HABER MERKEZİ
Sömürgeci Türk devletinin 2014’teki Milli güvenlik Kurulu (MGK) Ağustos ayı toplantısıyla devreye sokulan ‘Çöktürme Eylem Planı’nın öne çıkan iki amacı olduğu biliniyor. Birincisi, PKK’nin askeri ve ideolojik olarak tasfiyesi; ikincisi de Kürt halkının ahlaki ve politik olarak düşürülmesidir. Bu her iki hedef, bir bütün olarak Kürtlerin soykırımı ve Kürdistan’ın sömürge durumunun güncellenmesi anlamına geliyor.
Planın birincil noktası elbette Kürdistan özgürlük gerillalarına dönük 24 Temmuz 2015’ten bu yana süren saldırılardır. En son 17 Nisan 2022’de, Medya Savunma Alanları içindeki Avaşîn ve Zap’a yönelik saldırı da bu konseptin askeri ayağının devamıdır.
Diğer yandan başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarının ahlaki ve politik olarak çökertilmeye çalışılması söz konusu. Devlete ve onun yürütücüsü olan AKP-MHP faşist hükümetine karşı doğru, keskin ve ilkeli politika geliştiremeyecek, refleksleri zayıflamış bir toplum inşa edilmek isteniyor. Tabi bununla da sınırlı kalınmıyor. Bir toplumu toplum yapan insani değerlerin yok edildiği, doğanın ve emeğin son zerresine dek talan edildiği, kadın ve gençlerin köle olduğu, vicdanın ve dayanışmanın yok edildiği, fuhuşun, uyuşturucunun ve her türlü hastalıklı yaşam biçiminin normalleştirildiği bir düzen hedefinden bahsediyoruz.
Bütün bunlar ahlaken düşmüş, politik anlamda da teslim olmuş bir topluma sirayet eder. Ahlaken ve politik olarak çöktürülmüş bir toplumun yapabileceği hiçbir şey kalmaz. Bırakalım toplumsal yaşam ve direnmeyi, birey olarak bile yaşayamaz. Bugünün en değme liberalleri bile, o düzende aradıklarını bulamaz. Gerçekleşmesi istenen toplum, toplum olmaktan çıkmış olacağı için, geriye sadece iki seçenek kalır: ya intihar ya da kölelik. Direnenler ise cezalandırılır veya katledilir. Şırnex’in Silopiya ilçesinde yaşayan Sakine Kültür’ün katlediliş amacı ve biçimi de bunu gösteriyor.
Sakine Kültür; Wanlı, ailesinde birçok yurtsever olan bir Kürt kadını. 3 çocuğu ve eşiyle yıllardır Şırnak’ın Silopi ilçesinde yaşıyordu. Hem eşi hem de çocukları zihinsel sorunlar yaşayan Sakine Külter, geçim sıkıntısı yaşadığı için, Silopi’ye daha evvel yerleşmiş bazı akrabalarının yanına gelmişti. Geçimini genellikle devlet yardımlarıyla sürdürmüştü. Ancak son dört yıldır katil İbrahim Barkın tarafından tehdit, şantaj ve işkenceyle zorla fuhuşa sürüklenmişti. Katliamın yaşandığı gün Sakine Kültür’ün, bu kez canı pahasına katile karşı çıktığını belirtmek gerekiyor. Bir başka deyişle Sakine Kültür, uzun süredir yaşadığı bu sistematik işkence ve tecavüze ancak canıyla son verebilmiştir.
Katil İbrahim Barkın ise Silopili ve orada yaşıyor. Kalorifer sistemleri pazarlayan bir şirketin sahibi. Botan’da Cafirî olarak bilinen ve birçok ailenin içinde yer aldığı aşiretin bir parçası olan Barkınların Silopiya’daki kolunun bir mensubudur. Şırnex ve Cizîra Botan’da yaşayan Barkınların, katilin akrabası olmasına rağmen katilin yaptıklarıyla bir ilgileri yok. Hem genel olarak Cafirî aşiretinde hem de Silopiya’da yaşayan Barkın ailesinde birçok yurtseverin, şehitlerin ve gerillaya katılanların olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Hatta aile içinde ‘Bu çocuk bu ülkücü işlerine nasıl bulaştı!’ denildiğini öğrendik. Bu açıdan katilin ailesi, ayrıntılar değilse bile, katilin çürümüşlüğünün farkındadır. Nitekim katliamdan sonra Silopiya’daki aile adına, katilin babası ve amcaları onu evlatlıktan reddettiklerini açıkladılar.
Katliamın sıradan bir katliam olmadığını; bir konseptin, bir devlet politikasının devamı olduğunu gösteren birçok gerçeklik var.
Peki, nedir bunlar?
Öncelikle şunu belirtelim; sömürgeci Türk devleti kuruluşundan bu yana aynı çizgide fakat birbirinden farklı yapı ve örgütlenmelerle halkları çökertmeye, soykırımdan geçirmeye ya da asimile etmeye çalıştı. Bu konuda en zorlandığı konu ise Kürtlerdir. AKP ile birlikte salt askeri ve politik saldırılarla sonuç alamayacağını anlayan devlet, toplumu ahlaken, zihnen ve vicdanen de çökertmeyi gerekli buldu. Özellikle Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Modernite Paradigmasını ilan ettiği 2005’ten itibaren.
Bu çerçevede planın en önemli ayaklarından birini oluşturan toplum içindeki örgütlenmeler, Kürt halkını siyasi, askeri, ekonomik, coğrafi ve ideolojik saldırılarla zayıf, çaresiz, sahipsiz ve savunmasız hale getirerek düşürme ve teslim alma amacına dayanıyor. Silopiya’daki katliamı gerçekleştiren İbrahim Barkın ve Botan bölgesi özelinde bu durumun nasıl geliştiğine bakmakta fayda var.
İbrahim Barkın, kendiliğinden bu hale gelmedi elbette. Ailesinin, İbrahim Barkın’ı evlatlıktan reddettiği açıklamaya ortak olmayan bir amcasından bahsetmek gerekiyor: Ubeyt Barkın. Bu kişi, 90’lardan başlayıp 2010’dan sonraki Hançer Timleri örgütlemesine dek yürütülen kontrgerilla faaliyetleri içinde yer almış biri. Türk Özel Harp Dairesinin denetimindeki JİTEM’in Şırnex’taki üyelerinden biridir. Özellikle Silopiya, CizÎra Botan ve Habur’daki birçok faili meçhul katliamda adı geçiyor. Buna rağmen ifade vermek dışında hiçbir hukuki sürece girmemiştir. Türkiye metropollerinde yaşıyor ve yaşlandığı için yerine yeğeni katil İbrahim Barkın’ı getirmiştir. Yani katilin bu duruma gelmesinde bizzat Ubeyt Barkın’ın rolü var. Her ikisi de işgalci AKP üyesidir.
Ubeyt Barkın gibi hem halkına ihanet etmiş hem de tetikçilik yapmış kişiler artık yeni örgütlenme alanlarına sahip. İbrahim Barkın’ın Şırnak il başkanlığını yaptığı Özel Harekat Ocakları da bunlardan bir tanesi. Ayrıca geçtiğimiz günlerde yine Şırnak’ın Cizre ilçesinde örgütlü Milli Beka Hareketi adlı yapının il başkanı Halit Barkın ile ilgili yolsuzluk haberleri basına yansımıştı. Hırsız Halit Barkın, katil İbrahim Barkın’ın yakın akrabası. O da yine Ubeyt Barkın’ın yetiştirdiği yeğenlerinden birisidir. Bu anlamda amca ve yeğenleri arasındaki tek fark, JİTEM’den SADAT’a geçiştir.
