HABER MERKEZİ –
Eğitim devrimi, özünde feodalizme karşı bir devrimsel çıkıştan kaynaklanmayan, reformcu, üst yapı devrimleri denilen bazı dönüşümlerdir. Bu temelde çok gereksinim duyulan kadroyu ortaya çıkarmak için işe koyulunur. Bu sefer, Cumhuriyeti bağnazca savunacak; onun kemalist önderliğini, kemalist milliyetçiliği esas alacak; ona dinden daha fazla doğmatik olarak bağlanacak; bir kadro eğitim sistemi oluşturulur.
Kemalizm genelde burjuva milliyetçiliğinin bir türevi olmakla birlikte, devrimci burjuva milliyetçiliği değildir. Tutucu burjuva milliyetçiliğidir. Onun Türkiye koşullarına uyarlanması son derece şoven-faşist bir karakterdedir. Şoven milliyetçi ideolojinin rehberliği altında kurulan Cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarına olduğu gibi, eğitim sistemine de bu ideoloji damgasını vuracaktır. Dolayısıyla okul sisteminde Sultan yerine, bu sefer M. Kemal Allahlaştırılacaktır. Mutlak iktidar, Sultan yerine M. Kemal olacak; egemen ideoloji ve kültür de, Kemalist ideoloji ve kültür olacaktır. Burada demokrasi ruhu yoktur. Çünkü burada halka karşıtlık ve esas itibarıyla onun devrimci ideolojisi olan sosyalizme karşıtlık vardır. Sosyalizme yer yoktur, O’na göre sosyalizm görüldüğü yerde ezilmesi gereken bir tehlikedir. Orada burjuva tutuculuğunun en gerici bir tarzda uygulanışı söz konusudur. Dolayısıyla burjuva yaratıcılığı, girişimciliği, bilgi sevgisi ve araştırıcı ruhu da yoktur.
Üst yapıda sığ ve oldukça gericilikle yüklü bir dönüşüm söz konusudur. Esas itibarıyla okullar sistemi, Kemalist diktatörlüğü yükseltmenin yeni medreseleridirler. Hatta Sultanlıktan daha tehlikeli bir diktatörlüğün meşrulaştırılmasının ocaklarıdırlar. Özellikle askeri okul sistemi, dünyada belki de Hitler faşizminde bile görülmemiş düzeyde bir beyin yıkayan; azgın şövenler yetiştiren; gözü kara bir biçimde sınıf ve ulus gerçekliğini bile kabul etmeyen; ‘Bir Türk Dünyaya Bedeldir’ sloganında dile getirildiği gibi, kendisini insanlığın bile üstünde gören; faşist kadroların yetiştirildiği bir okul sistemidir. Bu okullardan mezun olanların hepsi de devletin temel gücü durumunda bulunan subaylardır. Burada subaylar en gerici, tutucu, faşist bir tarzda eğitilmişlerdir. Halka bir sürü gözüyle bakarlar. En ufak bir saygıları yoktur. Dünyaya üstünlük gözüyle bakarlar. Çok geri oldukları halde kendilerini çok yüce görürler. Kendi devletleri içinde sivilleşmeye bile tahammül edemeyecek kadar militarist ve gerici birer despotturlar.
İşte, bizim karşımızda, faşist bir ideolojik eğitimden geçmiş, böyle gerici, despot subaylar ve onların oluşturduğu bir ordu ve bu ordunun yönlendirdiği bir devlet yapısı bulunmaktadır. Diğer tüm kurumlara damgasını vuran da bu eğitim kurumlarıdır. Yüceltilen resmi Kemalist ideolojidir. Eskiden camilerde öğretilen, dikte edilen dini doğmalardan daha fazla, bugün bu okullarda Kemalist doğmalar dikte edilmekte, dayatılmaktadır. Eskiden camilerde bu günde bir kez yapılıyorsa, buralarda günde onlarca kez yapılıyor.
Bugün, bütün görünüşe duygulara hitap eden, kulağa hoş gelen sesler, göze gelen görüntüler, beynin algıladığı her şeye nüfuz eden Kemalist diktatörlük gerçeğidir. İliklerine kadar insanı kaplayan, bu gerçekliktir veya bu yalan, bu demagojidir. Kuruluşundan itibaren, özellikle ilk yıllarında şiddetlidir bu. Daha sonra da dozajından hiçbir şey kaybetmez. Cumhuriyet neslinin eğitimi denilen olay budur. Cumhuriyet uşağı, çocuğu denilen olay budur.
