HABER MERKEZİ – Gerilla savaşı ve halk direnişi karşısında sıkışan AKP-MHP faşizminin muğlaklık yaratmak, gençliği kırmak ve zayıflatmak için psikolojik savaş oyunlarına başvurduğuna işaret eden Duran Kalkan, disiplin cezalarıyla da Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerinde psikolojik baskı ve şantajın arttırıldığını ifade etti. Kalkan, disiplin cezalarının, AİHM’nin yeniden yargılama kararını uygulamamak için gerekçe yaratmaya dönük olduğuna dikkat çekti. İmralı’nın bir Avrupa cezaevi olduğunu söyleyen Kalkan, “İmralı işkence ve tecrit sistemini yöneten kurumlar birbiriyle paslaşıyorlar. Hukukla oynuyorlar yani. Avukatlar, hukuki çevreler bu gerçeği iyi görmeli, bunun üzerine kesinlikle gitmeli” dedi.
Duran Kalkan, üç aydır “24 saat bir savaş hali” yaşanan Medya Savunma Alanları’nda pratik olarak savaşın seyrini, gerillanın performansını ve Türk devletinin işlediği savaş suçlarını değerlendirdi. Türk devletinin kullandığı silahların taktik nükleer silahlara işaret ettiğini söyleyen Kalkan, “Bu, NATO’nun suçüstü yakalanmasıdır eğer açığa çıkarılırsa. Bu, savaşı doğrudan NATO’nun yaptığının en somut belgesidir” dedi. Kalkan, HPG BİM’in bunu mutlaka açığa çıkarması gerektiğini söyledi.
Kalkan, Kürdistan Özgürlük Gerillasının Türk faşizmi karşısında 14 Temmuz ruhu ve çizgisi temelinde Zap, Metîna ve Avaşîn’de askeri zafer elde etmesi gibi demokratik siyasetin de sorumluluk alarak siyasi zafere dönüştürebileceğini kaydetti.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, İmralı tecridi ve tecride karşı mücadele, Türk devletinin işgal savaşı, son NATO toplantısı hakkında ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ile 19 Temmuz Devrimi’nin yıl dönümleri üzerine Medya Haber Tv’ye değerlendirmelerde bulundu.
Tecrit ve ona karşı direniş sürüyor. Disiplin cezaları gündemde. Özellikle bu son günlerde disiplin cezalarının TC tarafından gündemleştirilmesinin nedeni nedir?
Öncelikle tarihi İmralı direnişi ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Evet, İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. 24 yıllık tecrit devam ediyor. Yani yeni olan bir durum değil ama şimdiki durum ağırlaştırılmış olarak sürüyor. Geçen programdan bu yana bu konuda herhangi bir değişiklik olmadı. Yani avukatların, ailenin hukuki girişimlerine herhangi bir cevap verilmedi. Önceki yaklaşım devam ediyor. 775 avukat başvuruda bulunmuştu. Açıklama yaptılar; onlara herhangi bir cevap verilmemiş. Yaklaşım olduğu gibi sürüyor. Yani hukuki cephede yeni bir şey yok.
Çeşitli özel savaş çevreleri tarafından bazı tartışmalar gündeme getirildi. Biz geçen toplantıda demiştik; bu bir özel psikolojik savaş saldırısıdır. AKP-MHP faşizmi gerilla savaşı ve halk direnişimiz karşısında sıkıştı, zorlandı. Dolayısıyla muğlaklık yaratmak, gençliği kırmak, zayıflatmak istiyor, beklenti yaratmak istiyor. Bu oyundur. Bütün bunlar psikolojik savaş oyunu. Kimse aldanmamalı. Halkımız, dostlarımız bu konuda herhangi bir yanılgıya düşmesin. Karasu arkadaş da netleştirdi; özel psikolojik savaşın saldırısı olduğunu ifade etti ve tutumunun ne olması gerektiğini belirtti.
İktidarı ve muhalefetiyle günümüz TC siyaseti kupkuru olmuş, hiçbir şey üretemez durumda. Tam bir fukaralar topluluğu. Aslında öyle değil. Yani gerçekleri halktan saklaya saklaya, artık derler ya deniz bitti, Türkçeyi de tükettiler. Topluma artık söyleyecek yalanları dolanları kalmadı, inandırıcı olamıyorlar. Bu tür saptırma şeylerle güya kendilerini yine konuşulur kılmak istiyorlar. Bu açık görünüyor. Bu noktayı da görmek lazım, fakat biz yanılmamalıyız. Bazı özel savaş çevreleri, Önder Apo ile görüşme olmuş, hareket bölünecekmiş, diyor. Kürdistan Özgürlük Hareketinin bölünüp parçalanmasından medet bekleyenler, nemalanmak isteyenler -yani biraz ayıp oluyor ama- avuçlarını yalarlar! Onlara da ancak bu söz yakışır. Önder Apo, HDP heyetinin gidip görüşmeler yaptığı süreçte, özellikle de görüşmeler muallak olduğunda demişti; “Benim kapım açıktır, gelenler olur, görüşürüm, kapıma gelene git diyemem. Benim her görüşmeme siyasi anlam yüklenmemeli. Avukat, aile görüşleri de olur, bunlar da hukuki çerçevede yapacağım görüşmelerdir, siyasi içerik yüklenmemelidir.” Uyarmıştı yani.
İmralı bir Avrupa cezaevidir
Fakat Mayıs sonunda 3 ay disiplin cezası verildi. Dolayısıyla her türlü görüş yasağının ortaya konulduğu bir dönemde görüşme olacak biçiminde. Böyle şeylerin gündeme getirilmesi ilginç. Yani bu ne perhiz ne lahana turşusu diyorlar ya. Bir taraftan aynı yönetim disiplin cezası diye ceza veriyor, diğer taraftan da bu tür laflar ortaya atıyor. Bu kadar dalavere, yani yalan olduğu her yönüyle belli. Gerçek olan şudur; disiplin cezası var. Peki biz bu açıklamaları nasıl anlamalıyız? Şöyle anlamalıyız; demek ki İmralı’da Önder Apo üzerinde psikolojik baskı ve şantaj artırılmıştır.
O halde buna karşı bizim tutumumuz ne olmalı? İmralı soykırım sistemine, tecrit ve işkence sistemine karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadelemizi daha çok geliştirmeli, büyütmeli, yaymalıyız, daha çok mücadele etmeliyiz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için buradan çıkarılacak sonuç kesinlikle bu. AKP faşizmine karşı, İmralı tecrit ve işkence sistemine karşı başka türlü olmaz.
