HABER MERKEZİ –
Son bir kaç günü mücadele cephesindeki güçlerimizle tartışarak değerlendirdik. Burada kapsamlı geliştirmeye çalıştığımız yaklaşımları daha yoğun ve özlü bir biçimde bir kez daha aktarmaya çalıştık.
Bilindiği gibi mücadele cephelerimiz baharı yakaladılar. Fakat bütün yönleriyle açığa çıkardığımız gibi, ağır tarihi sorumluluk, siyasi hassasiyet ve onun ordulaşmaya dönüşmesi konusunda bir sığlığı, yüzeyselliği, kendiliğindenliği ve ağır bir tempoyu yaşadıkları da bir o kadar gerçek. Dayattıkları tarz, orta tabaka, orta sınıf tarzını henüz aşamıyorlar. Partinin ideolojik, siyasi ve pratik öncülük düzeyi ile halkın ve çalışan kitlemizin ortaya çıkardığı dayanma durumunu orta kademe öncülüğümüz bir türlü anlamıyor ve buna gereken anlamı veremiyor. Yani PKK’yi bir orta sınıf partisi gibi düşünme alışkanlıkları hayli etkili. Bunlar fırsat buldukça gelişen ve kendini dayatan küçük-burjuva sınıf özellikleri oluyor.
İyi niyetler ne olursa olsun, yıllardır kendini eğitmeme ve yaşama emek gözlüğüyle bakmama gibi önemli oranda düşmanın dayattığı ve orta sınıf aile yapısının verdiği değer yargıları bireyleri fena halde bağlamış; bu nedenle partinin bütün yüceltici, kurtuluşçu çabalarına denk gelen bir karşılığa ulaşamıyorlar, onu göremiyorlar ve bu yüzden de zaferi pekiştirecek adımların sahibi olamıyorlar, yalpalayan ve kaybetmeye açık bir tarzı kıramıyorlar. İşte bu durumlar üzerine epey yüklenmek istedik. Hiç şüphesiz biraz etkili olur ve eskiyi biraz aşarız. Ama henüz PKK’nin zaferi getiren tarzını yakaladılar ve o temelde yaşıyorlar demek çok zordur.
Bahar hamlesi gerçekten epey gelişme fırsatı sunuyor. Bu kampanya büyük bir saldırı hamlesine kadar da götürülebilir. Fakat öncülük sorunu ve onun belirlemeye çalıştığımız çerçevedeki uygulanış sorunu güçlü bir çözümle cevap bulmazsa bu kampanya sınırlı kalır. O zaman düşmanın karşı hamlesi belki de tehlikeli olabilir. Çünkü düşmanın da bayağı büyük bir saldırı kampanyasıyla yüklenmeye çalıştığı, bunu gün gün geliştirerek ve güçlendirerek yürütmek istediği çok açık.
Bizim bu denli yoğunlaşmamıza rağmen, komuta düzeyimiz henüz kendi saldırı kampanyasını planlayıp yürütecek kudrette değil. Uzun yıllar süren parti içindeki değişik yaşam alışkanlıkları onları fazla yaratıcı kılmıyor. Halen parti değerleri üzerine kendini oturtma, kendini dayatma sürüyor. Yaratıcılık, ön açıcı olma, sürekli ilerlemeyi mümkün kılan bir tarzın sahibi olma gibi hususlara pek akıl erdiremiyorlar, çabaları ona yetişmiyor. “Evet, evet” diyorlar, ama pratikleriyle bunu kanıtlayamıyorlar. Bu gücü, bu yaratıcılığı bir türlü sergileyemiyorlar. Bu sınıf dışı özellikleri tam yıkmadan, parti içini de yıllarca biraz kaşarlanmış, kireçlenmiş ve hareketsiz bırakan özellikleri söküp atmadan böyle büyük bir kampanyaya ulaşmamız zordur.
Bizim başarmak istediğimiz, düşmanın mevcut konumunu hesaplayan bir saldırı kampanyasıdır. Bu konuda sizleri zorlamak istemiyoruz ama, kişilikleriniz buna hazır değil. Yılların ihmalkarlığı, siyasi ve askeri yönden kendinizi yetiştiremeyişiniz çabalarınızı son derece kısır bırakıyor ve sizleri problemli tutuyor. Bu da sizin gerçeğinizi ifade ediyor. Bir kişi kendine yıllarca böyle sevdalanırsa ve kendi bireyciliğini kıramazsa, tabii böyle önemli kampanyalara layıkıyla karşılık veremez. Ne yazık ki durumunuz böyle ve yaygın olarak yaşadığınız yaşam gerçekliğiniz böyle güçlü eylem ve hamlelere yetmiyor. Bu da sizin sorununuzdur diyorum. Biz onun nasıl aşılması gerektiğini ortaya koyduk burada; kişiliklerinizi nasıl hazırlayabileceğinizi ve gelişmelerin emrine nasıl sunabileceğinizi gösterdik. Bunu ne kadar anladınız ve ne kadar hazırsınız? Bu da sizin bileceğiniz bir iş.
