HABER MERKEZİ-Önderlik Güneybatı Kürdistan’da büyük ve anlamlı bir çalışma yürütmüştü. Önderliğin bu anlamlı çalışması halk üzerinde ciddi bir etki yaratmıştı. Halkın Önderliğe olan bağlılığı ve Önderliği sahiplenme duygusu bizleri de etkilemişti. Ben de bu etki ile büyümüş, daha küçük yaşta halka bağlılık duygusuyla yetiştirilmiştim. Bu etkilenme sonucu Önderlik üzerine çok okudum, anlatılanları dinledim. Anlatımlardan etkilenerek Önderliği görme merakı bende gelişmişti.
Belli halk Önderlerini, Che’yi, Kastro’yu okuyup, bazı peygamberleri incelemiştim. Önder kişilikleri okudukça ve araştırdıkça Önderliğe karşı olan ilgim ve görme istemim arttı. Bu bende bir tutku haline geldi. Okul çağında Arap liderlerini de okumuştuk, onlar üzerine de anlatımlar vardı. Bu konuda en çok babam Önderliği, PKK gerçekliğini örnekleriyle bizlere anlatıyordu. Önderliğin Suriye’de yürüttüğü çalışmayla birlikte halkın bağlılığı gelişmişti. Birçok genç, kadın, yaşlı ve çocuklar Önderliği görmeye geliyorlardı.
Öğrenci iken gençlik örgütlemesi çalışmalarına katılmıştım. Önderlik sahasına gittiğimde Önderliğin bizim bulunduğumuz alandaki çalışmalara ilişkin eleştirileri ve perspektifleri vardı. Yine çalışma tarzından, çalışmaya yaklaşımdan kaynaklı çıkan birçok eksiklik vardı. Önderlik sürekli bunları eleştiriyor, değerlendiriyordu. O süreçte bazı ailelerin üzerinde Şener’in etkisi vardı. Önderlik ‘96 yılında o aileleri kendi yanına çekerek ilgileniyor, Şener’in etkisinde olan aileleri yeniden kazanmaya çalışıyordu.
O süreçlerde ben ve babam birlikte Önderliğin yanına gittik. Önderliğin yanına bir yurtsever öğrenci olarak gittim, daha sonra bir karara ulaşarak, kadrolaşıp çalışmalara katıldım. O dönemde halkı, gerçekliğimizi ve Önderliği tanımıyordum. Biz aile olarak gitmiştik. Önderliğin yaklaşımı beni ve ailemi daha çok etkiledi. Önderlik halkı kazanmaya, yaşadıklarını anlamaya çalışıyor, onların duygu ve düşüncelerine büyük bir önem veriyordu. Ben de arkadaşlara söyledim, bizim Önder bu mu? Bana çok yakın, mütevazı ve yoldaşlık yapılabilecek biri gibi geliyordu. Bu duygu bende büyük bir sevinç yaratmıştı. Bizi yanına çağırdığında ben büyük bir korkuyla yanına gittim. Önderlik, “Merhaba, sen niye o kadar korkuyorsun” diye bana sordu. Ben de yaşadığım korkuyu Önderliğe anlatmaya başladım. “Sizden çok bahsediyorlardı, bunun için sizi ilk gördüğümde üzerimde büyük bir korku oluştu.” Şeklinde kısaca yaşadığım duyguyu anlatmaya çalıştım. Önderlik benimle konuştu, güldü ve bana sarıldı. Bende o anda çok büyük bir rahatlık oluştu. Onun duruşu, yaklaşımı, yaşamı beni çok etkiliyordu ve ben de bu yönüyle Önderliği gözlemlemeye çalışıyordum. Birçok halk Önderleri anlatılırken daha çok onların politik yönleri ortaya konuluyordu. Ama Önderlik bütün siyasi, askeri ve yaşamsal sorunlarını, gelişmeleri, bizimle tartışıyor, paylaşıyordu. Bu tarzda yaklaşmasının nedeni halkı yeniden kazanabilmekti.
Halk içerisinde yaşanan birçok sorun karşısında kadro olan arkadaşlar çözümsüz kalabiliyordu. Bize çalışmalara dönük yaptığı bir toplantıda Önderlik; “Siz halkı nasıl kazanıyorsunuz, halka nasıl yaklaşıyorsunuz?” diye sordu. Biz de çalışma tekmilimizi verdik. Bunun üzerine bize kızarak; “Siz halka hitap edemiyorsunuz, halkın yurtseverlik duygularını örgütleyemiyor, halkı kazanamıyorsunuz. Siz her şeyi çok abartıyorsunuz, sorunları çok büyütüyorsunuz. Çalışmalarınıza ciddi yaklaşmıyorsunuz. Çalışmasına ciddi yaklaşmayanların üzerine herkes şikâyet eder. Halk sizleri çok şikâyet ediyor.” değerlendirmesini yaptığında hepimiz çok etkilendik. Önderlik her zaman örgüt çalışmalarına çok büyük önem ve öncelik veriyordu. Önderlik “Ben çalışmalarımı çok sevdiğim için bu kadar yoğun çalışıyorum” diyordu.
Bir ara Önderliğin bu değerlendirme ve eleştirilerine anlam veremiyordum. Önderlik neden bu kadar üstümüze geliyor, neden sürekli bizleri eleştiriyor, diyordum. Bir süre benimle diyaloglar da geliştiriyordu ve ben zorlandığım birçok konuda düşüncelerimi söylüyordum. Hem bana hem de diğer arkadaşlara; “Sizlerin halkın kültürüne ve yaşayış tarzına yaklaşımınız büyük bir halk sevgisi, bilinçle olmalıdır. Çocuklarla, kadınlarla, yaşlılarla nasıl konuşulacağını öğrenmelisiniz, zengin bir hitap gücünüz ve insanları kazanma üslubunuz olmalıdır” diyordu. Bu noktalarda sürekli arkadaşları eleştiriyordu. Önderlik yaşayış tarzında ve yaşama bakış açısında birçok farklılık taşıyordu. Duygu ve düşünce dünyasında sürekli dirilişi, yaratmayı, moralli ve coşkulu mücadele etmeyi kendine esas alıyordu. Saha çalışmalarında bizleri çok eleştiriyor, bazen kızıyordu. Fakat her zaman değer veriyordu. Bizlere; “Sizlerin derin yaralarını açıyorum, fakat o yaraları da hiçbir zaman ilaçsız bırakmıyorum. Özellikle Kürt insanı yıllardır bastırılmış ve zorlanmış. Ben bunu aşıyor ve sizlere eğitim veriyorum ama sizler beni anlamıyorsunuz. Nasıl bir yöntem ve üsluptan anladığınızı söyleyin ben ona göre yaklaşayım. Ben Türkler ve Araplar gibi sizlere kamçılarla vurmayacağım. Düşman sizlerin üzerine mermi yağdırıyor, ben de sizleri konuşmayla, eleştiriyle eğitiyorum. Ya sizler insan olacaksınız, ya da sizleri böyle kabul etmeyeceğim. Sizler hiçbir zaman normalleşmeyi kabul etmemelisiniz. Büyük düşünün ve büyük hayal edin.” diyordu. Bizlere her zaman Zilan ve Agit arkadaşların örneklerini verip “Sizler kendinizi bu insanların düzeylerine ulaştırmalısınız. Sizler küçük düşünüp, küçük hayal ettiğiniz ve dünyalarınız çok küçük olduğu için, kişiliklerinizde cüce kalıyorsunuz.” diyordu.