Gazeteci Sedat Sur bu konuda şunu dile getiriyor: “Özel Harekat Ocakları, AKP’ye bağlı, üst yapısı SADAT olan çeşitli paramiliter örgütlenmelerden biridir. SADAT, bu gibi örgütlenmelerin genelkurmayı rolündedir. Avrupa’da Türk İntikam Tugayları isimli yapılanma ile birlikte Osmanlı Ocakları olarak örgütleniyorlar. Bu yapı, Kürdistan’da Özel Harekat Ocakları, eski Hançer Timleri, korucular ve ajanlardan oluşuyor. Bunların hepsinin merkezi SADAT’tır ve bu, AKP’nin açık paramiliter ordusudur. Bu yapının ideolojik ayağı da TÜRGEV’dir. Peki, bu yapılar neden farklı isimlerle örgütleniyorlar? Tek isim altında, yekpare bir paramiliter örgütlenme çok fazla görünür olacağı için ayrı hücreler biçiminde yapılanıyorlar. Bunlar, Kuzey Kürdistan kentlerindeki özyönetim alanlarına dönük saldırılarda da kullanıldı. Özellikle Kürdistan içindeki yapılarda IŞİD vb. çeteler de yer alıyor. Kısacası, JİTEM’in ordulaşmış, nicel açıdan çok daha kapsamlı hali olan bu paramiliter örgütlenme, Nazi Almanyasının Fırtına Birliklerini andırıyor. Sınırsız suç işleme imtiyazı olan bu yapının temel görevi ise AKP’nin kirli işlerini yürütmektir”.
Özellikle son beş yılda Botan’da mantar gibi çoğalan dernekler var: Özel Harekat Ocakları, Milli Beka Hareketi, Milli İrade Derneği, Ak Gençlik Derneği, Osmanlı Ocakları, AKP, MHP ve BBP Gençlik Kolları, 15 Temmuz Derneği… Bu ve benzerleri Bakurê Kurdistan’daki neredeyse tüm kentlerde mevcut. Sayılan bu derneklerin Botan’daki tüm ilçelerde üyeleri var! Dernek başkanları sadece bir ilçeden değil; neredeyse tüm ilçelerden başkanlar var. Üyelerin dernek kimlikleri de var. Her türlü toplumsal ve ekonomik ahlaksızlığın anahtarı da bu kimlikler. Üyelerden bazılarının ‘Bu kimlikle çok iş yapıyoruz’ dediklerini de buraya not düşelim. Bu dernekler üzerinden devlet ihaleleri de örgütleniyor. İhalelerin büyük kısmı da devletin ordu ve emniyet güçlerinin lojistik, barınma ve ihtiyaç ihaleleri.
Soykırımcı Türk devletinin işgalci İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da içinde olduğu mekanizmaya bağlı hareket ediyorlar. Buna 1 Kasım 2015’teki demokrasi karşıtı darbeyle işgalci AKP’den milletvekili seçilen, 70’lerde Milli Türk Talebe Birliği yöneticiliği yapmış, birçok devrimci ve yurtseverin kanında parmağı olan Metin Külünk’ü de eklemek gerek. Daha evvel basına da yansıdığı gibi Metin Külünk’ün hem Avrupa’daki hem de Türkiye’deki Osmanlı Ocakları ile yakın temas kurduğu, hem finansmanında hem de örgütlenmesinde rol aldığı, özellikle de Kuzey Kürdistan’daki Osmanlı Ocaklarına çok sık ziyaretlerde bulunduğu biliniyor.
İbrahim Barkın’ın aldığı ihaleler dışında kurduğu ilişkilerinden ikisi dikkat çekiyor. Şırnex’te en bilinen koruculardan Tatar ailesinin de bu örgütlenmelerde yıllardır görev aldığı biliniyor. Katil İbrahim Barkın, işgalci Jandarma Genel Komutanlığı Güvenlik Korucuları Şube Müdürlüğü Şırnak sorumlularından Albay Seydi Salman ve Osmanlı Ocakları Şırnex İl Başkanı Hakan Tatar ile çok yakın ilişki içinde. Hakan Tatar da korucubaşı Mehmet Tatar’ın yeğenidir. Bu yakın ilişkiler bile ortada ahlaksız bir çeteleşmenin varlığını kanıtlar niteliktedir.
Bu derneklerin hem kendi aralarında hem de işgalci AKP ve MHP il başkanlıkları arasında sıkı bir bağ var. Birbirlerini sık sık ziyaret etme ve toplantılar yapmaları söz konusu. Dernekler genelde boş ve çoğunlukla ya kapalı ya da sakin görünüyor. Ancak toplantılar lüks otellerde, sömürge valilik ve kaymakamlık veya özel idare binalarında yapılıyor. Üye örgütlenmelerinde en çok kullandıkları yöntem ‘Sana bir iş bulacağız’ ya da ‘Mali-idari-hukuki sorununu biz halledeceğiz’ gibi vaatlerdir. Bunların büyük kısmının yapıldığını da belirtelim. Fakat o andan itibaren bu derneklerin faaliyetleri içinde aktif yer alma koşulu var. Yani ‘Kürtlüğünü, ahlakını, namusunu, vicdanını bir kenara bırakma’ şartı.
Bazı ailelere verilen sözler de var. Yeni açılacak kömür ocaklarından pay verme, milletvekilliği, belediye başkanlıkları, işgalci AKP-MHP il-ilçe başkanlıkları, ticari muafiyetler, hukuken sicili kabarık olanların sicillerinin temizlenmesi, fuhuş yaptırma ve uyuşturucu satma serbestisi ile büyük paralar kazanma fırsatı, metropollerde evler, arabalar, dükkanlar… ‘Siz bittiniz, dönem bizimdir’ diyen bazı ailelerin devlet ve hükümet adına yaydığı vaatlerdir bunlar.
Elbette bunca yapılanma ve vaatler, beraberinde büyük bir mali yükü de getiriyor. Bu yapıların hepsinin finansmanı bizzat devlet tarafından karşılanıyor. Devlet eliyle verilen paralar, İhale Kanununun ‘Doğrudan Temin’ başlığı altındaki maddeye dayanıyor: “4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 4. maddesi uyarınca doğrudan temin, idare tarafından ihtiyaçların ilan yapılmaksızın ve teminat alınmaksızın isteklilerle görüşülmek suretiyle temin edilmesi İhale Kanununda istisnai bir hal olarak düzenlenmiştir”. Kısacası bir ihale çeşidi olarak doğrudan temin, bu yapılara paranın aktarımının en kolay ve ‘resmi’ yolu.
Botan’da bu gibi yöntemlerle düşürülen insan sayısının 5 binin üzerinde olduğu söyleniyor. Çoğunun silahlı eğitim aldığı da belirtiliyor. Bir kısmı dağda gerillaya karşı savaşta yer alırken diğer kısmı ise çürütme politikalarında rol alıyor ve yeri geldiğinde şehirlerde de savaştırılmak üzere hazırlanıyor. Muhaliflere; bazı demokrat ve yurtsever kesimlere ve kurumlara yönelik ‘Bakmayın rahat gezdiğinize, bir talimata bakarız!’ denilerek tehditlerde bulunduklarını eklemek gerekiyor.
Hepsi biraraya getirildiğinde şu söylenebilir: ‘Botan tümden düşürülmek isteniyor!’. Ahlaken çökertilmek, politik olarak da ihanet çizgisine çekilmek isteniyor. Zaten ahlaklı olmayan insan ihanet eder, zarar verir. Kısmen de olsa Botan’da bir çürümenin, çözülmenin ve düşmenin var olduğunu, başladığını dile getirmek gerekiyor. Kanserli hücreler Botan’ın birçok yerine yayılmış durumda. Eğer öyle olmasaydı işgalci Türk devletinin bir askeri olan tecavüzcü Musa Orhan’ın genç bir kadına tecavüzünden sonra bu son yaşananlara izin verilir miydi?
Peki neden Botan?
Tarihsel ve toplumsal olarak Kürt’ün dirilişinin somutlaştığı bir alan olarak sahip olduğu ruh yok edilmek isteniyor. Oysa Botan, tarihi boyunca zulme boyun eğmemiştir. Özgürlük gerillalarının ilk örgütlendikleri alanlardan biri olarak Bişeng Anık, Mehmet Tunç ve Asya Yüksel gibi öncüler çıkarmıştır.
Çocukluğumdan bilirim, hiçbir işgalci uzman çavuş, polis veya devletin bir asimilasyon memuru ev dahi kiralayamazdı. Çok büyük paralar teklif edilmesine rağmen kimse evini düşmanına vermezdi. Sadece yurtseverler değil, ortada duranlar bile vermezdi. Toplumsal olarak ortak bir tutumda buluşulurdu. Şimdi ise gözlerimizin önünde kadınlar ve gençler düşürülüyor, rantçılık ve rüşvet gerçekleşiyor, tehditler ve şantajlar yapılıyor ama kimsenin sesi çıkmıyor! Açık söylemek gerekirse Botan bunu asla hak etmiyor. Botanlı olmak, savaşın ortasına doğmak demektir. Büyüklerimizden böyle öğrendik. Savaşta da tarafsız olunmaz. Doğru taraf ise halktan yana olandır. Düşmanına hizmet eden bırakalım saygı görmeyi, çarşıda veya sokakta bile rahat gezemezdi. Gidiş geliş yol güzergahlarını halkın kendisi belirlerdi. Bu yolların dışına çıkamazdı. Botan’ın her yerinde bu böyleydi. Bunu en iyi bilenler de korucubaşı Tatar ve Babat aileleridir. İbrahim ve Halit Barkın ise bize bunun artık böyle olmadığını gösteriyor.
Düşman gerçekliğinden kopuş, çürümenin ilk adımıdır. Gerekçe ekonomik ve sosyal krizler olamaz. Botan halkı önceden de yoksuldu, daha evvel de birçok ihtiyacını karşılayamazdı. Ama gençlik hep ayaktaydı. Şimdi ise hiçbir dönem olmadığı kadar suskundur, pasiftir, uyuşuktur. Çünkü gözlerinin önündeki ahlaksızlıklara dur diyememektedir. Dolayısıyla çürümeyi izah etmenin bir yolu yoktur. Kimse ‘mecburdum’ veya ‘oyuna getirildim’ ya da ‘haberimiz yoktu, anlayamadık’ diyemez. Botan’da kuş uçsa herkesin haberi olur. Bu hala da böyledir. Herkes herkesi tanır, bilir. Düşmanla ilişkisine göre ilişkilenir. Toplumsal, ahlaki ve politik konumlanmasını buna göre alır; sözünü buna göre söyler, eylemini buna göre yapar. Botan halkının özü budur.
Eğer bu gerçeklerle bir an evvel yüzleşmezse Botan halkı ciddi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Botan özel bir hedeftir. Kadınlar ve gençler de bu hedefin en başındadır. Soykırımcı Türk devleti, gerillaya nasıl yöneliyorsa Botan’a da öyle yönelmektedir. Ancak gerilla faşizmi parça parça etmektedir. Çünkü kimseyi beklememektedir. Botan halkı bunu görmelidir. En küçük bir feodal gurura sahip olan biri bile yaşanan bunca çürütme faaliyetine karşı harekete geçerbilir! Hiçbir yurtsever Botanlı, var olan durumdan kendisini muaf tutmamalı. Bu yapıların birer tecavüz, işkence kurumu olduğunu bilmeli, haykırmalı. Kabul etmemeli. Bu derneklere üye olanların hepsinin birer ahlaksız olduğunu cesurca ifade etmeli. Çünkü bu yapıların ahlaksızlığı, düşkünlüğü, lümpenliği, ihaneti ve faşizmi yaymakla görevli olduklarını herkese göstermeli. Yurtsever örgütlenmesini geliştirmeli. Yurtseverliği korumalı. Dikkat edilirse tüm yönelimler yurtsever ailelere dönüktür. Bilinçlidir. Yurtseverlik de düşürülmek istenmektedir. Botan’daki birlik, bütünlük parçalanmak hatta ailelerin bile kendisini birarada tutmadığı hale getirilmek istenmektedir. Bu, var olan duruma şaşırmakla, kızmakla, evlatlıktan reddetmekle aşılamaz. Toplum olarak reddedilmeli. Bu nedenle Botan halkı işe önce gözlerinin önünde örgütlenen bu yapılarla mücadeleyi koymalıdır. Kendini örgütlemeyen toplum hiçbir saldırıyı göğüsleyemez. Öz savunma her şeydir. O halde Botan halkı; gençleri, kadınları öz savunmasını örgütlenerek geliştirmelidir. Örgütlendikçe Botan’a daha fazla hakim olacaktır. Geçmişte bunu defalarca gerçekleştirmiştir. Özellikle son 30 yıldır, Türk devletinin Botan’da bu düzeyde bir hakimiyet sağladığını kim söyleyebilir! Halk, kıran kırana bir savaş yürütmüştür. Büyük kazanımlar elde etmiştir. Beklenen de yine budur.
Fırat Cûdî