Denilebilir ki, insanlığa gözü kapalı, halka gözü kapalı, özgürlüğe gözü kapalı olan cumhuriyet çocuğu, belki de Hitler faşizminin SS kıtalarından daha tehlikeli bir biçimde, toplumun başına bela açmış faşist bir güruhtur. Cumhuriyet’in kuruluş kadrolarını bu şekilde değerlendirmek gerçekçi olacaktır. Bu kadrolar, gerçekten ileriye yönelik tüm hamlelerin frenleyici güçü olduğu gibi, halktan gelebilecek olası tüm ilerici çıkışların da amansız düşmanıdır.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yetmiş yıla yakın bir zaman geçmiştir. İnsan ömrü kadar olan bir zamandır bu. Bu dönemde Anadolu halkları, hiçbir zaman görmedikleri kadar baskı ve sömürü görmüşlerdir. Yine halklar, hiçbir devlet kadrosundan çekmediklerini, bu kadroların ellerinden çekmişlerdir. Bunlar kadar azgın halk düşmanı görülmemiştir. Demagojik yapılarıyla; kaba ve ince baskı yöntemleriyle; iliklerine kadar sömüren özellikleriyle bunların, hiçbir zaman benzer örneklerine tanık olunmamıştır. Bugün cumhuriyet, bu yönüyle daha iyi anlaşılmakta; yozluğun, çürümenin tüm belirtilerini göstermektedir.
Bir diktatörün, bir avuç yardakçısının ve en çarpık biçimde sınıflaşmayı yaşayan Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde üreyen bu devlet ve onun yetiştirdiği, biçimlendirdiği demeyeceğiz, biçimsizleştirdiği, hastalıklı ruh haline sahip olan insanlık ucubesi kadrolar; insanlığa felaket getiren ve bir anı olarak belleklerde yer edinen Hitler faşizminden daha tehlikeli bir devlet ve kadrolar olarak, bugüne kadar halklarımızın çektiği acıların kaynağıdırlar. Kuruluşundan günümüze kadar görülmemiş biçimde baskı ve sömürüyü sürdüren bu aygıt, bu temelde Anadolu halklarının ve halkımızın kültürünün, geleneklerinin, kişiliğinin, en doğal haklarının tanınmaz bir duruma getirilmesinin de baş müsebbibidir. Dolayısıyla bu sistemin yürütücüleri olan kadroları yetiştiren sistem de, en tehlikeli sistemlerden birisidir.
Biz ‘Kışla Kültürü’ adlı çalışmamızla bu sistemin nasıl Kürdistan’a yaydırılmak istenildiğini ortaya koyduk. Bu kadar tehlikeli çıkış temeli, amaçları, oluşum özellikleri bulunan cumhuriyetin Kürdistan’daki eğitim kurumları, mevcut sistemi tamamen katliamcı, yok edici temelde Kürdistan’a taşırmayı hedeflemiştir. Bu eğitim kurumları, çağımızın en gerici faşist rejimlerinden daha fazla gerici ve faşist karekteriyle; bütün doğmatik, fanatik kurum ve hareketleri bile geride bırakan özellikleriyle; tarihte eşine az rastlanan bir asimilasyoncu yok ediş çabasıyla; halkın başına nasıl musallat olduğunu, Kürdistan’da ele geçirdiği her şeye nasıl kendi damgasını vurduğunu, insanların yüreklerini dahi nasıl kendileri için olmaktan çıkarttığını biliyoruz. Yine bu eğitim kurumları yüzde yüz vatan düşmanı, halk düşmanı, halka metelik kadar değer vermeyen; toprağından en onursuzca kopan; vatanına yönelmeyi bir kabus gibi gören; basit bir maaş uğruna, rahatlıkla bir özgürlüğü satacak kadar aşağılaşan; güncel yaşamı, bir saati, bir anı kurtarmak adına bütün insanlığı satacak kadar düşkünleşen; tiplerin üretildiği kurumlardır.
Gerçekten de tarih ne kadar incelenirse incelensin; çağdaş öğretim ve eğitim sistemi bakımından neresinden ele alınırsa alınsın, görülecektir ki, bu kurumlarda her şey ters yüz edilmiştir. Burada eğitimin değil, eğitimsizliğin; aydınlamanın değil, karanlığın; şekillendirmenin değil, şekilsizleştirmenin alası yaşatılır. Hiçbir zaman ve hiçbir halkın gerçeğinde bu kadar öze ters düşürülmüş bir sistemden bahsedilemez.
Bizler bu sistemin içinden geçtik, bu sistemin zehirinden içtik. Burada aşılandık. Sözümona şekillendik. Bu bizi güçlendirdi mi? Hayır! Bu sistemin etkilerinden kurtuluşun dahi yılların savaşımıyla mümkün olduğunu belirttik. Biz büyük bir kararlılıkla bütün duyguların, düşüncelerin tahribatına karşı direndik. Çok mütevazi de görülse, kendi ölçülerimiz içinde bunun ne kadar büyük bir uğraş gerektirdiğini ortaya koyarak, Partimizin doğuşunun mümkün olduğunu gösterdik. Partimizin doğuşu bu anlamda Kürdistan’da cumhuriyetin büyük karanlık ve yıkım ocaklarına karşı alternatifinin yaratılması olayıdır.
Çoğunuz halen yaygın bir biçimde, cumhuriyetin eğitim sistemi içine alınmayı bir ilerleme etkeni ve kurtuluş çaresi olarak görüyorsunuz. Günümüzde 12 eylül rejimi sömürgeciliğin yürüme şansını, en çok eğitim sisteminin derinleştirilmesinde görmektedir. Başta üniversiteler olmak üzere, bütün okullarda ‘milli birlik, bütünlük’ dersleri, bütün derslerin önüne geçmiştir. Yani yabancılaşmayı daha çok derinleştirmek; ülke ve özgürlük kavramlarını ağza alınamayacak bir biçimde yok etmek; bunun yerine, etkisi altına aldıklarından en tehlikeli tipleri yetiştirmek için görülmemiş yatırımlar yaparak yeni okullar açmakta ve bu okullara, bütün cumhuriyetin tarih, din, devlet vb. konulardaki uzman ideolog adamlarını yaygınca yollayıp, çalıştırarak, böylece kafalar ve ruhlar üzerinde egemenliğini tam kurup sürdürmeyi hedeflemekte. Geliştirilen bu sözde eğitim ve öğretimde, bir yandan dinsel doğmalardan medet ummaktan tutalım, diğer yandan ezici bir biçimde okullarda her gün ‘ne mutlu Türküm diyene’ sloganı attırmaya kadar, her türlü Kemalizm şakşakçılığı, sabah akşam, zihinler alıklaştırılıncaya kadar öğretilir.
Bu sistemden geçmeyen aile çocukları kalmadığına göre, ortada süzgeçten geçirilmemiş; asimilasyon ve boyun eğdirmenin her biçiminden nasibini almamış bir kişi kalmamış gibidir. Bu gerçek bir boyun eğdirtme yöntemidir. Bu gerçek bir özel savaştır. Burada özel savaş, en tehlikeli uygulamalarından birini bulmuştur. 12 Eylül’ün halka dayattığı savaşın en tehlikeli bir biçimi, eğitim sistemini bir özel savaş sistemi haline getirilmesinde aranmalıdır. Gençliği devrimden ve devrimin etkisinden uzaklaştırmak için, gençliğin önüne onu bitirecek kurumları ve bu kurumların eğiticilerini koydu. Dinle oynayabileceklerin önüne din kurumlarını koydu. Devrimci güce karşı görülmemiş bir şartlanmayı, bir karşıeğitimi yürüttü. Yoğun ideolojik eğitimle, bir taraftan tüm toplum üzerinde “Devrim bir öcüdür, yaklaşırsanız yok olursunuz” biçiminde bir dayatma geliştirilirken, diğer yandan ise Kemalizm, onun otoritesi, onun ahlakı, onun öğretisi dayatıldı. Yükselmek mi istiyorsun, iş mi bulmak istiyorsun, adam mı olmak istiyorsun; her şey bu temel ilkenin kabul derecesine göredir. Ve görülmemiş ekonomik yoksullukla, bu ideolojik etkilenme birleştirilince, toplumun adeta yıkılması gerçeklileştirilmeye çalışıldı; önemli oranda gerçekleştirildi.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan