HABER MERKEZİ – Yeniden dirilişi gerçekleştiren ve kurtuluş yolunda emin adımlarla yürüyen halkımıza 15 Ağustos Atılımı’nın 10. yıldönümü kutlu olsun!
Tarihte yitirilen bir ülkenin en eski halkı, günlerin en anlamlısı olan bu günü, 15 Ağustos Atılımı’nın 10. yıldönümünü kendini her yönüyle yeniden yaratarak, insanlıkla tanışmasını en temel insan hakları savaşımı, bağımsız bir ülke ve özgür halk kimliğiyle karşılayarak, kendine layık olanı artık iyi anlamış, hiçbir gücün elinden koparamayacağı tarihi bir savaşımı başarıyla verme şansına erişmiştir.
Bugün artık meselemiz, bir kurtuluşun öngününde neleri yapmalıyız, üzerimize düşen görev nedir, hakkettiğimiz tam kurtuluşu bir an önce nasıl sağlamamız gerekir, meselesidir. Bugün bu gerçeği iyi görüyor ve hepinizle bunu tartışıyoruz. İnanıyoruz ki, görevlerimizin üzerine doğru gidersek, bu kurtuluş da fazla geç olmayacaktır.
Siz meşakkatli bir yaşamın içinden geçen değerli halkımız
Şunu iyi bilmelisiniz ki, parti sizin içindir, halk ordumuz da sizin içindir. Uzun yıllardır partimizin adını uzaktan duydunuz. Ama bu gerçek gittikçe size yaklaştı ve bugün yaşamınızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu tarihi gelişmeyi sağlayan ve partimizin öncülüğüne tabi olmanızı gerçekleştiren yıllar sizin içindir. Parti savaşımı sizin için bir öncü yaratma, sizi kendinizle tanıştırma, savaşa alıştırma, kazanmaya alıştırma savaşıydı ve bu başarıldı. Peki, parti savaşımıyla ne kazandınız? Düşünce gücü kazandınız, siyaset sahibi olmayı öğrendiğiniz ve özgür yaşamın nasıl olması gerektiğini anladınız.
Daha sonra devreye ordumuz girdi. Silahlı kuvvetlerimiz ve onun savaşımı size ne kazandırdı? Özel savaş güçlerine bakma gücünü bile gösteremeyen, daha düne kadar bir jandarma karşısında bile yerlere dek eğilen sizler, eğer bugün bu rejim karşısında oldukça iddialıysanız ve sadece karşı koymayla da değil, onu savaşarak gittikçe geriletiyor ve emin adımlarla başarıya doğru koşuyorsanız, işte bütün bunları sizin adınıza uzun süredir savaşan ordumuza, ARGK’ye borçlusunuz. O sizin öncü ordunuzdur. Ne kadar küçük de olsa, ne kadar yetersiz de kalsa, bu ordunun savaşımı siz halkımızın savaşan bir orduya, bizzat her cephede en sonuç alıcı bir siyasi orduya ulaşmanıza ve onun bütün olanaklarını elde etmenize yol açmıştır. Şunu şimdi çok daha iyi görüyorsunuz ki, parti sizin partinizdir, ordu sizin ordunuzdur ve hem de bunlar yaşamınızın ta kendisidir.
Görüyor ve inanıyoruz ki, sizler bugün özgürlük için ayağa kalkma, bunun için gereken her türlü fedakarlıkta bulunma gücünü gösteriyorsunuz. En değerli evlatlarınızı gözünüzü kırpmadan ve gülerek savaşa vermekten, zor bela elde ettiğiniz kendi yaşam olanaklarınızı bile sınırsız bir fedakarlıkla sunmaktan da geri durmuyorsunuz. Yani mutlaka bir şeyler yapmak gerektiğini biliyorsunuz. Bu ne demektir? Bu, sizin artık bu savaşı kendi öz savaşınız olarak gördüğünüzü, onu kazanmak için gerekirse en değerli varlığınızı ortaya koymak durumunda kaldığınızı gösteriyor. Bu temelde sizi kutluyorum.
15 Ağustos Atılımı’nın esas anlamı, sizin böyle savaşmaya cesaret eden, kazanmak için her şeyini ortaya koymaya yaklaşan bir halk durumuna gelmenizdir. Bundan daha büyük bir kazanım olmaz. Şimdi daha iyi görüyorsunuz ki, tarihte ve insanlık alemi içinde biz en yitirilmiş, her türlü insani ve ulusal haklarından uzaklaştırılmış, hakkında ölüm fermanı çoktan verilmiş ve yere gömülmüş bir halktık. Daha düne kadar Türk devleti cumhuriyet dönemi isyanlarını ezmekle, “mezara gömdük, betonladık” diyordu. Kendince her şeyi yaptığını düşünen ve bizi bir daha dirilemeyecek sanan bu güce karşı şimdiye kadar verdiğimiz savaş, esasta bir diriliş savaşıydı. Yakın dönemde diriliş gerçekleşti, hem de yeniden.
Hiç kimse bizim eskiden de şöyle böyle bir tarihimiz vardı diye iddia edemez. Bir tarihimiz vardı, ama bu tarih, 1940’lara geldiğimizde biten bir tarihti. Bir tarihimiz vardı, ama içinde her şeyin aleyhimize gittiği ve bir daha da özgür yaşam olanağı bulamadığımız bir tarihti. O tarih içinde her şey gittikçe daha fazla tükeniyordu. Böylece elimizde yitirilmiş bir halk ve kaybedilmiş bir ülke, daha da kötüsü düşmanı için çalışan bir halk ve sömürgeden beter bir ülke kalıyordu. PKK’yi ortaya çıkardığımızda böyle bir ülkeyi miras aldık. Biz sizler adına ilk kelimeyi söylediğimizde, “Kürt de vardır” dediğimizde sizi böyle devraldık. Bugün ulaştığımız noktada mücadelemizi saygıyla anmamız gerektiği açıktır. Bugün böyle bir anma günüdür. Bizi bugüne getiren, kahraman şehitlerimizdir. Bugünü bir de şehitlerin anısına böyle anlamalıyız.
Bir halkın kendini bu kadar unutması çok esef vericidir. Sizler bazen acılı günlerle karşılaşırsınız. Halbuki bizim halk olarak en acı günümüz dünkü gündü. Düşünün, insanlık adına ortada hiçbir şey kalmamıştı, en rezil ve en utanılası bir durum söz konusuydu. Fakat sizler o koşullarda da yaşadığınızı sandınız. Oligarşik rejime en alçakça hizmet etmeyi yaşam sandınız. Hiçbir halk faşist bir güce, kendini soykırıma tabi tutan bir güce böyle hizmet ederek yaşadığını sanamaz. Eğer o koşullarda da yaşadığını sanıyorsa, o halk sadece en lanetli ve en aşağılık bir halk olarak anılmakla kalmayacak, hep üzerine tükürülen, ölüsü de dirisi de böyle anılan en rezil bir halk olacaktır. Bu, herhalde ölümlerin, ayaktaki ölümün en beteri idi. Lakin daha düne kadar yaşanan da buydu. Biz PKK’yi niçin böyle ateş altında, bu büyük ve korkunç ateş içinde ortaya çıkarmaya çalıştık? İşte bu çok rezil olan, bir an bile yaşanmaması gereken yaşamdan kurtulmak için.
Bugün değişen bir atmosferde hepiniz her gün oligarşik rejimi lanetliyorsunuz. Bizden daha fazla cesaretle sizler bu rejimin üzerine gitmeye çalışıyorsunuz. Yarın bu yürüyüşünüz daha da amansız olacak ve belki de dünya birleşse bile sizi durduramayacaktır. Ama yakın tarihimizi bilmeden bu yürüyüşten bir şey anlayamayız. Ben kendim de sizin adınıza devrimciliğime başlar ve geliştirirken, bu lanetli yaşama karşı tek başıma yıllarca savaşırken, ‘ben yalnızım, ben tekim, olanaklarım yok’ deyip kendimi yere atacağıma, ilk kelimeyle ve her şeyiyle borçlu bir kişilikle başlamayı ve yürümeyi esas aldım ve başka bir çare de bulamadım. Bu sadece benim için değil, hepiniz için geçerlidir.
Biz insan olmak istiyoruz, sizi şerefli bir insan haline getirmenin ekmek ve sudan daha öncelikli ve gerekli olduğunu düşünüyoruz. Sizlerin en büyük yanılgısı, bunsuz ve bunu mahşere erteleyerek yaşayabileceğinizi sanmanızdır. Ben çok açıkça söyleyeyim, yalnız siz halkımıza değil, herkese söyleyeyim, bütün partiye ve bütün savaşan ordumuza söyleyeyim; biz bu yaşamı gerekirse bin defa yerin dibine gömeriz ve asla sizlere layık görmeyiz. Bu, bizim hayata yeniden başlama sözümüzdür, yaşamı yeni bir iki kelimeyle kavrayarak, yeniden yaşama başlamaya çalışmamızdır.
En büyük kötülük, hem de kendi kendimize yaptığımız kötülük nedir? Türk devletinin kendi kendisine bile yaptırmadığı işleri, kendi askerine yaptırmadığı askerliği ve kendi emekçisine yaptırmadığı emekçiliği azap askerleri gibi öne sürerek sizlere yaptırması, en tortu işleri karşılığında hiçbir şey vermeden siz emekçilere gördürmesi, hatta bir hamallık ve çöpçülük işini bile çok görerek sizi en hakaretli, en aşağılık bir yaşamın mahkumu yapması ve sizlerin de bütün bunları böyle isyansız ve tepkisiz kabul etmenizdir. Peki, bu bir suç değil de nedir? Daha düne kadar hepinizin yaşadığı böylesine bir suçluluk ve suçlu bir halk olmak değil de neydi? Bu konularda açık olalım. Ne kadar açık olur ve ne kadar dünümüzü doğru kavrarsak, bugünün kıymetini, bu büyük çabalarla yaratılan ve en başta da şehit kanıyla temizlenen günlerin kıymetini o kadar iyi biliriz.
Sizlere bakıyorum, her gün parti ve orduyla adeta Türk ordusuyla savaşır gibi savaşıyorum. Niçin? Çünkü yaşamı suçlu gibi ele alıyorlar, bir suçlu gibi yaşama alışkanlığından kurtulamamışlar da ondan. Elbette bu yaşamı affedemem. Yıllarca tektim, ama nasıl yüklendim ve nasıl affetmedim? Çünkü affedilmemesi gereken şeyler vardı. Çünkü yaşanmaya değmeyecek durumlar vardı. En büyük yücelik, işte burada kendini aldatmamaktır, burada kendine saygıyı yitirmemektir, burada hiçbir yaşam yolu kalmamışsa bile, oligarşik rejimin dayattığı aşağılık yaşamı da kabul etmemek, gerekirse çile çeken bir insan gibi kırk yıl yalnız başına hiçbir şey yemeyerek ve içmeyerek, bir damla su ve bir zeytinle kendini yaşatarak, böylesine bir suçlu yaşamın sahibi ve oligarşik rejimin işbirlikçisi olmamaktır.
Biz bunu da yapmaya çalıştık. En önemlisi de, bu suçlu yaşamla savaştık. İşte bunun sonucu olarak siz, yeniden dirilen ve kazanma yoluna giren halkımız ortaya çıkıyorsunuz. Hiç kimse, hatta düşmanlarımız bile bu gelişmelerin önemli olmadığını iddia edemez. Çok önemlidir, hele bizim için teneffüs ettiğimiz havadan daha çok önemlidir. Eğer yaşamınız bundan sonra anlam kazanacaksa, bu havayı teneffüs etmenizle olacaktır. İşte ben buna yaşam derim.
Çok açık konuşuyorum ve anlamadık demeyin. Ortadadır, halen dünyanın en zorda olan halkısınız. Mevcut durumunuz, kendini dünyaya anlatamamış, bunun için kendini kuvvet haline getirememiş, kendini siyasileştirememiş, kendini örgütlendirememiş, savaştırmada taktik adım sahibi yapamamış bir halkı ifade ediyor. Elbette sorumluluklarımızın ve görevlerimizin ne olduğu üzerinde dikkatle duracağız. Nefes alıp veriyorsak, bu bize yeter, gerisi görevdir diyeceğiz. Yani ne pahasına olursa olsun, gereken yapılacaktır.
Mevcut halk gerçekliğimizi artık yakalamanız gerekiyor. Bir savaşın içinde olduğunuza kesin gözüyle bakıyorsunuz. Hele şu son bir yıl içinde, savaşın sizi ateş gibi sardığını, binlerce köyün başınıza yıkıldığını, milyonlarcanızın binyıllık topraklardan koparıldığını ve işsiz güçsüz bırakılıp çadırlarda bile barınamayacak durumlara düşürüldüğünü görürseniz, bu savaşın, bu özel savaşın en çok size yöneldiğini anlarsınız. Yine ordumuzun yürüttüğü bu savaşımın da aslında en çok sizin vermeniz gereken bir savaş olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Bunu görüp anladığınız için de destekliyorsunuz ve çığ gibi katılıyorsunuz. Başka türlüsü zaten düşünülemez.
Türk devleti her gün yeni safsatalar, yeni tehditler savuruyor; “Ülkemizin milli birlik ve bütünlüğü için ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” derken, diğer yandan “ana şefkatiyle kucaklayacağız” diyor. Bu kadar azgın faşist bir demagojik ağız bize bu kadar hakaret ederken, biz ne söylüyoruz? Gerçekte bize dayatılan nedir? Her gün suçsuz insanların, biraz temiz kalan insanların katliamına bakın! Hem de ‘faili meçhul’ dedikleri bir tarzda vuruyor, asıyor, fakat ‘ben yaptım’ bile demiyor. Bu da tarihte eşine ender rastlanan bir tutumdur.
Önder APO