HABER MERKEZİ –
Hiç şüphesiz bu son planlama değildir. Daha da yeni bir planlamayı ardı arkasına geliştirecekleri veya genel planlamanın bu başarısızlık…
Genel Başkanlık Karargâhı olarak değerlendirilen bu sahaya yönelik 6 Mayıs’ta geliştirilen büyük bombalama olayı güncel gelişmelerin ışığında değerlendirildiğinde, bunun Genel Kurmay planlamasının çok önemli bir halkası olduğu görülecektir. Bilgileri bir araya getirdiğimizde ve yeni gelişmeleri de buna eklediğimizde, kapsamlı bir planla karşı karşıya olduğumuzu her geçen an daha iyi anlıyoruz.
Hiç şüphesiz bu son planlama değildir. Daha da yeni bir planlamayı ardı arkasına geliştirecekleri veya genel planlamanın bu başarısızlık temelinde kendisine yeni bir başlangıç yaptırma biçiminde yürürlükte kalmak isteyeceği açıktır. Kaldı ki buna yabancı değiliz. PKK tarihi, hemen hemen doğuşundan günümüze kadar böylesine kapsamlı tasfiye planlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Tabii, bu son planlamanın kendine özgü yenilikleri var. Hem kapsam, hem katılan güçler bağlamında çok ileri bir düzeyi temsil ediyor ve aynı zamanda bizim de genişleyen ittifak sistemimizi hedefliyor.
Türk Genel Kurmayı daha önceki planlamaları, kendi öz güçlerine dayanarak, salt PKK’yi ve Önderliği’ni özel olarak hedefleyerek geliştiriyordu. Fakat bu son planlama çok kapsamlı bir uluslararası hazırlık ittifakı temelinde geliştiği gibi, yalnız PKK Genel Başkanlığı’nı ve onun temel karargâhlarını hedeflemiyor, geliştirdiği ittifak sistemini de kesin kapsamına alıyor. Yenilik burada, ayrıca kullandığı teknikte sınır tanımaz çılgınca bir yaklaşım var. Hiç şüphesiz bunlar bastırılamayan PKK ve onun askeri gelişmesiyle çok sıkı bağlantılıdır. Gelişmelerin önü açık tutulup hız kazandırılınca planın da kapsamı uluslararasılaşıyor ve tekniği de yoğunlaştırılıyor.
Tasfiye planları tarihine baktığımızda, bu konuda biraz daha netleşmemiz mümkündür. Çok kısaca ana hatlarıyla değinecek olursak; PKK’nin bir grup olarak gelişme durumu ortaya çıktığında -ki, bu 1975’lerin ortalarına denk geliyor- o zamanki tasfiye planı, grubun özelliklerini ve biraz da bizim başlatma konumumuzu, dolayısıyla kişiliğimizi inceleyerek grubun içine sızma ve kontrol altına alma, tehlikeli bulduklarını saptırıcı veya kendi kontrollerindeki eylemlerle bitirme, kalanları da elde tutma mantığına dayanıyordu. PKK’nin bağımsız bir grup olması aşağı-yukarı 1975’lerde netleşti. Ve o zaman grubumuza dâhil olan bazı öğeler, grubu tamamen kontrol altına alma, etkisizleştirme, fazla gelişme şansı vermeme, gelişme olmuşsa saptırma, önde gelenlerini ya katlettirme, ya da kontrollerindeki eylemlerle bitirme ve yine son söz hakkını da ellerinde bulundurma çabalarına giriştiler. Bunu, aşağı-yukarı bizim yurt dışına çıkmamıza denk bir anlayış ve bir plan olarak yürüttüler.