Bir devrimcinin kendisine sorması gereken sorular ve kendi içinde vereceği karşılıklar vardır. Tabii bunlar hep başarı sözüdür ve eylemin adım adım hazırlanışıdır. Bir saniye bile ertelemeksizin tam bir tempoyla yol almadır. Sorumluluk duygusunu iliklerine kadar hissetmek ve fırsatı yakaladı mı onu gerçekten değerlendirmektir.
Dürüstlüğünüz ve çabanız ne olursa olsun, bu bir ustalık işi olduğu için, bütün yönleriyle sizleri böyle güven verici bulmak, doyurucu bulmak biraz zor. Biz bu zorluğu kırmaya çalıştık ve sizleri başarabilen yürüyüşçüler olarak göreve hazırlamak istedik. Aslında bütün gücünüzle yürüyorsunuz. Gerçekten çok yoğun bir çaba söz konusu. Fakat büyük oranda kendinizi yaşıyorsunuz. Bu çabayı bir türlü kolektivizme dökememe var. Özellikle fırsatı yakaladığınızda, ortamı tuttuğunuzda, görevi devraldığınızda ona hakkını vermeme, pratiğe yürüyerek hakkını vermeme, hep böyle çarpık kalma ve doğru değerlendirememe gibi yaklaşımlar sergileniyor.
Evet, bizim bu konuşmalarımızda böyle bir partiye ve onun savaşımına bundan daha fazla ne verilebilir? Sanmıyorum bundan daha fazla verilebileceğimi. Önderlik ancak bu kadar verir. Herhalde mevcut verilenler bile çok tekrar düzeyinde olmuştur. Aslında bu tip yaklaşımımız gereksizdir. Ama elimizden başkası da gelmiyor. Siz öyle durdukça biz de böyle duracağız. Bütün yaptığımız kendimizle oynamamak, yani mücadele gerçeğinden kopmamaktır. Bunun için aslında bütün marifetlerimizi sergiledik ve halkı da böyle mücadele gerçekliği etrafında tuttuk. Ama bunun hakkı ne kadar verildi, buna ne kadar ustaca yaklaşıldı? Hayır, gereken aslında yapılmadı. Ama biz, ciddi bir saptırmaya, gündemi düşmanın istediği bir biçime çevirmeye de fırsat vermedik.
Doğrultumuz, parti içinde ve dışında esas yürüyen ve söz sahibi olan doğrultudur. Bundan ne taviz verildi, ne de bunun etkisiz kılınmasına fırsat verildi. Hiç şüphesiz gelişmeleri belirleyen esas etken budur. Ama zafer için bu yeterli mi? Sizin mücadeleniz herhangi bir katkıya yol açabilir mi? Olursa iyi olur. Olmazsa da doğrultu kendisinden emindir. Sorumluluğu böyle götürüldükçe de başarı yolunu bulacaktır. Bazıları iyi katkı yaparsa, hiç şüphesiz onların da yeri iyi olur, katkıları olur, adları ve ünleri olur ve saygıyla anılırlar. Eğer bunu değerlendirebilirseniz sizin için onurdur. Sizler değerlendiremezseniz de, bu mücadele sürdükçe elbette bir yerlerden başarı sahipleri çıkacaktır.
Tarihimizde çokça görülen kendinde tıkatma, kendinde ihanetle işleri sarpa sardırma dönemin artık sona erdiğini söyleyebiliriz. En önemli bir gelişme de budur. İster parti içinde olsun, ister ulusal direniş cephelerinde olsun kişiler artık her şeyi kendileriyle gömemiyorlar. Bütün ihanet mantığına ve ihanet pratiğine rağmen, kişilerin kendileriyle birlikte her şeyi yenilgiye götüremeyecekleri biraz anlaşılmıştır. Çok çaba harcandı; böyle kendini ölü gibi tutarak, kendini bitirterek, kendini doğratarak, kendini öldürerek yere gömmeye çalışıldı; fakat buna fırsat verilmedi. Yani bir ulusal yazgı gibi görülen kendinde yaşamı mahvetme eğilimini kırdık diyebiliriz. Bu eğilimi, bu yaşamama ve ölme eğilimini kırdık, hem de adam akıllı kırdık. Ama tam yaşamın yoluna, başarının yoluna girildi mi? Tam girildi denilemez. Ancak mevcut olan da az bir gelişme değildir. Sizin bu ölümlü kişiliklerinizin, müthiş çirkince yaklaşımlarınızın kendisiyle birlikte her şeyi öldürmesine fırsat verilmemesi de bizim açımızdan önemli bir başarıdır.
Şimdi görüyorsunuz ki, en bağlıyım diye geçinenlerin bile ölümü temsil ettikleri bu son örneklerle iyice açığa çıktı. Ve bu ölümcülüğü neredeyse bütün yaşamı diriltme alametlerimize, işaretlerimize, olanaklarımıza dayatıyorlardı. Ve halen de sizleri sorguluyoruz. Ne kadar yaşamın içindesiniz, ne kadar dışındasınız? Ne kadar ölümcül, karartıcı ve soğuk noktalarsınız, ne kadar diriltici, aydınlık ve sıcak yaşamın olanaklarısınız? Bunları açığa çıkartmaya çalışıyoruz. Özellikle ne kadar çirkinleştirici, ayak bağı, körleştirici ve kötüleştirici yapıdasınız, ne kadar bunlarla çelişiyorsunuz? Güzelleştirme, iyileştirme, doğrultma çabalarıyla ne kadar bağlantılısınız? Bunlara da açıklık getiriyoruz. Bunlar da savaş kadar önemli işlerdir. Yani biz, bir de bu yönüyle çok yoğunlaştık.
Bu gelişme karşısındaki direnmeleri de halen görüyoruz. Peki ben mi sizi inkar ediyorum, siz mi beni inkar ediyorsunuz? Ben mi güzelliklerinizi karartıyorum, siz mi ortaya çıkarmaya çalıştığım güzellikleri çirkinleştiriyorsunuz? Ben mi aydınlığı oluşturuyorum, siz mi? Karartan kimdir, aydınlatan kimdir? Umudu yeşerten kimdir, umudu tüketen kimdir? Hırsız kimdir, emek sahibi olan ve değer yaratan kimdir? İşte bunlara biraz açıklık getirdik.
Elbette bunlar öyle basit, sıradan gelişmeler değildir. Yiğitlik, mertlik öyle kaba anlamda elde silah savaşmak değildir. Hele bizim gibi namertliğin her türlüsünün geliştiği bir toplumsal ortamda doğru, mert ve anlamlı insanı nitelemek ve biraz da böyle ortaya çıkarmak en zor işlerden birisidir. Alçağın, namerdin, döküntünün, çirkinin en iğrenç olanının bu kadar kol sardığı, etrafı kolaçan ettiği bir sistemde ve dönemde, bütün bunların üzerine yürümek ve bazı darbelerle onu sersemletmek basit bir iş değildir.
Hayır, bu basit olmadığı gibi, bunu kimin ve nasıl yaptığı da üzerinde durulmaya değerdir. Biz kendimizi bütünüyle burada özlü kılmaya çalıştık. Yani mühim olan gerçeklerin böyle anlaşılır kılınmasıdır dedik. Bazılarınızı gönüllerinin istediği gibi idare etmek yerine gerçeklerini ortaya çıkarmayı esas aldık. Bu kadar fanatiğin, bu kadar kendini kaybetmişin veya her an kendini kaybetmekle yüz yüze olanın bulunduğu bir gerçeklikte başka türlü davranmak, bu durumda olanlara karşı da saygısızlık olurdu. Ne kadar fanatik olduğunuzu, gerçeklerden ne kadar kaçtığınızı ve başarı gerçeğine yaklaşmak istemediğinizi göz önüne getirdiğinizde, durumların nasıl yakıcı olduğu ve kendine gelmenin ne kadar önemli olduğu çok daha iyi anlaşılır.
