HABER MERKEZİ
26 Ocak 1993
Sabah, nöbetçi arkadaşın “içtima, içtima” sözleriyle kalktık. Nöbetçi arkadaşın bizi kaldırması bir mesele. Her günkü gibi, her arkadaşın üzerinde battaniyeyi iki-üç defa kaldırdıktan sonra ancak kalkabildik. Üç gündür devam eden fırtına daha da şiddetlenmişti. Bu durumlarda dışarıda içtima yapamıyorduk. İçtimamızı çadırın içinde yaptık. Sabah kahvaltısından sonra diğer takım da çadırımıza geldi. Çadırımız aynı zamanda okul işlevini de görüyor. Sabah saat sekizde eğitimimize başladık. Birinci dersin ortasındayken bir arkadaş içeri girdi. Komisyon- dan izin aldı; “Zerdeşt arkadaş acilen iki arkadaşın gelmesini istiyor” dedi. İki arkadaş gitti. Bir şeyin olduğu, arkadaşın heyecanından ve telaşından belli oluyordu. Eğitimimizin sabah bölümü bitmek üzereydi ki giden iki arkadaşımız geri döndü. Fırtınadan her tarafları buz olmuştu. Saçları bembeyaz kesilmişti. Fırtınanın şiddetini anlamak için onların o haline bakmak yeterliydi. Biri komisyondaki arkadaşa yaklaştı, kulağına bir şeyler fısıldadı, sonra bir köşeye gidip oturdu. Eğitim bittikten sonra komisyon sorumlusu arkadaş; “Aşağı bölükteki Sabri yoldaş rahatsızlığı sonucu bu sabah şehit düşmüştür. Öğleden sonra tören yapıacaktır. Şimdi şehitlerimizin anısına bir dakikalık saygı duruşuna geçiyoruz” dedi. Hepimiz saygı duruşuna geçtik. Saygı duruşu sırasında hep şehitlerimizi düşündüm. Birden Cevahir ve Sertaç yoldaşların fotoğrafları gözlerimin önüne geldi. Hiç bitsin istemiyordum, sonsuza kadar saygı duruşunda bekleyeyim diyordum. Ama bitecekti. Zaten bitmişti. Önemli olan şehitlerimizi yaşatmaktı.
Öğleden sonra hepimiz hazırlandık. Tören için aşağı bölüğe gidecektik. Fırtına şiddetinden bir şey kaybetmemişti. Aşağı bölüğe tek sıra halinde gittik. Çadırlara yaklaştığımızda Battal arkadaş karnas silahının ucuna ARGK bayrağını taktı. Rüzgarın yardımıyla bayrak çok güzel dalgalanıyordu. “Şehit Namirin” sloganlarıyla tören sahasına geçtik. İçtima düzeni aldık. Şehidimiz battaniyenin içinde karşımızda uzanmış bekliyordu. Şehidin üzerine ARGK bayrağını serdikten sonra Zerdeşt arkadaşın komutasıyla bir dakikalık saygı duruşuna geçtik. Arkasından şehidin yaşamı ve şahadeti üzerine kısa bir konuşma yapıldı. Sonra şehidimizi defnettik ve tören dağıldı. Tekrar çadırımıza döndük. Arkadaşlar hemen toplandılar. Sabri yoldaşın yaşamı, mücadelesi, şahadetinin anlam ve önemi üzerine konuşmalar yapıldı. Arkadaşımız önceden hastaymış, fakat hastalığını arkadaşlara söylememiş, hastalığının arkadaşların önüne engel olabileceğini düşünmüş. Son iki günde hastalığı ağırlaşmıştı. Yalnız üç gündür dışarı çıkmamızı engelleyen fırtına, yoldaşımızı hastaneye götürmeye fırsat vermemiş ve yoldaşımız şehit düşmüştü. Bizlere düşen en büyük görev, mücadeleyi şehitlerin bıraktıkları yerden alarak yükseltmek olacaktır. Bundan başka şehitlere gereken bağlılığı sağlayamayız. Onlara bağlılığın tek ve gerçek ifadesi mücadeleyi yükseltmektir.
Akşam ekmek pişirme sırası yine bana gelmişti. Ben Mahsum ve Zınar arkadaşlar mutfakçıydık. Yine papurlar çalışmıyordu. Yalnızca biri çalışıyordu. Zınar arkadaş kar getirip su eklemeye çalışıyordu. Mahsum arkadaş yenlerini kollarından sıyırmış, kaba elleriyle hamur yapı- yor, ben de bozuk olan papurları tamir ediyorum. Mutfağımızın üzerindeki naylonumuz yırtıldığı için rüzgarın getirdiği karın büyük kısmı içeriye giriyordu. Elimizde bulunan dört papurdan ancak ikisini çalıştı-
rabildik. Biri devamlı yanıp sönüyordu. Papurla uğraşırken her tarafım is olmuştu. Papur dumanı insanı boğuyordu. Tüm arkadaşlar nefret ediyorlardı bu dumandan. Onun için hiç kimse mutfağa girmek istemi- yordu. Bunlardan kurtuluşun tek yolu bir an önce baharın gelmesiydi.
Gece geç saatlere kadar ekmek çıkardık. Çıkarıncaya kadar da verem olduk. Bir taraftan içeriye giren kar, diğer taraftan da yanıp sönen papurlar. Ama bütün bunlara rağmen işimizi bitirmeyi başardık. Zınar arkadaş hemen gidip yattı. Mahsum’la birlikte su ısıtıp başımızı yıkayacaktık. Karı çaydana doldurduk, erimesini bekledik. Su yavaş yavaş ısınırken ikide bir dışarıyı kontrol ediyorduk. Rüzgar şiddetinden bir şey kaybetmemişti. “Başımızı yıkamayalım, elimizi yüzümüzü yıkaya- lım yeter” dedim Mahsum’a. O da güldü: “Ben de aynı şeyi düşünüyor- dum. Bu havada kim başını yıkar!” Suyumuz ısındıktan sonra alelacele elimizi-yüzümüzü yıkadık. Büyük bir hızla çadıra gittik. Yanan soba- nın yanında biraz kendimizi ısıttık. Bir sigara içtikten sonra sobanın et- rafında uzandım. Şehitlerimizi düşündüm. “Susmak yok artık, haykırmak var. Hem de sıradağları devrircesine haykırmak” dedim kendi kendime.