HABER MERKEZİ – On binlerce yıl önce işaret dilinin yerini simgesel dil almaya başlayınca tür olarak yepyeni bir dünyaya gözümüzü açmış olduk. Çığır açan bu önemli gelişmeyi ya da değişimi onure etmek için adına “dil devrimi’’ dedik. Düşünme yeteneğimiz nitelikli bir sıçrama yaşadı. Her varlığa bir isim vererek kutsama dil devriminin önemli kazanımlarından oldu. Devrimden çıkarı olanlar bağlamında, tüm insanlık ailesi olarak aynı safta yer aldığımız nadide bir devrim oldu. Aradan geçen bunca zaman içinde devrim sözcüğü dillerden hiç düşmedi. Ancak bir yerde durup “Devrim nedir?” diye sorulacak olsa, en fazla dil bu yükü kaldırmakta zorlanır.
Konuya devrimin ne olmadığı üzerinden yaklaşılacak olursa en başta söylenmesi gereken husus, devrimin bir iktidar değişiminden ibaret olmadığıdır. Devrime ilişkin en büyük talihsizlik meselenin bu şekilde anlaşılmasından doğmuştur. Topluma iktidar ve devlet penceresinden bakmanın bir sonucu olarak doğan bir bakış açısı, toplumdaki her oluşumun iktidar eliyle şekillendirildiğini düşünür. Dolayısıyla yapılmak istenen tüm köklü değişimlerin iktidar olma yoluyla gerçekleştirilebileceği ön görülür. Üstelik bu öngörü sınıfsız, devletsiz bir toplumu hedeflese bile paradoksal olarak yine devrim anlayışı iktidarı ele geçirme temelindedir.
Özellikle son iki yüz yılda bu tür devrim denemelerine sıkça rastlamak mümkün.
Konu iktidarı devirme ve ele geçirme gibi bir olaya indirgenince bunu ifade edebilecek bir zaman algısının geliştirilmesi kaçınılmazdır. Bu durumda zaman pek ala bölünebilir, daraltılabilir hatta bir güne de sıkıştırılabilir. Örneğin “Devrim günü’’ böylesi bir yaratımın ürünüdür. O günün diğer tüm günler üzerinde mutlak bir hegemonyası mevcuttur. O günden önce yapılan fedakârlıklar, verilen emekler ve o günden sonrası için kurulan hayaller ile açığa çıkan karşılaştırıldığında, sonuç köklü bir değişimden ziyade hayal kırıklıkları ve ciddi çelişkiler barındırır. O günün tasavvuru kutsal kitaplardaki mahşer günü anımsatmaktadır. Zihinlerdeki mahşer görüntüsünün yaptığı yanlış kodlama devrimin isyan, başkaldırı ya da ayaklanmayla karıştırılmasına neden olmaktadır. Devrimi iktidara endeksleme yanılgısı başka çarpıtmalara da kapıyı aralar. Artık halkın katılımını beklemeden, tepeden inme yapılan işlere de devrim denilmesinin yolu açılmış olur. Bunların başında hükümet darbeleri gelir. Genelde askerler tarafından siyasal iktidarın ele geçirilmesi tamamlanmışsa bu darbeyi topluma kabul ettirmenin bir yöntemi olarak devrim yapıldığı söylenir. Bunun yanında yapılan herhangi bir reform, revizyon ya da yazılan yeni bir anayasa hemen devrim sözcüğüyle süslenerek servis edilir. Kapitalist modernitenin her şeyi bir tüketim nesnesi haline getirme alışkanlığı buradan da nasiplenir. Devrim kavramının içinin boşaltılması yetmiyormuş gibi bir de reklam ambalajına dönüştürülmesine gidilir. Olur olmaz her yenilik ya da en ufak bir değişiklik hemen devrim olarak adlandırılır. Teknolojide tıp da, iletişimde derken, giyime hatta ve hatta yemek tarifine varıncaya kadar her tarafta devrimler(!) patlıyordur.
Şüphesiz tüm bu kullanım biçimleri devrimi bir yerlere çekme uğraşının sonuçlarıdır. Sistemin devrimi canavarlaştırma, daraltma, aşındırma, içini boşaltma ya da hiçbiri olmuyorsa çalma istemi kendi mantığı içinde anlaşılabilir. Ancak tüm bu girişimlere rağmen devrim kavramı hala ilk günkü tazeliğiyle insanlıkta heyecan uyandırma gücünü koruyor. Tabi iktidar sahiplerinde yarattığı hatırı sayılır derecede tedirginliği de unutmamak gerekiyor. Hal böyle olunca, verili yaşamdan rahatsız olanların devrimden ne anladıklarını açıklama uygulama sorumluluğu doğuyor.
Kapitalist modernite ve dayandığı devletli uygarlık, insan yaşamının en can alıcı yeri olan toplumsallığından vurarak kendini var ediyor. Topluma karşı yürütülen bu kesintisiz saldırı ve savaş rejimi içerisinde toplumu oluşturan temel öğeleri tek tek yokladığımızda elimizde kadının hazin düşürülüş öyküsü, gençliğin bağımlılaştırılması, çeşitli etnik, dini ve kültürel toplulukların soykırımından geçirilmiş kalıntıları kalır. Aşırı sermaye ve iktidar yükü altında kalan toplum ahlaki ve politik niteliğini yitirmektedir. Bu gidişatı durdurup karşı bir hareketlenme başlatmak toplumsal örgütlenmeyle mümkündür. Toplumu toplum yapan temel özelliklerin yeniden canlandırılması, en bilinen devrim tanımı olan “toplum yaşamında nitelikli değişim’’ için şarttır. Ahlaki ve politik toplumun yeniden işlenmesi niteliksel bir sıçramayı gerektirir ki devrim tam da bunu ifade etmektedir. Bu anlamıyla alt-üst edilmesi gereken iktidardakilerden öte bizzat yaşamın her tarafına bir hastalık gibi bulaşmış, iktidarın kendisi oluyor. Böyle bir devrimin sürekli bir yapı ve yaratım için de olması kaçınılmazdır.
Yaşamın yeniden kazanılmasında en temel toplumsal dinamiklerin başında kadın ve gençlik gelmektedir. Konumuz özgünlüğünde gençliğin rolünü anlamaya tanımlamaya çalışmak acil bir ihtiyaç olarak görülebilir. Gençliği belli bir yaş aralığı ile tanımlamaya çalışmak, fiziki ya da biyolojik özellikleriyle görmek konunun toplumsal bir olgu olduğunu gözden kaçırmamıza neden olabilir. Gençliğin toplumsal rolünü açığa çıkarmak, sistemle olan ilişki ve çelişkisini görmekle mümkün olabilir. Yaşlı erkeğin egemenliğini ifade eden gerontokrasi (jerontokrasi) kavramı, sonrasında devletli uygarlığın kimliği haline gelmiştir. Yaşlı erkeğin yaşam deneyimi ve bilgiyi merkezileştirerek mülkleştirme onu tecrübe ve ideolojide gittikçe yetkinleştirir. Bununla orantılı olarak yapabilme gücünü sürekli kaybetmektedir. Hiyerarşik piramidin tepesinde kalmanın formülü gençliği bağımlılaştırmakla kurulur. İnsanın ataerkil düzene alıştırılması ailede terbiye adı altında başlatılır. Bu eğitme durumu mümkün olabilecek en küçük yaşta devlet tarafından devir alınarak sürdürülür. Çocuğun dünyasındaki tüm hayaller çalınarak yerine adeta yaşamdaki en kaba çelişkileri sindirebilecek bir öğütme makinası yerleştirilir. Kralın çıplak olmadığını ezberleye ezberleye büyüyen çocuk, sistemi taşıyan kalifiye bir eleman oluncaya kadar “eğitimine’’ devam eder. Bu şekilde işletilen kontrol mekanizması sistemin devamlılığını garanti altına alır. Var olan hiyerarşik devletçi düzenin muhafaza edilmesi olası değişim ya da devrimlerin önünün alınması için, gençliğin hiçbir boşluk bırakılmayacak şekilde bağımlılaştırıp denetlenmesi hayatidir. Ancak işler her zaman istendiği gibi yolunda gitmez. Gençliği zapturapt altına alıp hiçbir şeyi değiştirmeden yürütmeye çalışmak oldukça zordur. Diğer taraftan gerontokrasinin gençlik üzerinde kurduğu tecrübe ve ideolojik üstünlük sürekli bir çatışma zeminidir. Gençliğin özgürlük isteği buradan beslenmektedir. Ali Fırat “Özgürlüğe yürüyen bir gençliği tutmak zordur. Gençlik sistemin başına en başta bela olan kesimdir.’’ biçiminde ifade eder. Zira gençlik ezber bozucudur. Mülkiyet ilişkilerinde mülksüzler safındadır. Henüz bir kaba ya da kalıba sığdırılamayandır. “Toy’’, “delikanlı’’ gibi nitelemeye, tanımlamaya çalışılması bilinçli bir itibarsızlaştırma arayışının ürünüdür. Esasta gösterdiği, vicdani, ahlaki özellikler, insanlığın sürekli özlem duyduğu ve aradığı doğal toplumu hatırlatmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında yaşlı erkek ile gençlik arasında süre giden kavga bir yönüyle ataerkil devletli uygarlık ile toplum arasındaki kavgadır. Burada saflar devrim ve karşı-devrim olarak keskinleştirilecek olursa, devrim kendisini gençlikte, gençlik de kendisini devrimde ifade edecektir.
Devrim de Gençlik Gibi Ertelenemez
Ahlaki-politik doku ve organlarının kurutulması, kendisi için düşünemez, karar veremez ve uygulanamaz bir toplum ortaya çıkarır. Bu duruma toplumun parçalanması, dağıtılması ve nihayetinde ölüm uykusuna yatırılması eşlik eder. Buradan çıkmak gösterilecek devrimci yaklaşım (68 gençlik hareketinin sloganlaştırdığı gibi) “Bizzat, hemen, şimdi’’ tarzında olmalıdır. Değiştirilmek istenen her ne varsa, kimseden beklemeden ve hiç ertelemeden hayata geçirilmelidir. Özellikle toplumu örgütleme bağlamında aydınlatma, bilinçlenme yollarını açma, kendisiyle ilgili karar alma ve uygulama mekanizmalarını oluşturma temel hayati fonksiyonlardır. İktidara bulaşmadan ve yeni iktidar odakları oluşturmadan kendini yönetme ve yaşatma toplumun yeniden canlanması demektir. Yaşayan toplum gelişen toplumdur. Aynı zamanda gençliğin bir tanımı da “gelişmekte olan” demektir. “Genç toplumlar’’, “genç uluslar’’ denildiğinde o toplumun ya da ulusun gelişmekte olduğuna vurgu yapılır. Bu toplumun gelişimi onun özgürlük kanallarının açılmasıyla mümkün olabilir. Kendisi için iyi olanı bulma ve hayata geçirme iradesine kavuşma ahlak ve politikayı güncellemekle mümkündür. Bu şekilde işleyen bir toplum gelişme, canlanma ve yenilenme süreçlerini kendisinde başlatmış olur ki bu durum her gün eskiyi aşıp yeniyi inşa etme demektir. Devrimi tüm ertelemelerden kurtarılarak yaşanması ve yaşamın tamamının devrimcileştirilmesi budur. Bu nedenle, özetle ahlaki-politik özellikleri canlanan toplum özgürleşen toplumdur. Özgürleşen, yenilenen toplum devrimi yaşayan toplumdur. En nihayetinde “Gelişmekte olan genç toplum devrimi yaşayan toplumdur.” denilebilir. Devrimin yaşanmadığı her en telafisi mümkün olmayan bir kaybetme durumudur. Ertelenmesi ya da sonra yaşanması mümkün olmayan gençlik gibidir. Burada gençlik ve devrim ertelememe özellikleriyle bir kez daha ortaklaşırlar.
Devrimin Ertelenmesi Gencin Yaşlanması Gibidir
Gençliğin fiziki değil sosyal bir olgu olduğu gerçeğinden hareket ettiğimizde konuyla ilgili büyük fotoğrafın yeniden yorumlanma ihtiyacı doğar. Günümüz bilim-iktidar elitinin toplumu esir almasının kökleri, yaşlı kurnazın toplumu kendi tecrübesine mahkûm etmesine kadar uzar. Mevcut bilim ve teknoloji insanlığın tüm temel maddi ihtiyaçlarını karşılayabilecek kapasiteye sahipken, bunun aksine açlığı ve savaşları büyütmektedir. Yapay zekâ ile dördüncü sanayi devrimini yaptıklarını iddia eden bilim-iktidar çevrelerinin esasta zigurrattaki rahiplerden ciddi bir farkları yoktur. Toplumdan kopuk, topluma karşı iktidarı güçlendirme esas alınır. Stratejik sayılabilecek bilgi ve uygulama araçları gençlikten uzak tutulduğu müddetçe bu mümkündür. Gençlik enerjisini bünyesine alan tüm sistemler kendilerini güvende hissederler. Bununla birlikte toplumun özgürlük ve eşitlik özlemi tarihin bütününde çeşitli patlamalar biçiminde de olsa kendini gösterir. Ali Fırat “Tüm devrimler halkların eseridir.” der ve devamla devrimlerin nasıl halkların özlemlerine yabancılaştırdığının hazin öyküsünü gözler önüne serer. Bu patlama anları toplumun vicdanı olan gençliğin adaletsizliklere karşı, tüm baskılara ve bağımlılaştırmalara rağmen, kendi kimliğiyle buluştuğu anlardır. Toplumsallaştığı oranda gençlik kimliği toplumun bütününe yayılır. Yukarıda değindiğimiz devrimi yaşayan toplum gerçekleşmektedir. Toplumun kendisini yönetme bağlamında demokrasinin en rafine yaşandığı bu kısa zaman kesiti aynı zamanda eski iktidarın yıkıldığı, yeninin henüz oluşmadığı süreçlerdir. Sonrası çokça tekrarlandığı gibi devrim ateşinin yerini devletin donukluğuna bırakması halidir. Toplum canlılığının dondurulması esasta genç-yaşlı kutuplarının yer değiştirmesidir. Devletli hiyerarşik sınıflı toplum yaşlı olduğu gibi soğuk, donuk ve statik bir sistemdir.
Devlet ve onu temsil eden bürokrasi çok kurnazca sürekli kendisini farklı göstermekten de geri durmaz. Bir taraftan tüm bilgi tekelini bünyesine alıp kendisi dışında bunun bir benzerinin oluşmasını engellerken, diğer taraftan devlet adına yapılan işlerin çok karmaşık ve zor olduğuna da yoğun bir gizem bulutu sunmaktadır. Kimse bu soğuk ve donuk yüzün altında tam olarak ne olduğunu göremez. Gizem partisinin örttüğü şey hileyle toplumdan çalınan yaşam değerleridir. Canlılık, hareketlilik, enerjik ve dinamik olma gençliğin temel karakteristik özellikleridir. Sürekli değişim istemiyle var olanı ret etme gençliğin sistemle olan sorunlarının başında gelir. Bu yönüyle toplum gençlik özellikleri gösterme hali sistem açısından en sakıncalı ve tehlikeli olma durumudur. Genç olanı sürekli yaşlı olmaya zorlamak ya da hazırlamak gibi toplumu da durağan, statik bir “düzene çekmek” sistem açısından hayatidir. Buradan bakıldığında gençliğin sadece belli bir yaş aralığında bulunan insanlar olmaktan öte sosyal bir olay olduğunu görmek mümkün. Dolayısıyla, “Devrimci olma iddiası genç kalma iddiasıdır.” denilirse yerinde bir tespit yapılmış olur.
Devrim ve gençlik üzerine düşünürken göze çarpan önemli husus da öncülük üzerinedir. Tarih boyunca tüm devrim çağrılarına ve bu yönlü değişim hareketlerine en başta kadın ve gençliğin cevap verdiği, hızlı bir ivme kazandırdığı ve üstlenmesi gereken fedakârlıkları gösterdikleri bilinmektedir. Üstlendikleri bu rol sistemle yaşadıkları çelişkilerin tarihi- toplumsal kökleriyle bağlantılıdır. Ancak gerçeklik böyle olmasına rağmen özellikle son iki yüzyılda bu gerçekliği teğet geçen bir öncülük tartışması sürüp gitmektedir. “İşçi mi öncülük edecek köylü mü? Yoksa işçi ile köylü birlikte mi öncülük edecek?” tartışması devrim yapmak isteyenler arasında çelişkilere, karşıtlıklara ve hatta yer yer çatışmalara, en nihayetinde sonu gelmeyen bölünmelere neden olmuştur. Bu konuda en başta bir uygarlık hastalığı olan özne-nesne yaklaşımını görmek ve ret etmek gerekir. “Halkı özgürleştirme’’, “ezilenleri kurtarma’’, “kadına haklarını verme’’ gibi ifadelerle sürekli bir kurtarıcı-kurtarılan ikilemi yaratır. Bütün bu işleri yapacak olan özne özellikle işçidir. Kapitalizmin mezarını kazma rolünü yüklenen işçinin esasta burjuvazi tarafından yedeklenerek sistemin ömrünü uzattığı gerçeği, geçen yüzyıldan alınan derslerin en acısı oldu. Bununla birlikte halkın, kadınların veya ezilenlerin kendileri dışında bir kurtarıcı eliyle özgürlük-eşitlik ideallerine ulaşamayacakları açıktır. Bu yükün işçiye yüklenmiş olması ayrıca bir hataydı. Toplum üzerinde tüm bu mühendislik faaliyetleri yürütülürken, toplumun esas dinamikleri olan kadın ve gençliğin nasıl konumlandırılmış oldukları da dikkate değerdir. Devrim için yapılan örgütlenmeler de kadın ve gençlik, seksiyon yapılanmaları biçiminde ya da devrimci partilerde kadın ve gençlik kolları olarak örgütlendirilir. Burada anlaşılan ya da anlatılmak istenen, ana gövdenin bir uzantısı olan gençlik ve kadının konumlandırıldığıdır. Bu, açıkça bir alt örgütlemedir. Tartışma ve karar süreçlerine katılmasına gerek duyulmasa da pratikte bütün işlere koşturulacak olan el altındaki hazır güçtür. Bu yanlış devrim kurgusunu doğru anlamaya çalışırken, sorun için önerilen çözüm önerileri “işçi’’ yerine “kadın ve gençliği’’ koymak gibi bir kolaycılık olmamalıdır. Değişim-dönüşümde toplumun öncülük sorununa cevap yetiştirmeye çalışırken doğru bir tarih ve toplum okuması yapmak önemlidir. Esas çelişkinin işçi sınıfı ile burjuva sınıfı karşıtlığı biçiminde olmayıp, bunu aşan bir toplumun iktidar sorunu olduğu bilinmektedir. Sorunun en yoğun yaşandığı ve düğümlendiği kadın ve gençlikte çıkış aramak ve alışılagelmiş biçimlerin dışında bir öncülük geliştirmek başarı şansı en yüksek model olacaktır.
Sonuç olarak; yaşamın gençlikle olan bağını vurgulamak için yaygın bir halk deyişi olan “yaşamın baharı’’ benzetmesi yapılır. Bahara yenilenme, uyanış, doğuş, başlangıç gibi özelliklerine atfen bu benzetme yapılır. Gençlik toplum yaşamına katılım açısından bir başlangıçtır. Çocukluğun korunmaya muhtaç olan özellikleri yavaş yavaş yerini kendi ayakları üzerinde duran ve kendi kararlarını alabilen bireylere bırakmaktadır. Her yeni karşılaşacak olana duyulan merak gibi gençlik de toplum yaşamına karşı bir merak içindedir. Ancak daha öncede değindiğimiz gençliğin hiyerarşik toplum tarafından baskılanma ve buna karşı süre giden özgürlük istemi tam bir sorgulama zemini yaratır. Var olanla yaşanan çelişki ve çatışma durumu genç bireyde gördükleri gibi olmama, onlara benzememe ve farklı olma refleksini oluşturur. Çocuklukta ebeveynlere benzeme, onları taklit etme istemi gençlikte tam tersi refleksle kesinlikle benzememe noktasındadır. Bu durum toplum yaşamına gençliğin değişim isteği olarak yansır. Bu yönlü olası tepkileri dindirmek veya oyalamak için reform ve değişim propagandaları sürekli yapılır. Buna rağmen gençliğin devrime olan ilgisi bitirilememektedir. “Biz de gençken devrimciydik.” söylemi bu doğrultuda konuyu geçici bir heves noktasına indirgemek çok yapılmaktadır. Esasta gençliğini yitirmiş olmanın ve var olan statik, yenilenemeyen yaşlı sistemle bütünleşmiş olmanın itirafıdır. Bunun aksine gençlik yeni başlayacağı yaşam nasıl yaşayacağının içindedir. Ali Fırat “Devrim ‘Nasıl yaşamalı?’ sorusuna verilecek cevaptır.’’ derken; canlı, dinamik ve sorgulanan bir yaşamı süreklileştirmenin devrim olduğuna işaret etmektedir. Gençlik ve devrimin buluşacağı cevap yaşamda aranmalı ve süreklileştirilmedir.
Ferhat Önder
Kaynak: Demokratik Modernite Dergisi