Bazı şeyleri kesin doğru yorumlamak ve hakkını vermek gerekir. Lafazanlıkla, bilmem şöyle yetmezliklerle, gerçeklerle oynamakla bu işler yürümez; bunlar aşağılık olmanın, şerefsiz olmanın en temel nedenidir. Bazı değerlere gözü yaşlıca ilgi göstermek ve karasevda gibi dayanmak da öyle sanıldığı gibi iyilik falan değildir. Bizde çok etkili olan bu yaklaşımın da çok yoğun bir namussuzlukla ilişkisi vardır. Onu da göstermeye çalıştık; en az sıcak savaş cephesi kadar, böyle bir ruhsal cephede de savaş verdik. Çünkü çirkinlikler had safhada. Çünkü kendi ruhunda karartan, yenilgiye götüren bir çok şey var. Bunların hepsini gösterdik. Yiğitse çıksın ortaya; ne diye karartıyor, kendi dipsiz kuyu kişiliğinde bir çok şeyi yutuyor! Bunlara fırsat vermek istemedik. Yine ne kadar ölümcül ve çürük olduğunuzu da ortaya koyduk. Yaşamaktan aciz, yaşamın bakış açısı, doğrultusu olmayan kişiliklerin aranızda ne kadar çok olduğunu gösterdik. “Çoktan ölmüş de farkında değilmiş” havasında olanları gösterdik. Bunlar yanında, çok çocukça da olsa yaşam heveslerimizi, istemlerimizi, tutkularımız da göstermeye çalıştık. Ayıp olan bu değil, ayıp olan kendi gafletini örtmektir; kendi bitmişliğini, kendi saygısızlığını, çürümüşlüğünü örtbas etmektir. Biz bu tür şeylere girmemekle gene en iyisini yaptık.
İşte görüyorsunuz, sıcak savaşım cephelerine de bir şeyler veriyoruz; kararmış, buz kesilmiş ruhlara da bir şeyler veriyoruz. Orada da bir temizlik hareketi geliştiriyoruz. İster hoşunuza gitsin, ister gitmesin biz böyle işlerle uğraşıyoruz ve tarzımız da böyledir. Karşı çare ve tedbirleriniz varsa ortaya sermekte özgürsünüz. Yeter ki yaşama büyük saygısızlık olmasın, her şeyi çirkinleştirip yerin dibine batırmasın. Bunu istemek savaşçılıktır, mücadeledir. Hiç kimse lafazanlıkla, demagojiyle işleri başka türlü veya keyfince göstermeye cesaret etmesin; adam olmayana adam, yetmeyene yeterlidir dedirtmesin; sahteye ve iğrence böyle unvan biçtirmesin. Herkesin gerçeği neyse öyle ortaya çıksın. Bu kadar yalanın egemen olduğu böyle bir ortamda yapabileceğimiz en büyük iyilik herhalde budur.
Gerçeklerin dili ve eylemi olmaktan kaçınan biz değiliz. Görüldüğü gibi biz, her şeye az-çok bir katkıyla cevap veriyoruz. Ama bizim adamlarımız pek oralı olamıyorlar; heybetli, otoriteli ve sonuç alıcı olamıyorlar. Bir komuta, bir önder üslubuyla cevap veremiyorlar. Kendi katkılarını ancak çok sınırlı ve çok zavallıca sunabiliyorlar. Peki biz mi böyle istiyoruz? Hayır. Tam tersine biz, tümüyle yeterliyi zorlayan bir havada olmaya büyük özen gösterdik ve bu temelde destek sunduk. Görüldüğü gibi, insan bir yolda ve bir yöntemde ısrar ederse gelişebilir. Bunun çarelerini kendimizde nasıl ortaya çıkardığımızı gösterdik. Bununla şu başarıldı: Tam başarı için istediğimizi belki elde edemedik, ama bazılarının bizi tam başarısızlığa götürmesine de fırsat vermedik. Ne düşmana bu fırsatı verdik, ne de içimizdeki dolaylı düşürenlere, başarısızlığa götürenlere.
Bizim iyiliğimiz işte buradadır. Bu konuda bize yutturamadılar, ne düşman yutturabildi, ne de onun içimizdeki dolaylı yansımaları yutturabildi. Sanıyorum yeterli ayakta durduk, karşı hamleleri karşıladık ve kendi hamlemizi de biraz dayattık. Peki bunu anlarlar mı? orası kendi bilecekleri iştir. Biz üzerimize düşeni böyle yoğunca yerine getirdikten sonra artık günah bizden gitmiştir. Ben günahın ne olduğunu bilirim biraz. Günahı kendi üzerimden attıktan sonra, günahkarlar nasıl ölürse ölsün, o beni ilgilendirmez. Hakkın yolunu, sevabın yolunu bu kadar göstermemize ve buna çağırmamıza rağmen, eğer bu yola girmemeye ve gerekeni yapmamaya ısrar ediyorsa, o günahkarın ve sefilin tekidir ve nerede, nasıl giderse gitsin, yeter ki etrafa zarar vermesin. İşte biraz bunun tedbirini alalım. Vicdan hesabı da ancak böyle verilir.
Görülüyor ki, baharın diriliğine biz de böyle cevaplar yetiştiriyoruz. Baharın dirilticiliğine karşılık bizim dirilticiliğimiz de bu oluyor. Bunu anlamayan ruhlar artık anlarlarsa kendi hayırlarına olur. Bir halkın içinde ısrarla bu kadar basitliği yaşayanlar, halkın her türlü baş aşağı gidişine izin verenler, gözünü hiç yükseklere dikmeyenler ve çare olmaya gönülden inanmayanlar olduktan sonra, bizim gibi bir devriminde kendini böyle ortaya koyması yadırganamaz. Bu bir intikamdır, biz niye boyun eğelim!
Ben hep böyle bir şeyler yaptım ve yapmaya da devam ediyorum. Buna karşı olanlar güçlü olsunlar ve bizim konumumuzu sarsmaya çalışsınlar. Benimki de bir savaşçılıktır, sizinki de. Ben, özveriyle kendi savaşçılığımda yer almak isteyenlere yönelik bir yaklaşım geliştiriyorum. Karşımdakilere karşı da bir şeyler geliştiriyorum. Karşımdakilerin de, yanımdakilerin de buna karşılık verme hakları vardır, fakat dökülüyorlar. Elbette bunun nedeni ben değilim. Düşman bile düşmanlığını iyi yapamıyorsa sorumlusu kendisidir. İçimizdekiler yandaşlıklarını iyi yürütemiyorlarsa sorumlusu kendileridir. İlla bizi düşürmek isteyenlerse güçlü olsun düşürsünler. Bir oportünist de kendini örgütleyebilir, bir oportünist de örgüt kurabilir veya bir partiyi boşa çıkarabilir. Böyle yapsanız bile bravo denilir size. Yani buna bile güç getirememe söz konusu oluyor bizim bir çok oportüniste benzer öğemizde.
Dediğim gibi, bütün bunların izahı vardır ve yapılmıştır. Biz de kendi işlerimizin başındayız. Sizi kandırmıyoruz veya illa gelin rica minnetle şu işi yapın demiyoruz. Bu işlere kendiniz talip oldunuz. O zaman “işin esasına göre hizaya gel” dememiz, “onun tarzına ulaş, onun terbiyesine ulaş” dememiz anlayışla karşılanmalıdır. Burada ağlamak söz konusu olamaz. Yiğitlik isteniyorsa, sen onu böyle zavallılıkla lekeleyemezsin, çaresizce duramazsın. Bu sanatın gerekleri vardır, yiğitlik sanatının gerekleri vardır; onu yerine getirirsen, o zaman ölümün bile bir adı, bir şanı olur. Aslında bütün bunlar önce de söylendi. Fakat size göre bunlar basittir, fazla anlaşılmazdır. Halbuki anlaşılmaz olan, basit olan siz oluyorsunuz.
Yürümeye ilişkin biz bazı değerleri ortaya çıkardık. Büyütmeye, yüceltmeye ilişkin ağırlık bizdedir, sizde değil. Ayrıca çıkış yapanlarınız da öyle fazla boy vermiyor. Şu ortaya çıktı; büyükleriniz, ana-babalarınız sizi güçlü yetiştirememiş. Kemalist veya aşiretçi-feodal etkili yetişmeniz sizi çaresiz kılıyor. Ne o özelliklerle fazla sonuç alabiliyorsunuz, ne de bizim yaratmaya çalıştığımız tarz da boy verebiliyorsunuz. Arada zorlanıp duruyorsunuz. Daha size ne yapalım ilerletmek için?
Biliyorsunuz, bizim işlere “çılgınca işler” denildi, siz de diyebilirsiniz, fakat gene de bir iştir. Bu da bir iş, yaşamın bir biçimi oluyor. çılgıncadır da diyebilirsiniz, mantığa pek sığmıyor da diyebilirsiniz, ama biz de şunu söylüyoruz: Peki senin karşı gerekçen ne, yaşam dediğin kaç para eder? Yani ülkeniz adına ne söyleyebilirsiniz, halkınız adına ne söyleyebilirsiniz? Hatta kendi adınıza ne söyleyebilirsiniz? Çoğu üzümün sapı bile olamaz, evin hademesi bile olamaz, efendinin karşısında döküntü bile olamaz. Peki öylelerinin kaç paralık değeri olabilir? Tabii bütün bunlar bizim iddiamızdır. Görülüyor ki başkaları fazla güçlü söz söyleyemiyor. Sözde en büyüklerinden tutalım en işbirlikçisine veya en aşağılık olanına kadar hepsi bitiktir. Güçlü sözleri yine biz epey söyledik. Tabii bundan sonra daha büyük sözleri bazıları söyleyebilir ve daha büyük işler ortaya koyabilir. Ve biz ona da hizmet etmeye hazırız.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/11 Nisan 1994