HABER MERKEZİ –
Bugünlerde KCK yönetiminin yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla 2022 yılı içinde KDP, Türk devletiyle birlikte Medya Savunma alanları olarak ifade edilen gerilla alanlarına geniş kapsamlı bir saldırı gerçekleştirmeyi planlıyor. KCK yönetimi, yaptığı açıklamayla daha uygulamaya konulmadan bu planı deşifre etmiş oldu. Bu son gelişmelerle birlikte Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı Kapitalist Modernitenin hegemon güçlerinin TC. ve KDP gibi yerel güçleriyle uygulamaya koyduğu Özel Savaşı, özellikle KDP şahsında daha geniş irdelemeye ihtiyaç doğmuştur. KDP’nin 2022 yılı içinde TC. ile birlikte gerilla alanlarına yönelik başlatmayı düşündüğü saldırıları daha iyi anlayabilmek için KDP’nin tarihsel gelişimi içinde kritik aşamalara bakmak gerekmektedir.
Öncelikle Barzani ailesine bakalım. Barzanilerin oluşumu çok eskilere dayanmamaktadır. Nakşibendi Şeyhliği olarak bir gelişim göstermektedirler. Barzani Şeyhliği Zebari aşiretindendir. Barzan bölgesinde küçük bir köyde yaşamaktadırlar. Barzani Şeyhliği; Zebari, Gerdi, Mızuri, Şerwani ve Dolemeri aşiretlerinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Taceddin lakablı Muhammed, Barzanilerin ilk atası olarak Nakşi Şeyhlerinden olan Nehri’li Seyid Taha’nın yanına giderek Nakşibendi Halifeliği için icazet alır. Nakşibendi kültüründe Nakşi halifeleri sadece eğitim işlerini yürütürler. Eğitilen kişilerin halife olabilme izni Nakşi şeyhleri tarafından verilir. Başlangıçta Barzaniler Nakşibendi tarikatının Halifelik ünvanını alırlar.
Muhammed’ten sonra oğlu Abdüsselam onunu yerine geçer. Abdüsselam, Şeyh Ubeydullah’a bağlı Halife konumundadır. Şeyh Ubeydullah Nehrili Şeyh Seyid Taha’nın oğludur. Abdüsselam kendi bölgesinde hem şeyh hem de halifedir. Bu dönemde Şeyh Abdüsselam kendisini hem şeyh ve hem de “xewz” ilan eder. Xewz; İslamiyet’te şeyhliğin en üst mertebesini yani zirvesini ifade eder. Kendi döneminde bu durum Şeyh Ubeydullah ile Şeyh Abdüsselam arasında bir çelişkiye dönüşür. Şeyh Ubeydullah, genel kurallara ve usule göre hareket etmediği için Şeyh Abdüsselam’ı uyarır. Bu uyarı üzerine Şeyh Abdüsselam bunu kabul ederek Halifelik düzeyinde çalışmalarını yürütür.
Şeyh Abdüsselam’dan sonra oğlu Muhammed, Barzani şeyhi olur. Şeyh Muhammed 1882 – 1903 yılları arasında hüküm sürer. Bu süreçte Şeyh Ubeydullah yaşamını yitirdiği için artık Barzaniler de Şeyhlik statüsünü bu boşluktan faydalanarak alıp geliştirirler. Şeyh Muhammed’in Selam, Ahmet, Muhammed Sıdık, Babo ve Mustafa adlarında beş oğlu olur. 1903 yılında babasının ölümünden sonra en büyük oğul olan Selam Barzani Şeyhi olur. Şeyh Selam kendi döneminde etkili çalışmalar yürütür ve taraftar toplar. Zebari aşireti ile Barzani Şeyhliği arasında etkinlik ve iktidar olma çelişkileri nedeniyle Şeyh Selam, Barzaniler içinde kimi reformlar yapar. Bu reformlar, Barzani Şeyhliğini Zebari aşireti karşısında üstünlüğü ele geçirmesine yol açar ve çelişkileri derinleşir. 1902 ile 1904 yılları arasında yapılan reformlarla Barzani aşireti formu öne çıkar. Yani hem aşiret formu hem de şeyhlik kurumu iç içe geliştirilir. Örneğin her Zebari aşireti üyesi Barzani aşiretinden veya şeyhliğinden değildir. Ama Barzaniliği kabul eden diğer aşiretlerin üyeleri Barzaniliği kendi aşiretlerinden üstün tutmak durumundadır.
