HABER MERKEZİ –
- Her şeyin birbirine bağlı olduğu evrende toplum baskı altındayken bireysel ve ailesel yaşam nasıl olağan şekilde sürdürülebilir ki?
- Bizim somutumuzda direniş ve çözüm gücü olmak dışında hiçbir şeyin hakiki bir değeri yok.
Dogmatizmin ağır etkilerini aşmak, tarih ve sosyolojiye dönmekle mümkün. Mani, Mazdek ve Hürremiler Ortadoğu Rönesans’ında ana duraklardı ancak katliamlarla kesintiye uğramışlardır. Binli yıllara doğru El Kindiler, el Farabiler, İbni sinalar, İbni Rüşdler, Sühreverdiler ikinci Rönesans durağıyken dogmatizmin saldırılarıyla kesintiye uğramışlardır. Üçüncü durak şu an içinde bulunduğumuz dönemdir. Katliamlar ve dogmatizm bu süreci de kesintiye uğratmak istemektedir.
İkinci duraktan sonra Avrupa kendi aydınlanmasını gerçekleştirmiştir. Binli yıllardan itibaren sorgulamalar, arayışlar güçlenmiş ve neticede aklın zaferi ilan edilmiştir. Bu sürecin gelişmesinde sanat ve edebiyatın belirleyici bir yeri olmuştur. Roman türü bu dönemin ürünüdür. Tarih ve sosyolojiye dönüşün sanatsal ifadesi oluyor.
1600 başında yazılan Don Kişot, Avrupa’nın ilk romanı olarak kabul edilir. Feodal yiğitliğin yeni gelişen teknoloji karşısındaki mücadelesini konu edinir. Herkes onu bir hayalperest, bir deli olarak görürken o mazlumları koruyan bir kahraman olarak direnmeyi sürdürür; her seferinde yenildiği halde kavgasını ve hayallerini bırakmaz.
Dönemin sosyolojik-tarihsel karakterinin kişideki yansımasını işlemek romanın temel konusu olmuştur. Bunu en çarpıcı şekilde Alman edebiyatında görürüz.
En çok bilinenlerinden olan ve 1774 yılında yazılan Genç Wertherin Acılarından bize kalan miras, ayrılık ve ölüm birlikteliği oluyor. Çok güçlü sezmiş olacak ki her şeyin toplumsal özgürlüklere bağlı olduğunu anlamış ve anlatmış.
Trajediyi taşıyan mirasın yaratıldığı dönemde Fransa ve İngiltere ulusal birlik, ekonomik kalkınma gibi olgularla öne çıkarken siyasal birliği olmayan Almanya ise edebiyat ve felsefeyle öne çıkar, birey kimliği gelişir. Romanda bireyin kişilik kazanması kavgası da anlatılır.
Her şeyin birbirine bağlı olduğu evrende toplum baskı altındayken bireysel ve ailesel yaşam nasıl olağan şekilde sürdürülebilir ki?
Bizim somutumuzda direniş ve çözüm gücü olmak dışında hiçbir şeyin hakiki bir değeri yok. Hem bahsettiğimiz romanın hem de kendi tarihimizin trajediden başka yere açılan kapısının olmaması bir yanıyla “karamsarlık” hastalığından, bir yanıyla da “moral tarih” anlayışına sahip olmamaktan kaynaklanıyor.
Sezgi, feraset, zihniyet ya da anlam gücü… Bunların hepsi aynı anlama gelmektedir. Buna dayalı olarak özgür halk ve özgür insan gerçeğine ulaşılmadan bu tarihi mirasın taşıdığı trajedi değişmeyecektir.
“Yenilmeyen Mem ve Zinler olmalısınız” sözü duygu, düşünce ve sezgilerimizi tüm tehlikelere karşı uyarıyor.
Trajedinin değişmesi direnişle birlikte Ortadoğu aydınlanmasına bağlıdır. Her türlü kaostan çıkışın zemini budur. Savunmalar gerçek bir Rönesans ve aydınlanma hareketi başlatmıştır.
Müzik, roman, destan, belgesel, sinemada direniş!
Bu sayede bizde de roman gelişiyor. Kürt Rönesans’ı kendi romanına kavuşuyor. Roman ise Rönesans’ı derinleştiriyor. Belki henüz ilk örnekler olduğu için eksikleri olabilir ama atılan adımlar çok kararlı ve sağlam gelişiyor. Bunun öncülüğünü hastalıktan yitirdiğimiz Sait Üçlü ve İrfan güler yoldaşlar yaptılar.
Bütün bu süreçlerde özgür toplum ve özgür insan kimliği gelişiyor. Çünkü bunların felsefik temeli sağlam.
Yine şehir direnişlerinin anlatıldığı edebiyat eserleri birbiri ardına yazılıyor. Halen yazılmayı bekleyenler var; hem de çok fazla. Maniler, Babekler, Hallac-ı Mansurlar, Besê ve Zarifeler; Zenduralar, Tepe Sorlar, Werxelêler, Mam Reşolar ve Garê zaferi gibi…
Kent direnişlerinden Kobanê üzerine olanları ve Cizre’yi anlatan kitapları örnek alabiliriz. “Özgürlük Tofanı-Cîzira Botan Şar Direnişi”, “Yüzünü Güneşe Dön”, yine Rojbin Perişan yoldaş zindandan yazdı. “Diz Çökmeyenler” adıyla İrfan Güler yoldaş 3 cilt olarak kaleme aldı.
Bir de şarkısı vardır: Şetyano!
Mehmet Tunç ve Asya Yüksel’in coşkusu ve hüznüyle, ritmi ve anlamıyla Cîzre kent direnişini onun kadar iyi yansıtan şarkı azdır. Belki de en iyisidir demek mümkündür. Avazê Çiya’nın en değerli eserlerinden biridir.
İşte bu kitaplarda da öyle bir tat var…
Sinema için ise sürprizler kapıdadır! Belgeseller yapılıyor. Ve elbette bir de “destan” geliyor!
Yani demokratik modernite, sanatıyla da aydınlatıyor ve sezgilerimizi canlandırıyor.
Sanat alanı savaş ve siyaset alanının bir yansıması gibi… Büyük duyarlılık ve incelik gerektiriyor.
Eğitim ve sağlık alanı da böyledir. Bazı meslekler incelik ister. Fakat hayatın hiçbir alanı insan ilişkileri kadar incelik gerektirmiyor.
Her türlü tahakkümcü anlayış ve davranıştan arınmış insan ilişkileri en güzeli…
Ve tüm güzellikler aklın ve duyguların büyük buluşmasıyla gerçekleşiyor. Ne var ki bunların da ötesine geçen özellik, “dahi” denilebilecek öncü kişiliklerde ortaya çıkıyor ki bunun başında da sezgiler geliyor.
Stratejinin esası: Zaman ve Mekân!
Bilimden sanata, askerlikten siyasete birçok alanın dehaları vardır. Napolyon’a atfedilen dahilik kendisinin tanımıyla sezgi gücünden başka bir şey değildir. Belki şöyle formüle edilebilir: Lider prensiplerle yönetir, deha ise sezgilerle! Sezginin gücü böylece daha iyi anlaşılır oluyor.
Soykırım saldırılarına karşı direnen herkes birer lider ve dahi olmasa da ucuz yenilgilere fırsat vermemek için sezgi gücü herkese lazım ve mücadele eden herkeste biraz vardır bu özellik.
Sezgiler insanı anlamak için gereklidir ama en çok da zamanı ve mekânı iyi anlamak, çözmek ve buna göre davranmak için gereklidir.
“Zaman ve mekân” olgusu, sezginin büyük rol oynadığı strateji biliminin ana unsurudur.
Bu anlamda denilir ki tüm stratejinin esası zaman ve mekândır! Öyleyse zamansız ve mekânsız her düşünüş tarzı sezgileri köreltir, yanılgılara yol açar. Tersi ise önümüzü görmemizi sağlar.
Güçlü sezgiler sadece tecrübeyle ve bilgi birikimiyle edinilmez; zaman ve mekân algısı her şeyden daha çok belirleyicidir.
Zamanlama her şeydir; bulunulan ortamın hesabı da iyi yapılmışsa her işten sonuç alınabilir.
Buna göre şimdi başkalarından yakınma, başkalarına öykünme ya da başkalarından bekleme zamanı değil, öz gücünü esas alıp harekete geçme zamanıdır.
Sezgilerimiz bize bu baharın güzel geleceğini, bu yılın özgürlükle nakşedileceğini söylüyor…
Nurettin Demirtaş/Yeni Özgür Politika