1977’lerin ortalarından itibaren bizzat böyle bir tasfiye ile karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Dolayısıyla biraz daha bilinçli yaklaşarak, ömrümüzü uzatmak için yurt dışına çıkıncaya kadar, bu plana karşı bir planla, bizi saptırmaya karşı onları saptırmayla en iyi karşılığı verdik. Tabii burada en belirgin yön, hata yapmamaktı. Amaçları, gruba yönelimi yumuşak bir biçimde sonuçlandırmak -yumuşak derken de, içinde Haki Karer arkadaşımızın öldürülmesi gibi cinayetler, yine kirli, kullanılmış silahlarla bizi içeri atıp otuz yılla cezalandırmalar var- ve bazı soygun eylemlerini, cinayet eylemlerini bizim kararımıza dayandırarak yaptırıp bizi böyle ağır eylemlerden, cinayetlerden dolayı cezalandırmak istediler. Bunların hepsi mümkündür. Tabii biz bunu yapmayınca bunların sıkıntısı başladı. Özellikle Fatma ve Pilot gibi bu işin önde gelen yürütücüleri epey sıkıldılar ve zamanın uzatılmasına büyük bir hoşnutsuzlukla yaklaşım gösterdiler. Olağanüstü sabrımız ve onları nihai karara götürebilecek hatalar yapmayışımız, yine “kontrolünüzdeyiz, istediğinizi yapabiliriz, ama biraz bekleyin” gibi yaklaşımlarımız, çeşitli acabalarla ve soru işaretleriyle onlara “öyle yaşasak daha iyi olmaz mı?” umudu veriyor. Onlar yine işlerin kontrollerinde yürüdüğünü sanıyorlar. Her ne kadar çok tehlikeli, kontrol dışı gelişmeler oluyorsa da, son çıkışımıza kadar aslında kontrol var. Bunu oldukça bilinçli bir şekilde onlara yansıtmış olmamız, onların nihai darbeyi vurma gibi bir eğilim içine girmelerini önledi. Grup aşamasındayken, PKK tasfiyesini daha çok bunlara dayanarak boşa çıkarmada bizim karşıt planımız veya yaklaşımlarımız son derece hayati bir rol oynamıştır. Yine düşmanın saldırı tarzını, yönelim taktiklerini en uygun bir taktikle karşılamıştır. Bu da, onların eylem anlayışlarına girmeyişimiz, yine provokatif davranışlarına geleneksel Kürt kişiliğiyle cevap vermeyişimiz ve hem kadın, hem erkek boyutunda daha özgün bir davranış biçimini sergilememiz, derin endişelerle ve tabii bunun doğurduğu tedbirlerle grubun şansını artırmaya çalışmamız, belki de hem sol, hem Kürt grupları tarihinde görülmemiş bir anlayışla onları karşılamamamızdır ki, ne polis literatüründe, ne de MİT literatüründe bunun başka bir özgün örneği yoktur. Bu, sanırım onları bir kargaşaya, bir değerlendirme hatasına götürüyordu. Zaten günlük merkezlerine giden raporların saptırmalı raporlar olması ve kararların da böyle raporlara dayandırılarak gelişmesi, onları gittikçe daha fazla hataya götürdü.
Böylece uzatmalı savaş taktiğine göre ömrümüzü uzatıyor ve grubun yaşama şansını geliştiriyor, hatta grubu da oldukça büyütüyoruz. Elazığ tutuklanması ve yine Şahin Dönmez’in itirafları gibi tehlikeli bir durum bile bizim için son derece uyartıcı bir etki oluyor. Oradan çıkardığımız sonuç; dışarı çıkma kararıdır. Bu çıkış bir-iki ay daha gecikseydi grubun tasfiyesi gelişecekti. Ciddi bir olayı -buna da PKK’nin içine düşmüş olduğu büyük bir operasyon diyelim- doğru bir kararla karşılamamız ve bu çok önemli adımı atmamız, düşmanın bu dönem planlamasını boşa çıkardı. Ki bu daha çok MİT ve dar bir kontrgerilla birimi tarafından yürütülüyor, henüz tüm Genel Kurmay’ı ve yine tüm partileri, siyasi sistemi çok fazla etkilemiş olduğunu sanmıyorum. Dar bir kontrgerilla biriminin ve MİT’in planıdır. Bu planın etkisinden sıyrılmayla PKK için yeni bir dönem başlıyor.