Şeyh Selam döneminde Osmanlılar, Barzanilerin gelişiminden rahatsızlık duyar. Bir kez Şeyh Selam’ı tutuklarlar ve bu hareketlerinden vazgeçmesi karşılığında bırakırlar. Fakat 1909’da Osmanlılar, Şeyh Selam’ın tutumundan vazgeçmediğini görür. Osmanlılar bu bölgeyi kontrol etmek istemektedir. Barzani Şeyhliğini bunun önünde engel olarak görürler. Bunun üzerine Osmanlılar ile Barzaniler arasında çatışma çıkar. Şeyh Selam çatışmaların yoğunlaşması üzerine tutunamaz ve Rojhılat tarafına geçmek durumunda kalır. Bu durum 1914 yılına kadar devam eder. Osmanlılar birinci dünya savaşına katıldıklarında seferberlik çağrıları yaparlar ve bu süreçte Şeyh Selam’a da seferberliğe katılması çağrısında bulunurlar. Şeyh Selam, bu çağrı üzerine Musul’a giderken Osmanlılar tarafından yolda yakalanır ve Musul’da idam edilir. Hem 1909 çatışmalarında hem de Şeyh Selam’ın idam edilmesinde İttihat-i Terakki’nin önemli bir rolü vardır. Tarihte Şeyh Selam Barzani’nin TC’nin temel zihniyet ve ideolojisini ifade eden İttihat-i Terakki güçleri tarafından idam edilmesine rağmen Barzani’lerin günümüzde TC. ile işbirlikçilik temelinde sıkı ilişkiler içinde olması, çözümlenmeyi gerektiren bir durumu ifade eder.
Şeyh Selam’ın idam edilmesinden sonra yerine Şeyh Ahmet geçer. Şeyh Ahmet 1914 yılından öldüğü 1969 yılına kadar Barzani Şeyhi olarak devam eder. Şeyh Ahmet, Barzan müritleri tarafından xweda (Tanrı) olarak kabul görür. Ona “xwedanê Barzan” (Barzan Tanrısı) da denir. Şeyh Ahmet 1931 ile 1932 yılları arasında Irak Hükümetine ve İngiltere’ye karşı savaş açar. Yaşanan çatışmalarda kısa sürede yenilir ve Türkiye’ye kaçar. TC. devleti, Şeyh Ahmet’i yakalayıp Irak hükümetine ve İngiltere’ye teslim eder. Şeyh Ahmet Irak’ın güneyine sürgüne gönderilir. 1936 yılında Barzani müritleri başkaldırınca onu tekrardan getirirler. Barzan bölgesine geçmesine izin vermeyerek Süleymaniye’ye yerleştirilir. Yanında Mele Mustafa Barzani de vardır. 1943 yılına kadar Süleymaniye’de kontrol altında tutulurlar.
1943 yılında Mele Mustafa Barzani, gizliden Barzan bölgesine geçerek Irak’a karşı savaş ilan eder. Bu süreçten sonra Barzanilerde Şeyh Ahmet dini liderlik yapar. Mele Mustafa Barzani ise siyasi liderlik rolünü üstlenir. Bu süreçten sonra dini ve siyasi olarak iki koldan Barzanileri ele almak gerekmektedir. Şeyh Ahmet 1969 yılına kadar Barzanilerin Nakşibendi tarikat şeyhliğini sürdürür. Ölümünden sonra yerine müritleri tarafından yeğeni Hurşit şeyh olarak belirlenir. Fakat bunu Şeyh Ahmet’in Osman adındaki oğlu kabul etmez. Kendisinin şeyh olması gerektiğini ileri sürer. Aralarındaki bu anlaşmazlık derin bir çelişkiye ve çatışmaya dönüşür. 1971 yılında Mele Mustafa Barzani Hurşit ve Osman arasında yaşanan çatışmanın arasına girer. Mele Mustafa Barzani ara bir formül bulur. Ne Hurşit ne Osman, onların yerine Şeyh Ahmet’in diğer bir oğlu olan Muhammed Halit’in Şeyhlik için olması gerektiğini belirler. Mele Mustafa Barzani neden Muhammed Halit’i seçer? Çünkü Muhammed Halit’in kızı Mele Mustafa Barzani’nin oğlu Mesut Barzani ile evlidir. Öte yandan Muhammed Halit, Mele Mustafa Barzani’nin sözünden çıkabilecek biri değildir. Bu iki nedenden ötürü Mele Mustafa Barzani, Muhammed Halit’i seçer. Tabi bu seçiminden ötürü hem Hurşit hem de Osman rahatsız olmuşlardır. Bu yeni durumla birlikte Barzani şeyhliğinde Hurşit taraftarları, Osman taraftarları ve Muhammed Halit taraftarları arasında bir parçalanma yaşanır. Bu parçalanma Mele Mustafa Barzani’nin işine gelir. Bu nedenle Barzanilerde siyasal ve iktidarsal yön daha fazla baskın hale gelir. Mele Mustafa’nın nüfuzu daha fazla artar. Fakat KDP’nin 1975 yenilgisinden sonra Mele Mustafa Barzani ile birlikte sadece bin kişi Barzani ailesinden İran’a geçer. Mele Mustafa’nın üç oğlu da dahil olmak üzere yaklaşık 6 bin kişilik Barzani ailesi onunla birlikte hareket etmez ve Irak’ta kalır. Daha sonra Hurşit ve Osman taraftarları Irak hükümeti tarafından kamplara yerleştirilir. 1983 yılında ise KDP’nin Irak karşısındaki tutumundan kaynaklı Barzanilerin Enfalı olarak tanımlanan katliam yaşanır. Burada neredeyse Mele Mustafa Barzani’ye muhalif olan 8 bin kişilik Barzani ailesi üyesi katliamdan geçirilir.
