HABER MERKEZİ
Zilan bir manifesto olarak bilinçli kadın yurtseverliği ile anlamlı yaşamın; Sema büyük bir mücadeleci kişilik olarak yurtseverliğin örgütlü olmakla bağının; Gulan gerilla mücadelesinde ısrarı ile yurtseverlikle meşru-özsavunma arasındaki kopmaz bağın; Leyla Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni toplumsallaştırma heyecanını dorukta yaşamanın militan kişilikleridir.
Köksüzleştirme saldırısı
Bu anlamlı, örgütlü, meşru-özsavunmaya dayalı yaşam arayışı ve mücadelesinin varlık ve özgürlük mücadelemizdeki yerini her zamankinden daha fazla anlama ve bu anlama göre yaşama ve direnme zorunluluğunu hissettiren bir süreçten geçiyoruz. Küresel hegemonik sistem, 1990’lardan itibaren “neo”, “ultra” önekleri ile liberalizm ideolojisini derinleştirirken, halklara, bireylere, kadınlara ideolojilerin gereksizliğini, anlamsızlığını kanıksatmanın en usta yöntemlerini kullanıyor. İdeolojisizleştirme operasyonlarının en büyük saldırısı, “anlam”ı yok etme saldırısıdır. Yaşamın, emeğin, direnişin, arayışın, etik ve estetiğin anlamsızlığını piyasaya sürerken, kapitalist moderniteye teslim olmuş düşünce, yaşam ve kişilik yaratmanın özel ve türlü yöntemlerine büyük yatırımlar yapmaktadır. 21. yüzyılın savaşlarının en büyük tahribatı yurtseverlik duygusunu öldürmeye dönüktür. Yurtseverlik duygusu insanı insan yapan kök duygudur. Bu duyguyu yok etme saldırısı insanı köksüzleştirme saldırısıdır. 3. Dünya Savaşı olarak Kürdistan ve Ortadoğu’da süren ve giderek yayılan savaşta, göç ettirme politikasına özel bir yer verilmiştir. İnsanlığın kök kültürüne sahip Êzidîlere DAIŞ saldırganlığının önü açılarak katliam dayatılırken, Kanada’nın katliamdan arta kalanlara sınırlarını sonuna kadar açması bunun en yakın örneğidir. Göç ettirme, göç yollarında katletme, işkenceli yaşam, gidilen yerlerde karşılaşılan insanlık dışı muameleler, işsizlik, kültürel uyuşmazlık ve dayatılan anlam yitimi, en büyük kayıplardan biri olarak tarihe geçmiştir.
Yurtseverlik; tarih, toprak, emek bilincidir
Yurtseverlik; tarih, toprak, emek bilincidir; kültürüne, direnişine ve varoluş özüne sahip çıkmaktır. Savaş ve işgalle beraber yaşanan göçlerle toprağından koparılan milyonların üretim ve kültüründen uzaklaşması, yabancılaşma ve kültürel soykırımın temel politikalarından oluyor. Sadece topraktan kopuş yaşanmamakta, doğal evrim ve gelişim halkası koparılmakta, insani gelişime ket vuran süreçlerin, politikaların önü açılmaktadır. Zorla göç ettirme, sistemin bir şiddet politikası olarak meşrulaştırılmak istenmekte ve en büyük insanlık suçu işlenmektedir. Fiziki göçün yanında bilişim ve teknoloji çağı ile beyinsel bir göç yaşanmaktadır. Bilim ve teknoloji iktidarın yeniden üretiminin hizmetine sunulan tanrısal güce dönüşmüştür. İnsanın her anına hükmeden, yön veren, teslim alan daha büyük bir beyin göçü yaşanmaktadır. Bu göçte fiziki yer değiştirmenin yerini değerlerin yer değiştirmesi alırken, aynı zamanda varoluş değerleri anlamsızlaştırılarak toprağını ve toplumunu kolay terk etmenin de zemini yaratılır. Direniş ve toplumsal değerlerini savunmanın anlamı zayıflatılarak, toplumsal varoluş yerine bireysel savrulma -kurtuluş- tercih edilir.
Bireycilik; toplumsallığa en büyük saldırı olarak tanrısallaştırılmakta
İnsan beyninde toprak, tarih, kültür ve toplumla koparılan bağ, anlama ve yaşama saldırıyı derinleştirir. Beyinler kapitalist modernitenin zigurratlarına dönüştürülerek herkes kendisinin tanrısına dönüştürülür. Bireycilik; toplumsallığa, yurtseverliğe, kültüre, etik ve estetiğe en büyük saldırı olarak tanrısallaştırılır. Bireycilik şahlandırılır, değer tanımazlık insan varoluşuna büyük bir saldırı olarak örgütlendirilir. Devlet aklı, savaş-silah-istihbarata yaptığı yatırım kadar tanrısal bilimciliği ile insanı kök kültüründen, toplumsallıktan yani varoluş biçiminden koparan tekno-ideolojik operasyonlara büyük yatırım yapmaktadır. Toplum demek ilişki, ilişki demek örgütlülük, örgütlülük demek en büyük insan faaliyeti, insanca yaşamı sürdürmenin anlamı, ilişkisi ve toplumsallığı demektir. Yurtlaşma ve yurtseverlik bu insanca varoluş emeği ile anlamlı yaşamı ortaya çıkarır. Halen toplumsallığa yön veren en köklü insan duygusu ve üretimidir. Toplumsallık ve emek insanın en büyük özsavunmasıdır; varoluş biçimidir. Tek başına silah ve savaşlarla toplumsal bağların tamamen ortadan kaldırılamayacağı, tersinden toplum direncini açığa çıkardığı birçok tecrübeden deneyimlenmiştir. Bu yüzden toplumu toplum yapan yurtseverlik duygularını öldürmek, en büyük savaş biçimi olarak sürmektedir.
Haziran ayı, yeni başlangıçlara karar kılma ayıdır
Yurtseverlik duygusu ölen insan, anlamlı yaşam duygusu ve arayışı ölen insandır. Toprağı yeşermeyen ve yeşertmeyen ölü bir maddeye dönüşmüş, anlamsızlaşmıştır. Toplumu kapitalizmin zigurratlarına dönüşen insan beyinleri ile çoktan teslim alınarak anlamsızlaştırılmış, örgütsüzleştirilmiştir. Toplumsuzlaşan birey, temel varoluş biçimi olan özsavunma mekanizmalarından arındırılmış bireydir. Her tür yönlendirmeye, bir tuşa dokunma ile sanal dünyalara açılma, benliğini oluşturan değerlerin ‘ağırlığı’ndan kurtulmaya açık hale gelmiştir. Zilan, Sema, Gulan ve Leyla gerçekliği, sanal dünyalara, hakikat ve anlam yitimine ‘dur’ deme gerçekliğidir. Derin yurtseverlik bilincinin özsavunma gücüdürler. Toplumsallık-özgürlük-anlamlaşma diyalektiğinde ısrar kişilikleridir. Bu ısrarın bedelinin ağırlığını yaşayan, yaşatan ve gereğini hatırlatan kişiliklerdir. Haziran ayı, beşeri zaaflardan arınarak anlamlı yaşamla sözleşme ve yeni başlangıçlara karar kılma ayıdır.
Hêja Zerya
Kaynak: Newaya Jin