Biz bir süre eğitim görüyorduk. Eğitim Kürt gerçekliği, Kürt tarihi üzerineydi. Birçok arkadaşla diyalog geliştirdi. Bizlere dedi ki; “Sizler tarihinizi tanımazsanız, geleceğinizi de tanıyamazsınız.” Bazı arkadaşlara soruyordu, “Senin gerçekliğin nedir?” O arkadaşlar kendilerini tam tanıyamadıklarından cevap vermiyorlardı. Bunun üzerine diyordu; “Ben daha çocuk yaşlarda iken, Kürtçe bir şarkı dikkatimi çok çekmişti. Ondan başlayıp, günümüze kadar uzandım. Bu gerçeklikten, daha farklı bir gerçeklik yarattım, örgütlü bir ruh yarattım. Sizler de böyle yaklaşmalısınız.”
Önderlik her zaman arkadaşlarla ilgileniyordu. 24 saatini bile bu istem ve yaratma duygusuyla geçiriyordu. Halk onu çok seviyordu. Birçok zaman kendi kendime diyordum, bu nasıl bir insan, peygamber mi, filozof mu, olağanüstü bir insan mı? Bazen yapılanlara kızar, sert bir biçimde üzerlerine giderdi. Ama bunun yanında kızdığı kişilere de kazanmak ve doğru olanı göstermek için de emek harcardı. Yani sadece eleştirmekle yetinmezdi onun alternatifini sunar ve kızdığı kişilerle ilgilenirdi. Bu yönüyle Önderliğin kazanma üslubu vardı. Bizlere her zaman şunu vurguluyordu; “Kendinizi ideolojide ve yaşamda derinleştirmelisiniz. Kendinizi her yönlü yetiştirmelisiniz.”
Önderliğin yaşamdaki duruşu beni çok etkiliyordu. Her zaman insanların değişeceğine ve kazanılacağına inanıyordu. Diyordu; “İnsandır, hata yapabilir ya da onun zayıflıkları olabilir. Ama önemli olan bunu nasıl aşacağı ve kendisini yeniden nasıl örgütleyeceğidir. Kendi içerisinde güdüsel yaşayacağına, her şeyi bir aşk düzeyinde ele almalı ve yaşamalıdır. Zayıflıklarıyla yaşayacağına, kendisiyle büyük bir savaş içerisine girsin. Kendisini geliştirmeyen bir insan, sonunda ya kaçar ya da intihar eder.” Bir ara bazı sorunlar yaşandı. Bunun üzerine Önderlik çözümlemeye başladı ve dedi ki; “Sizler kendinizi özgür kılmamışsınız, iki kişi yan yana oturdu mu, mimikleri ve yaklaşımlarından bu gerçeklik ortaya çıkıyor. Bir kadın ve erkek bir araya geldi mi, büyük çirkinlikler yaşayabiliyor. Bunu görmelisiniz ve dikkatli olmalısınız. Sizler erkeğin kurnazlığından ve kadının geriliğinden kendinizi korumalısınız.” Önderliğin bu sözü beni çok etkilemiş ve düşündürtmüştü. Bu sözü halen defterimde yazılıdır. Erkeğin ve kadının gerçekliğini çözümlüyordu. Önderlik “Sizi örgütsüzlüğe, köleliğe, resmiyetsizliğe, ciddiyetsizliğe çeken ve yaşamınızla oynayan erkeği kabul etmemelisiniz. Tarihsel kurnazlığını, Enki gerçekliğini iyi anlamalısınız. Kendisini yaşama dayatan kadını da kabul etmemelisiniz” diyordu. Önderlik yaşamsal olarak bu gerçeklikleri çok iyi görüyordu. Bir erkeğin ve bir kadının yaklaşımını iyi tanıyordu. Bunu eleştirip, çözümlemeye tabi tutuyordu. Bazı kadın arkadaşların bu konuda yaşadıkları zayıflığı iyi görüyor, çözümlüyordu.
Bir ara bazı gerçekliklerin, yaşanılan çirkinliklerin farkında olmadığım ve kişilikleri çok iyi tanımadığım için bir zorlanmayı yaşadım. Bana “Sen yaşamda çok gençsin ve çok toysun. Gerçekliğimizi tanımadığın için çok zorlanıyorsun. Sen çok hırslısın ama bu hırsını nasıl örgütleyeceğini bilmiyorsun. İçimizdeki hırs örgütlenmelidir. Eğer örgütlenmezse çok zorlanma yaratır ve insanı birçok şeye sürükler. Bunun için sen de bilinçsizce, tanımadan bazı şeylerin içine girdin ve zorlandın. Gericiliği ve bilinçsizliği dayatan insandan kendini sakınmalı, uzaklaştırmalısın” diyordu. Bunun için her zaman Önderlikle tartışma ihtiyacını duyuyordum. Onu anlamaya ve kavramaya çalışıyordum.
Geç bir saatte ben nöbetçiydim. Her yeri kontrol ettikten sonra Önderlik odasına girdim. Ve Önderliğin hala çalıştığını ve yoğunlaştığını gördüm. Kendi kendime; Önderlik hiç uyumuyor, çok geç olmasına rağmen halen de çalışıyor diyordum. Bunu görünce Önderliğe olan bağlılığım daha çok artıyordu, Önderlikten güç alıyordum. Önderlik hem çok çalışıyor hem de yaşamını çok iyi örgütlüyordu. Bizden önce kalkıyor, spor yapıyor ve diğer çalışmalarını örgütlü bir biçimde sürdürüyordu. Bu yönü benim çok dikkatimi çekiyordu. Ben kendi kendime; amaçları çok büyük olduğu için, çabası da büyüktür, diyordum.
Yine bir gün ben kamelyayı düzenliyordum. Kamelyalı uzun bir süredir kullandığım için orada oluşturulan düzeni iyi biliyordum. Sofrayı düzenledim. Önderlik gelip yemek yiyince bana “Belli ki sen yaşamda çok uyanık bir insan değilsin” dedi. Önderliğin niye öyle söylediğini anlamayarak, “neden?” diye sordum. Önderlik; “Kamelyanın düzeni bugün iyi değil” dedi. Kendi kendime düşündüm; ben bir aydır kamelyaya gelip, yemek yiyorum. Ben hiç fark etmemişim. Önderlik nasıl bunu hemen fark etti? Bana dönerek; “Ben kimin zevkinin ne olduğunu, nasıl olduğunu, kim nasıl gülüyor, hangi yemeği seviyor, her şeyi biliyorum. Ben hepinizi sürekli izliyor ve tanıyorum. Uyanıklık ve takip etmek, insanı her zaman tedbirli olmaya itiyor. Sen bir kurt gibi olmazsan, kurtlar sofrasına girersin, kurtlar seni yer. Uyanık ve dikkatli olamazsanız koyun gibi olursunuz. Her zaman uyanık olun. Bir keçi gibi başınız hep dik olsun ve yaşamda uyanık olun. Siz şimdi burada kendinizi geliştirmezseniz, savaşta da kazanamazsınız.” değerlendirmesini yaptı. Kendi kendime hep söylüyordum, bizler yaşamda kazansak bile, savaşta nasıl kazanacağız? Önderliğin ne demek istediğini, neyi vurgulamak istediğini tam olarak anlayamıyordum.
Daha sonra ülkeye geldim. Gerilla pratiğinin içerisine girdim. Ve aslında burada yani pratik içerisinde Önderliğin ne demek istediğini daha iyi anladım. Bir insan yaşamda ne kadar güçlü ve yaratıcı ise savaşta da o kadar başarılı olur. Bunu çok geç de olsa fark ettim. Çünkü ben bu gerçekliği yaşayarak gözlerimle gördüm. O zaman kendi kendime sordum. “Neden bizler yerinde ve zamanında her şeyi anlamıyor, kavrayamıyoruz?
Dicle Cudi