Barzanileri siyasal açıdan ele alırsak; Mele Mustafa Barzani Başurlu aşiretleri de toplayarak 1943 ile 1945 yılları arasında Irak’a karşı bir çatışma süreci başlatır. 1945 yılında bir sonuç elde edemeyince Rojhılat Kürdistan’ına geçer. O süreçte Rojhılat Kürdistan’ında Mahabad Kürt Cumhuriyetinin oluşum hazırlıkları yapılmaktadır. Mele Mustafa Barzani bu sürece dahil olarak Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yıkılma sürecine kadar devam eder. Burada Mahabad Kürt Cumhuriyetinin ordusuna komuta eder. Fakat İran’ın yönelimleri karşısında geri çekilip Rusya’ya kaçar. Qazi Muhammed ve arkadaşlarını kendi kaderleriyle baş başa bırakarak direnişi değil de kaçışı esas alır. Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yenilgisinde Mele Mustafa Barzani’nin payı belirleyicidir. Kendi tarih anlatımlarında Qazi Muhammed’i yüz üstü bırakıp Rusya’ya kaçma süreci bir kahramanlık destanı biçiminde sunulur.
Bu süreçlerde Başur’da KDP-I’ın kuruluş süreci vardır. Hamza Abdullah, Başur’da kurulan KDP’nin oluşumunda etkili rol oynar. Kuruluş aşamasında cephe görünümündedir. O süreçte küçük burjuva ve aydın öncülüklü gelişen Hiwa, Şoreş ve Rızgari partilerinin yanı sıra Barzani ve Berzenci aileri de bir araya getirilerek koalisyon tarzı bir cephe oluşturulur. Partinin başına Mele Mustafa Barzani getirilir. Şeyh Mahmud Berzenci’nin Letif adındaki oğlu ve Koysancak’ın tanınan ailelerinden Kake Zeyad, Mele Mustafa’nın yardımcıları olurlar. Küçük burjuva ve aydın öncülüklü partilerden gelen aydın çevreleri de Partinin “Mektep Siyasi” olarak adlandırılan merkezini oluşturur. Partinin Genel Sekreteri Hamza Abdullah olur. Aslında Mele Mustafa Barzani adeta sembolik olarak bu partinin Başkanı yapılır. Çünkü kendisi fiiliyatta hazır değildir. Başkanlık kağıt üzerindedir. Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yenilgisinden sonra Mele Mustafa Barzani, Rusya’ya kaçmıştır ve fiili olarak KDP’nin başında değildir. KDP, Genel Sekreter olan Hamza Abdullah ve Mektep Siyasi tarafından yürütülmektedir.
1958 yılında Abdülkerim Kasım tarafından Irak’ta bir askeri darbe gerçekleşir. Bu darbeyle birlikte Irak’ta kraliyet dönemi sona erer ve Cumhuriyet dönemi başlar. Abdülkerim Kasım annesi feyli Kürtlerinden babası Arap olan asker kökenli biridir. Darbe ile iktidara geldikten sonra Komünist ve sosyalistler de dahil Irak’ın bütün muhalif kesimlerine serbest siyaset yapma hakkı tanıyarak ülkelerine dönüp faaliyetlerini serbest bir şekilde sürdürmeleri iznini verir. Bunun üzerine Mele Mustafa Barzani, Kahire üzerinden Sovyetlerden Irak’a gelir. KDP artık faaliyetlerini legal olarak sürdürür. Abdülkerim Kasım’ın Irak zenginliklerini millileştirme girişimleri uluslararası hegemon güçlerin tepkisini çekmiştir. Uluslararası hegemon güçler artık Irak petrollerini istedikleri gibi kullanamamaktadır. Aynı zamanda Abdülkerim Kasım’ın toprak reformuyla birlikte ağaların elinde olan toprakları onlardan alarak topraksız köylülere dağıtması ağaların tepkisiyle karşılaşmıştır.