Bilindiği gibi sıcak savaşım sahası olan Ortadoğu, TC’nin kontrolü dışındadır. İlk altı ayda, Türk Genel Kurmayı’nın ve MİT’in pek de fark edemeyeceği bir çalışma yürütülüyor. Kendimiz için bir temel kazanıyoruz. Bu süreçte bazı önemli ilişkiler yaratıyor ve bazı grup aktarımlarını gerçekleştiriyoruz. Bunlar bizim açımızdan yeni bir gelişmenin ilk adımlarıdır. 1980’lerin başlarından itibaren PKK’nin Ortadoğu sahasına dayalı olarak gelişeceği aşağı-yukarı anlaşılıyor. Bu yıllardan itibaren de yeni bir planlamayla karşı karşıyayız. Zaten ihtiyatı elden bırakmadan aynı yöntemi dışardan da sürdürdük. Özellikle Semir’in devreye girişi var. Yine Antep grubuna dayalı olarak Terzi Cemal, Ali Çetiner gibileri – sanırım kuşkulu yönleri var- ortaya çıkıyorlar. Yine Fatma içimizi kışkırtabilecek bazı öğelerle ortaya çıkıyor. Semir ile Fatma, ’80 sonrası ülkeye yönelişimizi boşa çıkarmanın en etkili isimleri olarak değerlendirilebilir. Daha sonra anlaşıldı ki, bunlar özellikle zindanla bağlantı kurmuşlar. Önemli bir PKK karargâhı olarak nitelenen Diyarbakır zindanı başta olmak üzere, dayatılan zindan tasfiyeciliği planı oldukça acımasızdı.
Aynı şekilde bu yıllarda zindan dışı bazı gelişmeler de yaşandı. Bu sahada belirttiğim isimlerin yanı sıra Avrupa’da Doğan Karakoç’un intiharı vardı. Bu kişi, Ali Çetiner ve Terzi Cemal (Ali Ömürcan) ile aynı grubun elemanıydı, üçlüydüler. Onun Avrupa’yı kontrol etme durumu olabilir. Her ne kadar bizim inisiyatifimiz artıyorsa da onların kendilerini toparlamaları ve tekrar içerden PKK’yi etkisizleştirmeye ağırlık vermeleri bu planın önemli bir parçasıdır. Zaten o süreçte PKK’nin ne dağda savaşacak gerillası, ne de imha edilecek kitlesi var, hepsini pasifize etmişler. Geriye PKK’nin kadrosunu organize etmeye çalıştığımız bir Ortadoğu sahası var. Avrupa’nın da öyle ciddi bir çalışması yok. Tümü benim etrafımdaki gruplaşma ve kadrolaşmadır. Bu kişilerin en çok dikkat ettikleri bir yaklaşım da içerde çekirdeği yozlaştırma, çekirdeği büyük bir kafa karışıklığına itme, çekiştirme, ülkeye değil Avrupa’ya yöneltme ve yine kendi aralarında basit yaşam güdüleriyle uğraştırmadır.
Türk Genel Kurmayı’nın bundan daha fazla planı olamazdı. Olabilmesi için bizim ilişkide olduğumuz Filistinli örgütlere el atması gerekiyordu. Zaten altı ayı geçmeden el attılar ve Arafat’la ilişki kurdular. Ecevit döneminde Arafat’a Ankara’da bir elçilik verdiler ki bu bize yönelik bir planlamaydı. Suriye sahasını bize kapatmak için Suudi’yi devreye sokuyorlardı. Bu dönemde Filistinlilerin belli bir inisiyatifi var, Suriye ise bunu pek dinleyecek durumda değil. Dolayısıyla hükümetin ve Genel Kurmay’ın dışardan müdahalesi oldukça sınırlı kalıyor. İçerdeki elemanları da ülke içinde olduğu kadar etkili değiller. Çok önemli oranda yozlaştırmayı, kafa karışıklığını yürütüyorlarsa da, bizim de buna karşı amansız, örgütsel, ideolojik ve diplomatik çalışmalarımız var. Bizim gelişme şansımız bu kez daha yüksek.
1981-’82 yılları bu konuda yoğun bir mücadele sürecidir. Çok iyi hatırlanıyor ki, bu yıllarda bir ekip “Hakkâri’ye tek bir grup göndertmeyeceğiz” sloganı adı altında faaliyet gösterdi ve önde gelen bazı kadro adaylarımızı da oldukça baştan çıkardı, basit yaşam güdülerini ayaklandırdı. Avrupa’ya yönelme düşüncesini ve sahte yaşam anlayışlarını tahrik ettiler. Kadroyu “bir şey yapılamaz, en iyisi idare etmektir” anlayışına saptırdılar. Apolitik, fazla örgüt endişesi olmayan önde gelen birçok öğemizi, hatta merkezimizi boğuntuya getirdiler. Bütün ilkel kişilik düzeylerini çok iyi değerlendirdiler. Zor süreçte kişilerin güdülerine hitap edilerek ve yozlaştırılarak devrim dışına taşırılabileceğini iyi gördüler. Bu konuda da oldukça önemli bir çalışma yürüttüler.
Belirttiğim gibi dışarıda da Filistinli örgütler elde edilmeye çalışıldı. Suudi ile Suriye üzerine etkide bulunulmak istenildi. Doğu Kürdistan üzerinden bazı birimlerimizin de ilişkide oldukları -ki Mehmet Hoca onlarla ilişkideydi- KDP ile ilişkilerini yeniden geliştirdiler. O tedbiri de aldılar. Sonuçta “Hakkâri’ye tek bir adam çıkartmama” konusunda KDP bağlantısını iyi kurdular. Şahin Kılavuz’un sorumluluğundaki on kişilik ilk grubumuzu imha ettiler. Yine 1982’lerde yoğunlaşan grubumuzu kendi kontrolleri dışına çıkarmamaya, TC ile birlikte onları hâkimiyet altında tutmaya büyük özen gösterdiler. Çok iyi hatırlanacağı gibi, grubun sorumlusu arkadaşımız bile o gün tutulması gereken stratejik yerlere hiç gitmiyor. Hatta eylem yapmama sözünü veriyorlar. Botan hududunun her iki yanına yaklaşmamayı -ki sanırım bu KDP’nin TC’ye verdiği bir söz- bizim gruba kabul ettiriyorlar. Dolayısıyla çok önemli bir süreci burada boşa çıkartıyorlar. Bunu daha sonra bize de dayattılar, hatta “eylem yapılmazsa çok iyi olur” diye rica ettiler. Ancak biz anlayışın tehlikesini sezmiş ve gereken sonuçları çıkartmıştık. 15 Ağustos Atılımı’nın eksik de olsa gerçekleştirilmesiyle bu ikinci büyük tasfiye planı boşa çıkarıldı. Birincisinde nasıl yurt dışına çıkmayı başarmakla tasfiye planı boşa çıkarıldıysa, ikincisini de 15 Ağustos Atılımı’nı başlatmakla tasfiye planını boşa çıkardık.
Tabii düşmanın buna vereceği karşılık daha kapsamlı olacaktı. Nitekim ordu önemli oranda devreye sokuldu. Klasik isyanı ezme biçiminde bir planla gelindi. KDP, Güney’de tamamen kontrole alındı. O bilinen ilk bombalamalar bu ilişkiye dayalı olarak yapıldı. KDP ile ilişkilerimiz gittikçe bozuldu. Yine, Suriye üzerinde yoğun görüşmeler yürütüldü. Arap gericiliğiyle ilişkiler geliştirilerek bizim üzerimizde çok etkili olunmak istenildi. Kürt reformistleriyle ilişkiye geçildi. KUK, Peşeng, hatta Özgürlük Yolu gibi örgütler hem Ortadoğu’da hem Avrupa’da bize karşıt bir duruma getirildiler. Hatta bu örgütlere Paris’te gizli görüşmeler yaptırıldı. Yine bu yeni dönemde KDP bünyesinde -içimizde de- gizli görüşmeler yaptırıldı. Bildiğimiz öğeler faaliyetlerini son perdeyi oynamak biçiminde gösterdiler. Özellikle Fatma son perdeyi oynamakta kararlıydı. Yine bu son dönemde Antep grubundan Ali Çetinerler de bu konuda daha dikkatli değerlendirilebilir. Semir özellikle Avrupa’da oynamaya devam ediyordu. Bu bir yerde ilk dönem tasfiye planlarının son perdeleri oluyor. Hem dışımızdaki reformistlerin, KDP’nin hem de ordunun seferber edilmesi ve içimizdeki tüm güçlerini kullanmalarıyla ’86’da Agit arkadaşın şahadeti; Botan’da kuşkulu katılımların -onlar muhtemelen bir sızma olabilirdi- ve Guyine köyünde çıkan bir çetenin Botan’ı kontrol altına alma çabaları, 15 Ağustos 1984 Atılımı henüz bir yılını doldurmadan tasfiye planını hayata geçirecek çalışmalardı. Sanıyoruz bütün bölgeler de mükemmel çalıştılar.
Yine uluslararası alanda PKK’nin terörist olduğu düşüncesini geliştirmek için Olof Palme cinayeti geliştirildi. Avrupa’da yayılmanın önlenmesi için yoğun olarak CIA, Alman polisiyle ilişkiye geçildi ve anlaşmalar yapıldı. Yine Ortadoğu’da özellikle Fatma’nın provokatif davranışları son haddine kadar gelmişti. Gerillada, Agit’in şahadetinde de görüldüğü gibi, kontrol neredeyse ellerindeydi. Bunların kapsamlı bir plan olduğu çok net. Sanıyorum bu plan kendilerine göre en geç ’87’ye ulaşmadan, ’86’nın başlarında bizi tamamen etkisizleştirmeyi ve tasfiye etmeyi amaçlıyor. Zaten planlarının yaklaşık olarak altı ay veya bir yıl gibi bir süreyi kapsadığını belirtmek gerekir. Bize öyle daha fazla bir ömür biçtiklerini tahmin etmiyoruz. Daha önceki de öyleydi, bize biçilen ömür belki bir-iki aylıktı, belki de ’84’ten sonraki bir yıldı. Nitekim ’85’in sonlarına geldiğimizde bizim gerillamız kendi kendini tasfiye eder hale gelmişti.
Bizim o zaman buna verdiğimiz karşılık, bu büyük kargaşayı göz önüne getirerek içte ve dışta adeta düşüncede bile süreci iyi tahlil edip kavramak ve ne yapılması gerektiğini cevaplandırmaktı. O zaman bu büyük bir sorundu. Biz hemen ülke içi sahayı esas alsaydık -ki benim için de epey çağrılar yapılmıştı- ve gitseydik sanıyorum bu, mevziiyi zamansız terk etmek olurdu ve onlar bu durumdan tam sonuç alabilirdi. Biz yine mevziimizi derinleştirmeyi esas aldık. 15 Ağustos’tan sonra geriye nerdeyse on-on beş kişilik bir güç kalmıştı. Bir yıl sonra grubu tekrar çekirdekleştirmeye büyük özen gösterdik.
III. Kongre süreci gibi daha geniş bir ideolojik netleşme ve daha geniş bir kadroyu burada oluşturmanın en doğru yaklaşım olabileceğini düşündük ve bunun yoğun çabası içine girdik. Yine bu konuda daha planlı olmaya, oldukça sabırlı ve örgütsel çalışmaya son derece ağırlık vermeyi esas alan yaklaşımlarımızla, partiyle uzun süre oynayanları biraz daha yakın takibe almamız, onlara teslim olmak şurada kalsın, onları giderek daraltma ve nefes alamaz duruma getirmemiz; tahrikçileri tahrik etmemiz ve böylece de “bize erken doğum yaptırdınız” diyenlere -ki, bunu Semir söylüyordu- erken doğum yaptırmamız gerçekleşti. Onları bir-iki sefer erken doğum yapma gibi bir sürece tabi kılmamız renklerini tamamen açığa çıkardı ve III. Kongreye doğru giderken Fatma tamamen deşifre edildi. Ali Çetiner ve diğerleri gibi tüm bu içten kemirici öğeler de önemli oranda netleştirildi. Böylece çekirdek biraz geliştirildi.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan