HABER MERKEZİ
EKONOMİNİN GERÇEK SAHİBİ KADINDIR
Ekonomi biliminin de kadın biliminin bir parçası olarak geliştirilmesi daha doğru olacaktır. Kadın etrafında gelişen beslenme olanakları ekonominin başlangıcıdır. Doğa ve kadın uyumlu bir birlik içindedir. Canlı bir doğal din anlayışı ana tanrıça ile simgeleştirilir. Maddi üretim araçlarının büyük kısmı kadın icatlarıdır. Beslenme ve giyim kültürü de kadının damgasını taşır. Ekonomi baştan beri kadının asal rol oynadığı bir toplumsal faaliyet biçimidir. Kaldı ki, ekonomi Yunancada “Ev yasası, evi geçindirme kuralları” demektir. Bunun da kadının temel işi olduğu açıktır.
Belki tuhaf karşılanabilir, ama bana göre ekonominin gerçek sahibi, tüm işgal ve sömürgeleştirme çabalarına rağmen kadındır. Ekonomiyi sosyolojik açıdan anlamlı bir değerlendirmeye tabi tutmak istiyorsak, en doğru yaklaşım, çocuğu karnında taşımaktan tutalım zorlu doğum sonrasında ayakta durabilecek hale getirinceye kadar kadın beslediğine ve evin besleme zanaatkârı da kadın olduğuna göre, kadının en temel güç olduğunu kabul etmemiz gerekir. Cevabım gerçeğe daha saygılı sosyolojik bir cevaptır. Biyolojiyle bağını da kesin göz önünde bulundurarak. Kaldı ki, tarım devrimindeki rolü ve milyonlarca yıl bitki toplayıcılığıyla kadın halen sadece ev içinde değil, ekonomik yaşamın birçok alanında da çarkı döndüren başlıca güçtür. Bilimlerin temelini atma onurunu taşıyan Antik Yunanlıların ekonomiye ‘ev yasası, kadın yasası’ biçiminde ad koymaları da bu gerçeği binlerce yıl önce tespit ettiklerini gösterir.
Kadının ekonominin merkezinde rol oynaması anlaşılır bir husustur. Çünkü çocuk doğurmakta ve beslemektedir. Ekonomiden kadın anlamayacak da kim anlayacaktır! Genelde uygarlık tarihinde, özelde kapitalist modernitede kadın dışlanınca, kocaman erkeklerin üzerinde en çok oynadıkları ekonomi bu nedenle sorunlar yumağına dönüşmüştür. Ekonomiyle organik ilgisi olmayan, sadece aşırı kâr ve güç hırsıyla başta kadın olmak üzere tüm ekonomik güçleri denetimleri altına almak için girişilen bu oyun, sonuçta her tür hiyerarşinin, iktidar ve devlet güçlerinin toplum üzerinde bir ur gibi büyümesine yol açarak sürdürülemez ve oynanamaz bir aşamaya dayanmıştır.
Kadından sonra başta çiftçiler olmak üzere gerçek ekonomiyle ilgilenen çobanlar, zanaatkârlar ve küçük tüccarlar da iktidar ve sermaye tekel aygıtları tarafından adım adım ekonomiden dışlanarak tam bir ganimet ortamı yaratılmıştır. En çok aydınlatılması gereken bir konuyla karşı karşıyayız. Bir anlamda ekonomik yaşam alanlarının ve nesnelerinin talanı olan uygarlık süreçleri nasıl oldu da meşrulaştırılıp günümüze kadar taşındı? Ekonomiyi tasfiye eden güçler nasıl temel ekonomik faktörler olarak sunuldu?
Ekonominin kadının elinden alınıp tefeci, tüccar, sermayedar, iktidar-devlet ve ağa gibi davranan yetkililerin eline verilmesi ekonomik yaşama en büyük darbe olmuştur. Ekonomi-karşıtı güçlerin eline verilen ekonomi, hızla iktidar ve militarizmin temel hedefi haline getirilerek, tüm uygarlık ve modernite tarihi boyunca sınırsız savaş, çatışma, bunalım ve kavgaların baş etkenine dönüştürülmüştür. Günümüzde ekonomi, ekonomiyle ilgisi olmayanların, kâğıt parçalarıyla oynayarak kumardan beter yöntemlerle sınırsız toplumsal değer gasp ettikleri bir oyun alanı haline getirilmiştir. Kadının kutsal mesleği kendisinin tamamen dışlandığı, savaş makineleri, çevreyi yaşanmaz hale getiren trafik araçları ve temel insan ihtiyaçlarıyla pek fazla alakası olmayan kâr getiren fuzuli ürünler üreten imalathanelere devredildiği, borsalarda fiyat ve faiz oyunlarının çevrildiği bir alana dönüştürülmüştür.
DEMOKRATİK MODERNİTE KADIN DEVRİMİ VE KADIN UYGARLIĞI ÇAĞIDIR
Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadının demokratik özgürlük ve eşitlik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır. Yakın geçmişteki kadın hareketlerinin eleştirisiyle yetinmeden, daha çok kadını yitik bir kimliğe dönüştüren uygarlık ve modernite tarihine yüklenmek gerekir. Eğer sosyal bilimlerde kadın konusu, sorunu ve hareketleri neredeyse yok derecesindeyse, bunun esas sorumlusu uygarlık ve modernitenin hegemonik zihniyeti ve maddi kültür yapılanmalarıdır. Dar hukuki ve siyasi eşitlik yaklaşımlarıyla belki liberalizme katkı sunulabilir; fakat bu tür yaklaşımlarla sorunun çözümü şurada kalsın, olgu olarak çözümlenmesi bile sağlanamaz. Mevcut feminist hareketlerin liberalizmden kopuk sistem karşıtı güçler haline geldiklerini iddia etmek kendini yanıltmak olacaktır. Feminizmin baş sorunlarından birisi söylendiği gibi radikalizmse, o zaman öncelikle köklü liberal alışkanlıklarla, düşünce ve duygu tarzları ve yaşamlarıyla ilgisini koparıp, arkasındaki kadın düşmanı uygarlığı ve moderniteyi çözümlemesi ve bu temelde anlamlı çözüm yollarına yüklenmesi gerekir.
Demokratik modernite kadın doğası ve özgürlük hareketini temel güçlerinden birisi olarak bilip hem geliştirilmesini hem de ittifak yapılmasını başta gelen görevlerinden sayarak yeniden inşa çalışmalarında değerlendirmek durumundadır.
Demokratik modernite çözümü kadın sorunu ve devrimi konusunda idealli ve eylemlidir. Demokratik modernite ulusları kadınsız projelenip uygulanacak projeler değildir. Tersine, her adımında kadınla bilgeliğin ve eylemliliğin paylaşılmasıyla gerçekleştirilecek devrimlerdir. Ekonomik toplumun inşası kadın öncülüğünde gerçekleştiği gibi, yeniden inşası da kadının komünal gücünü gerektirir. Ekonomi kadının öz toplumsal mesleğidir, eylemidir. Ekoloji ancak kadın duyarlılığıyla toplumla buluşturulacak bir bilimdir. Kadın kimlik olarak çevreseldir. Demokratik toplum kadın zihnini ve özgür iradesini gerektiren toplumdur. Demokratik modernite açıkçası kadın devrimi ve kadın uygarlığı çağıdır.
Kadınla benim kurduğum ilişki başka bir ilişkidir. Kadının düşürülmüş halini kabul etmem. Kölelik çemberini kırmadan aşk ve sevgi olayı gerçekleşmez. Kandil’e de bunu önermiştim. Aşkın sosyolojisini bilmek gerekir. Ezidi dağlarında o katliamı durduramazlarsa o aşkın anlamı yoktur. Burjuva koşullarında aşkın hiçbir özelliği yoktur. Ben aşkı, sevgiyi, aileyi inkâr etmiyorum. Bunlara bağlılık soylu bir bağlılıktır ama özgür bir yaşam olmadan bunların bir anlamı yoktur. 30 yıldır en önemli destekçilerim kadın arkadaşlardır. Benim kadınla diyaloğum sözleşmem önemlidir. Siz kadının toplumsal sözleşmesini geliştireceksiniz. Kadın cinayetlerinden tutalım da kadın sünneti, tecavüz ve benzeri hepsine karşı mücadele veren bir sözleşme olmalı. Derinlikli ele almalısınız. Bana yazılan mektupta benim sevgi noksanlığına vurguma içerleyerek günebakan çiçeği örneğini vermişler. Ama bu bana göre çok anlamlı değil. Bitkinin güneşe dönmesi ayrıdır. Biz toplumuz, bizim durumumuz farklıdır. Toplumsal özlemler önemlidir.