Uluslararası hegemon güçler bu durumu da fırsat bilerek Abdülkerim Kasım’a kaşı savaşması için Mele Mustafa Barzani’yi harekete geçirirler. Burada Mele Mustafa Barzani, Abdülkerim Kasım’a karşı uluslararası hegemon güçlerin politikalarını etkin uygulayan bir rol oynar. Başta Hamza Abdullah olmak üzere KDP’nin Mektep Siyasi olarak ifade edilen yönetimi Abdülkerim Kasım ile bir çatışma içerisine girme taraftarı değildir. KDP yönetiminin muhalefetine rağmen Mele Mustafa Barzani, Abdülkerim Kasım’a karşı Eylül Devrimi (Şoreşa Eylül) adıyla bir çatışma süreci başlatır. Bu süreçte KDP Genel Sekreterliği görevini yapan Hamza Abdullah, Mele Mustafa Barzani tarafından görevden alınarak yerine İbrahim Ahmet getirilir. Eylül Devrimi olarak ifade edilen bu süreç aslında karşı devrimci bir role sahiptir. KDP içerisindeki aydınların tasfiye sürecinin başlangıcını ifade eder. Uzun zaman resmiyette KDP başında olmasına rağmen parti ile çok da ilişkisi olmayan Mele Mustafa Barzani ilk fırsata parti kurucularını tasfiye etmeye yönelir.
Abdülkerim Kasım devrildikten sonra yerine gelen Arap milliyetçisi Abdüsselam Arif ile diyaloğa geçmek isteyen Mele Mustafa Barzani’ye karşı KDP yönetimi muhalefet yapar. Bu tutumundan ötürü Parti Başkanlığını düşürme kararına giden KDP yönetimine karşı Mele Mustafa Barzani, yapılacak olan parti kongresiyle parti başkanının görevden alınabileceğini belirtip kongreye gideceklerini belirtir. KDP merkez yönetimi, Mele Mustafa Barzani’nin kongreyi fırsat bilerek kendilerini tasfiye edeceği kaygısından hareketle 1964 yılında kaçarak İran’a teslim olur. Bu süreç aslında KDP’nin parçalanmasını ifade eder. İran, kendisine sığınan KDP merkez yönetimini kabul ederek Irak karşısında bir koz olarak kullanmak ister. Mele Mustafa Barzani, Arap milliyetçisi tutumlarından ötürü Abdüsselam Arif ile ilişkileri yürütemeyince yönünü İran’a çevirir ve İran ile ilişkilenmek ister.
1965 yılında Mele Mustafa Barzani İran ile anlaşmaya varır. İran, Celal Talabani’nin başını çektiği, kendisine sığınan KDP’nin merkez yönetimi yerine Mele Mustafa Barzani ile ilişkilenmeyi çıkarlarına daha uygun görür. Bu yüzden Mele Mustafa Barzani ile anlaşır. Özetle anlaşmanın içeriği şöyledir: İran, Celal Talabani ve grubuna yardım etmeyecek ve bu grubu Mele Mustafa Barzani’ye teslim edecektir. Bunun karşılığında ise Mele Mustafa Barzani, Hizbi Demokrat ve Rojhılatlı partileri desteklemeyerek onları ya İran’a teslim edecek ya da etkisiz hale getirecektir. Mele Mustafa Barzani bu anlaşmayı kabul eder. Bunun üzerine İran, Celal Talabani’ye “Mele Mustafa Barzani ile anlaştıklarını, isterlerse Barzani’nin yanına gidebileceklerini ya da Barzani’ye karşı olmamak kaydı ile İran’da kalabileceklerini” söyler. Bunun üzerine Celal Talabani ve grubu Mele Mustafa Barzani’ye teslim edilir. Tasfiye edileceklerinden korktukları için bu grup bu kez Irak hükümetine sığınır. Mele Mustafa Barzani’ye karşı kullanmak amacıyla Irak bu grubu kabul eder. Mele Mustafa Barzani bu grubu Kürt mücadelesine ihanet etmekle suçlar. Bu süreçten sonra Mele Mustafa Barzani ve Celal Talabani liderliğindeki gruplar arasında yoğun çatışmalar yaşanır.