Bu disiplin cezalarına ilişkin daha önce de bazı açıklamalar yaptım. Aslında 6 sene Avrupa hukuku okuduk; İmralı bir Avrupa cezaevidir. Yani her ne kadar gardiyanlığını TC devleti yapıyor olsa da cezaevi sistemi, Avrupa sistemidir. Dolayısıyla Avrupa hukukunun dışında değil. Avrupa hukukuna göre İmralı’daki durum ne ifade ediyor? Bazı görüşler ifade ettim, şimdi bu bakımdan disiplin cezaları deyip geçmemek lazım. Evet, bir boyutu görüşmelerin yasaklanmasıdır. Fakat bu bir boyutu ve önemli olan değil, önemsiz olan boyutu. Önemli olan diğer boyutu var, o da şu: Disiplinsiz, sürekli kavga halinde, sürekli nizamını bozan bir kişi olduğu veya hukuki olarak bu disiplin cezalarıyla belgelenmiş oluyor. Geçenlerde avukatlar Avrupa’ya gittiler. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararın 8 yıldır uygulanması üzerinde baskı yaptılar, uygulanmıyor diye. Niye uygulanmıyor? Ne zaman Avrupa insan Hakları Mahkemesi o kararı aldı? İmralı sisteminin 15. yılında. Çünkü Avrupa hukukuna göre 15 yıl dolunca tutukluluk durumunun yeniden gözden geçirilmesi lazım. Yani bu gerekiyor. Yeniden yargılama gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yaptı ve yeniden yargılama kararı aldı. O yeniden yargılama kararını uygulamaya koyacak olan kim? Siyasi irade. Yani Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM kararlarını uygulamaya o komite koyuyor. Komite’den uygulanmasını istedi. Komite diyor. Niye uygulanmıyor? İşte uygulamak istiyor, uygulamak için gündeme getirdiğinde gardiyan; yani TC devleti hukuki belge gönderiyor. Şu kadar disiplinsizlik yapmış, bu kadar ceza almış. Böyle bir kişinin yargılanması gerekmez, iyi hal durumu diye bir şey yoktur. Yeniden durumunun gözden geçirilmesi gereksizdir. Bunları söylüyor ve karar uygulamaya geçilmeden durdurabiliyor.
Tekrar yargısız infaz gerçekleştirecekler
Önümüzdeki 2023 Şubat’tan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru hakkında yeniden karar alacak. Yine gündeme getirecek. Çünkü 25. yıl başlıyor, 25. yılda da karar alacak. Çok büyük ihtimalle 25. yılda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yeniden yargılanmasını isteyecek, davanın yeniden değerlendirilmesini isteyecek. Bunu tekrar Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne gönderecek. Komite de bu kararı uygulamaya koyun diye gardiyandan; TC’den görüş isteyecek.
İşte Türkiye, İmralı’dan sorumlu olan mahkeme denen o yer, o zaman bu disiplin cezalarını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne gönderecek. Diyecek ki bu kadar suç işlemiş, ceza almış yani yargılanmış, yeniden yargılamaya gerek yoktur. Dolayısıyla Avrupa insan Hakları Mahkemesinin kararını uygulamaya gerek yok. Buna Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de razı olacak. Böylece sanki yargılanmış gibi geliştirecekler. Tekrar yargısız infaz gerçekleşmiş olacak. Bunun için hazırlık yapıyorlar. Bunu herkes iyi görmeli. Bu durum ciddidir. Ne disiplinsizliği olacak? Karasu arkadaş da belirtti; ne yapılıyor da orada disiplin cezası verilsin! Geçen demişlerdi; volta attığı için ceza verildi. Herhalde baktığı için ceza veriliyor! Bunlar uyduruluyor. Bir sürü şey hepsi uydurmadır, yalandır ve hepsi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yeniden yargılama kararını uygulamamak için gerekçe yaratmaktır. Hukuki durum bu. Bu bakımdan İmralı işkence ve tecrit sistemini yöneten kurumlar bu biçimde birbiriyle paslaşıyorlar. Hukukla oynuyorlar yani. Bu açık. Bu durum dolayısıyla avukatlar, hukuki çevreler bu gerçeği iyi görmeli. Bunun üzerinde ciddiyetle durmak, üzerine gitmek lazım. Yani bu bir oyun, yani bu kadar oyun, bu kadar hile olamaz. Bu Osmanlı’da hile çok, TC devleti yalan ve hileyle işlerini yürütüyor. Bunun üzerine kesinlikle gitmek lazım.
Önder Apo 24 sene önce Avrupa’ya gitti. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü altın tepside Avrupa Birliği’ne sunduk, buyurun çözün diye. Ne yaptılar? Uluslararası komplo yaptılar. İmralı işkence sistemini ortaya çıkardılar. Yani İmralı’dan sorumlu kurum Avrupa Birliği’dir, CPT’dir. 24 yıldır bu kadar kan aktı. Kim sorumlu? Bunun elbette ki bu durumu yaratanlar sorumludur, çözmemiş olanlar sorumlu. Aslında kendi yarattıkları sorundu, çözülemeyecek bir durum yoktu fakat çözemediler. Bu kadar kan döküldü, bu kadar sorun oldu. Ne oldu? Silah sattılar, bu kadar ekonomik ticaret yaptılar, kazandılar, yediler içtiler. Halk diyor ya zehir zıkkım olsun, öyle bir şey yani.
Hukuku bir oyun haline getirmişler
Onun için bu kadar kan akmasına, sorunların bu kadar çözümsüz olmasına kangrenleşmesine getirdiler. Şimdi de öyle sürdü. Yine çalışıyorlar. Eğer bu hukuki oyunsa ben şunu söyleyeyim; mesela Önder Apo TC vatandaşı da değil. 12 Eylül cuntası vatandaşlıktan attı Önder Apo’yu. Yıllardır TC vatandaşlığı yok, silinmiş olarak kaldı. Sonradan kendi başlarına tekrar vatandaşlığa kabul etme kararı aldılar. Diyorlar ya; kendin çal kendin oyna, o misal. Yani Önder Apo’nun herhangi bir başvurusu olmadı, hepsini TC devleti yaptı. Ondan sonra da o kararı temelinde şimdi 24 senedir İmralı sistemi içerisinde tutuyor, bir de disiplin cezası altındaki yalan gerekçelerle her türlü yeniden yargılama hakkını, hukuki şeyleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Yani kılıfına uyduruyorlar. Hukuk bir oyun, o hale getirmişler. Bu oyun böyle oynanıyor.
Bundan elbette ki biz gardiyanı sorumlu tutamayız. Bu sistemi yaratanlar ve yürütenler sorumludur. Dolayısıyla yani bu disiplin cezaları çok ciddi durumda. Bakın, 30 sene ceza vermişler, yatmış; iyi hali yok diyor. Çıkarmıyorlar. Onlarca arkadaşımız var. 30 senedir zindanda verilen cezayı doldurmuş, yine tahliye etmiyorlar. Ya işte bunu bir disiplin şeylerini, benzeri durumları gündeme getirerek, şu kadar daha kalacak, bu kadar daha kalacak diye hukuki gerekçeler yaratıyorlar. Devlet, mevcut iktidar fazlasıyla yapıyor bunu. İmralı’da da oynanmak istenen oyun bu. O halde bütün bunlara karşı dikkatli olmalıyız. Yani hukuki girişimler şey olmalı. Neden cezalar verilmiş, gerekçeleri neler? Avukatların, hukuk çevrelerinin onlara karşı mücadele etmesi lazım. Gerçekten ceza denecek bir durum mudur? Niye bu kadar ceza veriliyor, ne oluyor ki oluyor? Örneğin buradaki diğer arkadaşlarımızın durumu nedir? Onlar için de cezalar veriliyor. Bunları bilmek istiyoruz, bunların üzerinde durmak gerekiyor. Bu konuda AİHM’in de, Avrupa Konseyi’nin de üzerine gitmek lazım. Durmamak gerekir. Fakat esas olan mücadeledir. Orada hukuk da yok, ahlak da yok. Her zaman söyledik; en ağır rehine sistemi var. Türk soykırım sisteminin en ağırlaştırılmış biçimi, o da yürütülüyor, sürdürülüyor.
Dolayısıyla ne olursa olsun, yalnız başına hukuki girişimlerle sonuç alınamaz zaten. Onları da önemsiz saymamak lazım ama esas olan, mücadeleyi geliştirmektir. Mücadele gelişiyor, büyüyor her alanda. Son dönemlerde çok daha yoğunlaştı. Dış çevrelerde, özellikle işçi- emekçilerin, aydın-sanat çevrelerinin de “Önder Apo’nun özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür” diye talepleri çoktur, duymak istiyoruz, tartışmak istiyoruz diyorlar. Birçok aydın görüşleri var, eleştirileri var. Önder Apo’nun onlara dönük eleştirileri olmuştur. Tartışma hakları var, onları yapmak istiyoruz diyorlar. Bu en doğal durumdur, haklarıdır. Bu temelde İmralı işkence tecrit sistemini yıkmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için mücadeleyi daha çok büyütmeliyiz, yaratıcı yöntemlerle geliştirmeliyiz.
24 saat bir savaş hali var
Gerilla direnişine gelirsek… Savaş yoğunlaşarak sürüyor. Bu alanda son durum, gelişmeler nelerdir?
Savaşa ilişkin çok şey söylenebilir. Çünkü gerçekten çok yoğunlaşmış ve biraz da yayılmış bir savaş durumu var. 3 başlık altında bazı hususları, yeni olan durumları özetlemeye çalışabilirim. Birincisi, pratik olarak savaşın durumu, gelişimi, yoğunlaşma durumu…
Durum şöyledir; TC devleti birçok alanda indirme yaptı, çatışmalar yaşandı. Birkaç gün sonra Halk Savunma Merkez Karargahı 3 aylık bilançoyu açıklayacaktır. Sonuçta o zaman görülecek geçen 3 ayda ne kadar büyük bir savaş yaşandığını. Dedim ya indirmeler oldu, 3 aydır her alanda çatışma oldu. Bir yanıyla göğüs göğüse bir çatışma var. Gerilla her yerde, Türk devleti de her yere askeri güçlerini indirdi. Her gün çatışma oluyor. Her gün 20-25 asker vuruluyor ya da yaralanıyor. Fakat bir netlik yok. Sonuç şöyle; iç içe, göğüs göğüse bir çatışma var, 24 saat bir savaş hali var. Gerillanın saldırıları karşısında sıkışan, zorlanan, çıkmaza giren, kilitlenen bir ordu gerçeği var. Teknik güçle yoğun destek alıyor. Her türlü savaş hilesine, yasak silahlara başvurularak ayakta kalmaya çalışan bir ordu var, yine de koruyamıyor kendisini. Ne yaptı? Bazı yöntemler deniyor. Yani bir dış çevrelere saldırıyor; işte Kuzey’de, Kürdistan’da, Türkiye’de halka saldırıyor, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere saldırıyor, tutukluyor. Güney Kürdistan’a saldırıyor, Maxmûr’a saldırıyor, Şengal’e saldırıyor, Rojava’ya saldırıyor, yoğun bir teknik kullanıyor.
Kurumlar asker cenazeleri için devreye girebilir
Yeniden yeniden KDP’yi ve korucuları daha çok savaş ortamına sunuyor. Son zamanlarda yine Metîna’da KDP güçlerini getirdiler. Şunu söyleyebiliriz ki KDP desteği olmasaydı Türk ordusu şimdiye kadar yok olmuştu. Bu kadar varsa, yine de bu kadar direniyorsa, bütün bunların hepsi KDP sayesinde oluyor. KDP’nin yardımıyla, desteğiyle oluyor. Bunun da bilinmesinde yarar var. Bir de yaydı savaşı, imha eylemi karşısında felç oldu. Bu sefer Tepê Cûdî’ye, Tepê Hekarî’ye saldırdı. Onlarla çevresini, Tepê Rûbar’ı vs. korumak istedi. Biz sorduk o zaman, peki Tepê Cûdî’yi, Tepê FM’i nereden koruyacaksınız? İşte koruyamadılar; gerillanın imha eylemleriyle karşılaştılar. Bu kez 4 Temmuz’dan beri Tepê Amediyê’ye, Sêdarê’ye saldırıyorlar. Güya oralardan Tepê Cûdî’yi, Tepê FM’deki askeri koruyacaklar. Peki şimdi Tepê Amediyê’yi nasıl koruyacaklar? 5-6-7 Temmuz’da Tepê Amediyê’de de gerilla yoğun saldırı yaptı. Tepê Cehennem ve Tepê Cûdî’deki gibi 26 askerin öldüğü belirtiliyor. Onlarca askerin görüntüleri çekilmiş, cenazeler gerillanın elinde. İnsan hakları kurumları cenazeler için devreye girebilir. Bu vesileyle Tepê Amediyê’de öldürücü darbeyi vuran bütün gerilla gücümüzü parti yönetimimiz adına selamlıyorum. Olacağı da buydu zaten. Şimdi Tepê Amediyê’yi korumak için başka şeyler yapacaklar. Durum bu çerçevededir. Yani tam bir çıkmaz var.
İşte bayram geldi, nerede Bahçeli?
Müslüman halkımızın ve İslam aleminin bayramını kutluyorum. Fakat şunu söylemek istiyorum; Devlet Bahçeli’den, faşist Devlet Bahçeli’den açıklama bekliyoruz. Diyordu ki iki bayram arasında bu işi bitireceğiz. PKK diye bir şey kalmayacaktı. Kurban Bayramı’na kadar fethedeceklerdi. Peki işte bayram geldi. Nerede? Bayramdan iki gün önce Tepê Amediyê’de yaşanan sonuçlar ortada. Her gün 25-30 kişi vuruyor gerilla, ölüyor ya da yaralanıyor bunlar. Bilançolar hep böyle. Gerilla dimdik, her yerdedir. Kök söktürüyor. Zap’a, Avaşîn’e, Metîna’ya gömüyor AKP-MHP çetelerini. Paralı askerler, korucular, MHP’nin çeteleri, DAİŞ çeteleri, El Nusra, El Kaide çeteleri var içlerinde. Gerilla zaten iç içe, görüyor, konuşmalarını dinliyor, kim olduklarını inceliyor. Buradan açığa çıkıyor ki sadece Türkçe konuşmuyorlar, bol bol Türkçe konuşuyorlar, Arapça konuşuyorlar, farklı diller konuşuyorlar. Yani oraya güya Türk ordusu adına getirilenler oradan buradan devşirilmiş faşist çeteler, soykırım çeteleri, para karşılığında. Ama şimdi o çeteler de her gün onar onar, yirmişer yirmişer vuruluyor, savaş dışı kalıyorlar, gerilla ise dimdik ayakta, darbe üstüne darbe vuruyor. Peki ne yapacak Devlet Bahçeli? Böyle olduğu için 2008’de Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’a söylenmedik söz bırakmadı. Şimdi birileri yargıladı onlar, şimdi birileri Devlet Bahçeli yargılasa ne yapacak, istifa etmeyi düşünüyor mu? Partisi görevden almayı düşünüyor mu? Çünkü başarısızdır. Başarılı olamadığını, yenildiğini, gerilla karşısında sonuç alamadığını itiraf edecek mi? Nerede hani bizi bitireceklerdi, bizi bitireceğini söyleyenler çıkmaz halindeler. Her gün çöküşleri biraz daha fazla derinleşiyor.
Gerilla çökertiyor rejimi
İkinci olarak gerillanın performansı çok yüksek. Yani o zeminde gerilla yaratıcı yol yöntemleri geliştirdi. Her türlü işte saldırıya karşı, teknik güce, işte NATO’dan alınan teknik desteğe, KDP desteğine karşı, yasaklanmış silah kullanımına, kimyasal silahlar, nükleer silah kullanımına karşı; yani gerilla her alanda bulunduğu alanı bırakmamıştır. Yaratıcı yeni yöntemler geliştiriyor. Tünel savaşıyla, tim savaşıyla, bunların koordinesi ile gerçekten de darbe üzerine darbe vuruyor. Yani Zap, Avaşîn ve Metîna’nın gerillası başarılıdır. Kimse burada HPG ve YJA-STAR gerillaları gibi savaş yapamaz. Hiçbir ordu! Ne Amerikan ordusu, ne Rus ordusu, ne de Çin ordusu bir gün bile dayanamazlar. Gelsinler, o gerillanın koşullarına bir gün bile dayanamazlar. Yani gerillanın performansı iyi durumdadır. Gerçekten de cesaret, fedakarlık, yaratıcılık en ileri düzeydedir. Yani belli bir alandaki bir gerilla gücü, NATO’nun ikinci büyük ordusuna ve NATO’dan her türlü desteği alan bir orduyla göğüs göğüse savaşıyor. Elinde tüfeğiyle savaşıyor, cesaretiyle, inancıyla savaşıyor ve yenilmiyor, darbe vuruyor, yeniyor, kaçacak noktaya getirmiş, çökertiyor rejimi.
Hataları, eksiklikleri oluyorsa bunları değerlendiriyor, karargahımız tartışıyor, zaten ders çıkarıyor, düzeltiyorlar onları. Bunun ötesinde bir şey söylenemez. Bu bakımdan dıştan destekler yetersizdir. Yani bunu böyle görmek lazım. Savaşın yayılmasında yetersizlikleri var. TC devleti sadece Zap, Avaşîn ve Metîna’da değil, Kürdistan’ın kuzeyinde, güneyinde, batısında, Türkiye’nin her tarafında. Her yer savaş alanıydı, kısmen eylemler oldu. Biraz yayıldı ama yayılma zayıftır. Aslında onların gelişmesi gerekiyor. Yoksa aslında Zap, Avaşîn Metîna gerillası gerçekten de gerilla tarihinde büyük yenilikler içeren bir durumu, gelişmeyi ortaya çıkardı. Bütün savaşçıları bir kez daha selamlıyorum, başarılarını kutluyorum. Kahraman şehitleri anıyorum. Gerçekten de insan olmanın her türlü erdemini ortaya koyuyorlar. Yani insanlık dersi veriyorlar herkese. Eşitlik, kardeşlik nedir, insan yaratıcılığı, dayanışma, birlik… Savaş arkadaşlığı yoldaşlık temelinde nasıl bir güç ortaya çıkarıyor, bunların en seçkin örneğini veriyorlar. Gerçekten de yani kahramanlık destanları yazıyorlar. Kürt özgürlük tarihini ilmik yeniden oluşturuyorlar ve yazıyorlar. Yani kanla yazıyorlar, cesaretle yazıyorlar, inançla yazıyorlar.
6 çeşit kimyasal silah kullanıldığına dair somut veriler var
Üçüncü konu; TC’nin işlediği savaş suçları. Üzerinde durmamız lazım. Yani yaygın kimyasal silah ve taktikler kullanıyor. Bunu HPG açıklıyor; işte şu kadar kimyasal silah kullandı, o kadar patlayıcıyla bombalama oldu ya da patlama yapıldı diye. 6 çeşit kimyasal silah kullandığına dair somut bilgiler var. Veriler var. En son HPG BİM bunların görüntülerini verdi, yani işaretlerini, ne tür silahlar olduğunu belirledi. Açık açık kimyasal silah kullanılıyor. Yani günde en az 15-20 defa, bazen 30’a çıkıyor. Ya her alana yayılıyor, kimseden herhangi bir ses çıkmıyor. Oysa ki kimyasal suçtur. Diğer yandan kimyasal silahla birlikte bir de patlayıcıyla bombalama yapıyor. Yani en az kimyasal silah kadar da onları kullanıyor. Fakat onlar kimyasal silahtan ayrı. Uçakların, keşif uçaklarının, obüslerin, tankların, havanların bombardımanından da ayrı. Bu ayrı tür, bombalı patlayıcılarla oluyor, diye gerilla tekmil veriyor, basına da yansıyor. Basında patlayıcıyla bombalandı diyor. İyi de bu patlayıcı ne patlayıcısıdır? Bunu netleştirmek lazım. Üzerinde durulmalı, daha iyi incelenmeli. C4 müdür, TNT midir, dinamit midir, başka patlayıcı türü müdür yoksa taktik nükleer bomba mıdır? Ben geçen sefer dedim ki, taktik nükleer bomba kullanıyor. Merkez Karargah Komutanlığımız bir biçimde teyit etti. Biraz CNN Türk, bu durumu itiraf eden emekli generalin itiraflarını ilk kez haber yaptı. Daha fazla üzerinde durulmadı, basın da araştırmadı. HPG BİM daha fazla üzerinde durmalı. Eldeki veriler incelenmeli. Çok ciddi durum. Kimyasal silahtan daha etkili bunlar. Demek ki burada bir durum var yani. Verilere ilişkin bilgilerimiz, tünellerden çıkan arkadaşların anlatımları, yüzde 98 taktik nükleer silah olduğunu kanıtlıyor ama tabii çok ayrıntılı incelemiş değilim. Ben o kadar şey yapamam. Bunu o verileri elde tutan inceler. Başka türlü olmaz yani.
Taktik nükleer silaha ilişkin bilgi vereyim. NATO’nun nükleer silah envanterinin üçte biri taktik nükleer silah. Yani bu kadar önemli. Bu silahlar tünellerde ve dağ geçitlerinde kullanılıyormuş. Buralarda kullanmak için yapılıyor. Savaş da öyle yerlerde sürüyor şu an. Esas olarak şimdi bu silahlar bavullarda, çantalarda taşınabiliyor. Yani öyleymiş, tüfeklerden ya da küçük rampalardan atılabiliyor. Bugün çok net böyle bir özelliği var.
Diğer bir şey, örneğin 4-5 kiloluk bir bombayı patlattın mı, 20 tonluk patlayıcının etkisi kadar etki yapıyormuş. O kadar enerji çıkarıyormuş yani. Hem sesi o kadardır hem de etkisi o kadar. 4 kilo, 5 kilo, 20 tonluk bombalarla…
Gerilla bilgi veriyor; patlayıcılarla patlatıldı, diye. Bunlar C4 ya da TNT olamazlar herhalde. Çünkü oralara uçakla tonluk kazan bombası atıyor. Hayır, 4 tonluk kazan bombası atıyorlar birden. O zaman 5-10 kiloluk patlayıcı götürüp patlatmanın bir faydası olmaz. Yani bir mantığı yok.
Yani bu patlayıcıda bir mim var, şüphe var. Bu taktik nükleer silah çeşitleri onlarcadır; kimyasal silah gibi bir çeşidi yok. Örneğin patladığı an, orada anında bütün oksijeni yok ediyor. Dolayısıyla bütün canlıları, diğer yandan sinir sistemini parçalıyor. Yakıyor, yıkıyor bazıları. Bu tür birçok farklı özellikleri olan taktik nükleer silah türleri var. Dikkat edelim bunları kullanıyor. Oksijeni yok edeni kullanıyor, alev yakan, gêj eden (sersemleştiren) kullanılıyor. Biz de inceledik. Avaşîn’deki Tepê Sor’daki savaş tünellerinden çıkan arkadaşlar şunu söylediler: “En son öyle bir patlama oldu ki, deprem oldu sandık, hiç öncekilere benzemiyordu, biz bir yerde kapalıydık, biraz kaldık, sonra bir de çıktık ki diğer yerdeki arkadaşların hepsi şehit düşmüş. Kapıya geldik, asker yok çıktık.” Belli ki nükleer silah atmışlar, etkili olmasın diye uzaklaşmışlar. Bunun böyle kimyasal silah da olmadığı, başka herhangi bir patlayıcı olmadığı, incelendiği zaman taktik nükleer silaha işaret ettiği kesindir. Bunu net ifade edebiliriz. O halde bu açığa çıkarılmalı.
Bu NATO’nun suçüstü yakalanmasıdır
Şöyle denilebilir; ya niye o kadar üzerinde duruyorsunuz? Hepsine kimyasal silah diyelim, zaten hepsi yasak değil mi, suç değil mi diye düşünülebilir. Öyle değil, fark var arada. Kimyasal silahı TC üretiyor, satın alıyor, dolayısıyla kimyasal silah kullanımından sorumlu TC devletidir. Örneğin F-16 da satın alıyor, kullanıyor, Amerika yapıyor. Sen o F 16’lardan ABD’yi sorumlu tutabilir misin? Kısmen tutabiliyorsun, yedek parça veriyor, şunu bunu veriyor. Diğeri ticarettir. Kim satın almış ve kullanıyorsa o sorumlu. Taktik silah alınmıyor ve de satılmıyor, bu NATO silahıdır. Nükleer silah elinde olan güçler de var. Rusya’da var, Çin’de var, diğer güçlerde var ve NATO’da da fazlasıyla var. Alınma, satılma durumu yok. Kimyasal silahtan daha fazla tahripkar. Dolayısıyla daha çok savaş suçu oluşturuyor. Savaş hukukuna göre suçtur. Şimdi TC bunu iki senedir bol bol kullanıyor. Geçen yıl Avaşîn’de, Zap’ta, Metîna’da kullandı, bu yıl tüm tepelerde kullanıyor. Her gün 15-20 tane kullanıyor. NATO silahını kullanıyor, TC’nin silahı değildir.
İsveç, Finlandiya ve TC devletlerini bir araya getirerek Kürt karşıtı anlaşma yaptırmakta çok istekli davranan sayın NATO Genel Sekreteri’ne şu soruyu soruyoruz; TC devleti bu silahı sizden habersiz mi kullanıyor yoksa sizin izniniz dahilinde mi kullanıyor? Kamuoyu açıklama bekliyor. Bu, NATO’nun suçüstü yakalanmasıdır eğer açığa çıkarılırsa. Bu, savaşı doğrudan NATO’nun yaptığının en somut belgesidir. Ve böyle olma ihtimali çok güçlü.
Aynı soru ABD yönetimi için de geçerli. Bir süredir ABD çevrelerinin savaşla çok yakından ilgilendiğini, bilgi almaya çalıştıklarını, böyle çok telaşlı olduklarını gözlüyorduk aslında. Biraz hayret ediyordum ya, ABD ilk kez bir savaşta bu kadar telaşlı oluyor. Yani PKK bilgileri açığa çıkarır ve suçüstü yakalanır mıyız telaşı olmasın bu durum? Bu ihtimal vardır. TC devletinin taktik nükleer silah kullanmasına izin mi veriyorlar? Yoksa gizli mi kullanılıyor? Gizli kullanıyorsa o zaman ne yapacaklar. İzin vermişlerse Kürt soykırımını bizzat yürüten değiller mi? Kürtler ne yaptı ABD’ye? NATO’ya ne yaptı? PKK ne yaptı? Bizim ne ABD ne NATO’yla savaşma, karşı karşıya gelme gibi ne anlayışımız var ne de kararımız var. Aslında sorunları demokratik siyaset yöntemiyle çözmekten yanayız. Şimdiye kadar tutumumuz hep böyle oldu. Bu temelde de hep çağrılar geliştirdik. Fakat ABD ne yaptı, NATO ne yaptı? Uluslararası komployu yaptı, İmralı tecrit ve işkence sistemini ortaya çıkardı. Önder Apo’yu imha etmek, tecrit etmek üzere saldırı yaptılar. Bizi düşman ilan etmişler, terörist diyorlar ve üzerimize taktik nükleer silahlar kullanan düşmanları saldırtıyorlar. Yani böyle olmaz ki. Bu durum gerçekten de daha net ve açığa çıkmalı. Yani ağır bir durumdur. Böyle yaparız, yanımıza kar kalır değil; artık takke düştü, kel göründü. Bu konuda ABD’nin, NATO’nun açıklama yapması gerekiyor. HPG BİM çevreleri de bilgileri daha net koymalı. Malzemeleri almışlardı, Türk malı yazıyordu, belki bunlar gizli kalsın diye yem olarak attılar. Şüphe duymamız gerekiyor her şeyden. Çünkü Osmanlı’da oyun çok, Türk devletinde oyun çok. Tünellerde insanlar katlediliyor, savaş suçu işleniyor, Kürt soykırımı bu biçimde uygulanıyor. Bunları iyice netleştirmemiz gerekiyor. Eldeki bilgileri toplayarak bu konu üzerinde ciddiyetle durmamız çok önemli. Kimyasal silahtan daha önemlisi aslında budur.
NATO özel savaş kurumudur, Gladyodur
Bu silahları veren kullanan NATO, 28-30 Haziran tarihlerinde Madrid’de toplandı. NATO, gerçekten Tayyip Erdoğan’a istediklerini verdi mi?
Şimdi bu NATO toplantısı çok tartışmalı oldu, hala tartışılıyor bazı şeyler. Biz de görüş belirttik. Çok tartışılacak bir şeyi yok. NATO kendini yeniliyor dediler, yeni hedefler belirlenmiş diktatörlükler ve teröristlere karşı. Diktatörlükle Rusya’yı, bilmem Çin’i; teröristlikle de Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki güçleri, İran’ı, benzerlerini hedefliyorlar. Yani NATO bütün Avrupa’da genişliyor. Gerçekten Afganistan ve Irak savaşında ABD yalnız kaldı. Sistemdeki etkisi neredeyse sıfırlama noktasına geliyor. Liderliği kaybediyordu. Çekildi, arkasından Rusya Ukrayna’ya saldırdı. Şimdi ABD yeniden liderliğini buna dayanarak pekiştiriyor, Avrupa da yeni üyeler kaydediyor; işte Rusya’ya karşı tutumla Avrupa’da etkinliği genişliyor.
Şöyle söyleyebilirim; Afganistan’a giderken de bütün NATO’yu götürdü. O zaman da ilk başlangıçta etkiliydi ama sonunda çıkmaza girdi. Neredeyse bütün etkinliğini kaybediyordu. Ukrayna ne olur, Rusya ile gerginlik nereye gider, Çin’le gerginlik nereye gider, bilemeyiz. Bu bakımdan öyle NATO’nun çok şey edilecek bir durumu yok. NATO, özel savaş kurumudur esası bu, yani Gladyo’dur ve o devam ediyor. Şimdi de esas olan o Gladyo durumudur.
