BEHDÎNAN – PAJK Koordinasyonu, devrimci halk savaşının neden önemli ve gerekli olduğu, devrimci halk savaşı stratejilerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
PAJK, “Meclis ve komünler birer savaş meclisi, komünü gibi olmak zorundadır. Her mahalle, her sokak, köy, ilçe kendini savunma üzerinden örgütlenmelidir” dedi.
Devrimci Halk Savaşı
PAJK Koordinasyonu’nun kendi internet sitesinde yayınladığı değerlendirme şöyle:
“Her şeyden önce Devrimci Halk Savaşını doğru tanımlamaya ve anlamaya çalışmak önemli olmaktadır. Tarihin en eski direnişçi halkı olarak halen Kürt halkının kendini nasıl savunması gerektiği boyutunu tartışıyoruz ve bunu en doğru biçimde yapmak istiyoruz. Tabi ki bu yanlış bir şey değildir. Fakat halk ve kadınlar olarak öncelikle içinde bulunduğumuz durumu doğru anlamak gerekiyor. Kapitalist sistemin insanlığı getirmiş olduğu durumu halklar ve kadınlar şahsında daha net bir biçimde bir kere daha günümüzde açık görmekteyiz. Sistem krizi ve kaos döneminin tüm sancıları ve uygulamaları bizleri doğrudan etkilemektedir. Bu sonuçların en çıplak hali Kürdistan olmaktadır.
Öz savunma her canlı ve maddi var oluş için gereklidir. Kürt toplumu da canlı ve maddi var oluş olduğuna göre bu toplum için de varoluşunu savunmak gereklidir. Güvenlik ve savunma hakkı kimseye devredilemez. Her canlı nasıl ki kendi savunmasını kendisi yapıyorsa tüm toplumsal kesimler de kendi savunmalarını kendileri yapmalıdır. Dışardan bir gücün gelip kendisini savunmasını beklemek ölümle eşdeğerdedir. Savunmasızlık ve kendini örgütsüz, mücadelesiz bırakmak o güce teslim olmak ve köleliği kabul etmek demektir. Köleleşme öz savunmanın olmadığı yerde başlar. Yani kendi güvenliğini sağlayamama, öz savunmasını yapamamak kendisiyle köleliği ve bizim gerçeğimizde soykırımı getirmektedir. Oysa öz savunma bir varoluş tarzıdır. Tıpkı beslenme, üreme gibi yaşamsal öğedir. Öz savunma da yaşam hakkını koruma, soykırımcı ve katliamcı ulus devlet gerçeği karşısında halkların kendi varlığını savunmasıdır. Öz savunmanın da demokratik uygarlık sisteminin varoluş biçimlerinden biri olduğunu değerlendirmekte ve tanımlamaktayız.
Beş bin yıldır topluma karşı yürütülen savaşlar bir saldırı, katliam, sömürü ve gasp savaşı olarak yürütülerek kurumlaştı. Savaşların geldiği bu düzey karşısında toplumlar, kendilerini bu saldırılar karşısında koruyabilmek, varlıklarını güvenceye alabilmek, güvenliğini ve özgürlüklerini sağlayabilmek için kendi öz savunmalarını yapmak zorundadırlar. Böyle bir zamanda dünyada savaşla ulaşılmayan, dolayısıyla devletçi uygarlığın el atmadığı, hükümranlık geliştirmediği bir avuç toprak parçası bile kalmamış bulunuyor. Bundan dolayı bütün insanlık açısında öz savunma eksenindeki Devrimci Halk savaşları çok daha ciddi bir biçimde gündeme girmiştir, girmelidir. Çünkü kapitalist modernite sistemi bütün insanlığı esaret altına almıştır. Toplumları katliamlardan geçirmiş ve soykırıma tabi tutmuştur. Özellikle biz Kürtler için soykırım kıskacında olma süreci devam etmekte ve halk olarak bir varlık yokluk savaşı yürütülmektedir. Kapitalist sistemin soykırımcı saldırılarına karşı durmak, varlığımızı ve özgürlüğümüzü yaratmak için mücadelemizi bir üst aşamaya taşımak zorundayız. Bunun için Devrimci Halk Savaşına geçmek bizler açısında çok acil bir durum olmaktadır.
Topyekûn soykırım savaşına karşı, topyekûn direniş
Devrimci Halk Savaşını doğru anlamak için hareket olarak içinden geçtiğimiz dönemleri ve savaş stratejilerini kısaca anlamak gerekiyor. Birinci stratejik dönemin partileşme dönemi olduğu bilinmektedir. İşbirlikçiliği, teslimiyeti ve ihaneti kırarak özgür ve demokratik yaşamda ısrar eden, fedai çizgisinde bir direniş hareketini yaratma dönemiydi. 15 Ağustos 1984 atılımıyla birlikte de, bu stratejinin pratikleştirilmesi süreci geliştirildi. Buna “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” denildi. Genelde ulusal kurtuluş savaşlarının mücadele stratejisini ifade ediyordu. Uzun Süreli Halk Savaşı’yla gerçekleştirilmek istenen hedef ve amaç, soykırım rejimini, 12 Eylül rejiminin katliamlarını önlemek ve soykırım rejimini darbeleyerek, Kürt varlığını korumaktı. 12 Eylül faşist askeri rejimini ve onun dayandığı sömürgeci soykırım rejimini parçalayarak, Kürt özgürlüğü yaratılacaktı. Kürt sorununu çözecek bir demokratik devlet sistemi ortaya çıkarılacaktı. Hedefimiz buydu. O dönem PKK’nin birinci programının dayandığı paradigma devletçi paradigmaydı. Toplumsal özgürlükler kadar, ulusal özgürlüğün ve kurtuluşun da, buna uygun demokratik olarak tanımlanan bir devlet oluşturmaktan geçtiği öngörülüyordu. Bağımsız birleşik ve özgür bir Kürdistan’ın yaratılması için Uzun Süreli Halk Savaşı stratejisi benimsenmişti.
Bu savaş üç stratejik aşama olarak tanımlanıyordu: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamaları. Stratejik savunma dönemin mücadelesi gerilla savaşı olarak tanımlandı. Stratejik denge dönemiyle bir ayaklanma durumu oluşmuşsa halk ayaklanmasına geçilecekti. Bu koşullar yoksa direkt askeri boyut öne çıkacak, daha büyük ordular örgütlenecek, savunma savaşı, gerilla savaşından düzenli orduların daha büyük saldırı savaşlarına geçilerek, düşman orduları yenilgiye uğratılıp sömürgeci devlet yıkılacaktı.
Bu dönemin temel görevleri gerillaya yüklenmişti. Gerilla hem askeri savaş yürütecek hem propaganda yapacak hem de halkı eğitecek ve örgütleyecekti. Gerillanın yaratmış olduğu direniş ruhu 1980’de halkta yaratılan korku psikolojisi ve teslimiyeti yıkarak Ulusal Diriliş Devrimi ruhunu ortaya çıkardı. Böylece gerilla gücü büyüyerek ordulaştı. 1993’te yapılan ateşkesle Kürt sorununun çözümünde demokratik ve siyasi yöntemler devreye girdi. Türk devletiyle Kürt sorununu siyasi yöntemleriyle çözme yollarını aramak üzere yeni bir stratejik döneme girilmişti. 1993 Ateşkesi bunun ifadesiydi. Yani siyasal mücadelenin önünü açma temelinde uzlaşmaya ve demokratik mücadeleye dayalı çözüm aranıyordu. Bununla devletçi paradigma aşılmıyordu ama uzlaşma yöntemiyle yeni bir stratejik süreç başlamış oluyordu. Sonuçta yaşanan provokasyonlar bu dönemi sabote etti ve böyle bir stratejik değişiklik olmadı. Partinin yeni bir stratejik sürece girme, stratejik değişiklik yapma, siyasi sürecin önünü açma yaklaşımına karşı çeteci çizgisinin bir komplosu, saldırısı oldu. Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Doğan Güreş, Mehmet Ağar ekibi kontrgerilla, çeteci ekip olarak yönetime geldi. Bu dönem ayrıca Gladyo’nun da saldırıya geçtiği dönem olmaktadır. Bu saldırılar karşısında Önderlik gerillayı ve halkı harekete geçirerek buna karşı büyük bir direniş içerisine girdi. Böylece de 1993 ve 1998 yılları arası büyük bir savaş dönemi oldu.
9 Ekim 1998’de uluslararası komplosuyla Önderlik Suriye’den çıkmaya zorlanarak PKK ve Kürt halkı tasfiye ve imha edilmek istendi. Önderliğin barışçıl ve siyasi çözüm çabalarına karşı verilen cevap tasfiye ve imha oldu. Uluslararası güçler tarafında 15 Şubat 1999’da Önderliğimiz kaçırılıp İmralı işkence sistemine alınarak hareketin tasfiye süreci 6 ay olarak planlandı. Önderliğimizin öngörüleri, İmralı’da geliştirdiği hamleler ve örgüt olarak yaşadığımız direniş sonucu bunu başaramayan komplocu güçler planlarını farklı bir taktikle sürdürerek sürece yayılan çürütme politikasıyla imhayı gerçekleştirmek istediler.
Buna karşı da Önderlik, Üçüncü Önderliksel Doğuş Süreci’ni geliştirdi. İmralı mücadelesi başladı. Önderlik değişim ve yeniden yapılanmayı derinleştirerek hem stratejik hem de paradigma değişimini gündeme koyarak ideolojik, felsefik olarak büyük bir düşünce gücüne kavuşarak yeni bir doğuşu gerçekleştirdi. Önderliğin yaşadığı ve değiştirdiği hakikat sadece hareketimiz için değil bütün insanlığın başına bela olmuş erkek egemen sistemin faşizan ve zalim politikalarını deşifre ederek onu aştı. Bu doğuş, demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ile gelişen yeni bir doğuş oldu. Bu bizim için de köklü bir değişim süreci oldu. Kürt sorunun çözümünün devletçi paradigmayla olmayacağı Demokratik Konfederal sistem temelinde Kürtlerin ve bütün halkların özgürlük ve demokrasi mücadelelerini geliştirmeyi esas aldı. Stratejik değişim bu paradigma ve program değişimine göre şekillendirildi. Böylece demokratik, siyasi mücadele öne çıkartıldı. Önderliğimizin Üçüncü Stratejik Dönemi geliştirme çabasına tasfiye dayatılarak bu süreç engellenmeye çalışıldı. Bizim çözüm arayışımız, devletin ise bizi tasfiye etme çabalarının iç içe geçtiği uzun bir mücadele dönemi oldu. Bu süreç içerisinde hareketimiz, paradigma değişimi ve bu temelde program değişikliği gibi köklü bir değişimi yaşadı. 2010 yılında ise dördüncü stratejik mücadele dönemi gündeme geldi. Ve 2010 yılında böyle bir karar alındı. Bu stratejik dönem Devrimci Halk Savaşı stratejisinin yürütülmesi gereken dönem olarak belirlendi.
Karşımızdaki düşman her koşul altında Kürt halkının tasfiyesi ve imhasını amaçladığı için savaş derinleşti. Bu savaş gerçekliği Devrimci Halk Savaşı olarak ifadeye kavuştu. Varlığımızı Koruma ve Özgürlüğümüzü Sağlama savaşının adı oldu Devrimci Halk Savaşı. Çünkü halk ve kadınlar olarak varlığımız tehdit altındadır. Günümüzde soykırım saldırıları devam etmekte, imha ve inkar sistemi faşizmin tüm yöntemlerini devreye koymaktadır. Varlığımızı korumak, özgürlüğümüzü kazanmak ve soykırımı durdurmak ancak Devrimci Halk Savaşıyla sağlanabilir. Önderlik şunu söylüyordu:
“Topyekûn soykırım savaşına karşı, topyekûn direniş, varlık ve özgürlük savaşına, hazırlıklı olmalılar. Soykırıma uğratılmamak, soykırımdan kurtulmak, varlığını ve özgürlüğünü güvenceye almak için hazırlanmalılar, hazırlıklarını buna göre yaparak, hareket etmeliler. Benim esas kaygım, bunu yapmamalarıdır. Gerçek anlamda kendilerini, hareket ve halk olarak, Devrimci Halk Savaşı’na hazırlamamalarıdır.
Halk, Devrimci Halk Savaşı’na hazırdır. Fakat bunun için gerçek anlamda örgütlenmesi, bu savaşı yürütecek, duruma getirilmesi gerekmektedir. Eskisi gibi savaşırız, bir şeyleri kurtarırız, bunun sonucunda kendimizi yaşatırız. Böylesine düşünmek, benden, belirtmiş olduklarımdan hiçbir şey anlamamak demektir. Benim “ne eskisi gibi yaşanılır ne de savaşılır” belirlemem, temel bir perspektif olmaktadır. Her arkadaş buna göre kendi durumunu, duruşunu belirlemelidir. Bundan sonrası için devrimci, militan sorumluluk, görev bilinciyle hareket etmelidir. İdeolojik, politik, ahlaki, örgütsel olarak kendisini sonuç alıcı, başarılı olmak dışında hiçbir şeyi kabul etmeyecek duruma getirmelidir.”
Önderlik tüm her şeyin savaşa göre örgütlenmesinden bahsetti. Halk, toplum, insanlar savaşan halk gerçekliği düzeyine getirilmelidir. Savaşan halk gerçekliği karakteri kazanılmalıdır. Bunun ne olursa olsun başarılması gerekmektedir. Kürdistan’daki savaş, herhangi bir savaş da değildir. Varlık ve özgürlük savaşı olmaktadır. Bu karakterde yaşanmakta olan bir savaş olmaktadır. Kürtler, soykırım kıskacına alınarak, soykırım savaşıyla tümden yok edilmek istenmektedir. Kürtler var olmak, varlıklarını korumak, sürdürmek için bu varlık ve özgürlük savaşını kazanmak zorundadırlar. Eğer bunu yapamazlarsa o zaman tümden yok edilmekten kurtulamayacaklar.
Kürtler dışında kalan güçler, en fazla büyük çıkarlarını kaybederler. Ama Kürtlerin ise varlıkları söz konusudur. Kürtler ya varlıklarını ve özgürlüklerini kazanma ya da soykırıma uğrama durumunu yaşayacaklar. Nasıl bir savaş ile karşı karşıya olduklarını, nasıl bir gerçekliğin içerisinde bulunduklarını anlamaktan uzaktırlar. Bunun sonucunda nelerin olacağını öngörme yoktur. Buna göre bir anlayışla yaklaşma, halkı ve savaşı buna göre örgütleme, gerçek anlamda savaş gücünü kazanma ve pratikleştirme gibi bir şeyleri yoktur. Bu durum, halkı ve hareketi büyük tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir. Soykırım ve katliamla sonuçlanan bir duruma yol açabilir. Savaşın içerisindeler ama halkı, toplumu insanları savaş gerçekliği temelinde örgütleyememektedirler. Her şeyi tüm boyutlarıyla savaşın gerçekliğine göre yapacaklarına, sanki normal bir toplumsal ekonomik duruma göre yaşanmaktadır. Bu da; savaşın gerçekliğinden, savaşın ciddiyetinden ne kadar uzak olduklarını göstermektedir. Oysaki; halk, toplum, birey olarak yaşamlarını tüm boyutlarıyla savaşa göre örgütlemeleri gerekmektedir. Üçüncü dünya savaşının içerisinde başka türlü varlıklarını korumak ve sürdürmek, mümkün olmayacaktır. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur. Ya kendilerini, savaşan halk gerçekliği temelinde örgütleyecekler ve bu temelde varlıklarını koruyarak sürdürecekler ya da bunu yapmayarak katliamlarla, soykırımlarla ve imhayla karşı karşıya kalacaklar.
Ben; katliamla, soykırımla karşı karşıyasınız, buna göre yaşamınızı, her şeyinizi örgütlemelisiniz diyorum. Ben, bunu öyle laf olsun diye belirtmiyorum ki! Nasıl bir savaş sürecinin içerisinde olunduğunu ve nelerin olabileceğini belirtiyorum. Savaş yaşanmıyormuş gibi, savaşın içerisinde bulunulmuyormuş gibi yaşanılabilir mi? Bu tarzda hareket edilebilir mi? Savaş yokmuş gibi, hiçbir tehlikeyle karşı karşıya bulunulmuyormuş gibi bir şey olabilir mi? Halk, toplum, birey olarak istediğimiz gibi yaşamak istiyoruz denilebilir mi? Biz savaşa rağmen keyfimizin istediği gibi yaşarız, denilebilir mi, öyle yapılabilir mi? Savaşan güçlerin nasıl savaştıkları, neler yaptıkları her gün görülmektedir. Çok dehşet durumlar gerçekleşmekte ve yaşanmaktadır.
Kürt halkı, toplumu, insanları tüm yaşamlarını, ilişkilerini savaşa göre örgütleyecek, düzenleyecekler. Karı-koca da olsanız, birbirinize beş yıl boyunca dokunmayacak şekilde kendinizi kontrol edeceksiniz. Kendinizi disipline etmeyi başaracaksınız. Eğer kendilerini savaşan halk gerçekliği temelinde tüm boyutlarda örgütlemezlerse varlıklarını korumaları, sürdürmeleri mümkün olmayacaktır. Katliamlarla, soykırımla karşı karşıya kalacaklardır. Her şey çok açık bir biçimde ortadadır. Bunun anlaşılmayacak hiçbir tarafı yoktur.”
Önderlik aile yaşamının bile buna göre örgütlenmesi gerektiğini söyledi. Demek ki halk ve hareket olarak önceliğimiz Devrimci Halk Savaşını geliştirmek ve tüm çalışmalarımızı bu savaşa hizmet edecek bir anlayışla örgütlemektir. Toplumsal inşa çalışmaları da bu stratejiye oturmak durumundadır.
Yaşamda özgürlük, Savaşta zafer, şiarı ile Devrimci Halk Savaşını geliştirelim
Halk örgütlenmesinin ve demokratik mücadelenin, öz yönetimin kendisi olan meclis, komün çalışmaları inşanın temelidir. İnşa çalışmaları da özgür bir toplumun inşa edilmesinin çalışmasıdır. Özgür olmayan, soykırım tehdidi altında olan, savaş içinde olan bir toplumun klasik anlamda inşa çalışması yürütmesi mümkün değildir. Meclis ve komünler birer savaş meclisi, komünü gibi olmak zorundadır. Her mahalle, her sokak, köy, ilçe kendini savunma üzerinden örgütlenmelidir. Bir Kürt insanı kendi mahallesini, evini, kentini savunamazsa yapılan örgütlenmelerin bir anlamı yoktur. Kendi bulunduğu yeri savunma bilinci oluşan, buna göre hazırlık, örgütlenme içinde olan, eğitim gören bireylerin de gönüllü ülke savunması içinde olması yurtseverliğin bir gereğidir. Elbette ki ülkesi saldırı altında olan, katliamlarla yüz yüze olan insanların bu savaşın dışında olması ya da paralı, maaşlı askerlik gibi bir sorunu olamaz. Kendi varlığını savunmak için yapması gereken öz savunmasını örgütlemek her Kürt bireyinin temel bir görevidir. Bu nedenle tüm bireylerin koşulları, durumu gözetilerek bir şekilde bu savaşın bir parçası olması kaçınılmazdır. Özellikle de genç kadınların katılımını geliştirmek, klasik olarak kadına biçilen rolün ötesine geçmesini sağlamak da bir görevdir. Kadının savaşabileceği, savaşa öncülük ve komutanlık yapabileceği, üstelik de savaşın kaderini belirleyebileceği geçmiş mücadele deneyimlerimizin en belirgin sonucudur. Buna rağmen hala da toplumumuzda genç kadınların bu savaşın dışında tutulması, klasik toplumsal anlayışla ele alınması hala da söz konusudur. Kadınları savaşa koymamak demek erkeğin insafına bırakmaktır. Tecavüzün, her türlü saldırının önünü açık tutmaktır. Kadınlar da bunu bilmeli ve bunu çok iyi anlatmalıyız. Bilmeliyiz ki özgürlük isteyen savaşır. Özgürlüğün yolu savaşmaktan geçiyor. Kadınların da kendine güvenmesi ve savunmayı kendi işi olarak görmesini sağlamak gerekir. Kadınlar kendini savunmayı öğrenmedikleri zaman başlarına geleceklerin en canlı ve acı örneği Şengal gerçeğidir. Bu nedenle toplumun algı ve klasik yaklaşımlarına teslim olmak yerine bu gerçeği değiştirmek de bir zihniyet mücadelesi ve dönüşümü yaratma gerekçesidir.
Esas sorun soykırım gerçeğini kavramamaktır. Faşizm bir yere girdiğinde katliam geliştiriyor, öldürürken sivil-asker ayrımı yapmıyor. Ezidî gerçeği göz önündedir. DAİŞ’in, Türk devletinin katliamlarını yaşadık. Hala savaşabilir miyiz, Devrimci Halk Savaşını geliştirebilir miyiz diye tereddüt edecek durumda değiliz. Böyle bir seçeneğimiz yoktur. Tek seçeneğimiz Devrimci Halk Savaşını geliştirmek ve savaşmaktır. Ancak savaşarak kendimizi koruyacağımızı, varlığımızı savunabileceğimizi bilmek durumundayız. Farklı çözüm arayışları, gözünü başka yerlere dikmek, dışardan beklenti, siyasetten beklenti kendini kandırmak ve kendini ölüme yatırmaktır. Bilmeliyiz ki ancak savaşla çözüm gelecek. Savaşırsak ve başarırsak siyaset yapma imkânı oluşur. Savaşır ve güçlü olursak muhatap alınırız, soykırımın önüne geçebiliriz.
Yaşamda özgürlük, Savaşta zafer, şiarı ile Devrimci Halk Savaşını geliştirelim. Tüm çalışmalarımızın merkezine Devrimci Halk Savaşını geliştirmeyi koyarak halkımızın özgürlüğü, düşmanımızın yok edilmesi için mücadele edelim.