Bu süreçte Mele Mustafa Barzani tarafından Rojhılat Partilerine yönelik benzer tutum gelişir. Mele Mustafa Barzani Rojhılat’ta faaliyet yürüten Hizbi Demokrat güçlerine “ya burada kalır İran’a karşı mücadele etmezsiniz ya da İran’a gidersiniz” der. Bu tutum karşısında Hizbi Demokrat 1967 yılına kadar buna göre hareket eder. Daha sonra Hizbi Demokrat içinde “Devrimci Yönetim Komitesi” adıyla bir grup öne çıkar. Bu grubun tanınan isimleri arasında Süleyman Muini, İsmail Xeribzade, Mele Aware ve Mıhoy Herki de vardır. Kandil’de konumlanan bu grubun üyeleri İran içlerine doğru eylem için giderken KDP’nin İran ile yaptığı anlaşma gereği birer birer tasfiye edilirler. Bu gruptan sadece Süleyman Muini kurtulur. KDP’nin elinden kaçarak Süleymaniye bölgesine gider. Burada bir şekilde yakalanıp KDP’ye teslim edilir. O Zaman Mele Mustafa Barzani, Kandil’de Balayan vadisi taraflarındadır. Süleyman Muini Balayan’a götürülür. İdris Barzani ve Savak üyeleri buradadır. İran’a teslim olması için kendisiyle konuşurlar. Fakat Süleyman Muini teslim olmayı kabul etmez. Zindana koyma gerekçesiyle götürülürken yolda öldürülür. İran, cenazeyi alıp Rojhılata götürür. Cenazesi bir gün boyunca Piranşar’da halkın görebileceği yerlerde teşhir edilir. Daha sonra cenaze Mahabad’a götürülerek benzer şekilde teşhir edilir. Barzani, kendi kitabında Celal Talabani’nin işbirlikçisi olduğu gerekçesiyle Süleyman Muini’nin öldürüldüğünü söylese de doğrusu Mele Mustafa Barzani bu durumu dönemin İran istihbarat örgütü Savak ile birlikte planlayarak uygular. Bu yolla Hizbi Demokratın eylemci ve devrimci grubu olarak bilinen grubunu tasfiye eder.
Yine benzer şekilde KDP-T’nin tasfiye edilme sürecinde aktif rol oynar. 1965 yılında kurulan KDP-T’nin başında yer alan Faik Bucak katledilince partinin başına Sait Elçi geçer. Sonradan KDP-T başını Sait Elçi’nin çektiği sağcı ve başını Sait Kırmızıtoprak’ın (Doktor Şivan) çektiğı solcu kanatlar arasında ikiye bölünür ve ayrışma yaşanır. TC, KDP-T’nin her iki eğilimini de tutuklar. Sait Kırmızıtoprak 1970’lerde zindandan çıkar. O süreçte Başur’da Mele Mustafa Barzani ve Irak hükümeti arasında görüşmeler başlamıştır. Bu koşullarda Sait Kırmızıtoprak da Başur’a gider. Temel amacı 1971 yıllarına kadar kendisini örgütleyip Bakur’da silahlı bir mücadele başlatmaktır. Barzani ve KDP bunu kabul etmezler. Bu durum aralarında temel bir soruna dönüşür.
Aynı süreçlerde Sait Elçi de zindandan çıkar. O da Başur alanına gider. Zaxo tarafındayken KDP yetkililerine Sait Kırmızıtoprak’ı görmek istediğini belirtir. Bu yolla aralarındaki sorunları çözmek ister. Bu süreçte Sait Elçi öldürülür. KDP yetkilileri “götürüp Sait Kırmızıtoprak’a teslim ettik, sonradan Doktor Şivan (Sait Kırmızıtoprak) onu öldürttü” der. Doktor Şivan ve arkadaşları ise “Sait Elçi’nin Doktor Şivan’ı görmek istediğini, KDP tarafından yanlarına getirilirken yolda öldürüldüğünü” ifade eder. Bunun üzerine KDP; Doktor Şivanı, Sait Elçi’yi öldürtmekle suçlar. Mahkemesini yaparak idam cezasına çarptırılır ve katledilir. Doktor Şivan’ın arkadaşları KDP’nin MİT ile anlaşarak Sait Elçi’yi bilerek zindandan bıraktırdıklarını, Başur’a getirerek öldürdüklerini, suçu Doktor Şivan’ın üzerine atarak aynı zamanda Doktor Şivan’ı da öldürdüklerini söylemektedir. Bu yolla Mele Mustafa Barzani ve KDP, KDP-T’nin en önde gelen iki liderini tasfiye ederek etkisiz hale getirir.
Bu sürecin devamı niteliğinde Rojhılatlı güçlere karşı Barzani’lerin tutumu devam etmektedir. 1979 yılında İran devrimi gerçekleşir. Sonradan İslami güçler bu devrime el koyarak İran İslam Cumhuriyetinin oluşumuna gider. Bu süreçte İran rejimi Rojhılat Kürdistan bölgesine saldırır. O zaman Rojhılat’ta Kürdistan bölgesi İran rejiminin değil Kürt hareketlerinin denetimindedir. Bu saldırı esnasında KDP, İran güçlerine yardımcı olur. KDP’nin yardımıyla İran, Kürt partilerini Kürdistan bölgesinden çıkarır. KDP, 1975 Cezayir anlaşması yenilgisinden sonra merkezini İran’a taşımıştı. Mele Mustafa Barzani 1979 baharında Amerika’da ölmüş ve cenazesi Rojhılat Kürdistan’ına getirilmişti. KDP, bu süreçte İran rejimi ile işbirliği yaparak Rojhılatlı Kürt partilerine saldırısını iki gerekçeye dayandırıyor. Birincisi; Rojhılat güçlerinin İran ile anlaşarak KDP’nin Rojhılat’tan çıkarılması talebinde bulduklarını iddia etmektedir. İkincisi; Amerika’da ölüp cenazesi Rojhılat’a getirilen Mele Mustafa Barzani’nin mezarının bu güçler tarafından açıldığı ve cenazeyle dalga geçilerek hakaret edildiği iddia edilmektedir. Rojhılatlı güçler ise bu iddiaların doğru olmadığını söylemektedir. Onların temel savı ise KDP’nin İran Şah’ına ait bir yapıya dönüştüğü, Şah’ın düşmesi ardından yerine gelen İran İslam rejimine kendisini kanıtlama isteminden kaynaklı böylesi saldırılar içerisine girdiği yönündedir. 1982’lere kadar Rojhılatlı güçler şehirlerden çıkarılmış, köylere ve dağlara sığınmışlardı. KDP’nin yardımıyla 1983 yılında başlatılan saldırılarla birlikte bu güçler Rojhılat’tan çıkarıldılar. Irak bu güçlere yer verdi. Hizbi Demokrat Kandil’de Enze ve Lewje köyleri civarında yerleştirildi. Buralarda kamplarını kurdular. Komala ise Bohtê taraflarına yerleştirildi. KDP’nin bu tutumuyla birlikte Rojhılatlı partiler yeniden büyük bir darbe yedi.
1991 yılında Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinden sonra yaşanan gelişmelerle Amerika ve Fransa devletleri Saddam’a karşı bir Kürt hükümetinin ilan edilmesini istiyordu. Türkiye ve İran bu duruma karşıydı. Fakat daha sonra kimi şartlarla ikna edildiler. Birincisi; kurulacak hükümetin daimi olmaması, Saddam’ın yıkılmasından sonra varlığına son verilmesiydi. İkincisi ise; oluşturulacak olan hükümetin Bakur ve Rojhılat hareketlerinin bu statüden faydalanmasını engellemesi temelindeydi. KDP ve birlikte hareket ettikleri Başurlu güçler bu şartları kabul etti. Bu temelde 19 Mayıs 1991 tarihinde Başur’da seçimler gerçekleşti. Temmuz ayında ise hükümet kuruldu. Hükümet kurulduktan sonra ilk önce PKK’ye, ardından da Hizbi Demokrat, Komala ve bütün Rojhılatlı güçlere ya silahlı mücadeleyi durdurun ya da Başur sınırlarının dışına çıkın dayatmasında bulunuldu. Rojhılatlı partiler bu istemi kabul etti. Oluşturulan hükümet Hizbi Demokrat örgütünü Kandil’den alıp Koysancak’a yerleştirdi. Komala örgütünü ise Bohtê’den alarak Süleymaniye’de Zırgüz’e yerleştirdi. PKK, bu dayatmaları kabul etmediği için 1992 ekim ayında TC devletiyle birlikte Başur alanında kapsamlı bir operasyon gerçekleştirildi. TC, KDP’nin bu tutumundan kaynaklı Başur’da oluşan statüyü istemeyerek de olsa kabul etti.
Diğer yandan ele alındığında 1986 yılına kadar KDP’nin İran ile ilişkilerinin güçlü olduğunu görürüz. İran’ın YNK ile ilişkileri yoktu veya çok sınırlıydı. 1986 yılından sonra YNK’nin de İran ile ilişkileri gelişir. 1996 yılına kadar hem KDP hem de YNK’nin İran ile ilişkileri güçlüdür. 1996’da KDP Türk devleti ile ilişkilerini güçlendirdi. 31 Ağustos 1996’da Saddam ile ilişkilenerek Hewler şehrini YNK’den aldı. Bu durumdan kaynaklı YNK, İran ile ilişkilerini güçlendirdi. Bu yüzden YNK, Rojhılatlı örgütlerin İran sınırındaki hareketliliğini sınırlandırınca Rojhılatlı güçler yönünü KDP’ye çevirdi. Aynı süreçte KDP, Türk devletiyle birlikte PKK’ye yönelik de saldırı tutumu içerisine girdi.
1998 yılında Washington anlaşmasıyla Önder Apo’ya yönelik uygulamaya konulan uluslararası komploda oynadıkları rol biliniyor. O günden günümüze kadar KDP aralıksız olarak olumsuz tutumunu sürdürmektedir. Olumsuz uygulamalarına sürekli yenilerini ekliyor. Kısaca değinecek olursak;
Rojava Devrimine Yaklaşım: 19 Temmuz Rojava Devriminden günümüze kadar burada elde edilen kazanımları tasfiye etmek veya gasp etmek için uluslararası hegemon güçler ve TC faşizminin uşaklığı temelinde elinden gelen tüm çabayı harcadı ve halen bu tutumlarını sürdürüyor. ENKS ve Roj çeteleri aracılığıyla çok yönlü saldırılarını sürdürüyor. KDP’nin temel tutumu; “PKK ve gerilla Rojava’da yaşayan halkla birlikte kan döksün, şehit versin sonradan ben bu kazanımları hile ve kurnazlıkla gasp ederim” tutumu içindedir. Bu tutumunun Devrimin gerçek emekçileri ve fedaileri tarafından fark edilmediğini düşünmekte veya fark edilse de dayandığı güçlere güvenerek son derece kendinden emin görünmektedir.
