BEHDÎNAN – PKK Dış İlişkiler Komitesi, Almanya’da kurulan yeni hükümete yönelik yaptığı açıklamada yeni ve özgün bir Kürt siyaseti oluşturulmasına duyulan ihtiyaca vurgu yaptı.
Almanya’daki PKK yasağı için sunulan gerekçelerin yerinde olmadığını ve bu gerekçelerin de ortadan kalktığının belirtildiği açıklamada, Kürt sorununun çözümü için Almanya’nın katkı sunması talebi yer aldı. PKK, özellikle Kürtler konusunda yeni bir sayfa açılmasını isterken, her düzeyde diyaloga hazır olduklarını kaydetti.
NEWROZ VESİLESİYLE ALMAN DEVLETİNE ÇAĞRI
PKK Dış İlişkiler Komitesi’nin açıklaması şöyle:
“2021 yılı sonlarında, 16 yıllık Angela Merkel döneminin sona erdiği Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) tarafından yeni bir hükümet kuruldu. Yeni hükümet dış politikada demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının oluşturduğu ‘değer temelli’ bir yaklaşımı esas alacağını açıkladı. Almanya’nın önceki hükümetleri ekonomik çıkarların ve pragmatik yaklaşımın merkezinde olduğu bir dış politika ile Türkiye’nin anti-demokratik ve inkarcı poltikalarına verdikleri destek ve içeride de yürürlüğe koydukları yasaklar nedeniyle, halkımıza ve hareketimize ciddi zararlar verdiler. Bu siyasetin Kürt sorunun çözümüne olumsuz etkisi bulunduğu gibi, diaspora Kürtlerinin kahir çoğunluğunun yaşadığı ülke olarak Almanya’nın toplumsal barışı, ortak yaşamı açısından da sıkıntılara yol açmıştır. Artık yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşan Newroz bayramı vesilesiyle de bu çağrımızı ve mesajımızı kamuoyu aracılığıyla sunmak istiyoruz.
BİZİM KAVGAMIZ EŞİTSİZLİĞE, EZİLMİŞLİĞE VE HAKSIZLIĞA KARŞIDIR
Biz hareket olarak halklar arası dostluk ve dayanışmaya büyük önem veriyoruz. PKK kuruluşundan bu yana halkların kardeşliğini ve birlikte yaşamını destekleyen bir hareket olmuştur. Hareketimiz Türk halkı başta olmak üzere hiçbir halkı, hiçbir grubu egemen devlet ile asla özdeşleştirmemiş, devlet şiddetine ve inkarına karşı meşru müdafaa çerçevesinde mücadelesini verirken halklarla yakınlaşmayı ve ortaklaşmayı esas almıştır. Başkanımız Sayın Abdullah Öcalan, 21 Mart 2013’te, bütün dünya basını ve milyonlarca Kürdistanlı’nın tanıklığında “Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur.” demiştir. Zaten savunmalarında da mücadele tarihimizin en önemli sonuçlarından biri olarak tarif ettiği ‘demokratik ulus’ teorisi ile halklar arası dostluk ve barışı, ortak yaşamı teorik bir yapıya kavuşturarak yeni paradigmamızın da merkezine koymuştur.
YENİ YAŞAM TARZI
Bu teorik yaklaşım Türkiye’de ve Ortadoğu’da, kutuplaşmanın etnik ve dinsel boğazlaşmanın, nefret dili ve söyleminin ilişkileri ve siyasal duruşları belirlediği bir coğrafyada bir ilkin yaşanmasına yol açmıştır. Kuzey Kürdistan’da Demokrasi Platformu-İtifakı projesi ve bu anlayışı temsil eden siyasal partilerle tüm farklılıkların demokratik bir ortak yaşam için tek bir siyasal yapı içinde bir araya gelmesi ve temsil edilmesi yine Rojava devrimiyle birlikte de etnik, dinsel ve mezhepsel olarak birbirinden farklı toplumsal grupların çatışmadan, ayrı durmadan, boğazlaşmadan bir arada yaşayabildiği tek örneğin yaratılması gibi sonuçları üretmiştir. Bunu yeni bir ulus anlayışına ulaşabildiği için yapabilmiştir. Demokratik ulus, ulus-devlet yaklaşımının aksine merkezine ortak bir dil ve etnisiteyi koymayan, özgür birey ve toplulukların kendi öz iradeleriyle oluşturdukları ortak toplumdur. Böylece demokratik ulus teorisiyle, kimlik ve ulus-devlet merkezli siyaset felsefesi aşılmış, tüm halkların, kimliklerin, ezilenlerin ortak bir ulusu oluşturması mümkün olabilmiştir. DAİŞ gibi soykırımcı bir gücün Demokratik ulus çatısı altında bir araya gelmiş halkların direnişiyle yenilmesi de sadece askeri bir mesele olmadığı, alternatif bir inanç, ruh hali ve yaşam tarzının belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu yeni yaşam tarzının merkezinde halkların ortak yaşam birliği, farklı din ve inanç çeşitliliği ve kadın özgürlükçü yaşam vardır. Kadın özgürlük çizgisi, mücadelemizin ve yeni toplumsal ilişkilerimizin merkezinde yer almaktadır. Kadın özgürlüğünü tüm özgürlüklerin ilk adımı olarak kavramaktayız. Kadın devriminin yeni bir toplum ve paradigmanın merkezinde olmasının sadece Kürt toplumunda değil bütün Ortadoğu coğrafyasında nasıl bir gelişmeyi tetiklediği açık görülmektedir. Kadın, hem her türlü gericiliğe karşı direnişin öncüsü, toplumsal yaşamın koruyucusu hem de eşbaşkanlık, eşit temsiliyet ile yeni siyasetin ve sivil çalışmalarının da ana gücü haline gelmiştir.
SEKÜLER BİR HAREKETİZ
Biz seküler bir hareketiz, tüm inançlara eşit mesafede yaklaşmakla beraber, baskı altında olan etnisite ve inanç topluluklarının haklarının korunması için büyük bir çaba sarf ediyoruz. 2014’te Şengal’de Êzidî Kürtlere yönelik gerçekleştirilen soykırıma karşı en büyük mücadeleyi hareketimiz yürütmüştür. Şengal’de PKK gerillalarının DAİŞ’e karşı yürüttüğü direniş Federal Almanya Parlamentosu’nda da tartışılmıştır. 2014 yılında kısa da olsa Alman kamuoyunda ve parlamentosunda PKK yasağının anlamsızlığı hatta PKK’nin silahlandırılması tartışılmıştır. Hatırlanacağı gibi, dönemin hükümet ortağı partinin değişik parlamenterleri PKK’nin bu sorumlu yaklaşımına teşekkürlerini ifade ettiler ve PKK ile konuşmak gerektiğini vurguladılar. Sonrasında Kobane saldırısı gelişti. Burada da gerek YPG/YPJ güçlerinin direnişi ve gerekse de yardıma giden PKK gerillaları ve DAİŞ’e karşı uluslararası koalisyon güçlerinin desteği barbarlığa karşı insanlık onurunun zaferle çıkmasını sağlamıştır.
BİZİM MÜCADELEMİZ ÜLKEMİZİ İŞGAL EDENLERE KARŞIDIR
Biz Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkların özgürlük hareketiyiz. Bizim sorunumuz Kürtlerin varlığını, kimliğini ve eşit statüde yaşam imkanlarını reddeden gerici-faşizan ulus-devletler ve yerel işbirlikçilerledir. Bizim mücadelemiz ülkemizi işgal edenlere karşıdır ve bölgemizle ülkemizle sınırlıdır. Başka ülkelere hele Avrupa’ya taşıma gibi bir politikamız yoktur, olamaz da. Mücadelemizin etkin olduğu tüm alanlarda ırkçı, milliyetçi, ötekileştirici, erkek egemenlikçi dil ve söylemin toplumsal bünyeden silindiğini eşitlikçi bir dilin, geçmişle yüzleşmeyi esas alan bir bakışın hakim olduğunu bağımsız pek çok gözlemci de ifade etmektedir. Kolonyalist güçlerle mücadele ederken aynı zamanda o ülkelerin ilerici güçleriyle ortak bir mücadele yürüterek demokratik bir dönüşüme uğratmanın mücadelesini veriyoruz. Mevcut sınırları değiştirmeyi esas alan bölgesel bir mücadele hattı yerine egemen ülkeye demokrasi ve halkımız için demokratik özerklik talep ediyoruz. Halkımızın özgürlük mücadelesi aynı zamanda bu ülkelerin demokratikleşme mücadelesiyle iç içe gelişmektedir. Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da demokrasi güçleriyle ilişki içinde Kürt sorununun çözümünü esas alan bir çizgiyle mücadelemiz günümüze kadar gelmiştir.
BASKILARA RAĞMEN AVRUPA’DA DEMOKRATİK MÜCADELE ÇİZGİSİ
Bu mücadelenin silahlı karakteri, bir tercih olmaktan ziyade bir zorunluluk sonucu olmuştur. Türkiye gibi bir ülkede Kürt isminin ve varlığının bile yasaklandığı, her türlü ilerici gelişmenin ağır bir güçle ezildiği 12 Eylül faşizminin ağır atmosferinden, Diyarbakır Zindanları’nın vahşi işkence ortamlarından ancak silahlı bir direniş ile çıkılabileceğini mücadelemiz ve hayat herkese göstermiştir. Elbette koşulları oluştuğunda siyasi mücadeleye ve barışçıl çözüme yol açmak için sivil örgütlerin, demokratik ülkelerin ateşkes çağrılarına olumlu yanıt vererek defalarca ateşkes ilan etmiş, her defasında da ateşkesler Türk hükümetinin saldırılarıyla bozulmuştur. 2013-15 yılında yürütülen müzakere süreci döneminde silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi, çatışmasızlık ortamının oluşturulması, siyasal mücadelenin merkeze alınması gibi gelişmeler yaşanmış, HDP tam da bu süreçte kurulmuş ve halkta büyük bir karşılık bulmuştur. Ancak dönemin C. Başkanı Erdoğan, ‘çözüm süreci dondurulmuştur’ diyerek bu sürece son vermiş ve BM İnsan Hakları Komiserliği’nin Şubat 2017 raporunda ‘adeta bir kıyamet tasviri’ olarak tanımladığı 2015-16 yıllarında onlarca Kürt kentinin yok edildiği, gençlerin ve yaralıların sığındıkların bodrumlarda yakıldıkları, tarihsel mekanların yerle bir edildiği bir süreç Kürt halkına yaşatılmıştır. Yaşanan bu ağır baskı ve zulme rağmen ülkede ve Avrupa’da demokratik mücadele çizgisinden sapmadan direnişimiz devam etmiştir.
EYLEM VE ETKİNLİKLERİN DEMOKRATİK ZEMİNDE YAPILMASI HEDEFİMİZDİR
Avrupa’da yaşayan Kürtler, Kürdistan’da zulüm görmüş ve Türk devletinin baskılarından kaçmış kesimlerdir. Kürdistan’da yaşanan savaştan etkilenmişlerdir. Dünya kamuoyunun dikkatini Kürdistan’da yaşanan baskı ve zulme çekmek için çeşitli etkinliklerde bulunmaktadırlar. Yapılan toplantı, konferans, eylem ve etkinliklerin de bu amaca uygun olarak demokratik bir zeminde yapılması temel hedefimizdir. Amacımız tüm etkinliklerin meşru demokratik ortamda yapılmasıdır. Kimsenin şiddete, yasadışı yollara başvurmasını istemiyor ve onaylamıyoruz. Biz hareket olarak yönetimimizin geçmişte yaptıkları açıklamalara bağlıyız, bunu bir kez daha teyit ediyoruz.
ALMANYA’DA YASAK GEREKÇELERİ YERİNDE DEĞİL VE ORTADAN KALKMIŞTIR
Bütün bunlarla beraber halen Almanya’nın hareketimize yönelik baskı ve yasakları devam ediyor. 26 Kasım 1993’ten günümüze kadar ‘PKK Faaliyet Yasağı’ adı altında giderek dozu artırılan bir siyaset izlenmektedir. Bu yasak siyaseti bayrak ve flamaların, renk, isim ve sloganların yasaklanmasına varana kadar genişlemiştir. Basın yayın ve kültür kurumlarına yönelik saldırılar, arşivlere, kültürel ürünlere ve mirasa el koyma düzeyine vardırılmıştır. Bu yasaktan bir bütün olarak Kürt toplumu etkilenmiş, binlerce insanımız yıllar içinde değişik ölçülerde zarar görmüştür. Almanya devleti bu yasağı kendi anayasasındaki temel hakları çiğneyerek ve hukuku alabildiğince zorlayarak uygulamaktadır. Kürtler söz konusu olduğunda demokratik devlet iddiası yerini polis ve istihbarat merkezli bir devlete bırakmaktadır.
Almanya’nın Kürtlere yönelen yüzü ‘yasak’ siyaseti olarak görünmektedir. Bunun Hareketimizin ve halkımızın yaklaşımıyla doğrudan bir bağı olmadığı açıktır. Bu nedenle yasağa konu yapılan gerekçeler yerinde olmadığı gibi aradan geçen zaman içinde tamamen aşılmıştır. Son otuz yıl içinde yaşanan paradigmasal gelişmeler, bunun pratik yansımaları artık Almanya’nın yasak söylemine dayanan yaklaşımının da aşılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Böylesi bir yeni yaklaşım Almanya’nın Kürt toplumuyla daha düzeyli bir ilişki kurmasına ve Ortadoğu’da geniş bir coğrafya’ya açılmasına olanak tanıyacaktır.
ALMANYA’DAN ÇÖZÜM İÇİN KATKI BEKLİYORUZ
Almanya, tarihsel olarak Kürdistan’ın parçalanmasında bir rol oynanamıştır. Ancak İngiltere-Fransa merkezli dönemin küresel güçlerinin Kürt inkarına dayalı siyasetlerini sorgulamamış, alternatif bir siyaset de geliştirmemiştir. Hareket olarak Almanya’nın Türkiye ile ilişki kurmasına itirazımız ve tarihsel dayanağı olan bu ilişkiyi sonlandırması gibi bir talebimiz olmadığı gibi bu ilişkiyi bozmaya dönük de bir siyasetimiz olmamıştır. Sadece Alman-Türk ilişkilerinin Kürt halkının en temel haklarının ortadan kaldırılmasına dayanak yapılmamasını, aksine bu tarihsel ilişkinin hem Almanya’nın hem de Kürt ve Türklerin lehine bir tarzda, daha yapıcı ve çözümleyici bir yol ile kullanması gerektiğini düşünüyoruz. Savaşın sona ermesi, barışçıl çözümün geliştirmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunmasını bekliyoruz. Bunun Almanya’ya daha da kazandıracağı açıktır. Halihazırda zamanı geçmiş ‘PKK Faaliyet Yasağı’, çatışmaya, anti-demokratik bir Türkiye’nin sürmesine, Kürt halkına karşı her türlü şiddeti meşrulaştıran bir söyleme hizmet etmektedir.
TERÖR LİSTESİ BARIŞ ÖNÜNDE ENGELDİR
Türk devletinin Kürt meselesinin imha ve etnik temizlik hedefiyle ele alışı, sadece Türkiye’de değil Suriye ve Irak’ta ki Kürtlere yönelik de saldırgan ve imhacı bir tutum almasına yol açmıştır. Suriye savaşının kısa zamanda derinleşmesinde ve ağır mülteci akınlarının yaşanmasında Türk devletinin bu siyasetinin belirleyici bir rolü vardır. Bilindiği üzere sonradan bu mülteci akını başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’ya karşı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılmıştır. Barışçıl bir çözüm ve demokratik bir Türkiye’ye ulaşılmadan bu şantaj siyasetinin son bulmayacağı açıktır. Almanya’nın yasak siyaseti ve sonrasında AB ülkelerinin ‘Terör Listesi’ üzerinden bunu genişleterek sürdürmeleri bugün barışın önündeki en temel engel haline gelmiş durumdadır.
YENİ HÜKÜMETİN ÖZGÜN BİR KÜRT SİYASETİ OLUŞTURMASINI UMUT EDİYORUZ
Almanya’nın ‘Yasak Siyaseti’ni aşması, Kürt meselesinde barışı ve çözümü esas alan bir özgün politika izlemesi, onu daha güçlü ve etkin bir demokratik ülke haline getirecektir. Yoksa geçmişte Türkiye’de Kürt çocuklarına anadilinde isim koyma yasağının Almanya’da da uzun zaman sürdürülmesi gibi her türlü anti-demokratk, totaliter ve faşizan pratiklerin zemini olmaya da devam edecektir. Yeni bir Hükümet, dünya siyasetinde yerini ve rolünü yeniden tanımlamaya çalışıyor. Umarız bu süreç en başta bu yasak siyasetinin aşılması ve yeni ve özgün bir Kürt siyasetinin de oluşmasına hizmet edecektir.
KÜRTLER KONUSUNDA YENİ SAYFA AÇILMALI
Yeni koalisyon hükümeti ortaklık anlaşmasını “ilerleme için daha fazla cesaret” başlığı ile kamuoyuna duyurdu. Dolayısıyla yeni hükümetin gerçekten de bir değişim içerisine girip, cesaretli adımlar atması önemlidir. Bu kapsamda Kürtler konusunda da yeni bir sayfa açması gerektiğine inanıyoruz. Kürtlere ve Almanya’ya zarar veren yasak kararının gözden geçirilerek kaldırılması önemli bir başlangıç olacaktır. Bununla birlikte Almanya’nın Kürt sorununun barışçıl çözümünde rol ve misyon sahibi olması, Almanya’yı Türkiye ve Kürtlere daha da yakınlaştıracağı gibi, Ortadoğu’da da barış ve istikrara büyük hizmet edecektir. Yeni hükümetin bu yönde adımlar atması, birçok yönden Avrupa demokrasisi ve istikrarı için de önemli katkılar sağlayacaktır.
Hareketimiz bu konularda üzerine düşecekler konusunda her düzeyde diyaloga hazırdır.”