HABER MERKEZİ
Devlet adalet hatasını kabul etmeli
İkinci etki şudur: Adaletin hata yapması fikri… Adaletsizlik var ve bu devletin, polisin, savcılığın ve hükümetlerin eliyle yapılıyor ve toplumun içinde oluyor. Birbirimizle savaştığımızda suçlananlar ya da bunun sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışanlar kadınlar oluyor. Bence bu, üç ya da dört yüzyıl önceki insanların bizden o kadar da farklı olmadığını, benzerliklerimizin olduğunu gösteren önemli bir konu. Toplum olarak, bir kişiyi ya da bir grup insanı sahip olduğumuz anlayışa dayanarak suçlayabilen, onlara düşmanlaşabilen ve nihayetinde alenen onları aşağılayan, tehdit eden, taciz eden ve hatta öldüren zihniyetten öteye geçmedik. Bu bağlamda şu güncel örnekleri vermek isterim; devlet kapitalizminin yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlar konusunda sığınmacılar ve göçmenler ırksal olarak suçlanıyor veya karşılaştıkları cinsel şiddette kadınları suçlayan tecavüz kültürü var. Bu dinamikler hala var. Dolayısıyla, bu kadar yaygın adaletsizlikler içinde bir adaletsizliğin böylesine açık bir örneğine isim vermenin gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. Cadı avını yapan ve tekrar yapabilecek bir toplumdan çok uzak olmadığımızı gösterdiği için devletin adalet hatasını kabul etmesi bizler için önemli. Toplumumuzda genellikle göçmenleri, mültecileri veya kendisi gibi olmayanları ötekileştirme, bir şekilde korkutucu oldukları ya da doğaları gereği zararlı, kötü ya da yanlış oldukları ve bu nedenle başlarına ne gelirse gelsin adil bir oyun olduğu fikri var. İşte adaletsizlik böyle oluşuyor. Daha iyi bir toplum inşa etmeye çalışmıyoruz, insanların gerçekte sahip olduğu becerilere bakmıyoruz. Bunun yerine zamanın otoritesi tarafından yaratılan veya şiddetlendirilen bir kamu algısı ve ruhunun yerleşmesine ve düşmanlaşmaya izin veriyoruz.
Çağımız, kadın bilgisinin yitimidir
Üçüncü önemli etkiyi ise bu kadınların gerçekte sahip oldukları becerilere bakarak görebiliriz. Kadınların becerilerinin çoğu kısmen cadı avı, kısmen göç, kısmen topluluklarımızın yapılanma biçimindeki yabancılaşma, kısmen tıbbi ilaçlar ve tıbbi ilaç reklamları nedeniyle yok oldu. Birçoğumuz artık tıbbi anlamda doğadan faydalanarak birbirimize bakmayı veya birbirimizi güvende tutmak için doğada bulunan şeyleri kullanmayı bilmiyoruz. Geçenlerde 95 yaşında bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Bu kampanyadan bahsediyordu ve o kadınların sahip olduğu ve nesiller boyu aktarılan tüm kolektif bilgileri düşünmenin ne kadar müthiş olduğunu söylüyordu. O kadınların ve bir bütün olarak toplumumuzun kaybettiği tüm bu bilgileri düşününce karşımıza ürkütücü bir manzara çıkıyor. Bu arkadaşım medyada, soğuk duş almak veya soğuk suda yüzmek, yara lapası ve ev yapımı ilaçlar kullanmak gibi “yeni çağ” tıbbının ortaya attığı fikirleri gördüğünden bahsetti. Arkadaşım bunları “Annemin bana 1930’da öğrettiği şeyler” diyerek izliyor. Evet bunlar, arkadaşımın İrlandalı annesinin ona öğrettiği türden bilgiler. Evde olan tüm bu kadın topluluğu, bu becerileri ve bilgileri birbirleriyle paylaşıyordu. Çünkü doktorlara erişimleri yoktu, kendileri doktor, hemşire ve ebeydi. Bu tarihsel bilgiler nesiller boyunca aktarıldı. Daha sonra tıbbi ilaçların ortaya çıkmasıyla birlikte bu bilgilerin çoğu kaybolmakla kalmadı, aynı zamanda kasıtlı olarak kenara itildi, alay edildi ve reddedildi. Ama şimdi insanlar “yeni çağ” tedavileri olarak sınıflandırılan bu tedavilerden, 100 yıldan daha uzun bir süre önce kadınların ortak bilgisi olan şeylerden para kazanıyorlar. O kadınlar biri yandığında ya da bir çocuk hastalandığında ne yapacaklarını biliyorlardı. Ateşi olan bir çocuk ya da mide iltihabı olan bir çocukla ölümün eşiğinde olan bir çocuk arasındaki farkı biliyorlardı. Tutulmuş kaslara ne yapacaklarını biliyorlardı. Depresyon ve anksiyete gibi zihinsel sağlık sorunlarına ne yapacaklarını biliyorlardı. Onlar sayesinde toplum birbirine kenetleniyordu. Bu bilgilerin kasıtlı bir şekilde yok edildiğini düşünüyorum. Olan şey bilginin zaman içinde kaybolması değil, toplulukların kırılmasıyla ortaya çıkan kasıtlı bir şey. Bu; toplu bilginin, toplum deneyiminin ve karşılıklı yardımın kaybıdır. “Bu sadece bir kocakarı masalı” şeklinde yaygın deyimler var. Örneğin birisi, “Sabahları balık yağı alırsanız, sağlıklı ve güçlü olursunuz şeklinde bir kocakarı masalı var” diyebilir. Bu tür bir cümle, sunulan çareyi veya tedaviyi reddetmek için kullanılır. Ancak biraz düşününce görürsünüz; herkesi yaşatan “kocakarı”lardı! Onlar ailelerini ve toplumlarını yaşattılar. Topluluklarının kıtlıktan, Highland Clearances’den (İskoçya’daki tarihi toprak gaspı), savaştan ve salgın hastalıktan kurtulmalarına yardımcı oldular. Bu nedenle bir “kocakarı masalı”nın herhangi bir biçimde karalanması gerçekten trajik.
Mizojiniyi yürüten devletin kendisidir
Yukarına dikkat çektiğiniz ve yakında çıkacak olan Mizojini Yasası’na geri dönersek,
detayları ve kapsamında neler var?
Mizojini, içinde yaşadığımız ataerkil toplum yapısının dışa vurumudur. Kadınların öldürülmesine, saldırıya ve tacize uğramasına, küçük düşürülmek ve alaya alınmak suretiyle günlük olarak istismara maruz kalmasına neden olan, çoğu zaman göz ardı edilen ve nüfusun yüzde ellisinden fazlasına zapt edilmiş hissi yaşatan bir göstergedir. Bunu ceza yasasıyla düzeltmek çok zor bir görev gibi görünüyor. Her şeyden önce, İskoçya’daki mizojini suçu kurumsal olarak kadın düşmanı olan bir polis gücü tarafından denetlenecek. Ayrıca, mizojini gibi bir şeyi suç haline getirmek, toplumda sistematik ve yapısal değişimi içeren ve çoğu zaman gözden kaçırılan gerçek bir eğitim çalışmasını gerektirir. Çünkü bir eylemin kriminalize edilmesi onu ya yeraltına iter ve daha da zorlaştırır ya da sadece yara bandı işlevi görür. Örneğin uyuşturucuların suç sayılmasını ele alalım; uyuşturucu kullanımı daha fazla yer altına çekiliyor ve potansiyel olarak daha tehlikeli hale geliyor. Ve sonuçta aslında çoğunlukla çevrelerinin bir ürünü olan işçi sınıfından insanlar hapsediliyor. Kadın düşmanlığı yapanlar da çevrelerinin bir ürünüdür. Sorunun kaynağıyla veya onu gerçekten neyin yönlendirdiğiyle mücadele edilmiyor. Sorun sadece toplumdaki bazı erkeklerin cinsiyetçi tutumlarına indirgenemez. Sorun derin ve yapısaldır ve de esaslı bir toplumsal ve ekonomik değişimi gerektiriyor. Bir şeyi kriminalize etmenin bu değişimi yaratacağına inanmıyorum. Evet, bir süreliğine gazetelerin ön sayfasında yer alabilir, ancak sorunun kaynağı görünmeyecek. Çünkü sorunun çözümü, devletin polis gücünün bizim için bir şeyler yapması değildir. Sorunun çözümü toplum olarak birbirimizin görüş ve davranışlarıyla mücadele etmektir. Devletin bizim için bir şeyler yapmasını beklemek naiflik olur. Çünkü mizojiniyi yürüten devletin kendisidir, polisidir.
Mizojini ve kadına yönelik şiddet küresel bir sorun. Bu durumda kadınların buna karşı mücadelesinin küresel olamamasının nedenleri neler? Veya evrensel çapta ataerkiye karşı örgütlü
kadın mekanizmaları neden oluşturulamıyor?
Bana göre, dünyanın bu bölgesinde sıklıkla tek bir alana yoğunlaşan düşünüş, analiz yapma ve kampanya yürütme hatasına düşüyoruz. Feministler olarak toplumda gördüğümüz sorunları ataerkilliğin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin temel yapısal sorunlarıyla ilişkilendirmeyi ve aynı zamanda zihinlerimizin bu yapılar içinde nasıl sömürgeleştirildiğini her zaman hatırlamalıyız. Örneğin, evdeki kadına ya da polis eliyle kadına uygulanan şiddeti bu yapılarla ilişkilendirmeden ele alamayız. Bunu iyi yapmak, kampanyalarımızda ve mücadelelerimizde bizi birleştirmeye hizmet edebilir. Bu konuda sorunumuz var ve çoğu zaman örgütlenme biçimlerimiz liberal devletin bölücü bireyci gündemine hizmet ediyor. Dahil olduğumuz feminist projelerde her zaman sistemik güç çözümlemesiyle birleşmeye ve bütünsel bir analize sahip olmaya çalışıyoruz. Bu aynı zamanda başka yerlerin ve çevrelerin daha gelişmiş deneyimlerinden öğrenebileceğimiz bir şeydir. Kürt Kadın Hareketi’nin sorunları bütünsel analiz etme şekli ve uluslararası demokratik kadın konfederalizmine katılma daveti bize ilham veriyor. Burada ataerkilliğe karşı mücadele eden tüm örgütlerimizde enternasyonalist pratiğimizi ve bakış açımızı geliştirmemiz gerekiyor. Cadılardan özür dilenmesi ve İskoçya’daki Mizojini Yasası doğru yönde atılmış adımlardır, fakat aynı zamanda sistemik baskıya dayanan kurumlarıyla bir devlet hükümeti tarafından atılan adımlardır. Toplum örgütleyicileri olarak, sistemik baskıya dair analizimizi ve toplumsal dönüşümün halktan geleceğini unutmadan, bu tür ilerici hareketleri memnuniyetle karşılamalıyız. Kampanya grubumuz “Not One Rogue Cop”, zamanı geldiğinde, Mizojini Yasası’nın dogmatik, ataerkil bir polis gücü tarafından nasıl yorumlanıp uygulandığını analiz etmeye ve eleştirmeye hazır olacaktır.
Kaynak: Newaya Jin