Şengal Özerk Yönetimine Yaklaşım: 2014 yılında DAİŞ saldırılarıyla birlikte KDP güçleri tek bir mermi sıkmadan Şengal halkını büyük bir katliam ve soykırımla yüz yüze bırakıp kaçarak alanı terk etti. PKK, gerilla, YPG ve YPJ güçleri Şengal halkının imdadına yetişerek büyük bir katliamın yaşanmasını engelleyebildi. Buna rağmen Şengal halkı Daiş güçleri tarafından büyük katliamlardan geçirildi. En azından daha büyük katliamlar engellenmiş oldu. Bu saldırılar karşısında ne Irak güçleri ne de KDP güçleri Şengal halkını koruyabildi. Halk yüz üstü bırakıldığı için özgücüne dayalı olarak kendi Özerk Yönetim Meclisini kurarak kendisini yönetme ve savunmaya yöneldi. Şengal halkını yüz üstü bırakan KDP, Daiş yenilgiye uğratıldıktan sonra tekrardan Şengal’i kendi kontrolüne alabilmek için her türlü hileye baş vurarak bu kazanımları tasfiye etme çabalarından bir an bile olsa vazgeçmedi.
Medya Savunma Alanları ve Gerillaya Yaklaşım: TC faşist devletinin Çöktürme Planıyla paralel KDP 2015 yılından beri kademeli olarak sürekli Medya Savunma Alanları olarak ifade edilen gerilla alanlarını daralta, çembere alma, lojistik desteğini kesme, alanlar arası geliş-gidişleri koparma, provokasyonlar geliştirme, TC faşist devletinin imha saldırılarında sonuç alabilmesi için her türlü istihbarati bilgiyi paylaşma, kısacası PKK’yi ve gerillayı imha etmek için her türlü çabayı sergilemekten hiç geri durmadı.
Halka Yaklaşım: Başur alanında özellikle PKK’ye ve gerillaya yakınlığıyla bilinen Başur, Rojava, Bakur ve Rojhılatlı halka yönelik baskı, sindirme, korkutma, zindana koyma, kaçırma, katletme, TC devletine teslim etme gibi her türlü olumsuz tutumun içerisinde olmuştur.
Kürt Ulusal Birliğine Yaklaşım: Neredeyse 1980’lerden beri sürekli sürdürülen Kürt Ulusal Birliğini geliştirme çabaları önünde KDP her zaman engel oldu. Kürt Ulusal Birliğinin gelişmemesi için elinden gelen bütün çabayı sarf etti. Öyle bir algı oluşturuldu ki sanki KDP, Kürt Ulusal birliği içinde yer almazsa Ulusal Birlik gelişemeyecek ve başarısız kalacaktır. Son süreçle birlikte daha iyi anlaşıldı ki KDP’siz geliştirilecek olan Kürt Ulusal Birlik çalışmaları çok daha etkili ve güçlü gelişecektir. Yani KDP, Kürt Ulusal Birliğinin de önündeki en temel engel konumundadır.
Konuyu temel başlıklarda toparlayacak olursak:
- Bütün tarihsel süreç analizleri daha kapsamlı değerlendirildiğinde aslında Barzaniler içinde iktidar olan çekirdek ailenin Kürtlükle ve Nakşibendilikle bir alakalarının olmadıkları daha iyi anlaşılacaktır. Barzani şeyhliği ve aşiretçiliği yakın geçmişte Yahudiler tarafından inşa edilen bir oluşumdur. Barzanilerin bilinen çekirdek ailesi ise asıl olarak Yahudi kökenlidir. Sabetay Sevi örneğinde olduğu gibi kendi amaçlarını gerçekleştirebilmek için Kürtleşmiş ve İslamiyet içerisinde de Nakşibendi tarikatını seçerek öyle etkili olmayı seçmişlerdir. Barzanilerin esas mücadele stratejilerini belirleyenler Yahudilerdir. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için Şalom Nakdimon’un “Irak ve Ortadoğu’da MOSSAD” adlı kitabı incelenebilir.
