HABER MERKEZİ
Kapitalist uygarlık çağının aklı, rasyonalitesi, toplumsal akla aykırı olduğunu, karşıt yasalarla çalıştığını dünyamızı yok etmenin eşiğine getirerek göstermiştir. Tartışılan konuları, alınan kararları bir yana, birkaç hafta önceki Glasgow toplantısı, bu aklın doğruluğuna iman edenlerin bile “bir şeyler yanlış gidiyor” itirafıydı. Yine toplumsal aklın inkârı için çalışan metacı aklın doğru ve hakikat olduğunu anlata anlata bitiremeyen pozitivizmin iflas ettiğini, bizzat sistemin kendi arayışı olan postmodernizm dahi söyleyebiliyor. Liberalizmin tükendiğini de yine beklendiği gibi liberalizmin kendisi, neoliberalizm adı altında söylüyor. Tüm bu itiraflar, kendini ele vermeler toplumsal yaşamın ayaklar altında süründüğü bir dönemde gelmeye başladığı için ahlaken problemlidir. Doğanın kurtuluş için insanı itirafa zorlamasından sonra dilendirilmesi nedeniyle aklın toplumsal yasasına mesafelidir. Bu nedenle bugün tam bir akıl tutulması yaşanıyor. İnsan olup bitenler karşısında “kör, sağır ve dilsiz” halde ve yeterince tepki veremiyor. Nihai olarak tüm bu sonuçlar batı aklının ya da rasyonalitesinin iflas ettiğinin de ilanıdır. İşi araç üretmek olan bu aklı doğru bulan, kültürünü özgürlük olarak pazarlayan sistemin ve insan tipinin de sonudur. Frankfurt Felsefe Okulu, Foucault ve benzer Fransız düşünürler, bunlardan önce F. Nietzsche gibi eleştirel filozoflar bu gerçeği dile getirmiştir. Aslında bu cümlelerle yeni bir şey belirtmiyoruz. Bu nedenle önemli olan kurtuluş için nelerin yapılması gerektiğini tartışmak ve adım atmaktır. Çünkü insanlık sorunlarını çözmek için sistem içi arayışların tükendiği zamanları yaşıyoruz.
Sistemin iflası, itirafı ve kendini ele vermesi, kurtuluşçu iddia sahiplerinin işlerinin kolaylaştığı anlamına gelmiyor. İnsanlığı kaos ve krize hapsetmiş aklın, rasyonalitenin iflası, sistem dışı hareket ve mücadelelere kolaylık sağlıyor denebilir. Ancak Zizek’in Trump ve benzeri siyasi liderlikler için söylediği “kötülüğü sıradanlaştırıyorlar” neoliberal saldırısı, ahlakın dibini oymakta, ahlakı kırıntı olarak da bırakmak istememektedir. Bu da insanların iflas, itiraf ve kendini ele verme dediğimiz kapitalist modernite halini sadece Tiktok videosu sanmasına yol açabiliyor. Dolayısıyla iflas ve itiraftan da çıkar sağlamaya odaklanmış liberalizm ve türevi ideolojiler ile bu ideolojilerin “mümini” bireycilik, insanlığın demokratik ve ekolojik kurtuluş için, karşısında mücadele etmesi zorunlu hale gelmiştir.
Liberalizme karşı, bilimsel demokratik sosyalist ideoloji, bireyciliğe karşı da özgür birey duruşu tek alternatifimiz gibi görünüyor. Özgürlükçü iddianın ahlakçı olması, alternatif üretirken işimizi en çok kolaylaştıracak yaklaşım olacaktır. Çünkü toplumsal işleri yapma anlamında ahlakı terazi kabul eden fikirler, hem liberalizmin toplum karşıtlığını hem de bireyciliğin insanlık haliyle arasındaki mesafeyi deşifre etmeyi sağlar. Bu ilkeler üzerinden gelişecek politik bilinç her şeyden önce ve her şeyden çok bireyi sorumluluk duygusu ve düşüncesiyle donatır. Sorumluluk sahibi insan, irade ve bilinç anlamında güçlü insandır. Günümüzde sanal dünyalara çağıran liberal propagandaya karşı da en etkili ve güçlü duruş böyle açığa çıkabilir. Kapitalist modernite, iletişim teknolojisindeki gelişmeyi liberal ideolojisinin söylem dünyasının ve propaganda gücünün hizmetinde kullanarak, toplumu akıl anlamında çocukluk çağına geri götürmek istiyor. Topluma yeni tanrılara inanması halinde sanal cennetlerin gerçek olabileceğini söyleme önerisiyle gelmesi, bu gerçekliği yeterince kanıtlıyor. Bu çerçeveden bakınca, toplum-bireyin tarihteki en derin apolitikliği de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor. Apolitikleşme, insanlığın maddi ve manevi değerlerini tüketilecek bir meta, bireysel gerçekliği bireycilik kabul etmiş liberalizmin, doğal sonucu olarak görmek de yanlış olmaz. Böyle bir saldırı ve dayatma karşısında, ilk etapta toplumsal akılla düşünmek, düşünmeye çağırmaktan başka yol yoktur.
Toplumsal gerçeklikte akıl, salt akıl değildir. Bu akıl, vicdanı dışlamak için çalışmaz. Ahlakı gereksiz görmez. Tam tersi, vicdana ses olan, ürettiklerini de ahlak terazisine vurduktan sonra paylaşan akıldır. Bununla demek istediğimiz şey, doğru ve gerekli politikleşmenin, insanın yeniden ve bir kez daha vicdanının sesine kulak vermesi, kolektif akıl olan ahlak ile çalışmasıdır. Bu insanlık kanunu yeniden hakim kılınmazsa insanlık durumunun yoluna gireceğini beklemek nafile olur. Herkesin kendisini doğru ve haklı gördüğü ancak doğru giden çok az şeyin olduğu bir dünyada, bırakalım ekolojik sorun gibi devasa bir sorunu çözmek, sıradan bir aile içi sorun dahi çözülemez. Her şeyin küreselleştiğinin iddia edildiği bir dünyada, bireyci dünyalar yaratarak, bireyi dar odalara hapsetmek kadar yaşanan gerçekliği anlatan az şey vardır. Metalar küreselleşir, sermaye sınırlar tanımadan dolaşırken insanın dünyası sınır içinde sınırlara hapsediliyor. Daha doğrusu hapsedilmiştir. Bu insanlık değerleri ile günümüz dayatması arasında çok büyük bir çelişkiye yol açmıştır. Sonuçları salgın, savaş, anti demokratik siyasal sistemler, popülist cahil sağcı liderlikler olarak yaşanan bu saldırganlıktan kurtuluş için önce, mevcut tablodan rahatsızlık duyacak bir vicdan ve ahlakın olması gerekir. Ve bu ahlak peygamberlerce dile gelmiş, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin kadar net ve güçlü kanunlarla anti kapitalistliğini ilan ederek mücadeleye çağırmalıdır. Kuşkusuz ki bugün kapitalist modernitenin apolitikleştiren politik uygulamalarına karşı büyük bir tepki vardır. Yine örgütlü ve bilinçli alternatif karşı duruşlarda gelişmiştir. Ancak tepki ve karşı duruşların köklü çözüm üretme anlamında radikal olup olmadıkları tartışma konusudur. Bu politik çevrelerin, sistem sınırlarını aşıp aşamadıklarını da tartışmak gerektiğini gösterir. Gerçekliğin böyle olduğunu tartışan siyasi yapıların olması bu durumu ifade eder. Bu minvalde tartışanlar, hızla alternatif özgürlükçü ve demokratik sistem inşasına girmek gerektiğine de inanmaktadır.
Söz küreselleşmeden açılmışken vurgulanması gereken önemli bir noktaya daha dikkat çekmek gerekecektir. O da birçok yanlış ve demokratik mücadelenin yönlendirilmesine dönük liberal söylemin dolaşımda olmasıdır. Liberalizm küresellik diyerek yerelliği, yerelden çözümlerin geliştiği alanlardaysa küresel olmak gerektiğini iddia eder. Küresellik adı altında belirsizliği, yerellik dayatmasında bulunduğu alanlardaysa milliyetçiliği, ırkçılığı ve dinciliği öne çıkarır. Böylece demokrasi ve özgürlük mücadelelerini saptırmaya, saptıramadığına da zaman kaybettirmeye çalışır. Oysaki insanlık değerleri yerelden evrenselliğe doğru bir gelişme seyri ile toplumsallaşır. Evrensel her değer kendi içinde yerel olmayı da ifade eder. Önemli olan insanlık değerlerinin toplumsal olduğunu bilerek çalışmak, mücadele etmektir. Sistemin küreselleşmesinin tüm sorunları da küreselleştirdiği korona salgınında bir kez daha görüldü. Fakat mesele çözüm olduğunda sistemin tedbirlerinin oldukça bencil, bireyci ve siyasal anlamda da yerel olduğu aynı biçimde görüldü. Benzer bir sonuç ekolojik sorunda ve sorunun çözümünde de yaşanıyor. Bu alanda da sistem sorunun kaynağı olduğu halde, çözümü sistemi tartışmaya açarak değil, bölgesel boyutta ele almaya çalışıyor. Sistem sorumlu görülmediği için de çözüm için gerekli adımlar halklardan ve emekçilerden fedakârlık istenerek geliştirilmek isteniyor. Fabrika bacalarından tüten gazlar, atık kanalarından akan kimyasallar yerine tarlalardaki, çiftliklerdeki üretim kesilsin diyor. İletişim teknolojilerinin yaygın kullanımının verdiği imkânı kullanarak yedi yirmi dört propaganda yapan kapitalist modernite güçleri, toplumda ciddi bir kafa karışıklığına yol açarak, ortamı liberal çözümler için müsait hale getiriyor. Bu karışıklık içinde tavırsızlığı, sessizliği ve eylemsizliği dayatıyor. Gerçek çözüm önerisinde bulunmayı da yasalarla suç haline getiriyor. Böylece toprağına, suyuna, havasına sahip çıkanlara karşı mücadelesini yasalara bağladığı saldırıları geliştirebiliyor. En çok ve en hızlı küreselleşen şey fikirlerdir. Bu özellikle iletişimin teknolojilerinin gelişmiş olması nedeniyle, liberal sistem propagandasının da küresel boyutta yapılmasına yol açmıştır. Ve bilindiği gibi günümüzde en çok propagandası yapılan metalar da bizzat iletişim ve bilişim işinde kullanılan metalar olmaktadır. Bu metaların yaygın kullanımı sistemin her haneye, yediden yetmişe herkese, propaganda etme olanağı vermiştir.
Günümüz propagandasını etkili kılan önemli birkaç vurucu özellikten bahsedebiliriz. Birincisi; görme ve duyma duyuları yoluyla en etkili ve sonuç alıcı yöntemi tespit ederek işe başlamasıdır. İkincisi; görme ve duyma duyularıyla hedefinin başta cinsel ve açlık güdüsünü tahrik etmektedir. Üçüncüsü; denetleme ve takip olanağı veren teknolojik araçlar sayesinde yaş, cins, sınıf ve etnik-dinsel kimliklerin kabul-ret değerlerini tespit edip somut hedef odaklı çalışmasıdır. Dördüncüsü; arkası yarın veya “Binbir Gece Masalları” misali merak uyandırarak hedefi kendisine bağlamasıdır. Beşincisi; olmayan, olması mümkün olmayan olay, hareket, iş, nesne ve objelerle esir aldığını tatmin ettiğine inandırmasıdır. Ve tüm bunları yaparken illüzyonist yöntemlerle insanı şaşırtmaya çalışmasıdır. Sanal alemin illüzyonist yöntemindeki en büyük numarası, kendi içinde oldukça sistemli olan bir şeyi karmaşık, sadelik içinde olanı büyük bir abartı, bir ekrana sığdırdığı kadar küçük şeyi aklın almakta zorlanacağı kadar büyük sunmasıdır. Bu sunumla gerçek dünyada ve yaşamda olmayan bu “şeyler” aracılığı ile insanlar, çok büyük, muazzam, oldukça da bilimsel “şeylerle” meşgul olduğu yanılsaması yaşayabiliyorlar. Sümer mitolojisindeki hikayeler kadar bile gerçek olmayan bu tür “şeyler” ile meşgul olmak ve gerçeklikten kopmak için insanda bireysellik değil bireyciliğin gelişmesi gerekiyor. Liberalizm bir ideoloji olarak uzun yıllardır bu “şeylere” teslim olacak bireyciliği hazırladığı için, günümüzde sistem çok zorlanmadan işini görebiliyor. Örneğin gerçek arkadaşlıklar ve paylaşımlar yerine sanal âlem arkadaşlığı ve sanal ortam paylaşımlarıyla tatmin olabilen insan sayısı hiç de az değildir. Gerçekten de sanal medyaya “sosyal medya”, sanal yola yazı, resim, ses ve görüntü aktarmaya “paylaşım” denilmesi bile yaşanan saptırmayı, yanılsamayı anlamak için yeterlidir. Burada teknolojinin kolaylaştırıcı bir araç olarak iletişimi ve bilgi paylaşımını hızlandırması tartışılmıyor. Karşı olunan ve olunması gereken kapitalist modernitenin, insanı gerçekten ve gerçeklikten kopartıp sanal dünyalara hapsetmesidir. Böyle bir saldırıya karşı yapılacak şey, sanal değil, gerçeklikle yaşamaktır. Sanal değil omzuna dokunduğumuz insanla arkadaş olmaktır. Sanal değil gerçek ormanda yürümektir. Sanal ve yalan dünyada değil, gerçek dünyadaki bir topluluğa katılmaktır. Sanal platformlardan önce bir komüne ve meclise üye olmaktır. Bugünden bakınca Sümer tanrılarına inanmaya, kölelik antik biçimine “akılsızlık, ilkellik, vahşet vb…” denilmesi gibi, çok uzak olmayan bir gelecekte mevcut meta tapıcılığının da aynı kavramlarla nitelendirileceğini bilmek de özgür birey olmak için bir dayanak olabilir.
Cihan İnanç
Kaynak: Demokratik Modernite Dergisi