HABER MERKEZİ – Günler zemheri gibi geçiyordu, hergün düşman Hayri yoldaşa yeni bir engel çıkarıyordu, konuşmasına fırat vermiyordu. Zindandaki bir kaç yoldaş ise tek yaşam umudu olarak Hayri’nin konuşmasını bekliyordu. Plan yapılmış, karar alınmış ve sorumluluk alınmış, eylem Urfa grubunun mahkemesinde başlatılacak, eylemin açıklanmasını da Hayri arkadaş üstlenmiş, fakat temmu başından beri düşman sadece ilk gün konuşmasına fırsat vermiş ancak ondan sonra bir türlü fırsat vermiyordu. Bu en büyük sorumluluk ve yüktü.
Neden ilk konuşmada açıklanmamıştı? Urfa grubu en kalabalık gruptu, Hayri arkadaş önce bir konuşmayla zemin hazırlamak ve eyleme katılımı çoğaltmak istiyordu, bu yüzden ilk konuşmada açıklamıyor. Fakat ikinci konuşma için de fırsat verilmiyordu. Günlerce bu yük Hayri arkadaşı zorluyor. Hayri arkadaşın “Acaba Hayri eylemi başlatmak istemiyor mu, onun için mi eylemi başlatmıyor!”diye düşünebileceğini düşününce, Hayri arkadaş kendi kendine kahroluyor. Her mahkemede dönüş büyük bir ızdırapa dönüşüyor. Her defasında çeşme borusuna gelip arkadaşlara “düşman yine beni konuşturmadı, eylemi açıklayamadım.” deyişi, sesindeki mahçubiyet, eziklik, utanç… Utanmak en sade deverimci bir duygudur, Hayri arkadaş bunu en derinden hissediyordu. Arkadaşların da “sorun değil, başka sefere açıklarsın” deyişindeki güven Hayri yoldaşı dahada kahrediyordu, mahkemeler sadece fiziki işkenceyle sonuçlanmıyordu, bu anlamıyla ruhsal bir işkenceye de dönüşmüştü.
14 Temmuz 1982, faşist Türk devlet mahkemesinin heyeti yerini alınca M. Hayri Durmuş ağır ve kendine büyük bir güvenle kürsüye yürür ve ilk sözü alır, tüm heybetiyle mahkeme heyetine; “ vahşi politika ve uygulamaları protesto etmek için şu andan itibaren ölüm orucuna başlıyorum. Eğer eylemim ve ölümümle arkadaşlarıma, partime ve halkıma faydalı olabilirsem bundan mutluluk duyarım. Bütün yeteneğimi, bilgi ve becerimi en üst biçimiyle istediğim gibi halkımın hizmetine sokabildiğimi söyleyemem. Bu yüzden mezar taşıma ‘BU, HALKINA KARŞI BORÇLU ÖLDÜ!’ yazılsın. Bu benim son duruşmam olacak… ” der; ve bir daha da mahkemeye çıkmaz.
- Hayri Durmuş’tan sonra ikinci sözü alan PKK’nin genç yüreği Ali Çiçek olur. O da, “PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti… Ben de ölüm orucuna başlıyorum. Bu eylemde öleceğim için, partim ve halkım adına yaptığım bazı eylemleri açıklamak istiyorum…” başka arkadaşlarının üstüne atılan tüm eylemleri tek tek üstlenir. Hayatın sırrı “Bu eylemde öleceğim” sözünde dile dökülür. Ölmek nedir, yaşamayı sonsuzluk güzergahında yola koymak mıdır?
Ali Çiçek PKK’de başlangıcın sonu belirlediğini kendi yaşamıyla ortaya koyanlardandır. Bu bir ruh olayıdır, Beritan’da, Zilan’da ve daha nice kahramanda devam eder. Sur direnişinin komutanı Çiyager’in “Nasıl olursa olsun, son muhteşem olacak!” ile Ali Çiçek’in “Bu eylemde öleceğim” sözleri ne kadarda benziyorlar! “PKK bir ruhtur!” deyimi bir kez daha kanıtlanıyor.
Tam bu esnada tüm salonu susturan, duvarlardan yankılanan ve insanın kulaklarının zarını patlatan ve yüreğine yaşama sevincini veren bir ses duyulur: “ilk ölen biz olmalıydık!” der. Herkes sesin geldiği yöne bakınca ordusunun başında savaşa hazır bir komutan gibi Kemal PİR ayakta, “… ben de ölüm orucuna başlıyorum. Hayri ve Ali Çiçek’e katılıyorum… ekleyeceklerim var; bu böyle olmamalıydı. İlk ölen biz olmalıydık. Geç kaldık…” der. Yaşama geç kalmak, nasıl bir duygudur? Yaşamadığını hissetmemek, yaşarken varlığından rahatsız olmak, anlamının sırrını bilememek, kendini dinleyememek, nefes alamamak… yaşam sırrı “geç kaldık”ta gizli.
Mahkemede olmayan Akif Yıkmaz hücresinden ölüm orucuna başladığını açıklar. “36. Koğuş Apoculara mezar olacak” diyen askeri subaya “kime mezar olacağı ileride belli olur” der. Altı kişiyle başlayan ölüm orucu eylemi Diyarbakır Zindanında M. Hayri Durmuş’un “Başardık, Başardık. Altı kişiyle başardık!” sözleriyle yankılanır. Yaşamın sonsuzluğunun sırrı açıklanmış, yük atılmış, eylem başarılmış, düşmana darbe vurulmuş, sorumluluk yerine getirilmiş.
- Hayri Durmuş ailesine yazdığı mektupta “zindanlardan size sesleniyorum. Ama bu sizi asla umutsuzluğa düşürmemelidir. Sokunkanlı olunuz ve geleceğe umutla bakınız.” Umutla bakmak yaşama tutunmaktır, yaşama sevincini korumaktır. Bu sözler sadece aileye söylenmiş bir söz değil, tüm Kürt halkına ve insanlığa söylenmiş bir vasiyettir. Bu vasiyeti bir emir olarak alan Reber Apo: “14 Temmuz Direniş Kararlılığı, Başarımızın Temelidir! Bu temelde verdiğimiz söz, artık zaferi esas alan, ondan başka hiçbir gidişata şans vermeyen bir devrimciliğe yol almadır.” dedi.
Sahi, 14 Temmuz-7-17 Eylül arasındaki zaman nedir? İnsan yüreğinin derinliklerindeki duygu, ses, korku, heyecan, hüzün, ve mutluluktur. Ömrümüzün en uzun koşusu, yaşamımızın en anlamlı yürüyüşü. En susuz zaman, en zayıflandığımız, en güçlendiğimiz yolculuk. Çığlığımızın kaf dağına vardığı bengisu anı, ateşten en çok üşüdüğümüz kesit, yoldaş olmanın en gür sesi, Önder Apo’nun dediği gibi, “14 Temmuz, Parti tarihimizde Parti kimliği uğruna, denilebilinir ki en kahredici işkenceli bir ortamda varlığını adama ve bu temelde ülkesine, halkına, insanlığına sahip çıkma adına, en büyük direniş kararının verildiği bir gündür.” Evet temmuz-eylül arası yolculuğa en güzel “direniş” kelimesi yakışır. Çünkü direniş insani olan ne varsa onadır. İyi, doğru, güzel ve özgür olanadır. Direniş, tarihsel olanadır. Direniş, en çok ezilen, inkar edilen, imha edilen Kürt olanadır. Direniş, en çok yaşamaya ihtiyacı olanadır. Direniş en çokda kadınadır. Direniş, varlığın yokluğa en zamansız bir an’da oluşma halinin şiirsel dile gelen efsunlu sözüdür. Ses veren bir yüreğin tüm yüreklerde yankılanması, ansızın kendine yer bulması ve orada yaşamaya başlamasıdır. Direniş, özlenen ateşin yakılması, “geleceğe umutla” bakmaktır. Direniş yaşamın sırrına varma, sırrı kendende anlamlandırma…
Sıcaklık bedenlerde cehennem olmak isterken direnen bedenler, temmuz sıckalığının cehennem ateşini bedenlerinin susuzluğuyla sondürme kararlılığındaydı. Ateş susuz bedenlerle söndürülür mü? Mazlum Doğan bir kere ateşi bedeniyle söndürmüş, Prometheus vari özgürlük meşalesini indirilmez zirveye dikmişti. Öyle bir zirve ki, hangi tanrı meşaleye el atarsa tüm dokunulmaz güçlerini kaybediyor. Bu yüzden Mart’tan Eylül’e yolculuk ateş denizinde çıplak ayakla korkusuzca yürümektir. Önder Apo buna “Tarihin tanıdığı en büyük direniş hareketi.” dedi. Zaten Mazlum’da yaşam ve direnişi bütünleştirmemiş miydi?