- Bu konuyu ele alırken Barzanilerin tümünü olumsuz değerlendirmek doğru olmayacaktır. Barzaniler içerisinde olumlu bir tutum içerisinde olan geniş bir çevre vardır. Barzaniler dediğimizde Barzaniler içerisinde iktidar olan, sürekli güç olmak isteyen, gizli amaç ve ajandaları olan, bilinen çekirdek aileyi kast etmekteyiz. Yoksa başta da belirttiğimiz gibi Zebari, Gerdi, Mızuri, Şerwani ve Dolemeri aşiretlerinin birleşmesinden meydana gelen Barzanilerin geniş ve büyük çoğunluğu da bu yapı içerisinde iktidar olan çekirdek ailenin uygulamalarından nasibini almıştır. Bu büyük çoğunluğu Barzaniler içindeki çekirdek aile ile karıştırmamak gerekir. Zaten Saddam’ın geliştirdiği Barzanilerin Enfalinde görüldüğü gibi bu çekirdek iktidarcı aileye karşı çıkan kesimler hep katliamlar ve olumsuzluklarla yüz yüze kalmıştır.
- Yine KDP gerçekliğini de doğru ele almak gerekir. KDP daha yeni kurulurken Mele Mustafa Barzani’nin emekleriyle kurulmadı. Birçok çevre KDP’nin kuruluşunda yer aldı. Birçok aydın, yazar ve tanınan şahsiyet bu oluşumun kuruluşunda yer aldı. 1960’lardan sonra Mele Mustafa Barzani KDP’yi darbe yoluyla ele geçirip etkili isimlerin tümünü tasfiye ederek kendi hakimiyetine aldı. Şu anki KDP’yi kuruluş sürecindeki KDP ile karıştırmamız gerekmektedir. 1978’lerde “Karesati Hekari” olarak bilinen katliamda Aşbatal (mücadeleyi bırakma) sonrası KDP’den koparak YNK adı altında mücadeleye devam eden sosyalist eğilimden yaklaşık 700 kişiyi katleden, KDP’den arta kalan Kıyadeyi Muakat olarak adlandırılan geçici yönetim olmuştur.
- Barzaniler içindeki bu iktidarcı çekirdek aile eliyle Proto-İsrail olarak da ifade edilen Küçük Kürdistan oluşturma projesi devam etmektedir. Bu durumun daha iyi anlaşılması için Önder Apo’nun şu değerlendirmesi önem arz etmektedir: “1990 sonrası Ortadoğu’da Körfez Savaşı bağlamında başlatılan olguyu ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın önemli bir versiyonu olarak değerlendirirsek, Birinci Dünya Savaşından sonra yenik Osmanlı İmparatorluğu’ndan minimal Proto-İsrail olarak bir Türk ulus-devleti, İkinci Dünya Savaşından sonra gerçek İsrail Devleti ve ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ versiyonundan da İsrail Devletinin temel güvenlik aracı olarak Proto-İsrail Kürt ulus-devleti inşa edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla 1990 sonrasında PKK’nin karşısında kapitalist modernite hegemonik güçleri başta olmak üzere (ABD ve AB güçleri), bölgedeki İsrail ve Türk ulus-devletince desteklenen Kürt ulus-devletçiği alternatif olarak dikilmek istenmiştir. 1990 sonrası PKK’ye yönelik NATO destekli Gladio savaşları bu gerçeği gayet açık doğrulamaktadır.”
- Geçmişte İran ile içine girdiği kirli ilişkilerde olduğu gibi günümüzde KDP, TC. faşist devletiyle her türlü işbirlikçi ilişkinin içine girmiş durumdadır. NATO destekli Gladio savaşları bağlamında TC’nin yürütmüş olduğu kirli ve imha savaşlarının pratik alanda yürütücüsü konumuna düşmüştür. TC. Özel Savaş güçlerinin temel kurumlaşmaları olan MİT, ORSAM, SADAT, Özel İstihbarat Kuruluşları ve buna benzer kuruluşlar Başur’da giderek kalıcı hale gelerek kökleşmektedir. Başurê Kürdistan KDP eliyle önümüzdeki yıllarda TC. devletinin bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor.
Sonuç olarak belirtmek gerekir ki Barzanilerin iktidarcı çekirdek ailesi Kürt ve Kürdistan gerçekliği karşısında gün geçtikçe düşman ve ihanetçi rollerini derinleştirmektedirler. Bu olumsuz gidişatı önleyebilmenin temel yolu bu yapının gerçekliğini bütün yönleriyle açığa çıkarmak, anlaşılır kılmak, halkın da bunu daha iyi anlamasını sağlamak ve bu yapının marjinal ve etkisiz kılınması için büyük bir çaba ve mücadele içerisinde olmak gerekmektedir. Yoksa Kürt ulusal gerçekliği yaşadığı sorunlar karşısında rahat bir nefes alamaz ve sorunlarını çözemez. Çözüm bu yapının bertaraf edilmesinden geçmektedir. 2022 yılında yaşanacak olan yoğun ve kapsamlı mücadele bu gerçekliği daha berraklaştırıp görünür kılacaktır.
Yasin KILIÇKAYA/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi