HABER MERKEZİ – Haziran sonunda İspanya’nın başkenti Madrid’de yapılan üç günlük NATO toplantısı sona erdi. Ukrayna savaşı nedeniyle olsa gerek, bu toplantıya ilgi daha fazlaydı. Görünür bir konu İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmasıydı. Bu çerçevede Türkiye ve Tayyip Erdoğan da kısmen görünür oldu. Tabi bir ölçüde Kürtler de gündeme geldi.
Geçen yılki toplantı ardından “NATO’nun yeni vizyonundan ve önümüzdeki on yıl içinde NATO’nun dünyayı yeniden yapılandıracağından” söz edilmişti. Bir yıl içinde bu çerçevede iki önemli olay yaşandı. Önce ABD Afganistan’dan çekildi. Tabi ABD’nin çekilmesi NATO’nun da çekilmesi demek oldu. Ardından Rusya ordusu Ukrayna’ya saldırdı. Böylece NATO-Rusya savaşı Ukrayna üzerinde açıktan yaşanır hale geldi.
Madrid’deki NATO toplantısı biraz daha ileri giderek, adeta Rusya ve Çin’e resmi savaş ilan etti. Hazır savaş gücünü 40 binden 300 bine çıkardı. İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini hemen hemen kesinleştirdi. Dahası yeni düşman olarak “Diktatör rejimleri ve terörizmi” belirledi. ‘Diktatör rejim’ tabiriyle kastedilen Rusya ve Çin’di. ‘Terörizm’ tartışması ise ‘Kuzey Afrika’ ile birlikte yapıldı. Böylece adeta Amerika ile Avrupa, Asya ve Afrika’ya savaş açmış gibi oldu.
Toplantı resmiyetinde ne kadar tartışıldığını elbette bilmiyoruz, fakat toplantı öncesinde ve sırasında basın üzerinden Kürtler de sıkça tartışma gündemine geldi. Hatta PKK Dış İlişkiler Komitesi bu çerçevede bir basın açıklaması bile yaptı. Yine PYD Eşbaşkanı Salih Müslim de açıklamalarda bulundu. NATO toplantısından Kürtlerin kazançlı mı çıktığı, yoksa kaybeden mi olduğu basın üzerinden epeyce tartışıldı. Hatta tartışmalar hala devam da ediyor.
Burada hemen belirtelim ki, söz konusu NATO toplantısından Kürtlerin kazanacağı bir şey yoktu ki, bunu elde edemeyince kaybeden durumuna düşsün? Zira toplantı yapan NATO, 73 yıldır Kürt soykırım sistemini ayakta tutan bir örgüttü. 1985 yılından bu yana Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı savaşı resmen ve de fiilen yürüten güç durumundaydı. NATO’yu oluşturan devletler, Kürt sorununu ortaya çıkartan, yani Kürtleri soykırım sistemi altına alan devletlerdi. Dolayısıyla böyle bir örgütten Kürtlere dönük olumlu ne gelebilirdi? Olsa olsa ‘savaş hukukuna uyacağız, kimyasal ve taktik nükleer silah kullanımını durduracağız’ biçiminde bir karar çıkabilirdi. Tabi böyle bir durumun da tartışması bile olmadı.
Diğer yönüyle İsveç devletinin durumu ve NATO’ya girmek için AKP-MHP Yönetimiyle anlaşması tartışma konusu oluyor. Güya İsveç devleti Kürtlere çok fazla destek veriyormuş da NATO’ya girmek için bunları TC devleti ile pazarlık konusu etmiş! Dahası Kürtlere destek vermemeyi vadeden anlaşmalar yapmış! Bunu duyunca da insan şaşırıyor. Bu İsveç değil mi 1986 yılından bu yana Kürt Özgürlük Hareketine karşı Avrupa’daki saldırının merkezi olan? Peki ne kadar çabuk unutuldu bu? Açık ki NATO, Olof Palme cinayeti temelinde 36 yıldır İsveç’i Kürtlere karşı kullanıyordu, bundan sonra da NATO üyeliği temelinde aynı şeyi yapacak! Kısaca burada da değişen fazla yeni bir şey yok.
Konu Tayyip Erdoğan ve Türkiye’nin durumuna gelince, bazı çevrelerin belirttiği gibi, bu durum biraz karışıktır. Tayyip Erdoğan ile Türkiye’nin son NATO toplantısından ne kazanıp ne kaybedeceğini zaman gösterecektir. Zira Tayyip Erdoğan NATO koridorlarında boy göstererek taraftarlarının gönlünü hoş etmiştir. Ancak bu, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yıkılmayacağı anlamına gelmez. Zira AKP-MHP faşizmini NATO yıkmayacaktı ki! AKP-MHP faşizmini Türkiye ve Kürdistan halkları yıkacak ki, onlar da daha son sözlerini söylemiş değiller. Fakat bu konuda son viraja da girilmiştir. Belli ki halklar ve tüm ezilenler çok yakında tarihi sözlerini söyleyeceklerdir. İşte o zaman AKP-MHP faşizmini yıkılmaktan NATO bile kurtaramayacaktır. Belki de bu yıkım, NATO’nun korumaya çalıştığı kapitalizmin nihai yıkımının da başlangıcı olacaktır.
Aslında ABD-Çin savaşını Trump başlatmıştı. Biden Yönetiminin yaptığı, buna Rusya’yı da eklemek ve tüm Avrupa’yı Çin ve Rusya’ya karşı savaşa ikna etmek oldu. Acaba gerçekten Avrupa’nın tümü bu duruma içten ikna mı? Örneğin Avrupa devletleri gerçekten Çin ile savaşın içine sokulabilecekler mi? Sokulsalar bile bu durum ne kadar devam edecek? Bu soruların hepsi can alıcı sorulardır. Zira İngiltere dışındaki Avrupa bu duruma pek hazır görünmüyor.
Anlaşılıyor ki, Ukrayna savaşını öne çıkartarak mevcut ABD Yönetimi Avrupa Devletlerini buna razı etmiş görünüyor. Zira Ukrayna savaşı üzerinden Avrupa’yı fazlasıyla korkutmuş bulunuyor. Maşallah Putin Yönetimi de bu konuda ABD’ye istediğinden daha fazla kolaylık sağlıyor. İsveç ile Finlandiya’nın 73 yıl sonra NATO’ya girmesi de bundan kaynaklandı, Avrupa’nın Rusya ve Çin savaşlarına katılması da bundan kaynaklandı. Fakat şimdiki durum her zaman sürmez, Avrupa Devletleri böyle bir bütünlük içinde Rusya ve Çin’e karşı uzun süre savaş içinde öyle kolaylıkla kalmaz.
Buradan esas olarak Ukrayna savaşını kimin çıkartmış olduğuna geliyoruz. Genel kural olarak, savaştan en çok kim faydalanıyorsa o çıkartmıştır diyebiliriz. Peki mevcut durumda Ukrayna savaşından en çok kim faydalanıyor? Çok açık ki ABD faydalanıyor. Hem de Tüm Avrupa’yı Rusya ve Çin’e karşı savaş içine sokabilecek kadar faydalanıyor. Daha dün “NATO beyin ölümü yaşıyor” diyerek Avrupa savunma gücü örgütlemek gerektiğini tartışanlar, bugün Ukrayna savaşı ortamında ABD kuyruğuna takılarak ya da komutası altına girerek Rusya ve Çin’e yönelik adeta sefere çıkıyorlar.
Çok açık ki böyle bir durumu ABD, başka hiçbir koşulda yaratamazdı. Otuz yıl savaştığı Irak, yirmi yıl savaştığı Afganistan ABD’ye pek bir şey kazandırmadı. Sadece Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ardından kapitalist sistemin ömrünü bu temelde otuz yıl uzatabilmiş oldu. Fakat aynı zamanda kapitalist sistem içindeki ABD liderliğini de ciddi biçimde kaybetme noktasına geldi. Birkaç yıl daha Afganistan ve Irak savaşlarına olduğu gibi devam etseydi, ABD’nin Avrupa Devletleri ve NATO üzerinde hiçbir etkinliği kalmayacaktı. Fakat Afganistan’dan çekilip Ukrayna savaşını başlatınca, NATO’ya üye olmayan Avrupa Devletlerini bile yanına çekerek Rusya ve Çin karşıtı haline getirdi.
Peki bu durum ABD’yi ve kapitalist sistem içindeki liderliğini ne kadar ayakta tutabilir? Yaşadığı derin kriz ve kaos ortamında kapitalizmin çöküşünü ne kadar önleyebilir? Ne kadar çaba harcarsa harcasın, mevcut durumun fazla sürmeyeceği görülmektedir. Sistemin ömrünü ve kendi liderlik konumunu uzatabilmesi için, bazı çevreler tarafından ABD’nin “Üç NATO formülü uyguladığı” söyleniyor.
Bunlardan birincisi mevcut Avrupa NATO’suymuş. Belli ki bu, Rusya’ya karşı savaştırılacak. İkincisi ise, Çin’e karşı “Pasifik NATO”suymuş. İki hafta önce ABD, İngiltere’nin de içinde yer aldığı üç Pasifik devletiyle “Pasifik Beşli İttifakını” kurdu. Üçüncüsü ise, İran’a karşı “Ortadoğu NATO”suymuş. Bunun çekirdeğini de İsrail ile bazı Arap devletleri oluşturacakmış. Hatta TC’ye de burada yer verileceği belirtiliyor. Son dönemde Ortadoğu’da artan diplomasi trafiği ile İsrail-Türkiye ve Suudi-Türkiye görüşmeleri buna bağlanıyor. ABD’nin üç krizli bölgeyi bu temelde elde tutmak ve savaş içinde yönetmek istediği belirtiliyor.
Kuşkusuz bunlar olsa olsa bir Beyaz Saray tasarısı olabilir. Zira uygulanırlık düzeyi ziyadesiyle zayıftır. Avrupa’nın mevcut Rusya karşıtlığı bile çoğunlukla Putin Yönetiminin hatalarına bağlanabilir. Avrupa’nın Çin ile bu düzeyde karşıt hale getirilmesi ise çok daha zordur. İran’a gelince, ABD kırk yıldır harcadığı bütün çabaya rağmen, başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa Devletlerini İran’a karşı istediği tutum içine çekememiştir. Bu konuda Irak ve Afganistan savaşları bile ABD’ye istediğini kazandırmamıştır. Bundan sonra da Avrupa Devletlerinin İran’a karşı ABD’nin istediği noktaya gelmesi imkânsız gibidir. İsrail önderliğindeki bölgesel İran karşıtlığının ise mevcut olanın ötesine geçmesi zordur. Kısaca ABD’nin “Üç NATO formülü” daha baştan ölü doğmuş gibi görünmektedir.
Sonuç için tekrar başa dönersek, Madrid Konsepti temelinde NATO ne yapacakmış? ‘Diktatör Yönetimlere’ karşı çıkacakmış! Peki bunu kiminle yapacakmış? Türkiye’nin Kenan Evren’den sonraki diktatörleri Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ile! NATO başka ne yapacakmış? “Terörizme” karşı mücadele edecekmiş! Peki kiminle? DAİŞ’in akıl hocası olan ve “Müslüman Kardeşler Örgütüne” yöneticilik yapan, Kürtlere karşı savaş suçu oluşturan silahlarla devlet terörü ve soykırım uygulayan Tayyip Erdoğan ile! Türkçede diyorlar ya, ‘Sevsinler seni!’ Çok açık ki, bazılarının göstermeye çalıştığının aksine Madrid NATO’sunun eski inandırıcılığı bile kalmamıştır.
Selahattin Erdem
Kaynak: Yeni Özgür Politika