Bir diğer konu, İsveç ve Finlandiya. Şunu anlayamadım ve sormak istiyorum, NATO, 73 senedir bu devletlerin yanındadır. NATO, 1949’da kuruldu; 3 sene sonra 1952’de TC devleti ben de katılacağım diye müracaat etti. Şimdi bu devletler 73 senedir bu NATO’ya katılmadılar da şimdi ne oldu ki 73. senenin sonunda akıllarına katılmak geldi? AKP faşizmi ile anlaşma yapıyorlar, uzlaşma yapıyorlar, anlaşılır değil. O devletler açısından izah edilmesi gerekir. Kürt konusu çok tartışıldı, Kürtler kazandı-kaybetti, karamsarlık yayanlar oldu. Bunlar doğru şeyler değil. Bu NATO’nun Kürtlerle şeyi yoktu ki! NATO’nun desteklediği Kürtleri var; işte toplantıdan birkaç hafta önce Barzani Brüksel’e gitti, Londra’ya gitti, görüşmeler yaptılar. Yani dolayısıyla Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen sistemi 73 senedir koruyan örgüt, NATO zaten. ’85’ten beri bizzat PKK gerillasına karşı savaş yürüten güçlerdir. İşte İsveç’i Olof Palme cinayeti ile kullandı. NATO kullandı PKK’ye, Kürtlere karşı. Şimdi de NATO’nun içine alıp kullanmak istiyor. İsveç’in vs. Kürtlere çok fazla bir katkıları falan olmadı. Tabii Tayyip Erdoğan’ı orada ağırlama, Tayyip Erdoğan’a destek verildiyse, bu olumsuz etkiliyor. Yani İsveç için de, Finlandiya için de, NATO için de tartışılabilir. Demokrasiden söz ediyorlar, diktatörlüğe ve terörizme karşı olduklarını belirtiyorlar ama arkadaşlarınız kim diye sorduğumuzda Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli çıkıyor. Gülmezler mi insana? Bunlar nasıl demokratlar? NATO eskiden de inandırıcı değildi ama tamamen kaybetti inandırıcılığını.
Yani kuşkusuz karşı çıkılsa, Türkiye’ye tavır alınsaydı şey olabilirdi ama olmazsa da zaten şimdiye kadar her türlü destek veriliyordu. Yeni durum yok, baskı, saldırı devam edecek. Demek ki NATO, Kürt soykırım sistemini sürdürecek, yani soykırım savaşına destek verecek, bu çıkıyor ortaya. Şimdi bu Tayyip Erdoğan’a ne verildi, Türkiye açısından orası karışık tabii.
AKP 7 yıldır desteklerle yaşatılmaya çalışılıyor
Veysi Sarısözen arkadaşımız diyor gitti, teslim oldu, Tayyip Erdoğan yenilmişti üçüncü dünya savaşında, şimdi teslim oldu, NATO’nun her türlü dediğini yapacak. Doğru, ama önceden de olmuştu. Yani şu değerlendirmeler doğrudur, Tayyip Erdoğan yönetimi 2015 yılının Haziran başında yenildi; Kobanê’de yenildi. DAİŞ’in yenilmesi Tayyip Erdoğan yönetiminin yenilmesiydi, Ankara da yenildi, Türkiye de yenildi. 7 Haziran seçiminde tek başına iktidarı kaybetti. İlk defa AKP seçim kaybetti, iktidardan düştü. Yenildi yani, bu doğru. O zaman yenildi. Ondan sonra 7 yıldır çeşitli güçlere yaslanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Sağa sola teslim olarak… Kim bu yaslandığı güçler? Biri, ABD. ABD ile 22 Temmuz 2015’te anlaşma yaptı, o zaman ABD’ye teslim oldu. İki, MHP’ye; üç, KDP’ye teslim oldu. Rusya’dan, farklı yerlerden yardım dilenir oldu. 7 yıldır bu desteklerle yaşatılmaya çalışılan bir AKP diktatörlüğü, faşist diktatörlük var. Şimdi bu diktatörlük gitti.
Bu toplantıda tabii ki NATO’ya, aslında beni kurtarın, dedi. NATO çevreleri merhaba dediler. Kurtardılar mı yoksa ölüm fermanını Tayyip Erdoğan’a mı imzalattılar, vallahi burası meçhul. Belli değil. İşte İngiltere Dışişleri Bakanı’nı gördüm. Her Tayyip Erdoğan’ı destekleyenin sonu onun gibi olur. Bırak Tayyip Erdoğan’ı, onu destekleyenler düşmeye başladı. Tayyip Erdoğan da bu Haziran sonu itibarıyla artık sonun başlangıcı, geri sayım denen sürece girdi. Türkiye böyle bir sürece girdi. Bu önümüzdeki bir yıl çok kritik. Tayyip Erdoğan’ın değil güçlenmesi, aslında çöküyor. Bu çok açık. Her bakımdan yenilecek. Savaşta yeniliyor. İlişkilerini yürütemiyor, ittifaklarını yürütemiyor. NATO Türkiye’yi kullanmak istiyor da. Kullanmak için bazı tavizler vermiş olabilirler. Zaten bunun karşılığı olarak Türkiye’de Kürtlere karşı yürüttüğü savaşa destek istiyor. NATO da veriyor, ABD de veriyor; verdiler de. Bunu sürdürecekler. Güya özgür Kürt’ü teslim almaya çalışıyorlar, saldırtıyorlar.
NATO, Türkiye üzerinde etkilidir ama belirleyici değil. Ne olacağını, Türkiye’deki gelişmelerin nasıl olacağını, AKP-MHP faşist diktatörlüğün sonunun ne olacağını, 2023 yılına giderken, bu yılın güzünde, kışında, 2023’ün baharında, yaz başında neler olacağını şimdiden söylemek mümkün değil. Her şey olabilir, her şeye açık bir durum var. Darbeler gündeme gelebilir, komplolar gündeme gelebilir. Darbe mekaniği yeniden işleyebilir, mevcut ittifak yaptık diyen güçler birbirlerine girebilirler. Hepsinin önü açık. Yani en büyük olasılık AKP-MHP faşizminin çökeceğidir. Savaşta yenildi; o zamana kadar biraz kullanacaklar, ondan sonra atacaklar herhalde. Evet, bazı bakımlardan kullanmak için biraz imkan vermiş olabilirler Tayyip Erdoğan’a, fakat bana öyle geliyor ki ölüm fermanını kendisine imzalattılar. Derler ya, mezarını kendisine kazdırdılar. NATO, birçok mensubuna yaptı bunu, günümüzde de yapıyor. Tayyip Erdoğan’ın da zaten sonu gelmiş durumda.
Kürt tarihinin en büyük direnişi ve zaferi
Özgürlük hareketini ortaya çıkaran en büyük kararlardan biri olan 14 Temmuz Direnişi’nin 40’ıncı yıl dönümü her yerde selamlanıyor. 40 yıllık direnişte bu kararın yeri ve 41’inci yılında ne tür gelişmeler olabilir?
Tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 40’ıncı yıl dönümünü yaşıyoruz. 41’inci yıla gireceğiz. Bu büyük bir karardı, direnişti. Tarihin en büyük direnişlerinden birisiydi, Kürt tarihinin en büyük direnişi idi. Aynı zamanda zaferdi de, sadece direniş değil. Aslında 1982 zindan direnişinin zirvesini ifade etti. Bu kendi başına tekil direniş de değildi. ’82’de Mazlum Doğan’ın ilk direnişiyle faşist askeri rejime karşı özgürlük direnişi başladı. 17 Mayıs’ta Ferhat Kurtay öncülüğündeki Dörtler’in eylemiyle gelişme sağladı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bu süreci zirveye taşıdı, zafere ulaştırdı. Gerçek olan durum budur. Böylece Kürdistan özgürlük mücadelesinin çizgisini ortaya çıkaran bir çizgi, bir ruh, bir felsefe, bir anlayış. Her türlü köleliğe, ihanete işbirlikçilere, teslimiyete karşı darbe vurdu, ona karşı özgür Kürt duruşunu ve yaşamını ortaya çıkardı. Onurlu, özgür yaşama karar verdi ve onu uyguladı. Böyle bir direniş. Bunun için hareketimiz ve halkımız “Ulusal Onur Günü” dedi. Önder Apo’nun, halkımızın, yoldaşların, dostlarımızın 41’inci Ulusal Onur Günü’nü kutluyorum. Biz onu yaratan ve bize yaşatan Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Akif Yılmaz yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Özgür yaşamın yaratıcılarıdırlar. Acı da olsa, ağır da olsa, zor da olsa doğru kararı veren ve onun bedelini ödemeyi göze alan bir yiğitliğin sahibidirler.
Kürdistan özgürlük mücadelesinin aslında tarzını yaratmıştır. Her koşulda savaşılacağını ve mücadelede başarı kazanabileceğini kanıtladı. Önder Apo dedi zaten; Mazlum’un anısına verdiğimiz sözle ülkeye geri dönüş sağladık; 14 Temmuz Direnişin verdiğimiz sözle 15 Ağustos Atılımı’na başladık. 40 yıldır Kürdistan’da özgürlük adına yapılan her şeyin, kazanılan tüm değerlerin altında 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, onun çizgisi var, kahramanlığı var. Kürtler böyle savaştılar, 40 yılda her şeyi böyle ortaya çıkardılar. Yani ulusal diriliş, kadın özgürlük devrimi böyle ortaya çıktı. Zîlan fedailiği gelişti, Rojava’da özgürlük devrimi de bunlar temelinde gelişti. Yine uluslararası komploya karşı mücadele, DAİŞ’e karşı mücadele, hepsi 14 Temmuz Direnişi çizgisinde verildi. Hiçbir şeyi eskimemiş, 40 yıl öncekinden çok daha fazla ve yaygın olarak hareketimizi, halkımızı, dostlarımızı etkiliyor, eğitiyor, örgütlüyor, eyleme çekiyor, ruh veriyor, coşku veriyor, kendine güven veriyor, umut veriyor, heyecan veriyor. Avaşîn, Metîna, Zap’ta 14 Temmuz ruhuyla, çizgisiyle savaşılıyor. Dört parça Kürdistan’da halkımız 14 Temmuz ruhuyla, çizgisiyle direniyor. Kürdistan’ın ve Türkiye’nin bütün zindanlarında binlerce devrimci yurtsever, tutsak özgürlük savaşçısı, 14 Temmuz çizgisini günün 24 saatinde yaşamlarıyla sürdürüyorlar. Bu bakımdan 40 yıla yayılması önemli. 40 yılda kazandırdıkları yüzlerce yılda kazanılabilecek kadar büyük değerler.
Tabii doğru anlamak, derin bilincine varmak, özümsemek, gereklerini yerine getirmek lazım. Devrimciliğin, yurtseverliğin ölçütü bu, başka türlüsü yok. 41’inci yılda bunu ne kadar çok geliştirirsek, derinleştirirsek AKP-MHP faşizmine karşı o kadar büyük savaşır, büyük kazanırız.
Belki biraz argo olacak ama direnişte yer alan, çıkan arkadaşlar anlatıyorlar, yazılıyor, okuyoruz. Büyük Ölüm Orucu başladığında, artık zafere gideceği kesinleştiği bir dönemde Kemal Pir arkadaş bir gün şöyle diyor: Biz bu devlete öyle bir kazık çaktık ki, çıkarsın çıkartabilirse! Gerçekten de bu devlet 40 yıldır kıvranıyor, zorlanıyor. Bu kazığı çıkarmaya çalışıyor, çıkaramıyor. Onlarca hükümet geldi geçti. Bir sürü yeni yeni darbeler oldu. İddialı gelişler oldu ama dikkat edelim, 14 Temmuz’un gücünden kendisini kurtaramıyor. Kendini Kürt halkından kurtaramıyor, gerilladan kurtaramıyor, özgürlük sisteminden kurtaramıyor. Şimdi AKP-MHP daha fazla kıvranır hale gelmiş. Niye? Çünkü şiddetle ezemiyor, gerillayı yenemiyor. Kürt soykırımını başarıya götüremiyor. Kürt sorununu demokratik siyasette çözecek zihniyet ve siyaset değişimini de gerçekleştiremiyor. İki arada bir derede kalıyor, kıvranıyor, duruyor, durmadan şiddet üretiyor, saldırganlık üretiyor, darbe üretiyor, komplo üretiyor. Yani kendi başına da bela, Türkiye halklarının başına da bel. DAİŞ oldu, ÖSO oldu, dünyanın başına da bela. Yani başbelası bir rejim ortaya çıktı.
NATO, hadi biraz daha yürüt demişse Tayyip Erdoğan’a, hiçbir şey kurtaramaz. Diyor ki Misak-i Milli’yi canlandıracağım; Rojava’yı, Güney Kürdistan’ı ele geçiriyorum. İyi de Misak-ı Milli çoktan geçti, olabileceği kadar oldu. Önder Apo dedi ki Misak-ı Demokrasiye’ gerek. Sorunları çözecek olan bu. Türkiye’nin sorunları böyle çözülür. Yoksa Tayyip Erdoğan’a yani Güney Kürdistan’ı verecekler, Rojava’yı verecekler. 100 yıl önce vermedi de bu NATO, bilmem Amerika, İngiltere, Avrupa şimdi mi verecek? Güldürme derler insana. Tuzak kuruyorlar, oyundur. Yarın başlarına neler geleceğini kendileri görecek. Bunların hepsinin altında oyun var. Misliyle ödetecekler yani. Türkiye’yi bir felaketin içerisine soktu AKP-MHP.
Demokrasi hareketi geliştirilmeli
Geçen hafta HDP’nin kongresi oldu. Güzel mesajlar verildi. Biraz rahatlattı, insanların yüzü güldü, nefes alabiliyordu insanlar. Türkiye’de de, Kürdistan’da da gülebilen insan var diye yani görebildi herkes. Çözümleyici mesajlar verildi. Yani demek ki zihniyet ve siyaset değişimiyle, demokratikleşme ile sorunlar çözülür. Demokratikleşme çözer, demokrasi çözer, demokratik ittifak çözecek. Dolayısıyla şunu söyleyebiliyoruz; AKP-MHP iktidarı son yılına girdi. Çökecek, yıkılacak. Yani diğer muhalefet de bunu değiştirecek durumda değil. Cumhur İttifakı’nı aşan bir Millet İttifakı ya da altılı masa denen şey yok. Aynı zihniyet, aynı siyasetle yürümek istiyorlar. Bu bakımdan Demokrasi ittifakını büyütmek lazım, geliştirmek gerekiyor. Bu konuda bazı çevrelere daha fazla sorumluluk düşüyor. 100 yıllık bir TKP geleneği var mesela. 50 yıllık THKP-C, THKO geleneği var, TİKKO geleneği var. TİKKO geleneği biraz daha demokratik çizgide birleşiyor. Bunların büyük mirasları var. Hepsi Kürt özgürlük mücadelesiyle bir birlik oluştursalar Türkiye’nin sorunlarını çözmede hayati, ihtiyaç duyulan demokrasi çözümünü ortaya çıkarırdı. Demokrasi hareketini geliştirirler. O zaman bu altılı masa da çıkmazdan kurtulabilir. Onlara kuyrukçuluk yaparak bir yere gidilmez. Onlar çıkmazda zaten. Çıkmaz sokağa giriyorsun. Onlara da öncülük yapacak devrimci demokratik önce duruşa ihtiyaç var. Şimdi bu tür çevreler Kürt özgürlük hareketiyle yapacaklarsa, Türkiye’nin demokratik güçleriyle birleşerek Türkiye’nin sorunlarını çözecek, Kürt sorununu çözecek, Türkiye’yi AKP’nin getirdiği felaketten kurtaracak bir düzeyi yaratmayacaklarsa ne zaman yaratacaklar? Böyle bir sorumluluk altına şimdi girmeyeceklerse ne zaman gelecekler? Faşizm her şeyi bitirdikten sonra mı? O zaman ortada bir şey kalmamış olacak. Aslında her şey çok yalın, çok açık. 14 Temmuz çizgisi bu güçlü ideolojik zafer çizgisiydi. Bugün onu Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da askeri zafere dönüştürüyor gerilla, demokratik siyaset de siyasi zafere dönüştürebilir. 40 yıldır yürütülen mücadeleyle bu TC devletinin faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyeti ve siyaseti, bunu sürdüren Türk ordusu gerilla karşısında yenildi. 40 defa yenildi. Hala gerilladan bu orduyu yenmesini bekleyen var. Defalarca yendi. Sorun orada değildir. Sorun, bu durumun ortaya çıkardığı siyasi gücü, birleşik ortak demokratik siyasete dönüştürerek Türkiye’nin işler siyasi haline getirmektir. Yani bunun siyasetini yapma sorunu var ve bu da işte siyasi güçlere düşüyor. Demin belirttiğim demokratik siyaseti içinde sayılan güçlere düşüyor. Onlar sorumlu davranmalıdır. Gerçeği görmeli ve kesinlikle görev ve sorumluluklarına sahip çıkmalılar. Eğer öyle olursa 14 Temmuz Direnişi’nin 41. yılı tarihin en büyük zafer yılı, demokratikleşme, özgürlük yılı haline gelebilir. Bu hale de gelecek. Bizim iddiamız bu, inancımız bu. Bu temelde de mücadele ediyoruz. Aslında Türkiye’nin, Kürdistan’ın tüm demokratik, yurtsever, özgürlükçü güçlerini de sorumlu davranarak birlikte hareket etmeye, gerillanın yarattığı değerleri Türkiye halklarının yararına siyasete dönüştürmeye, doğru ve başarılı bir öncülüğü Türkiye’de geliştirmeye davet ediyoruz.
2’nci 10 yılda Rojava Devrimi daha da derinleşecek
14 Temmuz çizgisinin 30 yıl sonra ortaya çıkardığı Rojava Devrimi, 10 yaşında. Saldırılar ve tehditler var. Seferberlik ilan edilmiş durumda. Yıl dönümü vesilesiyle neler söylenebilir?
Rojava özgürlük devrimini selamlıyorum. Böyle bir devrimi geliştirdiği için başta Kürtler olmak üzere Kuzey Doğu Suriye’nin tüm halklarını kutluyorum. 10 yıldır da en zor koşullarda bir sürü oyun, saldırı altında demokratik ulus çizgisinde bu devrimi yaşattıkları için de ayrıca kutluyorum. Bu devrimin büyük şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Büyük bir devrimdi. Hala da bu büyüklüğün etkisini koruyor. İlk 10 yılını tamamladı. Zorluklar oldu, engeller oldu, eksikler oldu, hatalar oldu ama büyük bir dirençle bu tamamlandı. İkinci 10 yılına girecek. İlk 10 yılın dersleri önemli. İkinci 10 yılda başarılar çok daha büyük olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum. Şöyle diyebiliriz; ilk 10 yıl acemilik yıllarıydı, amatörlük yıllarıydı. Büyük zorluklar içerisinde de olsa acemice, amatörce de olsa devrimi sürdürdüler. 10 yılı tamamladılar ama şimdi eğitildiler, usta oldular. Yani ikinci 10 yıla ustalıkla giriyorlar, profesyonelce giriyorlar, ikinci 10 yıl artık profesyonellik dönemi olacak. Dolayısıyla ikinci 10 yılda devrim daha çok derinleşecek. Suriye’ye, özgür Kürdistan’a doğru yayılmasıyla hatta Ortadoğu için bir öncü ışık olmasıyla gerçekten de daha büyük rol oynayacak.
Tehdit var, saldırı her zaman var. Devrim biraz kansız olmuştu ama birinci yıl dönümünden itibaren çeteler saldırdılar ve DAİŞ’e karşı savaşa kadar gitti, DAİŞ’i yenen muzaffer bir devrim haline geldi. Kimsenin yenemediği bir güçtü. Yani bu onuru, şerefi her zaman taşıyacak.
DAİŞ’i yaratan güçler, AKP faşizmi 2018’den bu yana saldırıyor. Tehdit ciddidir, ciddiye almaları bence de yerinde. Dolayısıyla genel seferberlik ilan edilmesi durumu olağan değil, olağanüstü ifade etmeleri yerindedir. Hazırlıklı olmaları yerindedir. Kesinlikle geçmişten çıkan derslerle Kuzey Doğu Suriye’yi AKP faşizmine mezar edebilmeliler. DAİŞ’e ettikleri gibi, onun akıl hocası AKP’ye de mezar edilmeli. Böyle olabileceğine inanıyoruz. Başarılar diliyoruz.
Seferberliği lafta değil, pratikte gerçekleştirmek gerekli ama kesinlikle AKP-MHP faşizmi en zayıf dönemini yaşıyor. Yani şuradan buradan destek alarak belki Zap’ta, Avaşîn’de düştüğüm yenilgiden kurtulabilirim, diyor ama daha fazla yenilebilir. Rojava özgürlük güçleri, Kuzey Doğu Suriye halkları kazanabilirler. Bütün Kürt halkının, özgürlük güçlerinin desteği yanlarında olacak. İnanıyoruz, Ortadoğu’nun ve dünyanın bütün özgürlükçü, demokratik devrimci güçleri, halkları kadınları, gençlerinin desteği de yanlarında olacak.
Halkımızı, bütün kadınları, gençleri, Ortadoğu ve dünya halklarını, devrimci ilerici güçleri daha çok duyarlı olmaya, Rojava özgürlük devrimini, Kuzey Doğu Suriye halklarının işgalci, soykırımcı saldırıya karşı yürüttükleri direnişi daha fazla desteklemeye çağırıyorum.