Kadının benden büyük güç aldığını biliyorum ve kendimi de çözüm yoldaşınız olarak görüyorum. 5 bin yıllık erkek egemen kültür, tecavüzcü kültürdür. Ben bir platonik aşk unsuru olarak bile ilişkilenmeye hazırım. 9 bin yıllık kadın çökmüştür. Diyarbakır belediyesi önünde çökmüştür. Bunu özgür kadın olarak ayağa kaldırmaya çalışıyoruz. Diyarbakır erkeği örneği vardır. Tam bir canavardır. Tüm müzakere çalışmamızın özü çiçeği kadın çalışmasıdır. Kültürel sosyolojik bir meseledir. Devletle de benim konuşmam demokratik toplum projesini demokratik devletle buluşturmak üzeredir. Günebakan çiçeği örneğini değerlendirmiştim. Bu, beni tatmin etmiyor. Benimle nasıl bir ilişki isteniyor. O önemli. Yaşam tarzı toplumsal yaşam tarzına dönmeli. Ben sizin düşünmediğiniz kadar sizi seviyorum. Ama siz de cesur olun, gelişin, gelişmeye ihtiyacınız var.
Özgürlük ekmek ve sudan daha değerlidir. Kadın özgürleşmesini Ortadoğu’da zeka, savunma, güzellik temelinde baharla birlikte bir güneş gibi yaratacağınıza inanıyorum. Güzel olan, cesur olan, iradeli olan kadın dünyayı fetheder. Ben sizin için yaşıyorum.
Kadının bana bağlılığı değerlidir, ama bu bana büyük bir ezadır, ağırdır. İki tane başarılı kadın-erkek ilişkisi örnek olsa her şey değişebilirdi. Bu yanlış anlaşılmasın. Burada enginleri, karanlıkları aydınlatmak, uçurumları aşmak için aşk olmalı. Kültürel emperyalizm de bunu yapıyor. İşte o filmlerde, sinemada hep aynı şey var. Ben ajan sinema diyorum. Bireyi komünaliteye, toplumculuğa düşman hale getirme durumu var. Dediğim temelde etik ve estetik yaklaşımla kadınlar yoğunlaşabilirler. Morallerini bozmadan okumaları, ortaklaşmaları, akademilerde kendilerini geliştirmeleri önemlidir. Kadınlar ne beni küçümsesinler ne de tanrısallaştırsınlar. Benim ciddi bir gücüm var, onu destek olarak hissedebilirler.
Kadınları ayrı bir halk kategorisi gibi değerlendirdim. Koşullar çok elverişsiz olsa da, onlara yer bulmak hep dikkat ettiğim bir husustu. Kaldıkları evleri onların sorumluluğuna vermekten çekinmedim. Bazı alçaklar kadın kimliğini doğru çözümleyip özümseyemedikleri için bu yaklaşımı ve çalışmaları yanlış değerlendiriyorlardı. Kadın veya kız deyince akıllarına hep kaba cinsellik ve hafif ilişkiler geliyordu. Hâlbuki kadın çalışmalarında gerçeği, tarihsel ve toplumsal hakikatin önemini daha çok fark ediyordum. Onlar benim için sosyolojinin özüydüler. Çok dar da olsa kendi öz sahamda onların üzerine kurulu olan hiyerarşik düzeni yıkmam, yüzlerce kitaptan çok daha eğitici oluyordu. Onlarla kurduğum ilişki platformu erkek egemen karılı-kocalı statüyü paramparça ediyordu. Aslında en çok da bu statünün parçalanmasından mutlu oluyordum. Bir cinsel obje değil, değerli bir insan oldukları açığa çıktıkça gururlanıyorduk. Bu yaklaşım özlü sevgiye giden yolu da açıyordu. Karşılıklı ama mutlaka hiçbir baskı duymadan, tarihsel ve toplumsal gerçeğin bağrında kurduğumuz sevgi ve saygı dünyasının eşsiz bir gücü vardı. Aralarında düşkün kadınlığı aşamamış bazıları çıksa da, dedikodularıyla lekelemeye çalışsalar da, çok sayıda ve çok nitelikli kadınlar da çıkmıştı. Onların da çoğu şehit düştü. Onlara adsız kahramanlar değil, gerçek kahramanlar diyeceğim. Eğer yaşanılacak bir toplumsal yaşam olacaksa, bu ancak onların ölümsüz anılarına bağlılıkla ve gün gibi aydınlattıkları yolda yürümekle mümkündür. Kadınla ancak bu yücelikte bir yaşam en değerli yaşamdır. Diğer yaşamlar kuş tüyü yataklarda da geçse, bana göre çukurda debelenen yaşamdan farksızdır.
Özcesi, şu sonuca ulaştım: Kadındaki tanrısal güzelliği, iyiliği ve doğruyu yakala ve onunla yaşa! İşte çok az da olsa bu yaşamdan karşılıklı olarak payımızı aldık, bu yaşamı paylaştık, yaşadık. Yaşadık derken, özgür yaşam felsefesinin ancak bu paylaşım temelinde anlam bulabileceğini ve tanımlanabileceğini belirtmek istedim.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan