HABER MERKEZİ –
Günümüz Kürdistan’ın da uzun süreden beri olası Kürdistan Devrimi’ne karşı, emperyalist ve yerli işbirlikçilerince hazırlık yapılmaktadır. Bu yarım asırdır gerçekleştirilen bir süreçtir. Günümüze dek sinsice yürütülen politikalar, Kürdistan’da ve etrafında yaşanan objektif gelişmeleri ortaya çıkarmaktadır.
Esas itibarıyla Partimiz önderliğinde yükseltilen Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz, bu çabaları son aşamaya getirmektedir. Bu aşamada bütün yönleriyle açığa çıkarma, tehlikeli ve tasfiyeci sonuçlarını görme, bunun etkisini yaşama, bunu başarıyla devrim lehine tasfiye etmenin de koşullarının hayli olgunlaştığı bir dönemin içindeyiz. Büyük bir olasılıkla da bu dönemin son aşamasında bulunmaktayız.
Dünya halklarının tarihinde son yarım asırdır ulusal kurtuluş devrimlerinin dev boyutlu adımlarla geliştiği ve küçümsenmeyecek başarılara ulaştığı görmek gerekiyor. Bağımsız, demokratik ve hatta sosyalist toplumsal kuruluşların sağlanmasına kadar yürüdüğü bu çağda, Kürdistan halkının çeşitli nedenlerle, başta somut tarihi, sosyal ve siyasal durumu olmak üzere zor bir döneminde, başını ABD emperyalizminin çektiği ve dünya çapında yeni sömürgeciliğe yöneldiği ilk aşamada, Kürdistan’a da bir kement atıp olası devrimci gelişimini engellemek veya saptırmak için, sinsice, fakat çok akıllıca, gizli bir politikacılığı yürüttüğünü iyice görmek gerekiyor.
Kürdistan gerçekliğinin karmaşık durumunu çok parçalanmışlık oluşturmaktadır. Bu, yalnız bölgesel gerici ve sömürgeci-faşist güçler tarafından çok farklı politikaların uygulamasıyla oluşmamaktadır. Aynı zamanda gerek uluslararası kapitalis temperyalist sistemin her türlü tasfiyeye, açık veya gizli her türlü yöntemle yerine getirmek istediği politikalarla ve gerekse de sosyalist sistemin dış politikasına damgasını vuran özellikle de son elli yıllık gelişiminde iyice açığa çıkan ‘kapitalist olmayan yol’ tezi adı altında, yerli burjuva önderliklerin desteklenmesiyle oluşan bir durum söz konusudur. Bunların ezilen halklar üzerindeki her türlü milliyetçi-şoven ve giderek katliama varan politikalarına bile ses çıkarılmama biçiminde özetleyebileceğimiz bir politikası vardır. Son tahlilde sosyal şoven politikanın, sosyal emperyalist politikanın yıkıcı etkilerini yaşaması bu karmaşıklığı biraz izah etmektedir.
Daha da kötüsü, Kürdistan’ın geri yapısı ve asırlarca çok inceltilerek geliştirilen işbirlikçi, aşiretçi, feodal artıkların tarihte eşine ender rastlanan uşaklık yöntemleriyle, biraz da kapitalizmin iğrenç yöntemlerini iç içe karıştırarak bu karmaşıklığı daha da içinden çıkılmaz hale getirdikleri bilinmektedir. Bütün bu gelişmeler içinde halkın nefesinin bile duyulamayacağı ortadadır. Bu kaos ve alacakaranlık içinde nelerin olup bittiği, bir halkın özgürlük özlemlerinin daha doğmadan nasıl yok edildiği görülmektedir. Bazı dürüst ve yurtsever çıkışlar olduğunda bile, bunların kısa, basit ama aynı zamanda çok alçak ve sinsi komplolara boğulduğu bilinmektedir. Böylelikle normal yaşam yerine alçakların yaşamı konulmaktadır.
Ulusal ve uluslararası gericiliğin hiçbir biçimde kabul edilmemesi gereken bu yaklaşımlarının sanki normal, çağdaş ve insani yaklaşımlarmış gibi sineye oturtulduğu açıktır. Bununla da yetinilmeyerek bu temelde ortaya çıkan özümsenmiş kesinlikle hakim ulusların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel çıkarlarının imbiğinden geçirilmiş, bu temelde oluşmuş sosyal ajan yapıların sözcülüğüne soyunan bazı sahte aydın taslaklarının meşrulaştırıldığını görmekteyiz. Sözüm ona bu çağ anlayışı hakim kılınmak istenmektedir. Ulusal ve toplumsal konularda bir yandan aşırı ilgisiz, diğer yandan sahte sahipleniş tutumları gösteren bu sosyal ajan yapı, özünde ise vatanseverlikte bile hakim ulusun milliyetçiliğini esas almaktadır. Hakim ulusun dayattığı öz faşizm bile olsa, ona demokratlık ismini yakıştıracak kadar alçalan bir sosyal yapıyı oluşturmaktadırlar.
Kısaca, ulusal gerçeklik ve demokratik çabalar konusunda iliklerine kadar inkarı ve ihaneti yaşayan bu yapı, son derece gelişkin olan demagojik üsluplarıyla her şeyi papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Bazen ilkel milliyetçilik biçiminde, bazen utanmazca “ulusal kurtuluş, sosyalizm” kelimelerini bol bol kullanarak tüm sahteliklerini ve düşkünlüklerini ortaya sermektedirler. “Dilin kemiği yoktur” dercesine alabildiğine konuşturulan, hiçbir sorumluluk duymayan, pratik hiçbir çaba harcamayan, özümsenmiş sosyal ajan yapıya dayanan bu sözcülerin ellerinde gerçeklerin daha da kotarılması, özellikle devrimci çıkışların ortaya çıkması halinde toplu bir koro halinde saldırılması meşru bir olay haline gelmektedir. Özellikle PKK’nin ortaya çıkış ve gelişme koşulları incelenirken, bu konuda akla hayale sığmayacak kadar alçaklıkların, oyunların, komploların varlık nedenlerini ele alırken, bu gerçekleri çok iyi görmek gerekir. İliklerine kadar düşmanı yaşayan bu yapıya baktığımızda, bazen karşımıza yurtsever gibi çıkıyor, hatta sosyalist bile olabiliyor. İçinde bulundukları koşullara göre, insanın bir yerde anlam verebileceği, hatta saygı duyabileceği bir yaşamı, bunların şahsında kabul etmek bile mümkün değildir. İnsanlıkla ilişkisi olmayan, hatta hayvanlara bile yakışmayan bir durum söz konusudur. Hatta bunların daha da aşağısında bir konumu kendi halkına reva görmeleri durumu vardır.
Bütün bunları görmek ve bu durumlara “dur” demek gerekir. Eğer bu halk yaşama gücündeyse, bunun için gereken cesareti göstermek, neye mal olursa olsun bunun savaşımını sergilemek ve yaşama hakkı varsa yaşatmak önemlidir. Yoksa bin defa adına yaşam denilen şeyden daha şerefli olan ölümü tercih etmek gerekir. Bu çabadan hiçbir gerekçeyle uzak durulamayacağı, bundan en ufak bir ikirciliğe, kararsızlığa düşülemeyeceği ve mutlaka sonuca gitmek gerektiği iyi bilinmelidir. Yaşama hakkı olan halkların yaptığı budur.
Bütün dünyanın basın yayın organlarına bakarsak, son günlerde Kürt halkının imdadına koşmak isteyenlerin nasıl fazlalaştıklarını görürüz. Biraz emperyalizmin gerçeklerinden habersiz, kendi ülke gerçeklerinden habersiz birinin, bu çabalar karşısında heyecan duymaması imkansızdır. “Bizim de sahiplerimiz varmış”, “insanlık vicdanı sızlamaya başladı”, “bizi de yalnız bırakmıyorlar”, “büyük insans ever duyguları kabaran Türk milletinin şerefli temsilcileri, kimyasal silahlardan kaçan insanlarımıza üç öğün sıcak yemek veriyorlar”, “elektrik, su vb. şimdiden barınakları sağlamışlar”, ” “bütün ulusu harekete geçiren ve ancak kardeşin kardeşe duyabileceği sevgiyle yaklaşma var.” “Zor günde kardeşin imdadına yetişiyor, el üstünde tutuluyor”, “işte yine tarihine yaraşırcasına bir kardeşlik örneği sunuluyor” başlıklarını, söylemlerini görüyoruz. Hemen şu da ekleniyor; “katil PKK’ye ders olsun, bu, onun iddialarına en iyi cevaptır”. Daha da kötüsü, sahibinin sesi, yani efendilerinin iyi uşakları olanlar, TC’nin bu alicenap büyük yardımseverliğini bütün Kürt hareketleri destekliyor diyorlar. Bunlar, sözüm ona Kürt milliyetçi gruplarıdır, sosyalist partilerdir.
Bunlar en alçakça iddialardır. Eğer kafalar duruma tüm yönüyle hakim olamazsa, ona yüksek bir bilinçle anlam biçilmezse, bir oyunun bir çok yönü gizli kalmış olur. Doğru devrimci tutuma da ulaşmak mümkün olmaz. Bu son sığınma dedikleri olay, aslında bir halkın bin yıllık, dört bin yıllık ülkesinin bir bölgesinden diğer bir bölgesine geçişi olmaktan öteye gitmemesi gerekirken ve yine elde silah her zaman şanlı direnme alanları olması gerekirken, böylesine yaklaşımın düşürcü ve teslim alma temelinde olduğunu tespit etmek gerekir. Sığınma ve kurtarma değil, büyük bir teslim alma hareketi gerçekleştiriliyor. Yalnız herhangi bir ilkel milliyetçi örgütün yürüttüğü mücadeleye karşı dayatılan, katliamlardan kaçan bir kitle değil, son elli yıldır için için geliştirilen bir oyundan sonra, Kürdistan halkının en direngen bölümlerinden birisinin teslim alınmasıdır bu olay! Biz bu teslim alma olayını çok ayrıntılı olarak ortaya koymak istiyoruz.
Hemen şu şekilde bir saptamayı yapabiliriz: Proletarya devrimleri, ulusal kurtuluş hareketleri çağında, başta vahşi Türk faşist sömürgeciliği olmak üzere, emperyalizme bağımlı oluşturulan ve en gerici kapitalizm tarafından yönetilen rejimlerin, halkımıza karşı dayattıkları, Kürdistan’a dayattıkları yok etme girişimlerdir. Bu süreç nasıl ki 1938’de Dersim’de başlatıldı ve başarıldıysa, bundan tam elli yıl sonra, 1988’de, Hakkari’de bu teslim alma olayıyla, süreç son aşamayla tamamlanmak isteniliyor. 1938’de Dersim’deki direnişin son kalıntıları ezildiğinde ve alan tamamen teslim alındığında, Türk faşist rejiminin arkasındaki güçler, esas olarak İngiliz emperyalizmiydi. Ve çok ilginçtir, o dönemlerde Türkiye ve Sovyetler’le imzaladıkları Saldırmazlık Paktı’nı sona erdirmişlerdir. Bu 1925’de imzalanan bir antlaşmadır. Uzun süredir fiili olarak yürütmediği gibi, resmen de lağvetmeye yöneldiği bir dönemdir. Bu aşamada kendisi için en uygun adı da bulmuştur.
Bu yılların üzerinde kapsamlı durmak gerekir. Bir yandan II. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllardır. Zaten böylesine savaş yılları her türlü katliama uygun bir çerçeve yaratır. Özellikle bu savaşın olduğu yıllarda, bazı rejimler iç sorunlarını en kaba yöntemlerle halletmeyi esas alırlar. “Bir çıbanbaşıdır, savaşa girersek başımızı ağrıtabilir, bu yüzden çıbanbaşını kesmeliyiz” denilir. İşte Dersim de böyle bir çıbanbaşıdır. Kemalist faşist diktatörlük bunu kesmek ister. Bunun için elverişli koşulları kollar ve o dönemde bu koşullar doğar. Bir yandan Hatay’ın istila, işgal ve ilhakına girişilirken, diğer yandan Dersim’in işgali, istilası tamamlanmak istenir. Birisinde Fransızlar’la, diğerinde İngilizler’le anlaşmaya varılır. Bunun karşılığında kapitalist emperyalist sistem içerisine girmeyi esas itibarıyla kabul eder. O dönemde belli bir tarafsızlık politikası içinde olduğu Sosyalist Sovyetler Birliği’yle de anlaşmasını sona erdirir. Sistem tercihi kesin olarak yapıldıktan sonra, artık bu katliam girişimlerine, işgal ve istila girişimlerine emperyalist devletler onay vereceklerdir. Olan da budur.
Burada uluslarası çerçeve içinde daha dikkatlice ele almamız gereken bazı gelişmeler vardır. Çünkü 1938’de bir halk direniş alanımız katliamlarla tasfiye edilirken, bugün aralarında hiçbir ilişki yokmuş gibi gözüken, aslında son derece bağlantılı ve derin bir ilişki olan Hakkari’deki katliam ve teslim olma olayını görmek gerekir. Bunu tarihsel boyutu içinde değerlendirmek ve aralarındaki bağı hiçbir karışıklığa, muğlaklığa yer vermeden görmek önemlidir. Böylelikle aymazlığa ve gaflete düşmenin önü alınabilir. Hiç olmazsa o dönemde içine düşülen darlığın aşılması söz konusudur. Bu konuda doğru devrimci direnme görevini yerine getirme, büyük bir devrimci bilinç ve sorumlulukla bu gelişmelerin üzerine gitme, tarihi tekerrür ettirmemek açısından büyük önem taşıyor. Bunun için konunun üzerinde kapsamlı duracağız. Basit kişisel, örgütsel ve hatta sınıfsal çıkar bile düşünenler bu konuda yanılırlar. Tüm ulus çapında ve hatta insanlık çapında düşünmeyi bilerek, son derece ilkeli ve kararlı bir pratik tutum içinde olacağız. Ancak dar, basit ve güncel yaşam endişesine takılanlar, midesinden bir karış ötesini göremeyenler, duyguları dar, düşünceleri dar, adımları savsak olan insanlar, tarihin bu dönemlerinde fazla bir şey söyleyecek durumda değillerdir. Bunlar güçlü adımların sahibi olmazlar ve köle kalmaya her zaman mahkumdurlar. Hiçbir zaman saygıyla anılmadıkları gibi, her zaman lanetlenirler. Biz böylesi lanetli bir kesim olmak istemeyiz.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan