RIHA – Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın annesi Üveyş Öcalan 11 Nisan 1993’te Adana’da vefat etti. Üveyş Ana’nın bir isyan anası olduğunu belirten Halklar Önderi 11 Nisan 1994’te yaptığı çözümlemesinde analık hakkının ancak yaman bir mücadeleyle ödenebileceğine dikkat çekiyor.
Üveyş Ana’nın vefatının yıldönümü vesilesiyle oğlu Mehmet Öcalan ajansımıza Üveyş Ana’yı anlattı.
Mehmet Öcalan, Üveyş Ana’ya ilişkin şunları anlattı:
İnsan iki üç yaşlarına gelince, annesiyle nasıl bir yaşam yaşadığını, az da olsa hatırlar. Annem de öyleydi. Annemin yaşamı ağır bir yaşamdı. Belli bir zaman belki evde kızları yanındaydı, oğulları yanındaydı. O zamanlar hayvan beslerdik, koyun, inek, keçi ve çok küçük de bir arsamız vardı. Babam arsayı sürerdi. Ama annem karşı çıkar, herşey istediği gibi olsun, istediği gibi yapılsın isterdi. Yani gerçek anlamda böyle biriydi. Tabi yaşamı böyle bir yere kadar devam etti. Biz dokuz on yaşlarına gelince, beslediğimiz hayvanları; koyun, keçi, inek, otlatmaya götürürdük. Yaşam böyle geçiyordu. Şunu iyi hatırlıyorum bize “bunlar kızgın ateş gibi yerlerinde durmuyorlar” derdi.
Benle Önderlik ard arda doğduk. Yani aramızda bir buçuk, iki yaş ya var ya yok. Önderlik çok gezen biriydi. Kırlara çıkar kuş arardı, başka hayvanlar arardı. Doğayı çok severdi. Annem de endişelenirdi. Diyordu “Çocuklarım kırlara çıkıyor, yılan gibi zarar veren hayvanlar, bir sürü zarar verecek şey var, bu yüzden başlarına birşey gelecek”. İki kız kardeşim vardı yaşları biraz daha büyük, Gülsüm ve Havva. Fatma zaten o zamanlar daha küçüktü. Babamla annem Gülsüm ve Havva’yı bizi getirmeleri için yollar, “bunlar nerdedir ancak siz bulup getirirsiniz” diyordu. Hatırlıyorum; birgün gelip bizi alıp eve götürdüler, annem de kendisini haklı buluyordu. Diyordu “siz yerinizde durmuyorsunuz, ben sizi ancak kilerde tutabilirim “ deyip, bizi kilere götürüp, kapıyı üstümüze kilitledi. Biz buğday biçtikten sonra köyün yakınlarında bir alanda elekten geçirdiğimiz köyün yakınlarında bir yerimiz vardı. Tahıl, buğday, mercimek, arpa, burçak ekilirdi. Eski zamanlarda şimdiki gibi makineler, teknik anlamda imkanlar yoktu.
Ekilen ürünler, elekle elenir, öyle öğütülürdü. Annem bunlarla ilgilenirken, bizde kilerde kilitli kalmıştık. Birşey yapamıyorduk. Bizim bir komşumuz vardı, kimsesiz biriydi, bizim bir yakınımızın çocukları yoktu, o alıp büyütürdü. O komşumuz gelip kapıyı açtı, biz kilerden çıktık. Sonra annem eve geldi. Annemin yaşamı böyleydi. Bir zaman sonra yaşamı daha ağır bir yaşam olmaya başladı. Yani bu ağırlık nasıl başladı? Önderlik Özgürlük Mücadelesine başladığı zaman, annemin yanından ayrıldı. Bir tek ben kaldım yanında. Eğer kadın çocuklarından ayrılırsa, onlardan koparsa bu ona çok ağır gelir. Anneme de çok ağır geldi bu durum. “Ölmeden önce çocuklarımı görebilecek miyim?” diyordu. Son zamanlarda bir tek oğlu olarak ben kalmıştım yanında. O zamanlar Gençlik Hareketi vardı ve bir sürü olay yaşanıyordu. Halfeti’de bir olay çıktığında o herzaman gitmemi engellerdi. Bende gittiğimde, yanlız kalırdı. Çocukları yanında değildi. Bundan dolayı çok sıkıntı çekerdi.
Devletin de bizim üstümüzde baskısı çok fazlaydı. Ömrünün son demleri çok ağır, çok zordu. 12 Eylül Kenan Evren darbe dönemi daha zor zamanlardı. O zamanlar komşularımızın yanına gidemezdik. Gittiğimizde “Siz devlete karşı çıktınız, devlet üzerinizde her türlü baskıyı uyguluyor, sizi evimizde görürlerse bize de baskı uygularlar” deyip yer vermezlerdi bize. O günler böyleydi. Devlet bize karşı çok baskı uygulardı. Devlet 1986 yılında bizimle pazarlığa girip “ya sizi yok ederiz ya da siz buradan çıkıp gideceksiniz” diyordu. Bizi gayriresmi bir şekilde sürgün ettirdi. Bu durum da anneme çok zor geldi. Eğer çocukluğunu geçirdiğin, ömrünü geçirdiğin, çocukların varsa ve yaşadığın topraktan sürgün edilirsen bu çok ağırdır. Bizi Adana’ya sürgün ettiler. Kısa bir zaman orada kaldık. Orada da büyük engeller vardı. Memleketi her zaman aklındaydı. Memleketine dönmek istiyordu. Memlekete döndüğünde, memleketin durumu çok kötüydü. Siyas, politik olarak Önderlik gündemdeydi. Ve iki çocuğu yanında değildi. “Acaba birgün çocuklarımı görür müyüm? “ derdi hep. Yaşamını bu şekilde geçirdi. Yaşamı çok ağır bir yaşamdı. Kısaca bu şekilde anlatabilirim.
Şimdide bu böyle devam ediyor. Güce sahip olan, güçsüze hem fiziki hem de siyasi baskı uygular. O zamanlar da böyleydi. Güçsüz, fakir çocuklar vardı, birde dik başlı, güce sahip çocuklar vardı, bu güçsüz çocuklara baskı uygulardı. Önderlik de bu baskı gören çocuklara pilotluk ederdi. Böyle bir tarzı vardı. Baskı gören çocukları her zaman korurdu. Çocukluğunu, yaşamını böyle geçirdi. Baskıyı asla kabul etmezdi. Herkes de böyle bir yaşam geçirdiğini bilir. Kısaca böyle anlatabilirim.
Devlet bizi 11 Nisan 1986’da Adana’ya sürgün ettirdi. Annem Üveyş, 11 Nisan 1993’te Adana’da vefat etti. Yani bu iki gün de, sürgün ve vefatı her zaman aklımızda olacak.