HABER MERKEZİ – Toplumun kendi üyelerine ihtiyacı olan bilgileri aktarmasının yerini devletlerin kendi ihtiyaçlarına göre kişilikleri şekillendirdiği bir sistem eğitimi öz anlamından koparmıştır. Devletin ideolojik aygıtlarının başında gelen okulun mimarisinden sınıf düzenine, öğretmen-öğrenci ilişkisinden müfredatına ve üslubuna kadar her şey buna göre düzenlenmiştir.
Devletli uygarlığın eğitim kurumları artık kanatların kırıldığı, özgürlüğün esamesinin okunmadığı, sorgulama-yorumlama yaratıcılığın öldürüldüğü tek tip bireylerin şekillendirildiği alanlara dönüşmüştür. Ezberlemek, boyun eğmek, toplumu ile bağlarını koparmak bu eğitimin özü ve biçimidir. Evdeki baba, koca okuldaki öğretmen imgesi özdeşleşir. Artık topluluğun özgür üyesi olmanın yerini devletin memuru, kulu olmaya bıraktığı bir zemine dönüşür. Ulus devlet gerçekliğinde ise bu daha da derinleştirilmiştir. Bu kurumlarda eğitim milliyetçidir. Tek dilin, kültürün, tarihin esas alındığı asimilasyon merkezleridir. Kürtler olarak en travmatik şekilde konuştuğumuz her kürtçe kelime başına yediğimiz dayaklarla deneyimledik bu milliyetçiliği. Ulus-devlet okullarının dinci eğitimi ile farklı inanç ve mezhepler sapkın, lanetli, gavur ve din dışı görülür. Pozitivist paradigma temelindeki bilimcilikle özne-nesne parçalanmasını derinleştiren, doğayı nesneleştiren, kadını ikincilleştiren, binbir yolu ve yöntemle aranıp bulunacak hakikatin yolu teke indirilerek hakikat çarpıtılır. En vahimi de cinsiyetçilikle kadın kimliğinin kölelik, erkek kimliğinin egemen temelindeki inşası bu okulların eğitiminin esasını oluşturur. Devletlerin belirlediği müfredatlarda tarih, felsefe, sanatta kadın izlerine rastlanmaz. Babanın hakim olduğu aile modelinin esas alan resimler ve örnekler esastır. İnsanoğlu, bilim adamı gibi erkek egemen dil hakimdir. Kitaplarda yer alan masallarda tüm kahramanlar erkektir. Cinsiyetçiliğin eğitim alanındaki etkisini ancak kadın özgürlük mücadelesi ile fark edilir hale gelmiştir. İlkokuldan üniversite eğitimine kadar devletlerin eğitim programları toplumun değil devletlerin ve sermaye güçlerinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. En yaşamsal bilgiler öğretilmezken gereksiz bilgiler hem de çok uzun eğitim süreçleri boyunca öğrenilmek, ezberlenmek durumunda kalınır. Eğitimin başarı ile tamamlandığının ölçüsü edinilen bilgelik yerine iş bulmanın aracı haline gelen diplomalara bağlanır.
Buna karşı tarikatlar, gizli öğretiler ve okullar biçiminde esasta doğal toplum geleneğinin eğitim yöntemleri sürdürülmüştür. Ortadoğu’nun bilgelik geleneği bu okullarda şekillenmiştir. Yunus Emre’nin ‘ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmedikçe daha nice okumaktır’ sözlerinde ifadeye kavuşan gerçeklik eğitimle kişilik kazanma arasındaki bağı ortaya koyar. Bu geleneğin temsilini yapan bir diğer bilge Mevlana ise eğitimi şu sözlerle ifade etmiştir; ‘Eğitim, her eksiği tamama doğru çekip götüren faaliyettir… Gönlü, canı, aşkla, sevgiliye kavuşması için harekete geçiren güç eğitimdir. Zira gönül devreye, gam da ateşe benzer. O aşkın ateşinde yanmak, eğitimden geçmektir. Eğitim öze yönelme, özü görme, kuru olan özleri yağlayıp yumuşatma sanatıdır. Eğitim bir bakıma değişimdir, olgunlaşmaktır. Olgunlaşmak için pişmektir. Eğitim korumaktır, takip etmektir, yüceltmektir. Eğitim bir bahardır, solan gülleri yeşertir, canlandırır.’ Ortadoğu ve Kürdistan’daki medreseler bu geleneği takip eden yöntem ve içerikleri ile alternatif olma çabası içinde olmuşlardır. Fakat bu medreselerde artık kadınların yerleri yoktur. Özgür düşünce üretmek istediklerinde her zaman egemenlerle bir çatışma yaşamış, kimi zaman teslim olmak durumunda kalmış direndiklerinde ise ortadan kaldırılmışlardır.
Sistem dışı hareketler kendi eğitim sistemlerini ve yöntemlerini geliştirmeyi bir mücadele biçimi haline getirmişlerdir. Eleştirel, alternatif pedagojik yöntem arayışları geliştirilmeye çalışılırken kadın özgürlük hareketleri bilinç yükseltme çalışmalarıyla bunlara önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bilinç yükseltme “Kadınların gizli, bireysel korkularını, bunların toplumsal sorunlar olduğu yolunda ortak bir bilince dönüştürmek; öfkeyi, kaygıyı, acı veren şeyi açığa çıkarmak…” temelinde tanımlanmış, özellikle kadın hareketlerinin yükselişi yaşadığı 1970’li yıllarda Avrupa ve Amerika’da yaygınlık kazanmıştır. Ancak bu yöntemin toplumsallaşması ve politik mücadele ile bağı giderek zayıflayarak elit bir faaliyete dönüşmüştür. Toplumsal yanından daha fazla bireysel yanı öne çıkabilmiştir.
Jineoloji eğitimlerinin yöntem, içerik ve üslubunu belirlerken eğitim kavramının anlamından başlayıp onun tarihsel olarak yaşadığı dönüşümü ve bunun kadın özgürlüğü üzerindeki etkilerine kadar birçok hususu gözeten bir perspektife sahip olması gerekiyordu. Kürdistan özgürlük hareketi ve daha özelde Önder Apo’nun eğitim yöntemi bu konuda dayandığımız temel deneyimdir. Bu deneyimde eğitim bileşiminde çok seslilik ve çok renklilik esas alınır. Devletin okul sistemleri yerine özgür, özerk akademiler böylesi eğitimlerin mekanı haline getirilmiştir. İsmini antik Yunan’da Akademus adı verilen bahçelerden alan akademiler süre, yöntem ve bileşim bakımından ihtiyaçlara göre şekillendirilebilme esnekliğe ve olanağa sahiptir. Yaşamsal ihtiyaçların kolektif temelde ve örgütlü biçimde karşılanması eğitimin yaşama yansıma düzeyini sınama olanağı ortaya çıkarır. Her yaştan, farklı düzeylerde okuma ve bilgi düzeyine sahip insanın, çobandan üniversite profesörüne diye ifade edilebilecek geniş bir yelpazede farklı toplumsal kesimleri, kadın-erkek dengesini, küresel-yerel bağlantısını kurabilecek bileşimler esas alınır. Dersi verecek olanlar eğitim bileşiminden seçilir. Bu nedenle herkes her an bir komisyona dahil olarak hem öğrenci hem de eğitmen olur.
Sokratesten bu yana insanların edindikleri bilgileri ne kadar bilince çıkardığını, ne kadar sorguladığını, içselleştirdiğini analiz eden diyalog yöntemi esas alınır. Tarih ile güncel, birey ile toplumsallığın bağını kuran çözümleme yöntemi ile derin sosyolojik tahliller yapma bunların sonuçlarını kuramlara dönüştürme olanağı bulunur. Kişinin eğitimden başarıyla çıkmasının ölçüsü birlikte eğitim gördüğü arkadaş yapısının görüş, öneri ve eleştirileri ile anlam bulur. Bu sorgulamalarda Ortadoğu bilgelik geleneğinde fikir-zikir-eylem bağı temelinde ifadeye kavuşan bilgi-yaşam bağları örülmüş olur. Bilmeden ve öğrenmeden eyleme geçene ‘hamalvari’ çalıştığı için eleştiriler yöneltilir. Bilmesine rağmen uygulayamayan Ortadoğu geleneğinde münafıklık olarak tanımlanan tutarsızlık, kitabi, teorik kalma eleştirisi gelişir. Yeterince yaşam deneyimi ve bilgi sahibi olamamaktan kaynaklanan hatalar ‘gelişim sorunları’ temelinde ele alınır. Bilgi ve yaşam deneyimine rağmen ısrarla aynı yanlış ve yetmezlikleri yaşayanlar ise ‘anlayış ve kişilik sorunları’ ekseninde analiz edilir.
Kaynak: PAJK
Zozan Koçgiri