- Hayri Durmuş, “Bizim kadar yaşama bağlı insan yok, ama bu yaşam ancak Parti kimliği ile olduğunda kabul edilebilinir. Siz bize bu kimliği çok görüyor, onu yok etmek istiyorsunuz. Bunun dışında herhangi bir yaşamı kabul etmemiz mümkün değildir. Çok sınırlı Parti kimliği ile birlikte bir yaşamı tanırsanız, yaşama kararlılığımız büyük bir coşkuyla devam edecektir. Yok, bunu tanımazsanız; bu noktadan itibaren, dayattığınız bu kimlik inkârına dayalı yaşamı asla kabul etmeyeceğiz ve ne mutlu ki bize, büyük direniş kararına da ulaşmış bulunuyoruz”
Parti kimliğiyle yaşamak, varlığın en anlamlı ifadesidir. Yok edilme sürecindeki bir toplum ancak parti kimliğiyle yeniden yaşam bulabilir, buna da fırsat verilmezse yapılacak tek şey teslimiyet değil, Parti kimliğiyle yaşama fırsatını yaratmaktır. Bedel ağır olabilir, zaten hakikatın sırrına ermekte büyük bir bedel ödemeyi gerektirmiyor muydu?
Hakikatin sırrına ermek için varlığın her aşamasını hissetmek gerek, direnirken bedenin tüm hücreleriyle direnmek ve bütünleşmek gerek. Hele ki, devrimciysen ve en vahşi düşmana karşı savaşıyor ve direniryorsan direnişin de yaman olmalı. Öyele yaman olmalı ki, ölürken bile düşman senden korkmalı.
Devrimcilerin düşmana karşı direnişi için söylenen bir söz var; “Kanınızı öyle damla damla verin ki, düştüğünüz son anda bile dökülecek bir damla kanınız olmasın, bir damla kan sizden akmasın.” Yani düşman sizden kan aktığını dahi görmemeli. İşte 14 Temmuz ve 7-17 Eylül arasındaki sürec böylesine amansız bir devrimci mücadeleyi ifade ediyor. Direnişin sonucunda Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’te dökülecek bir damla kan bile kalmıyor. Yaşarken son hücrelerine kadar direndiler. Bu PKK’nin mirası ve ruhudur. Bizler de bu mirasın çocuklarıyız, bu yüzden yaşamın her saniyesini parti ve örgütlülükle doldurmalıyız. Bu mirası bize devredenler bir saniye bile kendileri için yaşamadı ve direnmediler. M. Hayri Durmuş bu yüzden “Bizim kadar yaşama bağlı insan yok, ama bu yaşam ancak Parti kimliği ile olduğunda kabul edilebilinir. Siz bize bu kimliği çok görüyor, onu yok etmek istiyorsunuz. Bunun dışında herhangi bir yaşamı kabul etmemiz mümkün değildir.” dedi. en anlamlı yaşam ancak PKK Parti kimliğiyle örülmüş örgütlü yaşamla mümkün olur. Buna inanıpta buna göre yaşayanlar ancak bu mirası koruyabilir ve tarihe adlarını yazdırabilirler, böyle yaşamayıp yaklaşmayanlar ise tarihin çöp sepetine gitmekten kurtulamazlar. İsimleri tarihin hep lanetli sayfalarında yazılı olacaktır.
Sinan Mahir Didar