçmiyordu. Onlar yalnızca Deniz arkadaşın canını almak istemiyordu. Onları delirten, gökten yağan her türlü bombaya, şiddete ufacık bir teslimiyeti göstermeden baş eğmeyen ruhtu. O ruhu teslim almak istiyorlardı. Bu ise imkânsızdı. Yoldaşlarımız, o vadide ruhlarıyla kazandılar. Düşman iki gün boyunca nasıl direnildiğini, nasıl boyun eğilmediğini gördü. Düşman açısından, alçakça saldırmak dışında yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. Heval Deniz de bu düşmanı kahredercesine gidenlerdendi. Baş eğmemenin, boyun bükmenin en kahır edicisini düşmana yaşatarak…
Nupelda Engin